2

//===============================================// // //Websitesinin metinlerinin güvenlik kopyası aglarcali.tr.gg 01.06.2017, 02:08:35 // //===============================================// ################ SAKLI SAYFALAR.......... (Ana Sayfa) ################ ################ 111111111111 (Ana Sayfa) ################ ################ (Ana Sayfa) ################ ################ ANA SAYFA (Ana Sayfa) ################
 
 
  AĞLARCA KÖYÜ

SiFRELi SAYFALAR



AĞLARCA KÖYÜ ==> Doğup büyüdüğüm, sokaklarında ağaç dalından atımla koşuştuğum, hıdırlezlerde boyanmış yumurtalarımı çayırlarında yuvarladığım, göletlerinde çimdiğim, soğuğunda üşüyüp, sıcağında terlediğim, bahçelerinden erik, tarlalarından nohut çaldığım, dağlarından kiraz, fındık topladığım, büyüyüp delikanlı olduğumda, meralarında at koşturduğum, sokaklarında sevdalandığım Köyüm.....................


 

 
################ HABERLER (Ana Sayfa) ################
 

30-MAYIS-2017 Salı
-----Ağlarca Köyü'nden emekli öğretmen Zihni ÖZCAN hakkın RAHMETİNE KAVUŞMUŞTUR.Cenazesi 30-MAYIS-2017 Salı günü Şirinyer Camiinde (Kardeşler İlkokulu arkası) kılınan ikindi namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra Asri Mezarlıkta defnedilecektir.
-----Merhuma allahtan rahmet, DOST VE AKRABALARINA DA başsağlığı dileriz.
EV ADRESİ===> Şirintepe, Bizim Sk anlı sitesi A blok no--16
Tepebaşı/Eskişehir 
CAMİNİN ADRES===> Şirintepe, Arabacı Sk. No:36, 26200 Tepebaşı/Eskişehir 


 
çelenk ile ilgili görsel sonucu 

HABER ARŞİVİ

çelenk ile ilgili görsel sonucu
 
 

İLETİŞİM


=>=>=>=>=>=>=>=>=>=>=
Sayfamızın haberler ARŞVİN de yayınlanan haberler 
bizim ulaşabildiğimiz ve bize ulaştırılan haberlerden oluşmaktadır.
Sayfamızda kesinlikle kişileri ve toplumları rencide edecek
hiç bir haber yer almamaktadır ve almayacaktır.
=>=>=>=>=>=>=>=>=>=>=
Sayfamızda yayınlanan haberlerle ilgili kişiler veya yakınları
 her ne sebeple olursa olsun haberin kaldırılmasını istediği taktirde
HEMEN KALDIRILACAKTIR
www.aglarcali.tr.gg

################ AGLARCA KOYU (Ana Sayfa) ################





AĞLARCA KÖYÜ ==> Doğup büyüdüğüm, sokaklarında ağaç dalından atımla koşuştuğum, hıdırlezlerde boyanmış yumurtalarımı çayırlarında yuvarladığım, göletlerinde çimdiğim, soğuğunda üşüyüp, sıcağında terlediğim, bahçelerinden erik, tarlalarından nohut çaldığım, dağlarından kiraz, fındık topladığım, büyüyüp delikanlı olduğumda, meralarında at koşturduğum, sokaklarında sevdalandığım Köyüm.....................


 


 

################ AĞLARCA KÖYÜ TARİHİ (Ana Sayfa) ################

Göçten sonra Ağlarcaya yerleşen dedeleimiz  
bulunulan yerdeki ağaçları keserek ve sadece onları kullanarak ilk evlerini yaptılar,
bunlardan bu güne kadar gelebilen bir kaç binadan birisi de
resimde görülen H. Osman topak'ın evidir.

AĞLARCA KÖYÜ TARİHİ
 
 
            Ağlarca köyü Eskişehir merkeze 100 Km.mesafede olup , Frigya Vadisi içinde yer alan bir orman   köyüdür. Köy merkezinde eski dönemlerde yaşantı olduğuna dair izler yok ise de, köy arazisinin değişik yerlerinde görülen tarihi kalıntılardan başta Roma olmak üzere bir çok dönemde küçük ve orta yerleşim birimlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
 
        Köyümüz 1874 yılında Kuzey Kafkasya’da yaşayan Çerkeslerin Adıge boyunun Şapsığ kabilesine mensup aileler tarafından kurulmuştur. Köyün tarihini tam anlayabilmek için köylülerimizi buraya getiren tarihsel olaylara da kısaca değinmekte fayda vardır.
 
           Ağlarcalılar Kuzey Kafkasya’da Şapsığ kabilesine ait tarihsel toprakların içinde kalan Pşeha ırmağı vadisinde oturuyorlardı.Genel olarak Kafkasya, tarih boyunca birçok halkın saldırı ve istilasına uğradığı için Kafkasyalılar daima hazır ve uyanıktılar. En büyük güvenceleri ise sarp dağlar ve derin vadilerden oluştuğu için savunmaya da çok elverişli olan cennet vatanları idi. Bu sayede tarihin en azılı istilacılarına karşı bile direnmeyi ve yok olmamayı başarabilmişlerdi. Büyük bir düzen ve disiplin içinde komşu kabilelerle yardımlaşarak çağın uygar ülkeleri ile de ticari ve kültürel ilişkiler kurarak yaşamlarını devam ettiriyorlardı.Geleneklerine ve sözlerine bağlılıkları, kin ve düşmanlıklarının güçlülüğü gibi, dostluklarının sonsuzluğu da onları vazgeçilmez ve değerli kılıyordu.
 
         
 
          Adıgeler bu şekilde yaşamlarını devam ettirirken 1564 yılında yeni bir halkla ( ki bu halk daha sonra tarihlerine ve kaderlerine yön verecek bir halktı) tanıştılar. Bunlar Ruslardı.
 
 Rusya’nın tarihi stratejik hedefi sıcak denizlere inmek ve dünyada söz sahibi olan güçlü bir devlet olmaktı.Bu nedenle hep güneye doğru ilerlemişler , aradaki hanlıkları yok etmişlerdi.Şimdi sırada Kuzey Kafkasya halkları vardı.Anadolu’ya inmek için orada basit bir engel(!)kalmıştı.Fakat Rusların henüz bilmedikleri , sonrasında ise çok acı bir şekilde anlayacakları bir husus vardı:Kafkasyalıların özgürlük tutkuları ve vatan sevgisinin büyüklüğü.
 
          Nitekim Kuzey Kafkasya , Rus çarlığına tam üç asır direnecek, milyonlarca Rus askerine Kafkasya mezar olacak , sıcak denizlere inme hayalleri Kafkas dağlarının sarp yamaçlarında yok olacak, daha sonra tarihçiler Rus çarlığının yıkılma nedenlerini incelerken , başta gelen nedenlerden biri olarak Kafkas savaşlarının bu kadar uzun sürmesini göstereceklerdi.
 
           18.Yüzyılın ikinci yarısından itibaren savaş hızlanmaya başlamıştı.İki ana cephe vardı:Doğuda Dağıstan, Çeçenistan ve Kabardeyler, batıda ise Adige, Ubıh ve Abhazlar. Bu iki cephe birbirinden ayrı ve bağımsız idi.
 
           Rus orduları ile Kafkas ordularını hiçbir yönden kıyaslamak mümkün değildi.Ruslar çağın en güçlü ordularından birisine sahipken diğerleri ise küçücük bir halklar topluluğu idi.
 
           Osmanlılar bu halkın mücadelesini desteklemekle birlikte yaptığı yardımlar sembolik olmaktan öteye gidemiyordu.Buna rağmen Ruslar hedeflerine ulaşamıyor, batıda Kuban nehrine kadar ilerleyebilmişler, doğuda ise kısmi başarılar elde edebilmişseler de ülkeyi ele geçirmekten henüz çok uzaktılar.
 
          Adıgeler dimdik ayakta, sahilleri ve ülkeleri tamamen kendi egemenlikleri altında idi.
 
 1829 Yılında Osmanlı –Rus savaşı sonrası imzalanan Edirne Antlaşmasıyla Kafkasya’nın tamamı Ruslara bırakıldı. Bu durum Ruslar bir anlamda uluslar arası meşrutiyet sağlıyordu.Kafkasyalılar ise antlaşmanın bu maddesine şiddetle itiraz ettiler, Osmanlının böyle bir hakkı olmadığını, her ne kadar hilafete bağlı iseler de Kafkasya’nın Osmanlı toprağı olmadığını, bu antlaşmayı kesinlikle tanımadıklarını bildirdiler.İngiltere de kendilerini destekliyordu.Zaten savaş tüm cephelerde devam etmekteydi.
 
          Mücadele doğuda Çeçenistan ve Dağıstan’da Şeyh Şamil, batıda ise Ubıhlar Hacı Grandük Berzeg, Abzehler Mehmet Emin, Şapsığlar ise Zaniko Sefer ve Karbatır Bey komutasında savaşıyorlardı. Aralarında tam bir birlik ve dayanışma yoktu. Buna rağmen mücadele, iniş ve çıkışlarıyla sınırsız bir şekilde devam ediyor, küçücük halk koca Rus ordusuna direniyor ve destanlar yazıyordu.Adigeler İstanbul ve Londra başta olmak üzere uluslararsı destek aramak ve yapılan katliamları dünya kamuoyuna duyurmak için heyetler gönderiyor,bagımsızlık bildirgelerini yeniliyor, ancak vaat edilen yardımlar bir türlü gelmiyordu.
 
       Rus ordusu her türlü savaş , insanlık ve ahlak kuralını bir tarafa bırakmış, ele geçirebildiği her noktada tam bir soykırım uyguluyor, köyler,meyve ağaçları,her çeşit ürün yakılıyor,yaşlı,kadın,çocuk demeden yakalanan herkes öldürülüyordu.
 
        Diğer cephelerdeki savaşları sona erdiren Rus ordusu bütün gücüyle Kafkasya’ya yönelmişti.
 
        Her ne pahasına olursa olsun Kafkasyayı ele geçirmeliydi. Kafkasyalılar en büyük dayanakları olan vatanlarından çıkarılmalıydı.Onlar vatanlarında olduğu sürece asla yenilmiş olmayacaklardı.Ruslar bunu çok iyi anlamışlar ve ele geçirdikleri yerleri insansızlaştırıyor ya da Kazakları yerleştiriyorlardı.
 
          Nitekim bu olağanüstü dengesiz savaşta beklenen oldu. 1859 Da Şeyh Şamil ‘in yenilip teslim olmak zorunda kalmasıyla doğu cephesi çöktü.Rus ordusu bütün gücüyle batıya yöneldi.
 
 Abzeklerin lideri Mehmet Emin de Şeyh Şamil’den kısa bir süre sonra teslim olmuştu.Batı cephesinde önemli bir gedik açılmış oldu.
 
          Salgın hastalıklar ve kıtlık baş göstermişti.İnsanlar açlıktan ölüyordu.Tuz ve barut bulunmaz olmuştu.Rus ordusu her yönden saldırmasına rağmen diğer kabilelerin de katılımıyla Ubıh ve Şapsığlar direniyor ,savaşıyor ve yer yer ciddi başarılar da elde ediyorlardı.1861 ‘De bölgeye gelen Rus çarı , Adigelerin önüne iki seçenek sunmuştu.Ya Kafkasya topraklarından çıkıp Rusyanın içinde gösterilen yere yerleşecekler ya da Osmanlı topraklarına göç edeceklerdi.Bir ay müsaade verilmişti.Bir ay sonra burada yakalanan herkes savaş esiri sayılacaktı.
 
         Adıgeler savaşa devam ettiler , ancak 1863 yılı sonbaharına gelindiğinde savaşın kaderi belli olmuştu.Halk artık tamamen bitme noktasına gelmişti, güzelim Şapsığ ırmakları artık kırmızı kan akıyordu.Tam bir yok oluş ve soykırım yaşanıyordu.1864 Yılı mayısında Kbaada vadisindeki çarpışmada son Adıge askeri de şehit düşmüştü ve artık yenilginin kabulü kaçınılmaz olmuştu. 21 Mayıs 1864 tarihinde Kbaada vadisinde yapılan Rus askeri töreni üç yüzyıl süren Kafkas savaşlarının artık bittiğini tarihe kaydediyordu.Adigeler yenilmişti.Artık sıra sürgüne gelmişti.Halkın ezici çoğunluğu Rus topraklarına gitmeyi kabul etmedi.Bunda nesiller boyu dişediş canacan savaştıkları bir halkın boyunduruğu altına girmeyi kabullenememeleri etken olduğu gibi Rus ve Osmanlıların kendi konumlarına göre istekleri de etken olmuştu.
 
        O yıllarda diğer bölgelerden de gelenlerle birlikte yaklaşık 1.5 milyon Kafkasyalı Osmanlı topraklarına sürgün edildi.Bu sürgün önemli oranda gemilerle denizyolundan oldu.Ve insanlık tarihinin en trajedik olaylarından biri olarak tarihe geçti.Sürgün edilen insanların yarısı, olumsuz koşullar ve salgın hastalıklar nedeniyle öldü.
 
          1864 Yılında Ağlarca köylülerinin de bulunduğu Şapsığ grubunun sağ kalanları gözleri yaş içerisinde Kafkasya sahilinden anavatanlarını terk ettiler. Fakat öyle şanssız bir durumdu ki akrabaları içine alan gemilerin her birinin rotası farklıydı.Kimi Trabzon, kimi İstanbul , kimi de Köstence limanına gidiyordu.Akrabalar birbirlerinden ayrılmış ve bölünmüş oluyorlardı. Ağlarcalıları taşıyan gemi Köstence limanına geldi.
 
           Diğer Adıgeler gibi köylülerimize de Tuna nehri güneyinde devlet tarafından ev yapım malzemesi, arazi ve tohumluk verildi.Ziştovi bölgesinde yerleşip yeni yerlerini benimsemeye çalışıyorlardı.Ancak uğursuz savaş burada da yakalarını bırakmayacaktı.Yerleştikten 13 yıl sonra ,tarihe 93 harbi olarak geçen 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının başlaması üzerine diğer Müslüman halklarla birlikte İstanbul’a doğru tekrar göç başlamıştı.
 
          Savaş sonrası 1878 yılında yapılan Berlin antlaşması uyarınca Adıgelerin topraklarına dönmelerine izin verilmedi.Çünkü Ruslar burada da kendilerine karşı savaşan bu halkla komşu olmak , ileride ayaklandırıp bağımsız olmalarını sağlamak istediği Ortodokslara karşı bir kuvvet kalmasını istemiyordu.
 
         Balkanlardan çıkan Adıge grupları , o zaman Osmanlı toprağı olan Suriye,Ürdün ,Kıbrıs gibi yerlere gönderilirken bazıları da Anadolu’ya geçmeyi başarmıştı. Ağlarcalılar da Anadolu’ya geçebilenler arasındaydı.Marmara bölgesine geldiler.Kafkasya’dan Anadolu’ya gelip Adapazarı,Düzce,İzmit bölgelerine yerleşen akrabalarıyla buluştular ve buralara yerleştile (Ketence,Yanık,Adliye,Akarca,Beylikışla,Arapçiftlik,Kirazlı vd.) Akrabalar hemen buluşmuştu, yaşanan tüm acılara rağmen herkes mutluydu.
 
         Bölge coğrafi olarak güzeldi.Ancak yoğun bataklıklar,havanın rutubeti,sivrisineklerin yol açtığı hastalıklar,toprakların azlığı gibi nedenler,gerek Kafkasya’dan direkt gelen, gerekse Balkanlardan gelen gruplardan bazılarını daha uygun yeni yer arayışına itiyor, bu maksatla araştırmalar yapıyorlardı.
 
         Yapılan araştırmalar sonucu (80 ? hanelik ) bir kafile Eskişehir yönüne harekete geçti. Önce Eskişehir’e ,sonra Emirdağ’a bağlı Manavuz köyüne ,en son olarak da Han köylülerinin yayla olarak kullandıkları köyün şimdiki yerine geldiler. Burayı çok beğendiler ve yerleşmeye karar verdiler.Tarih 1874 idi.Ancak beğenmeyip de geri dönenler oldu,başkaları geldi, gelenlerin de bazıları Balıkesir bölgesine gitti.Bu kararsız gelip gidişler 1920 ‘li yılların sonuna kadar devam edecekti.
 
          Köylüler burada araziyi aralarında pay edip tarıma ve hayvancılığa başladılar.Kafkasya’daki geleneksel yaşam tarzlarını aynen devam ettiriyorlardı.Bir taraftan devlet kendilerine her türlü kolaylığı ve yardımı sağlarken ,başlangıçta bölgeye gelen üniformalı ,silahlı ve tehlikeli bakışlı bu insanlardan ürken yöre halkı da kendilerine alışmış ve onları sevmiş, elindeki bir parça ekmeği dahi onlara ikram etmek ister hale gelmişti.Nitekim yöre halkıyla başka bölgelerde yaşayanların aksine birkaç münderit olay dışında önemli bir anlaşmazlık ,kavga ve cinayet yaşanmamıştır.
 
      Devlet yetkilileri tarafından 7 yıl süre ile kendilerine yardım yapılmaya devam edilmiş,Manavuz köyündeki arazilerden elde edilen ürün de köy halkına dağıtılmıştır.7 Yıl sonra köye gelen bir yetkili artık yardımın gelmeyeceğini ,kendi başlarının çaresine bakmalarını bildirmesi köylülerin pek de hoşuna gitmemiş,bir yaşlının yarım Türkçesiyle ‘olur mu öyle şey, siz bize bakacaksınız biz de ağalarca yaşayacağız’ çıkışı yetkilinin hoşuna gitmiş ve köyün adı Ağlarca olarak resmi kayıtlara işlenmiştir.
 
       Ağlarcalılar kısa sürede kendilerini toplamış, mal mülk sahibi olmuşlar ve diğer vatandaşlar gibi vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getirmeye başlamışlardır.Osmanlı cephelerinde özellikle Çanakkale’de onlarca gencimiz şehit olmuştur.
 
       Birinci Dünya Savaşından sonra Marmara yöresinde yaşayan akrabaları ,o zamanın politik şartlarının da etkisiyle kimi Kuvayi   Milliye, kimi de Osmanlı hükümetlerini destekleyen uç gruplarda yer almışlarsa da ,Ağlarcalılar, Kuvayi Milliye taraftarı olmuşlardır.Çünkü yunan işgali yaklaşıyordu ve Ağlarcalıların bu kadar kısa süre içinde üçüncü kez vatanlarını kaybetmeye tahammülleri yoktu. Bir taraftan milli kuvvetlere yeteri kadar asker gönderilirken bir taraftan köy savunmaya hazırlanmıştı.Erzak ve hayvanlar ormanın değişik yerlerine gizlenmişti.Köyün tamamı silahlı idi. Kafkasyadakine benzer orman ve boğazlarda düşmanı durdurmak ve imha için gerekli hazırlıklar yapılmıştı.
 
        Yapılan plana göre yakında bulunan düşmana elçiler gönderilip köye girmemeleri istenecek ,köye girmek isterlerse de plana göre savaş başlatılacaktı.
 
         Zaten yunan komutan da bölgeyi uzaktan keşfetmiş, küçük bir köyün işgali için ormanlık alandan geçmeyi ve sonrasını göze alamamıştı.
        Böylece Ağlarca köyü Kurtuluş savaşı döneminde 
Marmara’daki akrabalarının, işgalden kaçan çevredeki
Adıgelerin ve Kuvayi Milliyecilerin saklanma ve barınma yeri oldu.
 
        Cumhuriyet döneminden itibaren Ağlarcalılar artık köylerine tam anlamıyla alışmışlardı. Çevredeki Adıge ve Karaçay köyleriyle irtibat ve akrabalıkları artmıştı.Sosyal yaşantıları devam ediyor, kültürlerini de koruyorlardı.
 
 Birbirleriyle devamlı yardımlaşıyorlar,üzüntü ve sevinçlerini derinden paylaşıyorlardı.
 
        1960’lı yıllara gelindiğinde yavaş yavaş kentlere göç başlamıştı.Köyde okuma yazma oranı ve devlet görevinde bulunan memur oranı her gün biraz daha artıyordu.Başka yaşam alternatifini gören gençler, artık çiftçilik,hayvancılık yapmak istemiyordu.Bu da köy nüfusunu azaltıyordu.1980’li yıllardan itibaren göç daha da hızlandı.Şen kahkahaların yükseldiği ,derin hüzünlerin yaşandığı ,onlarca insanın hayatını sürdürdüğü evler artık birer birer harabeye dönüyordu.
 
        2006 yılına gelindiğinde ise artık köy tamamen yok olma noktasındadır.
 
 Eski günlerin ve burada yatmakta olan büyüklerimizin anısını yaşatmak ve köyü devam ettirmek isteyen bir grup tarafından 2006 yılında Ağlarca Köyü Güzelleştirme, Yardımlaşma Ve Kuzey Kafkas Kültür Derneği kurulmuştur.
 
 Köyde tarım faaliyeti yok denecek kadar az ,hayvancılık son derece yetersiz seviyededir.Köyün ana geçim kaynağını ise maalesef emekli maaşları oluşturur hale gelmiştir.Köy halkının % 80’i Eskişehir,% 15’i diğer şehirler ve yurt dışı,% 5’i de köyde yaşamaktadır.
 
       Tüm olumsuzluklara rağmen, Ağlarcalılar köylerini ,adıgeliklerini asla unutmamışlardır.Özellikle Eskişehir’de birbirleriyle devamlı irtibat halinde olup, acı ve sevinçte bir aradadırlar
 
        Kuzey Kafkasyanın bagımsızlığı için şehit düşenleri ve sürgün yollarında hayatlarını kayıp edenleri rahmet ve saygıyla anıyor,atalarımıza yeni yutlarında yardımcı olan devlet görevlilerine ve yöre halkına tekrar şükranlarımızı sunuyoruz.
      Köyümüzdeki her hanenin yeniden kurulup, her evden neşeli seslerin geldiği, okumuş bilgili insanlarımızın dünya medeniyetinin her alanında olup,köylerini de Kafkasyayı da unutmadıkları günlerin  gelmesini diliyoruz.
Derleyen == Şewoş Şuayip


 
################ AGLARCA KOYU CAMiSi (Ana Sayfa) ################
1865 yıllarında KAFKASYA’ DAN göç eden köylülerimiz, 3-5 sene içinde Türkiye’nin diğer bazı yerleşim alanlarından gelen akrabalarında katılımı ile yerleşik düzene geçildi bir kaç kişi Adapazarına gittiysede onlarda akrabaları tarafından getirildi ve hemen ardından cami inşaatına başlandı.
1875 Yılında ibadete açılan cami önceleri çorak toprakla kaplı düz çatılı bir binaydı Ezan bu dambaşına çıkılarak okunurdu. Sonraları üstü çatı yapılarak kiremit kaplandı. ( Kapak resmi ) Daha sonraları içdış badana yaptırılarak avlusuna cenaze yıkama yeri apdesthane ve tuvaletler yapılarak yenilendi. ( Burada cami çok güzel olmuştu ama içerisinin, hakiki toprak boyası ile yapılmış hat yazıları ve desenleri de kazınmıştı. ) ( 2. RESİM )
Daha sonraları köyün büyük bir eksiği Gülnaz Topak ’ın muhtarlığı sırsında giderilerek camimiz minareye kavuşturulmuştur. ( Resim - 3 -)
Köyümüzden Hacı Osman TOPAK’IN torunu Şükriye Topak Değerli tarafından Caminin içi döşenerek modern bir hale getiriklmiştir.
Bütün bunların ardından da köyümüzdeki Suriyeli Ağlarcalılardan Emad Balker taraından da badanası ile kapı pencere boyamaları yapılmıştır.
İlk yapılışından bu güne kadar bu cami üzerinde emeği olanlardan ölenlere rahmet yaşıyanlarada selamet diliyoruz. www.orhanocak1952.tr.gg
NOT = Çocukluğumdan çok iyi hatırlıyorum komşu köyler Cuma namazı için köyümüze gelirlerdi. Ozamanlar köyde okumuş kim varsa imamlık yapardı bunların en başında NEṪAĞOLERDEN “İlyas HOCA” gelmektedir.
Sonraları harman döneminde arpa veya buğdayla ödenmek üzere hak ile imamlar tutuldu. Daha sonraları da kadrolu imamlar dönemi başladı Bu imamlardan köyümüzde en çok kalan ve en çok emeği olan Kendi köyümüzden ĞUNE İbrahim AKÇAN dır. ( Sarı HOCA )
 
 
 
 
 
 

 
 

 

################ RESiM GALERiSi (Ana Sayfa) ################ ################ ADİGE HİKAYELERİ (Ana Sayfa) ################

     Ağlarca köyü ve civarı köylerde yaşanmış ADİGE HİKAYELERİ     
 



 
################ ANiLAR-ANiLAR (Ana Sayfa) ################




 
 
################ ESKİ-ESKİ (Ana Sayfa) ################ ################ KOY YOLCULUGU. (Ana Sayfa) ################


       
  KÖY YOLCULUĞU
    

 

       1957 yılında göç ettiğimiz ilçede hemen o yıl okula başlatılmıştım. Yaşım ufakta olsa annem okul müdürüne rica etmiş okuma-yazma öğrenemese de  hiç olmazsa Türkçeyi öğrenir diye. Ondan sonra gelişen olaylar değil anılara cilt cilt kitaplara sığmaz. İleride toplumun geneline mal olmuş anekdotları paylaşmak nasip olur inşallah. Ben bu bölümde küçük yaşta köyden ayrılmış bir çocuğun köye olan düşkünlüğünü bu köy merakı içerisinde yaz aylarının o güzelim anılarını ve o anıların en güzel yerlerinde yer alan atlara olan düşkünlüğünü anlatacağım.

 

        Bu anılar ilkokul 4. sınıfta başladı ve ortaokul son sınıfta akordeon sesi ile başlayan ve düğünlerle devam eden bir sürece bıraktı.  

 

        Yaz tatili yaklaştığı zaman bedenimin her tarafını kaplayan bir heyecan başlardı. Karneyi aldığım gün hemen eve koşar çantamı bir köşeye bırakır önlüğümü de üstüne fırlatırdım. Eğer o anda evde kimse yoksa karneyi de görünecek gibi onların üstüne koyar, HEMEN kel İsmail’in hanının yolunu tutar orada Köyümüze gidecek araba var mı varsa ne zaman öğrenir, hazırlık yapmak üzere eve dönerdim.

 

        Hanlar o zamanın kasabalardaki lüks otellerdi, nasıl otellerde konaklama ve yatma imkanı sağlanıyorsa o zaman bu hizmeti hanlar sağlıyordu ama bazı farklar vardı tabii. Araba garajlarının yerine at arabalarının altına çekildiği geniş bir sundurma, atların bağlandığı ve yemlendiği ahırlar vardı. İnsanlar için ise tek tek odalar yoktu, müşteriler 15 veya 20 kişilik odalarda kalırlar yere yan yana serilen hasırlarda yatarlar yemeklerini de hancının verdiği bir gaz ocağı ve tencere ile yaparlardı. Bu hanlara kasabaya iş için en çokta mahkeme için gelenler kalırlardı. Bazen öyle olurdu ki  davalı ve davacılar aynı oda da yan yana serilmiş hasırların üstünde gecelerlerdi.

 

        Bizim köyden hemen hemen her gün mutlaka birkaç araba olurdu. Bunların tamamı köyden odun veya meşe kömürü getirenlerdi. Bütün kasabanın kışlık odun ihtiyacı ile lokantalarının hatta ilin lokantalarının meşe kömürü bizim köy sağlardı. Getirilen bu odunların ve kömürlerin bazısı devletin ihtiyaç olarak verdiği kesimden teskere denilen izinlerle getirilirdi. Bazı köylüler ise kaçak olarak getirirlerdi bu kaçakçıların atları çok güçlü ve bakımlı olurdu böylece orman muhafaza memuru onları yakalayamazdı. Bazı kaçakçılar çevrede efsaneleşmişti onlar meşe odunu yerine dilinmiş tahtalar veya döşeme denilen çam tomrukları taşırlardı. Bazen yüklerini iyi satamazlarsa Sivrihisar’a. Polatlı’ya hatta Haymana’ya kadar götürürlerdi.

 

         Bizim köydeki her arabacının 7-8 koyun postundan yapılmış kürkleri ( Gedug ) vardı. Bunları kışın giyerler yazında arabaların üstünde ki sandıkta serili durur hana geldiler mi sadece atları ahıra bağlarlar kendileri de bu kürklerin içine girer arabada yatarlardı. Odun ve kömür getirenler çıkıp hiç müşteri aramazlardı alıcılar gelir onları handa bulurlardı, hatta bazen getirecekleri 4-5 yükün müşterisi de hazır olurdu.

 

        Kısacası köye hangi arabanın ne zaman döneceğini öğrendikten sonra hemen hazırlıklara başlamak üzere eve dönerdim. ( Bazen iki araba varsa tercihimizi uzun yoldan dönerken bu handa atlara torba takan büyük kaçakçılardan yana olurdu. Çünkü onların hem atları hem arabaları iyi olurdu hem de heyecanlı kaçakçılık hikayeleri anlatırlardı. Bazen de yorgun oldukları zaman kendileri geduglerine sarınır yatarla dizginleride bize verirlerdi. Bizde arabayı köye kadar götürdüğümüzü sanırdık meğer Tüm kaçakçı atları eve dönüş yolunu çok iyi bilirler ve kendiliklerinden dönerlermiş.)

 

         Eve döner dönmez rahmetli annemle hazırlıklara hemen başlardık. Annem valizimi hazırlarken bende veresiye defterini kapar bakkala koşardım. Annem arkamdan kendisinin göndermek istediği şeyleri sıralardı o hengame de nasıl duyardım onları bilmiyorum. Önce annemin siparişlerini alır sonrada çocuklara hediyelerini alırdım. En çok delikli kaba şekerleri severlerdi. Eniştemin birinci sigaralarınıda unutmazdım. İş kalırdı hareket saatini beklemeye. Rahmetli annem hiçbir nasihat de bulunmazdı biliyordu ki o an onların hiç birini duymayacaktım.

 

       Hareket zamanı geldi mi, komşumuz Ramazan Amcanın Tek atlı arabası ile hana gelir eşyalarımızı arabaya yerleştirdikten sonra köye doğru yolculuk başlardı. ( Bu yolculukları: Aradan 15-20 yıl geçtikten sonra ABD de ki posta arabalarına benzetirdim, yalnız bizde yollarda kızıl derililer ve haydutlar olmaz ama bol miktarda koyun sürüleri ve bu sürülerin amansız bekçileri çoban köpekleri olurdu.) 36 kl lik yol arabacı hiç konuşmasa bile benim hayallerim bana yetiyordu. Orhan OCAK

 






################ KOY YONETiMi (Ana Sayfa) ################


== YÖNETİM ==

Köy muhtarı
   Ümit ASLAN  

 
1928-2015
AĞLARCA KÖYÜ MUHTARLARI

H. Yusuf TOPAK
Hatip AKCAN
H. Osman TOPAK
Şaban ESEN
Ömer KURT
Hamit TIRPAN
Ethem ÖZCAN
Nahar SARIBARDAK
Hayri ÖĞRETMEN
Basri YENER
İhsan GÖKTEPE
Fehmi AYDOĞDU
Hidayet SARIBARDAK
Muzaffer TOPAK
Nevzat ESEN
Gülnaz TOPAK

 

################ AGLARCA KiSA KiSA (Ana Sayfa) ################


        Bu sayfanın alt sayfalarında kısa kısa ama içerikleri bakımından Ağlarca VE Ağlarcalılar için önemli olayları, yer adlarını, sosyal olayları bulacaksınız. Eğer sizlerin de dağarcıklarında bu sayfanın içeriğine uygun bir şeyleriniz varsa ve bunların bir arşive girmesini istiyorsanız gönderin ekleyelim. www.aglarcali.tr.gg ################ UZUN KiZ (Ana Sayfa) ################

UZUNKIZ             

         
Ağlarca, sırtını, dağların yamacına vererek kurulmuş şirin bir köydür. Doğuya doğru giden bir yol, tıku den, pinarlıktan ve kızıl bayırı geçerek Hana doğru uzanır, ikinci yolda köyün güney batısından çıkarak, sırasıyla, Harmanardı, Karaağaç, Kanakdere, Kayıtame mevkilerinden geçerek Kayı köyüne ulaşır.   
            Bir üçüncü yolda köyün mezarlığını soluna alarak köyden çıkar, nezerli, mısırlık, ertenışha mevkilerinden sonra Hanerten mahallesine ulaşır. 
            Birde boğaz denilen yerden ormanın içlerine giden bir yol vardır. Bu yol birbirini takıp eden dağların arasında uzanıp giden bir vadidir. İki taraftaki dağların sarp yamaçları çam, ardıç ,meşe ormanlarıyla kaplıdır.
            Bir zamanlar bu vadiyi yaylıma salınmış yılkıların nal sesleri ve kişnemeleri doldururdu. Sonraları ise bu seslerin yerini kaçakçı arabalarının tekerlerindeki tiz çan sesleri aldı. Şimdi ise sadece köyün sığırlarını yaylıma giderken geçtikleri,çenderek rüzgârının ağaç yapraklarına ıslık çaldırdığı bir yer oldu.
            İşte hikâyemiz bu yolun başında başlar. Bu yol takip edildiğinde, bir km sonra Sarıbel mevkiine gelinir. Burası ormanın ortasında koskoca bir çimenlik alandır. Dağlar burada üç kola ayrılırlar, aralarında ince birer vadi bırakarak, Bu vadilerin iki kenarlarına sıralanarak giderler. Vadilerden sol taraftakine girilip ilerlemeye başlandığında ormanın vadiyi de kapladığı görülür. Tüm ormanın içi hercai menekşelerle bir de hiç bir yerde görmediğim, yöre halkının kukumav çoakhe (baykuş ayakkabısı) dediği çiçeklerle kaplıdır. İlerlemeye devam edildiğinde bir fundalık alan çıkar karşınıza. Yöre halkınca şeni denen bu fundalıklardaki sert ama ince çalılar, her yaprak dökümünde köylerden guruplar halinde gelen gelin, kız ve kadınlarca toplanırdı. Köye götürülen bu çalılar kurutulduktan sonra bağlamlar halinde sıkıca bağlanır, harman yerlerinin, avluların ve sokakların süpürülmesinde kullanılırdı.
           Hemen bu fundalıklardan sonra Göktepe’nin sık ormanlarla kaplı yamaçları başlar. Tepeye çıkıldığında ise ağacın değil bir çalının bile olmadığı bir düzlük ve durmadan esen bir rüzgârla karşılaşırsınız. Bu rüzgâr hem soğuk hem kuvvetli, aynı zamanda da dört mevsim durmadan esen bir rüzgârdır.
           Düzlüğün orta yerinde bir mezar görürsünüz, normal mezarlardan biraz uzunca bir mezar.
           Bu uzun kızın mezarıdır.

           Uzun yıllar önce bu tepe,  Nurhak diye bir beyin yayla alanıymış. Bu beyin malı mülkü çokmuş. Her yaz buraya gelir yerleşir sonbahar sonuna kadar kalırmış. Beyin Sarıcakız diye dünya güzeli bir kızı varmış. Kız çok güzelmiş ama boyu normalden uzunca olduğu için ne sevdiği nede seveni varmış.
           Günlerden bir gün o çevredeki köylerin birinde çobanlık yapan Çakır’nın yolu tepeye düşmüş. Ormanda gezintiye çıkan Sarıcakız ile karşılaşmış. İki gencin gönülleri birbirine kaymış.
           Haber kısa zamanda etrafa yayılmış, tabii doğal olarak ta bey de duymuş. Köpürmüş, küplere binmiş. Her ne demiş ne yapmışsa da kızının kalbinden çobanı çıkartmayı becerememiş. Son çare adamlarını gönderip çobanı öldürtmek istemiş ama her seferinde çoban Allah’ın yardımıyla kurtulmuş. Çobanın Arap ve Çopar isimli köpekleri çobanı koruyorlarmış. Olaylar bu yolda geliştikçe beyin adı kötüye çıkıyor çoban ise efsaneleşiyormuş.
           Beyin İlyas diye bir  kölesi varmış. Bu adam beye: Hem beyin itibarını kurtaracak hem de sevenleri birbirinden ayıracak bir akıl vermiş.
           Bu akıla göre bey çobandan altından kalkamayacağı bir  başlık parası isteyecekmiş. Çoban bu istekleri yerine getiremeyeceğinden bu mesele hallolaçakmış.
           Bu aklı beğenen bey hemen haber salmış. Yüz sığır beş yüz koyunu başlık olarak getirsin kızı vereceğim demiş. Bu haberle çoban yıkılmış, bu kadar malı bulmasına imkân yokmuş. Haber çabuk yayılmış etrafa, beye kızan çevre köylüleri bir olmuşlar, beyin  istediği başlığı hazırlayarak çobanın önüne katmışlar. Çobanda ertesi gün sürüyü önüne katarak beye götürmüş. Bey gözlerine inanamamış, inanamamış ama sözünde de durmamış, yeni şartlar öne sürmüş. Çoban onu da yerine getirmiş. Bey her seferinde yeni şartlar öne sürüyor. Çobanda her seferinde tanrının ve köylülerin yardımıyla yerine getiriyormuş. Bey sonunda olmayacak bir şey isteyerek bu işe son vermek istemiş.
          Çobandan kırk günlük mesafedeki, insanların rahatça içinden geçebildikleri delikli taşı getirmesini istemiş. Çoban çaresiz yollara düşmüş kırk gün kırk gece yol almış delikli taşa ulaşmış. Ulaşmış ulaşmasına ama gördüğü şey karşısında çaresiz kalmış. Bu delikli taş muazzam bir kayaymış. Oturmuş başına kara kara düşünürken yanına beyaz sakallı bir ihtiyar gelmiş. Derdini sormuş.  O da olanı biteni ta baştan bir bir anlatmış. İhtiyar delikanlının omzuna elini koymuş. Ona kayanın yanındaki, bilek kalınlığında bir meşeyi göstererek:
           — Bak oğul, bu meşe biz bildik bileli burada durur, ne büyür ne de kurur. Bu meşeyi kes, kabuğunu soy ama ucunda yumruk büyüklüğünde kökü de kalsın, yaptığın bu sopayı on dokuz gün boyunca ateşe uzaktan göstererek kurut. Sonrada delikli taşa tak, vur sırtına git. Demiş ve uzaklaşmış.
          Çoban pek inanmamış ama çaresizlikten ihtiyarın dediklerini yapmış. On dokuzuncu günün sonunda da ya Bismillah diyerek sopayı taşa geçirmiş ve sırtına vurarak yola çıkmış, 
          Öte yandan artık çobandan kurtulduğuna inan bey onu unutmuştu bile. Bir gün adamları bir haber getirmişler, çoban delikli taşı sırtına vurmuş getiriyormuş, on güne kalmaz yetişirmiş.
          Bey bu sefer kaçamayacağını anlamış ve kızını kölesi İlyas ile evlendirmeye karar vermiş. Bu işi de çoban gelmeden bitirmek için hazırlıklara başlamış.
          Saruca kız bunu duyunca çok üzülmüş, son ana kadar Çakıroğlan’ın gelmesini beklemiş ama gelen giden olmamış. Sarıcakız İlyas ile evlenmektense ölmeyi tercih ederek, pinar yaprakları ve çeşitli otlardan yaptığı zehri içerek canına kıymış.
          İşin buralara geleceğini düşünemeyen babası çok üzülmüş, onu çok sevdiği bu dağların en şatafatlısı olan Göktepe’nin en yüksek yerine gömmüş.
           Hemen o günün akşamı da çoban  Değneğe takılı duran delikli taşla. çıkıp gelmiş ama duydukları onu yüreğinden vurmuş. 
           Değneğe dönerek:
           — Beni sevdiğime kavuşturamadınız, bundan sonra inşallah başka insanların dertlerine derman olursunuz, demiş,
           Değneğin ucundaki taşı bir tarafa, değneği bir tarafa fırlatmış.
           Delikli taş Ağlarca Köyünün merasındaki kili mevkiine düşmüş.
           Değnek ise Afyon taraflarına uçmuş gitmiş.
           Garip çobanda kendini dağlara vurmuş. O günden sonra onu kimse görmemiş ama o dağlarda kimsenin hayvanına da zarar gelmemiş.
           Göktepe'de de öyle bir fırtına esmeye başlamış ki taş üstünde taş bırakmamış. Bu sert fırtınalar sadece Sarıcakız’nin mezarına zarar vermemiş. Bey ve ailesini de o günden sonra gören olmamış.
           Bu anlatı ne kadar doğrudur, ne kadarı yaşanmıştır bilinmez ama ben bu anlatıyı dinledikten sonra çevrede yaptığım araştırmalarda şu tespitleri yaptım.
           1-  *Kili mevkiinde bir delikli taş var. İnsanlar hala ziyaret ederler. Çocukluğumuzda iki tür işlevi vardı bu delikli taşın. Birincisi: Zorda kalanlar o zorluğu atlattıklarında çocukları delikli taşa götüreceğim der adak adarlardı. Dilek gerçekleştiğinde mutlaka bir horoz kesilerek yemek hazırlanır ve delikli taşın yanında çocuklara yedirilirdi. Bu yemeklerin bir özelliği vardı, herkes kaşığını kendi götürürdü. Delikli taşın ikinci işlevinde ise, hastalar, çocuğu olmayanlar gibi dertlerden muzdarip olanlar, gene bir horoz keserek yemek hazırlar, çocukları delikli taşa götürürlerdi. Yalnız bu sefer çocuklar yemek yerken hasta delikli taştan geçirilir başındaki ağaca da bez bağlanırdı.
            2-** Çevrenin bütün çobanları değneklerini genç meşelerden yaparlar, ucunda yumruk büyüklüğünde kök bırakırlar ve değneği ateşle sertleştirirlerdi. Bu bugün de böyledir.
            3-*** Çok uzun yıllar hikâyenin geçtiği bölgede hiçbir hayvan kaybolmamış ve telef olmamıştır.
            4-****Göktepe’nin tepesinde yaz kış hızını kesmeyen rüzgâr esmeye devam etmektedir. Bu rüzgârın serinliğinin koruması altında, normal ebatlardan uzunca bir mezar durmaktadır.
       Orhan OCAK    15–01–2008 ESKİŞEHİR-YENİ KENT


 

 

################ KURT ADAM (Ana Sayfa) ################



KURT ADAM
 

        Bundan yıllarca önce Mezifo Dağının yeşil yamaçlarının birinde Kuşhânez diye bir köy varmış. Bu köyde de Hamit diye bir adam yaşarmış. Hamit çok çalışkan birisiymiş. Davarlarını bir çoban güdemediğinden iki çoban tutarmış. Kuzularının, oğlaklarının ise ayrı çobanları varmış. Günler mutluluk içinde geçip giderken günün birinde bir felaket çökmüş Hamit’in evine malına mülküne. Her dolunayda Hamit’in sürüsüne bir kurt girip onlarca hayvanı boğazlıyormuş. İşin garibi kurt hayvanların hiç etini yemiyor sadece şah damarlarından kanını içiyormuş. Bu aylarca devam etmiş ama ne kurdu görebilmişler nede bir çare bulabilmişler.
        Köyde çeşitli rivayetler anlatılmaya başlanmış. Bunlardan en çok anlatılanı ise vudi(vampir) hikâyesiymiş. Vudiler et yemez sadece kan içerlermiş ve dolunayda meydana çıkarlarmış.
        Bu vudileri yalnız kötülük yaptıkları, malına maşatına zarar verdikleri görebilirmiş. Hamit se bunların hiç birine inanmıyor kendisine bu kötülüğü köyden birinin yaptığını düşünüyormuş. Bu nedenle dolunayın olduğu bir gün hayvanları beklemeye karar vermiş. İlk dolunayda da kimseye haber vermeden köyden ayrılmış ağıla yakın bir yerde yolun üstündeki bir ağaca çıkıp beklemeye başlamış. Gece yarısını geçtikten sonra köyden gelen yolun üstünde bir karaltı görünmüş. Karaltı yaklaşınca hemen tanımış bu yıllar önce bir olayda aleyhine yalancı şahitlik yaptığı Mâğh muş. Mâğh ağılla köyün arasındaki ufak derenin yanına gelince etrafına bakınmış sonra da çırılçıplak soyunarak elbiselerini bir çalının içine sakladıktan sonra dereyi geçmiş.
       Hamit bu işin sonunu merak ettiğinden, çıktığı ağaçta hiç ses çıkarmadan olanları izliyormuş.
        Mâğh karşıya geçtikten sonra başlamış çimenlerde yuvarlanmaya, yuvarlandıkça da şekli değişiyor vücudunun her tarafını siyahlı beyazlı kıllar kaplıyormuş. Bir mütted sonra ise Mağh Hamit’in gözleri önünde kocaman bir kurda dönüşmüş. Kurt yüzünü ay ışığına dönerek uzun uzun ulumuş ve doğruca ağıla yönelmiş biraz sonrada ağıldan hayvanların bağırtıları yükselmiş.
        Hamit hemen ağaçtan inmiş ve Mâğh’un elbiselerini sakladığı yerden alarak bir kayanın arkasına saklanmış. 
        Belirli bir zaman geçtikten sonra kurt ağıldan çıkarak çimenliğe gelmiş ve yuvarlanmaya başlamış, yuvarlandıkça şekli değişmiş tüyleri kaybolmuş ve Mâğh halini almış.
        Mâğh hiçbir şey olmamış gibi dereyi geçip elbiseleri sakladığı yere gelmiş, gelmiş gelmesine ama elbiseleri yokmuş. Telaşla oraya buraya koşuşmaya başlamış. Elleri ile edep yerlerini kapatarak sağa sola koşuştururken bir taraftan da: 
        —Viiiiiiiiiiiii vuw Ther zevâğer Mağh!!! Diyormuş.
        Hamit fazla bekleyememiş saklandığı yerden çıkarak Mağh’un karşısına dikilmiş. Mağh çok şaşırmış ve korkmuş ama bir taraftan da Hamit’in elindeki elbiselerden gözünü ayıramıyormuş. Tartışmışlar, bağırmışlar çağırmışlar sonunda da anlaşmışlar. Hamit elbiseleri geri vermiş bu olayı da kimseye söylemeyeceğini ama karşılığında da zararını ödemesini ve bir daha mallarına zarar verilmememsini istemiş.
         Mağh çaresiz yaşadığım müttetçe sana, ailene, malına zarar vermeyeceğim diyerek büyük yemin etmiş. 
         Olay böylelikle kapanmış. Yıllar geçtikçe de unutulmuş ve hatırlanmaz olmuş. Ta ki Mağh’un ölümüne kadar.
         Mağh ölüp cenazesinin kaldırıldığı günden itibaren Hamit’in etrafında felaketler dolaşmaya başlamış. Hayvanları telef oluyor, ailesinin fertleri çeşitli kazalar geçiriyormuş.
          Hamit’in aklına hemen, o gece Mağh’un ettiği yemin gelmiş, yaşadığım müttetçe sana,ailene,malına …….. Derken yaşadığım müttetçe yi nasılda vurgulu söylemişti, keşke öldükten sonrada diye yemin ettirebilseymiş. Artık hayıflanmanın manasının olmadığını bilen Hamit çareler aramaya başlamış.
          Bu işe çare ararken Subaşı köyünde derin bir hoca olduğunu, bu hocanın ölmüş vampirleri etkisiz hale getirdiğini duymuş. Hiç vakit kaybetmeden hocanın köyüne gitmiş. Uzun pazarlıklar sonunda hocaya bir servet ödeyerek köye getirmiş.
          Derin hoca hemen işe başlamış; Önce ardıç ağacından 7 tane sivri kazık hazırlatmış, bunları okumuş üflemiş ve dolunayın olduğu bir gece mâğh’un mezarına çakmış.
        —Artık bu kimseye zarar veremez diyerek köyüne dönmüş.
        Dediği gibide olmuş bir hafta hiç olay olmamış. Millet tam rahatlamışken Hamit’in en sevdiği torununun bir kuyuya düşmesiyle felaketler zinciri başlamış. Ne yaptılarsa çare olmamış Hamit ve ailesi hayatından bezmiş.
         Günlerden bir gün köye bir adam gelmiş. Bu adam rafhan tay arıyormuş. En iyi tayların Hamit’te olduğunu öğrenince doğruca ona misafir olmuş. Tabii ki ev sahibinin derdini de öğrenmiş.
          Misafir Hamit’e demiş ki:
         —ben seni bu dertten kurtarırım sende bana iki rahvan tay verirsin demiş,
         Hamit o kadar çaresizmiş ki her ihtimale umutla sarılıyormuş. Misafirin teklifini hemen kabul etmiş, hatta bu beladan kurtarırsa 2 değil 4 tay vereceğini söylemiş.
          Bundan sonra hiç vakit kaybetmemişler yanlarında kalabalık bir köylü grubu olduğu halde mezara gitmişler. Misafir hemen mezarı açtırarak Mağh’un cesedini çıkartmış ve çene kemiğini kırarak geri gömdürmüş. Artık bunun kıyamete kadar kimseyi rahatsız edemeyeceğini söylemiş.
Köye geldikten sonrada tayları alarak çekip gitmiş. Kimse adama inanmamış diğerleri gibi bu da Hamit’i kandırdı demişler.
         Günler geçmeye başlamış birinci gün bir şey olmamış, ikinci gün bir şey olmamış, günler geçmiş birinci hafta bir şey olmamış, ikinci hafta bir şey olmamış.
         Hamit ve ailesi geriye kalan ömürlerini huzur içinde yaşamışlar. 
          Kaynak Şeowgen HAUŚEŚ   
          Derleyen -----> Orhan OCAK
                                14-07-2008     Eskişehir
################ HACES - MiSAFiRHANE (Ana Sayfa) ################

BİR MİSAFİRİMİZ VAR

            ŞHAGUMDE Şakir GÖKTEPE

 

     Haceşimizde bugün değerli bir büyüğümüzü, Şhagumde Şakir Göktepe’yi konuk ediyoruz. Şakir ağabey, 1941 Ağlarca doğumlu. 25 yaşına kadar Ağlarca’da yaşamış. 25 yaşından sonra devlet demir yollarına girmiş, 50 yaşında, yaklaşık 16 yıl önce buradan emekli olmuş. Günlerini torunlarıyla yaşamın güzelliklerini paylaşarak geçiriyor.

 

Şhagumde Şakir Ağabey on iki yaşından itibaren, yaklaşık on yedi yıl boyunca, askerlik yaptığı dönem hariç, Ağlarca köyünün kahvesini işletmiş ve berberliğini yapmış.Berber takımlarını, kendisinden önce bu işi yapan Kanşav Recep Okay’ın ( Karabey’in ),şehirde işe girmesi üzerine, ondan almış. Köyde bulunduğu yıllar boyunca berber ve kahvehanesinde bir çok olaya tanık olmuş ve geçmişte yaşanmış bazı olaylar konusunda da o olayları yaşayanlardan çok şeyler dinlemiş. Şakir ağabeyle bugün birlikte olmamızın nedeni de işte bu. Ağlarca Köyü ne zaman kurulmuş? Ağlarca adı nereden geliyor? Ağlarca’yı kuranlar kimlermiş? Nereden ve neden buraya gelmişler? Kaç kişi, kaç hane yola çıkmışlar? Ne kadarı buraya sağ sağlim ulaşabilmiş? Hangi sülalelerden oluşmuş? Bu konularda köyümüzün yaşayan büyükleri içinde en doğru bilgilerin kaynağı olduğuna inandığımız için Şhagumde Şakir Göktepe ile bu söyleşiyi yaptık.

 

    SORU> Şakir Ağabey, dedelerimiz Ağlarca’ya hangi yıllarda,hangi yolu izleyrek,Kuzey Kafkasya’nın hangi bölgesinden gelmişler?

 

     CEVAP > Kuzey Kafkasya’dan 1865 yılında yola çıkılmış, Bulgaristan’a ulaşılmış, yaklaşık yüz hane olarak. Bu yüz hanenin hepside Adigelerin Şapsığ  boyundanmış. Bu grubun muhafızlığını yetmiş genç yapıyormuş. Kafile Bulgaristan’dan geçiş sırasında büyük sıkıntılar yaşamış. Kendilerine ellerindeki malları gaspetmek için pusular kurulmuş. Grubu koruyan yetmiş genç insanımızın ellisi bu sırada Bulgarlar tarafından öldürülmüş. Bulgaristan’da yerleşim yeri kurulmamış ve Bulgaristan’dan büyük kayıplar verilerek çıkılmış. Kafile daha sonra Edirne tarafından Anadoluya gelmiş. Anadoludaki ilk konaklama yeri, Düzce’de Hambihable denilen bir yer olmuş. Seksen hane olarak Düzce’de Hambihable’ye ulaşan kafile Huneler’den, Şhagumdeler’den ve Laşkolar’dan ( pşimafko’nun sülalesi ) oluşan yirmi hanelik bir grubu burada bırakarak, altmış hane olarak şuan Ağlarca’nın  bulunduğu yere gelip yerleşmişler.

 

Ağlarca ilk yıllarda Kütahya ilinin Eskişehir ilçesine bağlıydı. Şu anki durum Eskişehir ilinin  Han ilçesi şeklindedir.

 

     SORU>Ağlarcalılar hangi Adige boyundan ve Ağlarcada hangi sülaleler bulunuyor?

 

     CEVAP >Ağlarca bir Şapsığ köyü, gelenlerin de hepsi Adigelerin Şapsığ boyundan. Ağlarca’daki oniki sülaleyi şöyle sıralayabiliriz:Şhagumdeler, Thamezler, Huneler, Şevojlar, Neutahlar, Psinethujlar, Kanşavlar, Vugikolar, Nivokolar ( nivg  diye de biliniyorlar ), Ratkolar, Guğojlar, Laşkolar.

 

   SORU> Bu sülalelerin thamadelerinin kimliği hakkında bize söyleyecekleriniz var mı?

 

     CEVAP >ŞHAGUMDELER:Şhagumdeler Kuzey Kafkasyadan beş sülale olarak geldi:

 

Şhagumde Hasan ( Şhagumde Şakir Göktepe’nin dedesi)

 

Şhagumde Mehmet ( Şhagumde İhsan göktepe’nin dedesi )

 

Şhagumde Molla Hasan ( Şhagumde Yaşar Balık’ların dedesi )

 

Şhagumde Molla Bekir

 

Şhagumde İshak

 

     THAMEZLER: Thamezler Kuzey Kafkasyadan üç hane olarak geldi:

 

Thamez Selman Dede

 

Thamez Gazi Hoca

 

Thamez Hacı Yusuf

 

 

 

 

 

     HUNELER: Huneler Kuzey Kafkasyadan beş hane olarak geldi:

 

Hune Yahya Dede ( Hune Ramazan Mısır’ın babası )

 

Hune İlyas

 

Hunepezade ( Hune Kezban Nine’nin babası. Hunepezade’ın matematiği çok kuvvetli imiş. Bu özelliği nedeniyle sürekli Emirdağı’na çağırılırmış. Emirdağında orman bölge şefliği yap

 

mış

 

Hunepezade’ın oğlu Topal Nuri

 

Hune Hatip Yusuf’un babası( Sarı Hoca diye de bilinen İbrahim Hoca’nın babası), şu an ismini hatırlayamıyorum.

 

    ŞEVOJLAR: Şevojlar Kuzey Kafkasyadan beş aile olarak gelmişler:

 

Şevoj Şucoşko ( Sevoj Zekeriya Çavuş diyorlar. Şevoj Hamit Tırpan’ın ve Şevoj Rasim Tırpan’nın dedesi )

 

Şevoj Hanoh ( Şevoj Zekeriya Çavuş’un kardeşi )

 

Şevoj Leupakh ( Şevoj Hacı Osman ( Şevoj Mükerrem Yener’in dedesi) ve Şevoj Hacı Hasan ( Şevoj mükerrem Yener’in amcası, Şevoj Seydi Topak’ın babası )’nın babası )

 

Benim bildiğim , Kuzey Kafkasya doğumlu tek kişi Şevoj Hacı Hasan , beşikte gelmiş.

 

Şevoj İsmail Dede ( Şevoj Leupakh’ın kardeşi ): Şevoj İsmail Dede‘nin  oğlu Şevoj Mustafa, Şevoj Mustafa’nın çocukları ise Şevoj Cevriye Başaran, Şevoj Nazike Esen, Şevoj İsmail Hakkı Yener, Şevoj Hasan Tahsin Yener, Şevoj Basri Yener. Burada vurgulamak istediğim bir şey, Şevoj İsmail Hakkı Yener’in köyümüzün ilk öğretmeni olmasıdır.

 

    NEUTAHLAR: Neutahlar Kuzey Kafkasyadan bir hane olarak gelmişler. Bu sülalenin Kuzey Kafkasyadan gelenlerini bilmiyorum. Ağlarca’da doğan bireyleri ise şunlar:

 

Neutah Misas Nine

 

Neutah İdris Dede

 

Neutah İlyas Hoca

 

Neutah Osman

 

   PSINETHUJLAR: Psınethujlar Kuzey Kafkasyadan iki hane olarak geldiler.

 

Psinethuj Mustafa ( Psinethuj Naci Esen’in dedesi )

 

Psınethuj Pşıhıj:  ( Psinethuj şaban Esen’in babası)

 

   KANŞAVLAR:Kanşavlar Kuzey Kafkasya’dan bir hane olarak geldiler.

 

Kanşav Memiş. Kanşav Memiş’in iki tane oğlu vardı. Kanşav Hafız Zekeriya, Kanşav Hüseyin. Bu aile Ağlarca’yı beğenmeyip Balıkesir’in Demirkapı Köyüne gidiyor. Ancak iki sene sonra tekrar Ağlarca’ya dönüyor.

 

   VUGİKOLAR: Bu sülalenin ismi demirciler manasına geliyor. Kuzey Kafkasyada çok iyi silahlar üreten, ünlü silah üreticisi bir aile. Sülale isimleri de buradan geliyor.

 

   NUVOKOLAR: Kuzey Kafkasyadan iki hane olarak gelmiş. Burada hemen şu düzetmeyi yapmak istiyorum. Bu sülaleye Nivg deniliyor ama bu yanlış.Çocukların anne babaları öldüğü için, nineleri tarafından büyütülmüşler. Bu nedenle bu sülalenin doğru adı Nuvokolar.

 

Nuvoko Alecuk ve Nuvoko Kamil Ocak’ın dedesi bu sülalenin Kuzey Kafkasyadan gelen thamadeleri.

 

   RATKOLAR:Ratkolar Kuzey Kafkasyadan bir hane olarak geldiler. Tamadelerinin isimlerini hatırlayamıyorum. Ratko Mecit Efendi, Ratko Ramazan, Ratko Emrullah isimlerini hatırlıyorum. Ratko Hidayet, Ratko Enver, Ratko Tahir,Ratko Nahar bu sülaleden tanıdığım isimler.

 

   LAŞKOLAR: Kuzey Kafkasyadan bir hane olarak geldiler.Laşko Hüseyin, Laşko Pşımaf

 

 

 

 

     SORU> Kuzey Kafkasyada aynı sülaleye ait oldukları halde, farklı Türkçe soyadları taşıyan aileler var. Bunları anlatır mısınız?

 

     CEVAP >Elbette. ŞHAGUMDELER ( Göktepe, Balık, Seven, Oktay Şhagumd ); THAMEZLER (Aslan ); HUNELER ( Mısır, Akcan ); ŞEVOJLAR ( Tırpan, Topak, Yener );NEUTAHLAR ( Urgan ); PSINETHUJLAR ( Esen ); KANŞAVLAR (Okay, Kurt ); VUGİKOLAR ( Demir ); NUVOKOLAR ( Ocak ); RATKOLAR ( Sarıbardak ); GUĞOJLAR ( Özcan ); LAŞKOLAR (Yanık ).

 

    SORU>Ağlarcadaki zanaatkarlar kimlerdi ve onların ustalık alanları neydi? Bu konudaki bilgilerinizi, bizimle paylaşır mısınız?

 

     CEVAP >Guğoj Hamit Hoca ayakkabı tamirciliği ve berberlik; Kanşav Recep Okay ( Karabey) berberlik;; Şhagumde Arif Göktepe marangozluk; Thamez Hüseyin Aslan marangozluk, duvar ustalığı,demircilik; Ratko Şükrü Sarıbardak marangozluk, duvarcılık ustası olarak aklıma gelen isimler

 

       Köyde çalışkan çok insan vardı. Bunlardan özellikle anılmaya değer olanı Şevoj İsmail Dededir. Şevoj İsmail Dede ağaçtan tekneler yapıp satardı. Her seferinde , ağaçtan yaptığı üç tekneyi sırtına alır, yürüyerek Sivrihisara götürüp satar, bir tekne parası ile evin ihtiyaçlarını karşılar, kalan iki teknenin parası ile de iki oğlak alıp Ağlarca’ya dönerdi. Şevoj İsmail Dede bu şekilde beş yüz adet davarsahibi olmuştur. Daha sonra oğlu Mustafa yetişmiş, o da hayvancılık ve tarım ile uğraşarak geçimini sağlamıştır.

 

     Köyün saygı duyulan, sevilen, sayılan, bir sorun olduğunda çözümü için başvurulan kişileri şunlardı: Hune İlyas Ağa, Hune Yahya Bey, Şevoj İsmail, Ratko Mecit Efendi, Şhagumde İsmail, Şhagumde Molla Bekir,  Hune Hunepezade, Guğoj Salih Efendi, Şhagumde Ayıngacı Bekir.

        SORU> Ağlarcaılar'ın geçim kaynakları nelerdi?

 

     CEVAP > Köyün geçim kaynakları; hayvancılık, tarm ve dokumacılıktan oluşurdu. Hayvancılık büyükbaş hayvancılık(sığır ), küçükbaş hayvancılık(keçi, koyun) ve  atçılık(yılkıya bırakmak şeklinde ) idi. Ağlarcada tarım kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılırdı. Yaklaşık 1915 yılına kadar Ağlarcada haşhaş ve tütün ekimi de yapılmıştır. Yetiştirilen başlıca tarım ürünleri buğday (sünter: yaklaşık kırk günde yetişen buğday ),arpa, mısır, mercimek,darı, seyelek ve burçakdı. Dokumacılık ürünleri ise halı, kilim, halı heybe, çuvallar,çıyaphe, şarhon gibi giyeceklik dokumalardı.

 

      SORU> Şakir Ağabey, şimdi de sizden Ağlarca’da eğitim öğretim konusunda söleyeceklerinizi dinlemek isteriz.Ağlarca’da Türkçe eğitim öğretim ilk kez hangi tarihte başladı? Okul binası ne zaman yapıldı ? Okulun ilk öğretmeni ve ilk öğrencileri kimlerdi?

 

      CEVAP >  Köyde ilk okulun açılma tarihi 1948 dir. Köyümüzden yetişen ilk öğretmen Şevoj İsmail Hakkı Yener’dir. Şevoj İsmail Hakkı Yener ilkokul çağına geldiğinde, köyümüzde okul olmadığı için, Yapıldakta bulunan halasının yanında ilkokul eğitimini almış, buradan mezun olduktan sonra Çifteler Köy Enstitüsüne kaydını yaptırmıştır. Çifteler Köy Estitüsünü bitirdikten sonra da gelip köyümüzde eğitim öğretimi başlatmıştır. Şevoj İsmail Hakkı Yener bir süre ilkokul öğretmenliği yapmış, bu sırada Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki eğitimini tamamlayarak Türk Dili ve  Edebiyatı  öğretmeni olmuş, uzun yıllar Osmangazi Ortaokulunda edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra emekliye ayrılmıştır.     

 

       İlk okul binası olarak, iki yıl Hamit Çavuş’un köy odası, bir sene Delikan’ın evi, iki sene Bıluh’un kahvesi kullanılmış; altıncı yıl ise yeni yapılan okul binasında eğitimöğretime başlanmıştır. Okul binasının yapılmasında Ratko Nahar Sarıbardak’ın emekleri büyüktür. Okulun malzemeleri Ratko Nahar Sarıbardak önderliğinde, Emirdağından getirilmiştir.

 

     Okulun ilk öğrenciler yaklaşık otuz-otuzbeş kişi kadardı. İsimleri hatırlayabildiğim kadarıyla şöyleydi:

 

       Guğoj Kerim Özcan, Ratko Mehmet Emin Sarıbardak, Şhagumdelerden Şakir ve İhsan Göktepe, yine Şhagumdelerden Şaban ve Hamit Balık, Thamez Şaban Aslan, Thamez  İsmail Aslan, Hune Cevahir Akcan, Hune Esma Akcan, Hune Recep Aydoğdu, Hune Cevahir Aydoğdu, Şevoj Fevzi Topak, Şevoj Ramazan Topak, Şevoş İlyas Topak, Şevoj Muzaffer Topak, Şevoj Neziha Topak, Şevoj Sebiha Topak, Neutah Ramazan Urgan, Neutah Mehmet Urgan, Neutah Gülfiye Urgan, Nuvoko Nimet Ocak, Nuvoko Havva Ocak, Kanşav Zekai Kurt, Kanşav Lütfiye Kurt, Kanşav Yahya Okay, Kanşav Raif Okay, Psinethuj Gülfidan Esen, Psinethuj Muzaffer Esen, Psinethuj Caniye Esen, Psinethuj Yaşar Esen, Psinethuj Cemile Esen, Vugiko Aynur Demir.

 

       Ulaşım eskiden at arabası ile yapılırdı. Ağlarcaya ilk motorlu taşıt 1950-1951 yıllarında gelmştir

 

     SORU>  Şakir Ağabey,Ağlarca isminin nereden geldiği konusunda bize söyleyecekleriniz neler olacak? Merakla sizi dinliyoruz

 

     CEVAP > Bu konuda benim bildiğim üç söylenti var:

 

     Kuzey Kafkasyadan çıkıp Ağlarcaya  gelip yerleştikten sonra, yedi yıl boyunca devletimiz köye yiyecek içecek yardımı yapmış.Yedi yıl sonunda, köye artık devlet yardımının sona erdiğini bildirmek üzere bir görevli gönderilmiş.

 

     Birinci söylentiye göre: gelen görevlinin insanların, devlet yardımı sayesinde ağalar gibi yaşadığını görmesi ve “Ooo keyfiniz beyde yok, ağalar gibi yaşıyorsunuz “ lafından Ağlarca isminin geldiği.

 

     İkinci söylentiye göre: Devlet yardımının artık sona erdiğini söyleyip geri dönen görevliye geri döndüğünde yardımın sona ermesine köy halkının tepkisinin ne olduğu sorulmuş . Bu soruya cevaben verdiği “Ne yapsınlar , ağlar gibi duruyorlardı” lafından Ağlarca isminin geldiği

      Öğretmenimiz Şevoş İsmail Hakkı Yener’den duyduğumuza göre ise Ağlarca ismi şuradan geliyormuş: Ağlarca çevredeki köyler içinde ormanı ve dolayısıyla yağmuru en bol olan tek köy.
      Yağışlı günlerde aşağıdaki köylerden bakıldığında, bulutlardan yağmur damlalarının dökülmesi ağlar gibi bir görüntü oluşturuyormuş. Bu nedenle köyümüzün adına Ağlarca denmiş.
 

 

      

 

     Değerli büyüğümüz Şhagumde Şakir Göktepe ile bu söyleşiyi 2006 ylında Eskişehirdeki evinde ikram ettikleri lezzetli börekler ve taze demlenmiş sıcacık çaylarımızı yudumlarken yaptık. Ben bu söyleşinin notlarını tutarken Şevoj Necdet Topak da video çekimini yapıyordu. Bu söyleşinin gerçekleşmesine katkıda bulunan herkese teşekkür ediyoruz. 

 

 

 

 

  Şevoj Gülsen Yener, Şevoj Necdet Topak

ESKİŞEHİR  2006-11-26

NOT ==  Ağlarca da yaşayan sülalelerden ÇIÇKANLAR ( Babaları yazılı kayadan gelip yerleşmiştir. ) Aydoğdular.
                KOCAMUHTARLAR ( Anneleri bizim köylü olup babaları HAN dan ) babaları öldükten sonra köye gelip yerleşmişlerdir. ( DERE SOYADINI TAŞIYANLAR )

                                            

################ UNUTULMAYANLAR (Ana Sayfa) ################       BURADA EĞER EKSİKLER GÖRÜYORSANIZ HEMEN İLETİŞİM SAYFAMIZDAN  GÖNDERİN

   RECEP ÖZCAN (Nen av)  
        Adil ve Ethem ÖZCAN’nın kardeşidir. Kardeşi Ethem Özcan’la yan yana olan yer evlerinde otururlardı. Her kuvvetli gelen yağmurdan sonra dere ağzında olan evlerini su basardı. Köyde uzun süre de bakkallık yapmıştır.
        Şükriye, Fahriye, Necmettin diye çocukları olmuştur.


         
ADİL ÖZCAN
         Boylu poslu bir adamdı. Askerliğini de bu özelliğinden dolayı Cumhurbaşkanlığı muhafız alayında yapmıştı. Ziraata özellikle meyveciliğe çok düşkündü. Yetiştirdiği meyve ağaçları bu gün hala meyve vermektedir. Karağaçpınarda bahçelerimiz yan yanaydı. Bir gün yanıma geldi. Bende acaba olurmu diye karpuz ekiyordum. Bir sürü olumlu nasihat verdikten sonra bir öneride bulundu. Bana karpuzların yanına kabak ta ekmemi, sonra kabakla karpuz sürgünlerini birbirine dolayarak kaynaştırmamı, karpuzun meyvelerini kopartmamı, böylece tüm besinin kabaklara giderek, kabakların hem daha çabuk meyvelerin büyüyeceğini hem de daha tatlı olabileceklerini söyledi. O zamanlar bunu yapamadım ama sonucu ne olurdu hala merak ediyorum. O zaman Adil Amcanın bu hayal gücüne hayran kalmıştım. Bu gün İsrail’in, Japonya’nın bu tür denemeler yaptığını okudukça Adil Amca’yı rahmetle anıyorum.
        Dişlerin de çok iyi bakardı, çayı çorbayı soğutarak içer, dişlerine soğuk su değirmezdi. Bahçede kaldığı günlerde barınmak için bir ağacın üstüne yaptığı barınakta mutlaka diş fırçası ve diş macunu bulunurdu.


        
HAMİT ÖZCAN (Hoca)
        Askerlik yıllarına kadar köyümüzde yaşadı. Askerlikten sonra ailesi ile birlikte Kadı kuyu köyüne hoca olarak gitti, oraya yerleşti.
        Hatırladığım en büyük özelliği yüzünün hep gülümsemesi, her yaşta insanla seviyelerine göre konuşabilmesiydi.
        Muzaffer, Naci, Salih Sıtkı, Yaşa ve Elmas diye çocukları oldu.


          MECİT SARIBARDAK
         Köyümüzün dışarı köylerde hocalık yapanlardan biriydi. Ölümü de bu köylerden birine giderken delice denen sap arabasının kanadının çarpması sonunda, bindiği hayvandan düşerek olmuştur.
         Kadir, İsmail, Hidayet diye üç oğlu ile iki kızı olmuştur
.


         
KADİR SARIBARDAK
         Uzun yıllar köyümüzde ve Peçene köyünde orman ve mera koruculuğu yaptı. Aynı zamanda bu köylerde de bakkallık yaptı. Ağlarca ile Peçene arasında çok sık gider gelirdi. Bu seferlerin birinde bana büyük bir faydası olmuştu: Orta okula gittiğim sıralarda bir yaz tatilinde Ağlarca dan Kiliseye gidiyordum, tam Gök tepenin yamacına vardığımda Osman Ağanın meşhur köpeklerine rastlamıştım. Kendimi zor bir ağaca atabilmiştim. Köpeklerde inadına gelip ağacın altına yatmışlardı. Çobana sesimi duyuramamış davarla birlikte çekip gitmişlerdi. Ne kadar bir süre ağaçta kalmıştım bilmiyorum. Bir ara bir baktım kadir amca atının üstünde yolda gidiyor. Allah ne verdiyse bağırarak kendimi göstermiştim. Köpeklerde onu tanıdıklarından zorlanmadan kovalamış beni de kurtarmıştı. Hiç çocuğu olmadı.


         
HİDAYET SARIBARDAK
         Uzun süre köyümüzün muhtarlığını yaptı. Bir arada çift sıra koltuğu olan bir Skoda alarak dolmuşçuluk ta yapmıştır. İki kere evlenmiş çocuğu olmamıştır. 


         
HACI İBRAHİM SARIBARTAK 
         Köyümüzün yetiştirdiği değerli insanlardan biridir. Köyde kaldığı sıralarda ne sıcak havayı nede soğuk havayı sevmemesiyle tanındı. Bu gün bir deyiş haline gelen,”Sana Ablem havasını nerden bulalım” sözü oradan kalmadır.
         Köyden Çiftelere taşındıktan sonra da kısa bir süre Sadıroğlu Köyünde kaldılar. Sonradan tekrar Çiftelere yerleştiler. O zamanlar tam hatırlamıyorum, şitayir mi, BMC mi bir açık arabası vardı.
Bu arabayla ara sıra köye gelirdi. O zaman biz köy çocuklarının gördüğü motorlu taşıt bu kamyonla Emirdağlı cırcıroğlunun dört tekeri birbirine eşit jipe benzer arabasıydı. Bu nedenle Hacı amcanın köye gelişi biz çocuklar için büyük bir olaydı. Kamyonun sesi duyulduğunda bütün çocuklar Allah ne verdiyse son hızımızla Erten yolundan koşar inerdik. Hacı amcada durur hepimizi arabaya doldurur köye kadar getirirdi. Sonraları o kamyonu satarak otobüsçülük işine girdi. Doğru çalışmasının sonunda da işleri iyi gitti. Hacıya birkaç sefer gitti geldi. Yaşadığı müttetçe insanlardan yardımını hiç esirgemedi. Milliyetçi bir kişiliği de vardı, insanların ana dillerini öğrenmelerine önem verirdi. O sıralarda biz 8–10 kişi Çifteler de okuyorduk. Bizi gördüğünde Adiğece tekerlemeler söyler tekrarlamamızı isterdi.
        “Mi kulagem sizepiki sikızapikijığ” tekerlemesi hiç unutamadığım bir tekerlemedir.
         Cemil, Asiye, Mesut diye çocukları olmuştur
.


        
NAHAR SARIBARDAK
         Köyümüzün yetiştirdiği ilk memurlardan biridir. Kanunları çok iyi bilmesi ile tanınırdı. Köyde kaldığı süre içerisinde muhtarlık yapmış, köy de eğitimin gelişmesi için büyük gayret göstermiştir. Sonraları Çiftelere taşınmışlar, burada da uzun yıllar maliyede memur olarak çalışmış, emekliye ayrıldıktan sonrada serbest muhasebecilik yapmıştır.
         Sevim, Safiye, Ölmez, Hayati, Hikmet diye çocukları olmuştur.

    

        
HACI ŞÜKRÜ SARIBARDAK
         Eli her işe yatkındı, bilhassa marangozlukta beceriliydi. İyi atlar koşardı, onlarla öğünmeyi çok severdi. Çiftelerdeki evimizin avlumuza, köyden götürdüğüm borda kapıyı taktırmak istemiştim. Birkaç ustanın uğraşmasına rağmen teraziye, gönyeye dek getirip takamamışlardı. Bunu yaparsa anca Şükrü usta yapar dediler. O sıralarda Şükrü amcalar da Çiftelere yerleşmişlerdi. Gittim söyledim, ikiletmeden hemen geldi. Sağından baktı, solundan baktı ve işe girişti. Bir süre sonra işi halletmiş, tam istediğim gibi bir iş çıkarmıştı.
         Malzemelerini teşekkür ettim ve “Borcum ne kadar Şükrü Amca” diye sordum. Başını kaldırıp düşündü, saatine baktı sonrada “İşim 2 saat 10 dakika sürdü. Yevmiyem şu kadar. Hesaplar eve gönderirsin” dedi ve gitti. Ağzının ucuyla istemez demeden, ne verirsen ver gibi laflar kullanmadan, işi kestirip atması çok hoşuma gitmişti. Sonraları hacıya da gidip geldikten sonra, İstanbul’a çocuklarının yanına yerleşerek kalan ömrünü orda tamamladı. 
        Meral, Derman, Muammer, Erol, Erhan,Ayhan diye çocukları vardır.


         AHMET DEMİR (Çelenaşğo)
         Çok sert görünüşünün altında yumuşak ve merhametli bir yapı taşıyan bir adamdı. Eli ağaç işlerine çok yatkındı. Kağnı, boyunduruk, tüfek kabzası, tırmık, ananat gibi aletlerin ustasıydı. Hele hiç çivi kullanmadan yaptığı tırmıklarla tırmık çekmek çok zevkli olurdu. Tırmık dişlerini uygun aralıkta ve aynı boyda yaptığından, onun onun tırmıkları geride sap bırakmazdı.
         Kezban, Ömer(Ramazan), Emriye, Fadime, Kevser, Ertuğrul, Emine diye çocukları olmuştur.


          YUSUF DEMİR (Delkan)
         Ahmet ve Şaban Demirin kardeşleriydi. Kendi işine gücüne bakan sessiz ve sakin bir adamdı.
         Aynur, Nurten, Nurşen, Servet, Şengül isimli çocukları olmuştur.



         ŞABAN DEMİR (Küçük Şaban)
         Pek at koşmadığı halde avlusunda mutlaka birkaç kısrak olurdu. Bunlardan olma tayları yetiştirirdi. Toplumun içine fazla karışmazdı ama bir araya gelindiğinde de muhabbeti zevk verirdi.
        Ölmez, Kadir, Bayram, Yaşar, Elmas isimli çocukları vardır.

 
 
        HİLMİ TOPAK
       Şeydi Topak’ın oğludur. Hayvancılıktan iyi anlardı, hayvan hastalıkları ve tedavisi konusunda bilgiliydi. Avcılığa da merakı vardı. Bir domuz avı sırasında yaralı bir domuzun saldırısına uğrayarak bir parmağını kaybettikten sonra domuz avcılığı hastalık seviyesinde gelişmiştir.

        Nesrin, Nermin, Nurhan, Hasan isimli çocukları olmuştur.
        Ağlarca Erten arasında ki bir trafik kazasında vefat etmiştir,

 
        HAYDAR AYDOĞDU
  
    Aslen Yazılıkaya köyündendir. Şewoşlar dan Mustafa Yenerle evli olan ablasının yanına gelip giderken ğhune İlyas’ın kızı ile evlenmiştir. Ğhune İlyas’ın oğlu olmaması, kızına düşkünlüğü gibi sebeplerden dolayı Ağlarca’ya yerleşmiştir.
         Fehmi, İsmet, Mürvet, Cevahir isimli çocukları olmuştur.


 

         FEHMİ AYDOĞDU
         Haydar Aydoğdu’nun oğludur. Her yaptığı işi çok temiz yapardı. Çalışırken de kendini fazla yormazdı. Avcılığa da merakı vardı ve iyi avcıydı. Çalı dibindeki yatan tavşanı mutlaka görürdü. Duvar ustalığı da yapardı. Bir kaç dönem de muhtarlık yapmıştır. Muhtarlığı sırasında köye gelen devlet memuru ve diğer misafirleri çok iyi ağırlamasıyla isim yapmıştı.
         Ziyattin, Nurettin, Mürvet, Medine, İlyas, Aydın diye çocukları olmuştur.


 
         RAMAZAN OKAY  
        Çok iyi mızıka çalardı. İyi de tırpan biçerdi ot biçme zamanı Marmara Bölgesine özellikle Gemlik yöresine giderdi. 


 
         RAMAZAN SEVEN 
       
Çok sakin sessiz bir adamdı. Köyden kırk yaşından sonra Eskişehir’e göç etmiştir. Mesut, Harun ve Cahit isimli çocukları olmuştur. 

 
         MUSA TOPAK   
        Amcasının oğlu şeydi Topakla afyona okumaya giden ilk köylülerimizden biridir. Afyon dan döndükten sonra köyde hayvancılık yapmaya başlamıştır. Çok güzel kavallar yapar aynı zamanda da çalardı.
         Hanife, Yusuf, Hamdi, Ramazan, Asaf, Selahattin isimli çocukları olmuştur.

 

         YUSUF TOPAK

        
Çiftçiliği çitiye alan bu işi tüm kurallarıyla yapan birisiydi. Yılın kötü gelip milletin saçtığı tohumları kaldıramadığı yıllarda bile onun tarlalarında ki hâsılat hep yüz güldürürdü.
         İnsanlarla barışık bir yapısı vardı.
       
Gülçin, Cevdet, Necdet ve Kezban isimli çocukları vardır.

 

         SELAHATTİN TOPAK  
        Çeşitli nedenlerden dolayı köy dışında uzun süreler kalmıştı. Çok geniş ufku olan yenilikleri kabul eden ve her fırsatta uygulayan birisiydi. Ev, mutfak, çocuk bakımı ile ilgili birçok şeyi köye o getirmiştir.            
Yılmaz, Gülnaz, Osman ve Yusuf diye çocukları vardır.

 


        ASAF TOPAK   
        İyi bir duvar, çatı ustasıydı. Aynı zamanda marangozluk ta yapardı. Bir öğretmenle evli olduğu için köyde fazla kalmadı. Eşinin çalıştığı yerlerde bulunmak zorunda kaldı. Sonunda Eskişehir’e yerleşerek ömrünün sonuna kadar orada yaşadı. Avcılık merakı yüzünden köye sık sık gelirdi.    
        Nurçin ve Müzeyyen diye iki kızı vardır.

  
        YAKUP URGAN   
        Çok genç yaşta beyin kanamasından kaybettiğimiz bir hemşerimizdir. D.S.İ ‘inde çalışmaktaydı. İyi akordion çalardı. İki kere evlenmiş hiç olmamıştır.

 

         
HÜSEYİN ARSLAN
         Çok çalışkan bir adamdı. Duvar ustalığı, marangozluk gibi maharetleri vardı. Esas ilgilendiği alan ise dağı bayırı kazarak su aramasıydı. Gerçi kimse onun su aradığına inanmaz, define aradığını söylerlerdi. Çocukları kazı yapmaya gitmesin diye kazma ile küreğini saklarlardı. O da yenisini alır akşam gelirken de dağda saklar gelirdi.
               Şakir, Şaban, Sefer, İsmail, Yüksel, Sabiha, Nezihe diye çocukları vardır.


 
          İSMAİL GÖKTEPE
          Etrafa nam salmış bir yiğitti. Tabiri caizse o zamanın tek kişilik mafyası idi. Bütün çevre köyleri İsmail Ağa dendi mi şöyle bir toparlanırlardı. O derece güçlü ve sözü geçer olmasına rağmen haksız yere kimsenin canını yakmamıştır.
           Seyit Ahmet, Recep ve Halise diye çocukları olmuştur.



           SEYİT AHMET GÖKTEPE
           Babası İsmail ağanın yolundan gitmeyi tercih etmiştir. Babasının ismi onu bir yerlere getirdiyse de kendisinde pek bir şey olmadığından namını yürütememiştir. Bir müddet sonrada sonra da köyü ve etrafı terk etmiştir. Uzun yıllar sonra da Sinop hapishanesinde öldüğü haberi gelmiştir. İki kere evlenmiştir bir kız çocuğu olmuştur ama çevremizdeki hiç kimse ne ismini nede nerede yaşadığını bilmemektedir.


 
   
       RECEP GÖKTEPE
          Orta boylu ama yapılı biriydi. Çok yürekli ve gözü karaydı. Babası İsmail Ağanın özelliklerine sahipti. Uzun yıllar köyde koruculuk yaptı. Onun koruculuğu sırasında köylü mera açısından çok rahat etti. O da ağabeyi gibi köyü terk ederek İstanbul civarlarına gitti. Buralarda bir müddet fedailik yaptı. Karıştığı bir kavga sonunda aldığı bıçak darbeleri yüzünden kaldırıldığı hastanede öldü. H,ç evlenmedi.


 
 
       
MUZAFFER ESEN
          Hareketli hayatı seven biriydi. Babasını kaybettikten sonra durgunlaştı, arkasından da ailece köyden ayrılarak Çiftelere yerleştiler. Orada uzun süre bakkal dükkânı çalıştırdı.
          Kader, Sıla, Sefa ve Kısmet isimli çocukları olmuştur.


         KADER ESEN

         Muzaffer Esen’in oğludur. Astsubay olarak orduda görev yapıyordu. Genç yaşında bir trafik kazası sonunda aramızdan ayrılmıştır.



         HASAN DERE

         Babası komşu Han ilçesinden olmasına rağmen, onun ölümünden sonra annesi ile birlikte köye gelip yerleşmişlerdir. Sülale isminin köyümüzdeki sülalelerden olmamasının sebebi budur. On elinde on marifet var derler ya, tam onun için söylenmiştir san ki. Üst seviyede marangozluğu, demirciliği vardı, köyde dükkân çalıştırırdı, pazarlarda ayakkabı satardı, bunun yanı sıra otobüs. İşletmeciliği de yapmıştır. Hiç evlenmemiştir.



         KARABEY OKAY
         Köyün ilk berberiydi. Uzun yıllarda muhtarlık yaptı. Sonraları bir devlet kuruluşuna girerek şehre yerleşti ve emekli oldu. Zehra, Hasibe, Necdet, Nihat, Atnan diye çocukları oldu.


 

        
CEMAL ÖZCAN
         Her şeyden az buçuk anlayan birisiydi. Hastalara iğne yapar, duvar ve çatı ustalığını da becerirdi. Çok ağırkanlı ve uyumayı seven biriydi. Nerde olursa olsun ilk fırsatta gözlerini kapardı. Büyük bir ihtimalle “Ben uyumuyorum gözlerimi dinlendiriyorum “Sözü sözünün kaynağı Cemal amcadır.
          Yıldırım ve Nemciye isimli iki çocuğu olmuştur.


 
          
RECEP URGAN
           Köyde uzun süre kalmamıştır. Çifteler’e göç ettikten sonra Bingeşik Köyünden Dönmezlerle ortak kamyon alarak nakliye işi yapmıştır. Sonradan ayrılarak bu işi kendi başına sürdürmüştür. Ortaklığı sırasında kullandığı arabanın üstünde dönmez yazdığı için çalıştığı yıllarda dönmez Recep olarak bilinmiştir. Babası İlyas Hoca gibi mukallit ve hazır cevaptı.
            Muhsin, Şükran, Şükriye isimli çocukları olmuştur.



           KAMİL URGAN

           Annesi ölüp babası İlyas Hoca tekrar evlendiğin de,  10–11 yaşlarında köyü terk etmiş uzun yıllar kendisinden hiç haber alınamamıştır. Sonraları Balıkesir’e yerleştiği varlıklı bir kadınla evlendiği öğrenilmiştir. Ömrünün son on yılında ise her yıl birkaç kere köye gelerek hasret gidermiştir. Onun bu gelişleri sırasında köydeki çocuk yaştakiler onu mesir macuncu Amca diye hatırlarlar. Bunun sebebi de her gelişinde çocuklara macun şekeri dağıtmasıydı.Hiç çocuğu olmadı. 


             ARİF GÖKTEPE

            Köyümüzün hatta civarın en iyi duvar ve çatı ustasıydı. Bilhassa baca yapımında çok ustaydı. Dediklerine göre bu güne kadar yaptığı hiçbir baca hangi rüzgâr eserse essin çekmezlik yapmamıştı.
             Mahmut, İhsan ve Nurhayat isimli çocukları olmuştur.

 

           
APDULLAH GÖKTEPE
            Çok tez canlı ve seri birisiydi. Onunla yola gidenler o normal yürüyüşünde giderken koşmak mecburiyetinde kalırlardı.
             İki kere evlenmiş, hiç çocuğu olmamıştır. 

 

            
RASİM TIRPAN
             Evleri Erten yolundan köye girip köy meydanına gelindiğinde, meydanın sağında, Fehmi Aydoğdu’nun evinin karşısındaydı. Bu gün orada hala bir taş yığının dan oluşan bir viranelik vardır. Sivri kişilikleri olmayan sakin bir adamdı.
            Ramazan, Sadettin, Zekeriya, Hasan Tahsin, Zehra isimli çocukları vardır.

 
  
         
HAMİT TIRPAN
            Cambazlık yani hayvan alım satımı ile uğraşırdı. Uzun süre köy muhtarlığı yapmıştır. Sonralara Çifteler’e yerleşmiştir.
            Makbule, Mediha isimli iki çocuğu olmuştur.



   
         KERİM OKAY

            İnsanları seven onlarla geçinmeyi ön planda tutan, eşi, tostu, hasta ve yaşlıları ziyaret etmeyi seven birisiydi. Elinden hemen hemen her türlü iş gelirdi. Bilhassa ağaç işçiliğinde ustaydı. Uzun yıllar Köy Hizmetlerinde çalıştıktan sonra emekli olmuştur.
            Aziz, Yusuf, Necdet isimli çocukları olmuştur


     
         AZİZ OKAY

              Kerim Okay’ın oğlu ve başarılı bir inşaat mühendisiydi Resim yapmayı sever, bu konuda başarılı çalışmalar da yapardı. Adiğeliğe, adet ve törelere düşkündü. Daha 36 yaşındayken 
              Köylülerimizin çoğunun yakalandığı kansere yenik düşmüştür. 
              Evli ve Aslı isimli bir kızı vardır.


 
             
HASAN TAHSİN YENER.
             Çok ağır başlı bir insandı. Hayvanları çok severdi. Onun yabancı bir sürünün içine girmiş kendisine ait bir koyunu uzaktan tanıyabildiğini söylerler. 
              Hayati, Fethiye, Zahide, Zekayi isimli çocukları vardır.


 
    
         
İSMAİL HAKKI YENER
             Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Hamidiye Köy Enstitüsünü bitirerek, köyümüzde yetişen ilk öğretmen olmuştur. Köyümüzde de ilk defa okulu o açmış, eğitimin halk tarafından benimsenip kabullenmesi için büyük emek sarf etmiştir. 15 yıllık öğretmen ve beş çocuk babasıyken eğitim enstitüsünü dışarıdan bitirerek, ilkokul öğretmenliğinden orta-lise öğretmenliğine geçmiştir. Okumayı, okuyanı çok seven, tahsile aşırı önem veren birisiydi.
             Gülseren, Zeki, Güler, Gülten, Gülsen isimli çocukları olmuştur.


 

             
ENVER SARIBARDAK
             Annesi tarafından çok nazlı yetiştirilmiş, güçlü, kuvvetli bir insandı. Saf görünümünün altında parlak bir zekâsı vardı. Hiç evlenmedi.


 
              AHMET OCAK

              Nivgko Ahmet dendi mi tırpan akla gelirdi. Tırpana çok güzel düzen verirmiş. Onun düzen verdiği tırpanlar kendi kendine ekin biçer derlerdi. Kendiside zamanın en usta tırpancısıymış. Günde 6–7 dölüm yer biçebilirmiş.
             Kâmil isminde bir oğlu olmuştur.


 

            
KÂMİL OCAK
            Çok tez canlı birisiydi. Sabahları erken kalkar, işlerini çok hızlı görürdü. Yolda birlikte yürürken ona yetişebilmek için durmadan koşmak gerekirdi. Bir sabah sofrada otururlarken sana yağı biter. Küçük kızı da sana yağını pek sevmektedir. Kimseye hissettirmeden kalkar 5 km uzaklıktaki Kayı Köyüne gider, daha ev halkı sofradan kalkmadan sana yağını getirir gelir. Bunun yanı sıra çabuk parlayan o derecede de çabuk yumuşayan bir kişiliği vardı.
              Mevlit, Şemsettin, Nurettin, Cevdet, Cevahir, Çevriye, Sultan ve Songül isimli çocukları vardır. 


 

            
ALE OCAK
             Zamanın ve bölgenin en büyük yılkısına sahipti. Atları çok sever ve onlarla iyi anlaşırdı. Yılkıdan ondan habersiz hiç kimse bir at alamazdı. Ancak o giderse aygırlar yılkıdan at alınmasına izin verirlerdi. Yılkı iki ayda bir köye tuza geldiğinde aygırlarla özel ilgilenir onlarla çocukları gibi konuşur, avucuyla kuru üzüm yedirirdi.
              Yusuf, Mehmet; Salih, Hava isimli çocukları olmuştur. Bunlardan Yusuf ve Mehmet seferberlikte kalmışlardır.


 
         
   
SALİH OCAK
            Ağır işlerde çalışmayı sevmez her gittiği yere atla giderdi. Dörtnala giden bir atın sırtındayken yerdeki demir parayı alabilecek kadar iyi bir biniciydi. Uzun yıllar koruculuk yaptı. Tez canlı olmasından dolayı, bu görevi sırasında köye vergi toplamaya gelen tahsildarlarla sık sık vuku atları olurdu.
            Nazire, Gülizar, Hava, Nimet, Kıymet ve Orhan isimli çocukları olmuştur. 

 
 
 


 
################ SuLALELER (Ana Sayfa) ################

Ağlarca kırsalında gün batımı

AĞLARCA KÖYÜNDE İLK YERLEŞİM GÜNÜNDEN BU GÜNE KADAR YERLEŞMİŞ OLAN SÜLELELER


ŞHAGUMDELER - ( Göktepe, Balık, Seven, Oktay )
THAMEZLER - (Aslan )
HUNELER  - ( Mısır, Akcan )
ŞEVOŞLAR - ( Tırpan, Topak, Yener )
NEUTAHLAR - ( Urgan )
PSINETHUJLAR - ( Esen )
KANŞAVLAR - (Okay, Kurt )
VUGİKOLAR - ( Demir )
NUVOKOLAR - ( Ocak )
RATKOLAR - ( Sarıbardak )
GUĞOJLAR - ( Özcan )
LAŞKOLAR - (Yanık )
ÇIÇKANLAR - ( Aydoğdular )
KOCAMUHTARLAR - ( Dere )

Not =
RATKOLAR, KANŞAVLAR bizlere kendilerinin ŞEVOŞ olduklarına dair ifadeleri olmuştur. Bizler kaynağımızdan aldığımız bilgilere ilke olarak müdahale etmiyoruz ama bu böyle durumları da NOT OLARAK BİLDİRİYORUZ.

################ SiFRELi SAYFALAR (Ana Sayfa) ################ ################ GELENEKLERiMiZ (Ana Sayfa) ################

ÖNSÖZ
       Geleneklerimiz ana başlığının sayfalarında anlatılanların tamamı Doğup büyüdüğüm çevrenin yaşantısından  görüp yaşadıklarım ve bu bölgede yaşamış kişilerin anlattıklarından derlenmiştir. 
         Hiç bir yerden alıntı ve aktarma yapılmamıştır. Bu nedenle bir araştırma ve tüm adigelerin yaşantısını anlatan bir belge niteliği taşımamaktadır.

KAYNAK KİŞİLER
ĞHUNE Ramazan Mısır, ŞEWOŞU Mükerrem Yener, PSİNETĞHUÇ İzzet Esen, 
HAZIRLAYAN
Orhan OCAK


################ (Ana Sayfa) ################ ################ ADİGE SÖZLÜK (Ana Sayfa) ################ ################ ADİGE SÖZLÜK -DENEF (Ana Sayfa) ################ ################ ÇEVİRİ SÖZLÜĞÜ (Ana Sayfa) ################ ################ KİRİL SÖZLÜĞÜ (Ana Sayfa) ################ ################ (Ana Sayfa) ################ ################ ADiGE MUZiKLERi-1 (Ana Sayfa) ################
Adige Müzikleri-1.Sayfa


Abaza Ezgileri
     01ABAZA.MP3  
     02ABAZA.MP3
     03ABAZA.MP3
     04ABAZA.MP3
     05ABAZA.MP3
     06ABAZA.MP3
     07ABAZA.MP3
     08ABAZA.MP3
     09ABAZA.MP3
     10ABAZA.MP3
     11ABAZA.MP3
     12ABAZA.MP3
     13ABAZA.MP3
     14ABAZA.MP3
     15ABAZA.MP3
     16ABAZA.MP3
     17ABAZA.MP3
     18ABAZA.MP3
     19ABAZA.MP3
 


 


 

  Abida Album-1
     Track01.mp3
     Track02.mp3
     Track03.mp3
     Track04.mp3
     Track05.mp3
     Track06.mp3
     Track07.mp3
     Track08.mp3
     Track09.mp3
     Track10.mp3

Abida Album-2
     Track01.mp3
     Track02.mp3
     Track03.mp3
     Track04.mp3
     Track05.mp3
     Track06.mp3
     Track07.mp3
     Track08.mp3
     Track09.mp3

 

 

 

     Adige Mix
     01 - Track 1.mp3
     02 - Track 2.mp3
     03 - Track 3.mp3
     04 - Track 4.mp3
     05 - Track 5.mp3
     06 - Track 6.mp3
     07 - Track 7.mp3
     08 - Track 8.mp3
     09 - Track 9.mp3
     10 - Track 10.mp3
     13 - Track 13.mp3
     14 - Track 14.mp3

 

   Adige Wored
     adige_01.mp3
     adige_02.mp3
     adige_03.mp3
     adige_04.mp3
     adige_05.mp3
     adige_06.mp3
     adige_07.mp3
     adige_08.mp3
     adige_09.mp3
     adige_10.mp3
     adige_11.mp3
     adige_12.mp3
     adige_13.mp3
     adige_14.mp3
     adige_15.mp3
     adige_16.mp3
     adige_17.mp3
     adige_18.mp3
     adige_19.mp3
     adige_20.mp3
 

 

   Adigey
     ADIGEY 01.mp3
     ADIGEY 02.mp3
     ADIGEY 03.mp3
     ADIGEY 04.mp3
     ADIGEY 05.mp3
     ADIGEY 06.mp3
     ADIGEY 07.mp3
     ADIGEY 08.mp3
     ADIGEY 09.mp3
     ADIGEY 10.mp3
     ADIGEY 11.mp3

 

 

Amer Bazoga
     01.mp3
     02.mp3
     03.mp3
     04.mp3
     05.mp3
     06.mp3
     07.mp3
     08.mp3
     09.mp3
     10.mp3
     11.mp3
     12.mp3
     13.mp3
     14.mp3
     Track1.mp3
     Track13.mp3
     Track2.mp3

 

 

 

 AslanLiev
     AslanLiev_01.mp3
     AslanLiev_02.mp3
     AslanLiev_03.mp3
     AslanLiev_04.mp3
     AslanLiev_05.mp3
     AslanLiev_06.mp3
     AslanLiev_07.mp3
     AslanLiev_08.mp3
     AslanLiev_09.mp3
     AslanLiev_10.mp3
     AslanLiev_11.mp3
     AslanLiev_12.mp3
     AslanLiev_13.mp3

 

 
 Bataj Mahmud

 

 

 


 

Deghanaw
     deghanaw_01.mp3
     deghanaw_02.mp3
     deghanaw_03.mp3
     deghanaw_04.mp3
     deghanaw_05.mp3
     deghanaw_06.mp3
     deghanaw_07.mp3
     deghanaw_08.mp3
     deghanaw_09.mp3
     deghanaw_10.mp3
     deghanaw_11.mp3
     deghanaw_12.mp3
     deghanaw_13.mp3
     deghanaw_14.mp3
     deghanaw_15.mp3
     deghanaw_16.mp3
     deghanaw_17.mp3
     deghanaw_18.mp3
     deghanaw_19.mp3
     deghanaw_20.mp3
     deghanaw_21.mp3

 


 


Enstrumental
     01ENST.MP3
     02ENST.MP3
     03ENST.MP3
     04ENST.MP3
     05ENST.MP3
     06ENST.MP3
     07ENST.MP3
     08ENST.MP3
     09ENST.MP3
     10ENST.MP3
     11ENST.MP3
     12ENST.MP3
     13ENST.MP3
     14ENST.MP3
     15ENST.MP3
     16ENST.MP3
     17ENST.MP3
     18ENST.MP3
     19ENST.MP3
     20ENST.MP3
     21ENST.MP3
     22ENST.MP3
     23ENST.MP3
     24ENST.MP3
     25ENST.MP3
     26ENST.MP3
     27ENST.MP3

 



 

Jordan
     Jordan_01.mp3
     Jordan_02.mp3
     Jordan_03.mp3
     Jordan_04.mp3
     Jordan_05.mp3
     Jordan_06.mp3
     Jordan_07.mp3
     Jordan_08.mp3
     Jordan_09.mp3
     Jordan_10.mp3
     Jordan_11.mp3
     Jordan_12.mp3
     Jordan_13.mp3
     Jordan_14.mp3
     Jordan_15.mp3
     Jordan_16.mp3
     Jordan_17.mp3
     Jordan_18.mp3
Jordan Al Jel
2002
     JORDAN 01.mp3
     JORDAN 02.mp3
     JORDAN 03.mp3
     JORDAN 04.mp3
     JORDAN 05.mp3
     JORDAN 06.mp3
     JORDAN 07.mp3
     JORDAN 08.mp3
     JORDAN 09.mp3
     JORDAN 10.mp3

kaynak ---> http://www.elbruz.org.tr/main.php?fname=muzik


################ ADiGE MUZiKLERi-2 (Ana Sayfa) ################
Adige Müzikleri-2.Sayfa



 
 

 
Kafdaginda Kardelen

 
Kafdaginda Kardelen

 


Kardangush Zaramuk1
 

Kasherga Kuratsa
 

 Maremuka Xocen
 

 Nahus Kerim1
     Nahushev_Cherim_01.mp3
     Nahushev_Cherim_02.mp3
     Nahushev_Cherim_03.mp3
     Nahushev_Cherim_04.mp3
     Nahushev_Cherim_05.mp3
     Nahushev_Cherim_06.mp3
     Nahushev_Cherim_07.mp3
     Nahushev_Cherim_08.mp3
     Nahushev_Cherim_09.mp3
     Nahushev_Cherim_10.mp3
     Nahushev_Cherim_11.mp3
     Nahushev_Cherim_12.mp3
Nahus Kerim2
     01nahus.mp3
     02nahus.mp3
     03nahus.mp3
     04nahus.mp3
     05nahus.mp3
     06nahus.mp3
     07nahus.mp3
     08nahus.mp3
     09nahus.mp3
     10nahus.mp3
     11nahus.mp3
     12nahus.mp3
Nahus Kerim3
     nahusA01.mp3
     nahusA02.mp3
     nahusA03.mp3
     nahusA04.mp3
     nahusA05.mp3
     nahusA06.mp3
     nahusA07.mp3
     nahusA08.mp3
     nahusA09.mp3
     nahusB01.mp3
     nahusB02.mp3
     nahusB03.mp3
     nahusB04.mp3
     nahusB05.mp3
     nahusB06.mp3
     nahusB07.mp3
     nahusB08.mp3
     nahusB09.mp3

 

Nalcik Zuber
     nalcik_01.mp3
     nalcik_02.mp3
     nalcik_03.mp3
     nalcik_04.mp3
     nalcik_05.mp3
     nalcik_06.mp3
     nalcik_07.mp3
     nalcik_08.mp3
     nalcik_09.mp3
     nalcik_10.mp3

 

 Nalmes
     nalmes01.mp3
     nalmes02.mp3
     nalmes03.mp3
     nalmes04.mp3
     nalmes05.mp3
     nalmes06.mp3
     nalmes07.mp3
     nalmes08.mp3
     nalmes09.mp3
     nalmes10.mp3
     nalmes11.mp3
     nalmes12.mp3

 
  Olga Sakur
 

  Olga Sakur
 
      Oshten
     Oshten_01.mp3
     Oshten_02.mp3
     Oshten_03.mp3
     Oshten_04.mp3
     Oshten_05.mp3
     Oshten_06.mp3
     Oshten_07.mp3
     Oshten_08.mp3
     Oshten_09.mp3
     Oshten_10.mp3
     Oshten_11.mp3
     Oshten_12.mp3
     Oshten_13.mp3
     Oshten_14.mp3
     Oshten_15.mp3
     Oshten_16.mp3
     Oshten_17.mp3
     Oshten_18.mp3
     Oshten_19.mp3

 

Saeed Bazoga
     Track01.mp3
     
Track02.mp3
     
Track03.mp3
     
Track04.mp3
     
Track05.mp3
     
Track06.mp3
     
Track07.mp3
     
Track08.mp3
     
Track09.mp3
     
Track10.mp3
     
Track11.mp3
     
Track12.mp3
 

   Shauaj Elmerza
 
Tamara1
     Tamara_01.mp3
     Tamara_02.mp3
     Tamara_03.mp3
     Tamara_04.mp3
     Tamara_05.mp3
     Tamara_06.mp3
     Tamara_07.mp3
     Tamara_08.mp3
     Tamara_09.mp3
     Tamara_10.mp3
     Tamara_11.mp3
 Tamara2
  Tamara2
   
Track_01.mp3
     Track_02.mp3
     Track_03.mp3
     Track_04.mp3
     Track_05.mp3
     Track_14.mp3
     Track_15.mp3
 Tamara3
   Tamara3
  
TAMARA-1.MP3
     TAMARA-2.MP3
     TAMARA-3.MP3
     TAMARA-4.MP3
     TAMARA-5.MP3
     TAMARA-6.MP3
     TAMARA-7.MP3
     TAMARA-8.MP3
     TAMARA-9.MP3

 

Tut Zaur
     TUT ZAUR 01.mp3
     
TUT ZAUR 02.mp3
     
TUT ZAUR 03.mp3
     
TUT ZAUR 04.mp3
     
TUT ZAUR 05.mp3
     
TUT ZAUR 06.mp3
     
TUT ZAUR 07.mp3
     
TUT ZAUR 08.mp3

 

        Turkiye
     TURKEY 01.mp3
     
TURKEY 02.mp3
     
TURKEY 03.mp3
     
TURKEY 04.mp3
     
TURKEY 05.mp3
     
TURKEY 06.mp3
     
TURKEY 07.mp3
     
TURKEY 08.mp3
     
TURKEY 09.mp3
     
TURKEY 10.mp3
     
TURKEY 11.mp3
     
TURKEY 12.mp3
     
TURKEY 13.mp3
     
TURKEY 14.mp3
     
TURKEY 15.mp3

 

  Urdun1
     urdun1_1.mp3
     
urdun1_2.mp3
     
urdun1_3.mp3
     
urdun1_4.mp3
     
urdun1_5.mp3
     
urdun1_6.mp3
     
urdun1_7.mp3
     
urdun1_8.mp3
   Urdun2
     urdun2a1.mp3
     
urdun2a2.mp3
     
urdun2a3.mp3
     
urdun2a4.mp3
     
urdun2a5.mp3
     
urdun2a6.mp3
     
urdun2a7.mp3
     
urdun2a8.mp3
     
urdun2b1.mp3
     
urdun2b2.mp3
     
urdun2b3.mp3
     
urdun2b4.mp3
     
urdun2b5.mp3
     
urdun2b6.mp3
     
urdun2b7.mp3
     
urdun2b8.mp3
    Urdun3
     URDON 1.mp3
     
URDON 10.mp3
     
URDON 2.mp3
     
URDON 3.mp3
     
URDON 4.mp3
     
URDON 5.mp3
     
URDON 6.mp3
     
URDON 7.mp3
     
URDON 8.mp3
     
URDON 9.mp3

 

      Wored
     01WORED.MP3
     02WORED.MP3
     03WORED.MP3
     04WORED.MP3
     05WORED.MP3
     06WORED.MP3
     07WORED.MP3
     08WORED.MP3
     09WORED.MP3
     10WORED.MP3
     11WORED.MP3
     12WORED.MP3
     13WORED.MP3
     14WORED.MP3
     15WORED.MP3

 


Wubih Jankat
     gibze.mp3
     
islamey_zefaug.mp3
     
kayseri.mp3
     
quafa.mp3

 

Wuppertal
     wuppertal.txt
     wuppertal1.mp3
     wuppertal2.mp3
     wuppertal3.mp3
     wuppertal4.mp3
     wuppertal5.mp3
     wuppertal6.mp3
     wuppertal7.mp3
     wuppertal8.mp3

 

 Xacae Timur
 

 Xaxpasha Amerxan
 
    Zalim Zamanbi 1
     adige_ceug01.mp3
     adige_ceug02.mp3
     adige_ceug03.mp3
     adige_ceug04.mp3
     adige_ceug05.mp3
     adige_ceug06.mp3
     adige_ceug07.mp3
     adige_ceug08.mp3
     adige_ceug09.mp3
     adige_ceug10.mp3
     adige_ceug11.mp3
     adige_ceug12.mp3
     adige_ceug13.mp3
     adige_ceug14.mp3
     adige_ceug15.mp3
     adige_ceug16.mp3
     adige_ceug17.mp3
     adige_ceug18.mp3
     adige_ceug19.mp3
     adige_ceug20.mp3
     adige_ceug21.mp3
     adige_ceug22.mp3
     adige_ceug23.mp3
     adige_ceug24.mp3
     adige_ceug25.mp3
    Zalim Zamanbi 2 
     
01_nalmes_zefaug.mp3
     02_bjedug_islamey.mp3
     03_adige_wuic.mp3
     04_islamey.mp3
     05_vork_kafe.mp3
     06_nalmes_kafe.mp3

kaynak ---> http://www.elbruz.org.tr/main.php?fname=muzik

 


################ KAFE MuZiKLERi (Ana Sayfa) ################

Hapzey Kafe
Peserey Kafe-Lagunuga Wored
Jilakhseteney Kafe
Mamxexh Kafe
Hacı Kazbek Yi Kafe
Habez Kafe
Hajım Yi Sarık Kafe
Kushmezeguey Kafe
Mutlu DOĞAN (Gafe)
Recep Akyol (Gafe)

################ (Ana Sayfa) ################ ################ AĞLARCA MUTFAĞI (Ana Sayfa) ################ AĞLARCA MUTFAĞI
  

 ADİGE YEMEKLERİ

 

Hazırlayan===>Gülseren OCAK


               Zamanın birinde Adana'nın dağ köylerinin birinde bir adige ailesi yaşarmış. Tanınmış ve sevilen bir aile olduklarından gelen ile gidenleri eksik olmazmış.
                Yine bir gün şehirden hatırlı misafirleri gelmiş. Misafirleri en iyi şekilde ağırlamışlar, hele evin kızının yaptığı börekleri çok beğenmişler. Giderken de tarifini almayı unutmamışlar,Ev sahibi tarifle de yetinmemiş belki unları iyi değildir diye bir çuvalda sarı buğday unu vermiş.
                 Aylar sonra aynı ailenin yolu gene aynı köye düşmüş ve aynı eve misafir olmuşlar. Gene en iyi şekilde ağırlanmışlar. Laf arasında misafir ev sahibine dönerek:
                  Sizin verdiğiniz unla, sizin verdiğiniz tarifle bizde börek yaptık ama sizinkiler kadar lezzetli olmadı, bunun bir sırrı varmı demiş.
                  Ev sahibi hafiften gülümseyerek :
                    Biz size unu verdik, tarifi de verdik ama mutfakta ki sarı kızı vermedik ki demiş.
                 ( Fatma Girik'in Gurbet Kadını adlı dizisinden alınmıştır)

                   Söze bu anektotla başlamamın sebebi, burada tarif edeceğimiz yemeklerde miktar vermeyeceğiz,ölçü vermeyeceğiz, anamızdan ninemizden ne gördüysek ne duyduysak onları aktaracağız. Zaten bizim yemeklerimizde sunulacak kişilerin damak tatlarına göre ölçüler değişkenlik gösterecektir. Biz mutfaklarımızda ki sarı kızlara yani sizlere güveniyoruz. Zaten anlatacağımız yemeklerin de yabancısı değilsiniz, evinizdeki büyükleriniz bizden daha mükemmelini yapıyorlardır mutlaka. Amacımız unutulup giden değerlerimizin arasına mutfağımızında katılmamasıdır.

  TĞUJE 

 


     
Malzemeler:  
       
Un, Maya, Tuz, Su ve süt.                      
     
 Yapılışı:
      Un,maya,tuz,birçay bardağı süt karıştırılarak yoğrulur ve mayalanmaya bırakılır.  
      Hamur yeterince mayalandıktan sonra yumurtadan az küçük parçalara ayrılır, bu parçalar elle açılarak kızgın yağda kızartılır.
      Sıcak sıcak daha lezzetli olur. Soğuduktan sonra ısıtılarak servis yapılması uygundur. En iyi kaymakla gider.
       Eskiden Cuma akşamları yapılır ve dağıtılırdı. Ayrıca düğün ve cenazeler gibi kalabalıkların değişmez yiyeceğiydi.

  

ŞİBJİYŞUĞ



    
 
         
Malzemeler:
         Tuz, kırmızıbiber, pul biber, sarımsak, kişniş (koni ) ,ceviz içi, kabak çekirdeği içi, susam. Bu malzemelerin standart bir ölçüsü yoktur. Herkes damak tadına göre ayarlayabilir.
   
          Yapılışı:
          Önce ceviz içi, sarımsak, susam, kişniş, kabak çekirdeği içi havanda veya sürtme taşında yağları çıkasıya kadar ezilir. Bu işlem mutfak robotuyla da yapılır ama aynı lezzeti vermez.
Bu ezilmiş malzemelere tuz, toz biberle pul biber ilave edilerek iyice harmanlanır, havanda veya haşhaş taşında tekrar ezildikten sonra şibjıyşuğ-umuz hazırdır artık.
         Yağ sürdüğünüz ekmeğinize dökebilirsiniz.
         Fırında pişirdiğiniz patetisi banıp yiyebilirsiniz. 
         Her türlü sosta kullanabilirsiniz.
         En çok yakıştığı yer et kızartmalarıdır. Etleri fırına sürmeden veya mangala koymadan bu şıbjıyşuğ dan sürerseniz etlere nefis bir lezzet verdiğini göreceksiniz.
         Hatta fırından yeni çıkmış ekmeği banarak bile yiyebilirsiniz.                       



 PASTHE

                                     






                          


    
Malzemeler:
     Mısır unu, tuz, kaynamış su. 
    
    Yapılışı;
     Mısır unu bir tepside rengi değişesiye kadar fırında veya ocağın üstünde kavrulur.
     Unun karıştırılması sırasında sık sık karıştırılarak tamamının kavrulması sağlanır.
      Kavrulmuş un ateş üstündeki tencereye konur. Yavaş yavaş sıcak su ilave edilerek, tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilmeye başlanır. Bu karıştırma sırasında tuzuda ilave edilir. Karıştırma iyi yapılmalı ki lapanın içinde hiç un topağı kalmasın.
      Karışım lapa halini aldıktan sonra su ilavesi kesilir. Elimizi koruyacak kalın bir bezle tencerenin kenarın dan tutularak tahta kaşıkla karıştırmaya devam edilir, karıştırma sırasında oluşmaya başlayan lapa kaşığın tersiyle iyice ezilerek kalabilen un topakları da yok edilir. Sık sık kaşıkla tencerenin dibi sıyrılarak lapa ters yüz edilir.
        Pasthe tencerenin dibine tutmayacak kıvama geldiğinde pişmiş demektir. 
 
       Servisi;
       Pasthe hoşaf tabağına sıkıştırılarak konur, ters çevrilerek servis tabağına aktarılır. Üstü kaşık tersiyle düzgün bir şekilde çukurlaştırılır. Çukurlaştırılan bu yere pasthenin katığı ne olacaksa konularak servis edilir. Katıkları şöyle sıralayabiliriz. Şipsi, bal ve ceviz, tuzlu tereyağı, ağda, kavurma, pekmez, kaymak. Bunların içinde en yakışanı ve yaygın olanı şipsi, tuzlu tereyağı ve kavurmadır.
Afiyet olsun.


   METÂZ





                        
Malzemeler:
Hamur malzemeleri.
—Un, su, tuz.
İçinin Malzemeleri:
—Yoğurt suyu ile kestirilmiş sütten yapılmış peynir.
—Tuz.
—Karabiber                                       .
—Kırmızıbiber.
—Taze yeşil soğanın yeşil yaprakları.
—Çok az yağ.

 

 

    Hamurun hazırlanması.
    Un, su, tuz karıştırılarak hamur yoğrulur. Yoğrulan bu hamur ne katı ne de yumuşak olmamalı, kulak memesi kıvamı dedikleri kıvamda olmalıdır.
     
     İç malzemesinin hazırlanması:
     Yeşil soğanın yeşil yaprakları doğranarak yağda kavrulacak. Kavrulmuş bu soğanlar, tuz, karabiber, kırmızıbiber ve peynirle karıştırılacak.
    
     Yapılışı:
     Bu karışım hazırlanasıya kadar bekleyen hamurdan yumurta büyüklüğünde bezeler yapılacak. Bu bezeler elle açılacak, hazırlanan iç malzemesi konularak hamur kapatılıp yassılaştırılacak, kaynamış suya atılarak kaynatılacak.
     Kaynatma süresi damak zevkine göre ayarlanabilir.
     Yeterince kaynatıldıktan sonra sudan çıkarılan METÂZ ler sıcak sıcak servis yapılmalıdır. Herhangi bir sebepten dolayı sıcak servis yapılamadıysa ısıtılıp servis yapılmalıdır.
     Yanında sunulacak en uygun içecek çay veya soğuk süt olacaktır.

 

 

################ 2222222222222 (Ana Sayfa) ################
################ NOSTALJi RESİMLER (Ana Sayfa) ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer




            AYAKTAKİLER---Kasım Okay(Kanşavko),,İsmail Sarıbardak( Ratko ),,Şahin Esen(Psinetğhuç),,Recep Urgan( Netağho),,Celal Topak(Şewoş),, Enver Sarıbardak(Ratko).
            OTORANLAR---Ramazan Mısır (Ğunhe),,Ramazan Okay (Kanşavko),,Recep Okay (Kanşavko)

 
 
 
Mükerrem Topak YENER ( Şewoş ), Nazike Urgan TOPAK ( Şewoş ),
Habibe Topak DEĞERLİ ( Şewoş ),
 


Ases Özcan YANIK (Guğoj), Cemile Özcan ASLAN (Guğoj), Nazire Özcan ESEN(Guğoj),



İlyas URGAN (Nedoğhe), ...................... Ve İlyas URGAN'ın çocukları




Thamez Hüseyin ASLAN, Şewoş Seydi Ahmet TOPAK


 

Özcan Esen, .................. İhsan Göktepe



NİWİG Kamil Ocak


 

Nurçin Topak Arsoy, Hacer Tetik Topak, Asaf Topak,
Müzeyyen Topak



Rifat Esen,Nazlı Kulaksız Özcan, Sebiha Aslan Mercan
Elmas Özcan Esen, Cemil Mercan,S.Sıtkı Özcan,
Sefer Aslan


Neziha Aslan, Sebiha Mercan,Aysever Aslan,
Şakir Aslan, Sefer Aslan, Şaban Aslan


-
Kadir Okay, Özcan Esen


Rifat Esen, Nebahat Esen Demir, ..........
Necmiye Özcan .......... Mürvet Aydoğdu Yırcı, Orhan Ocak
Medine Aydoğdu ............, Aydın Aydoğdu
Nizamettin Esen, İzzet Esen, Nevzat Esen,
Ziyattin Aydoğdu





Muzaffer Özcan, Naci Özcan



Şaban Balık



H.İbrahim Sarıbardak



Battal TOPAK



==>      NOSTALJi.2
 
 



 
Radyo KAFKAS
 
 
################ . (Ana Sayfa) ################ ################ - (Ana Sayfa) ################ ################ Ziyaretci DEFTERi (Ana Sayfa) ################ ################ iLETiSiM (Ana Sayfa) ################ ################ BELGESEL GiBi (Ana Sayfa) ################
BU SAYFADAKİ RESİMLER
ÜZERLERİNE TIKLANARAK (2) KADEME BÜYÜTÜLEBİLİRLER



Eski Adigelerin hayatında ağacın çok önemli yeri vardır.
Burada büyük bir ağaç kütüğü
oyulmuş ve duvarın içine monte edilerek
tavukların ret edemiyecegi bir FOLLUK oluşturulmuştur.


Sütlük = Adige evlerinin önündeki
boydan boya olan balkonların poyraza karşı olan kısmında
tavana monta edilen ağaçtan yapılmış bir kafestir.
Sütler geceleri buraya ağızları açık olarak konur,
sabaha kadar geceleri serin esen poyrazın etkisiyle 
sütlerin üzerinde kalın ve lezzetli bir
kaymak tabakası oluşurdu.
Resmin sol köşesinde asılı olan BLEVUS' i leri
( Yılan otu demeti ) Yılanların süte yaklaşmasını önlerdi.



Fırın  = Önce içerisinde yeteri kadar odun yakılarak
istenilen sıcaklığa eriştirilir, odunlar yanarken resimde ki
ucu yanık duran sırıkla ateş karıştırılarak bütün odunların
yanması sağlanır. Ucuna çaput bağlı sırıkla da
( buna fırın süpürgesi denir )
fırının zeminindeki küller süpürülerek fırının ağzına çekilir,
Görülen ekmek kürekleri ile de hazırlanmış hamurlar
fırına sürülerek fırının ağzı kapatılır.
Ekmekler piştikten sonra da kürekle çıkarılır.
Mis gibi kokan ekmek hazırdır artık.



Göçten sonra Ağlarcaya yerleşen dedeleimiz  
bulunulan yerdeki ağaçları keserek ve sadece onları kullanarak
ilk evlerini yaptılar, bunlardan bu güne kadar
gelebilen bir kaç binadan birisi de
resimde görülen H. Osman topak'ın evidir.

Ayaklı =  Dağlarda kendiliğinden kuruyan
veya amaca uyun olan ağaçlarkesilir öz dediğimiz çürümeyen
yağmura - kara , sıcağa- soğuğa dayanıklı kısımları çıkarılır.
Bunların yalnızca alt
taraflarında eşit uzunlukta ayak denen
dallar bırakılarak  diğer dalların tamamı kesilir..
Sonrada harman veya tarla anlarına ayaklarının üstne
konulurdu. Bu ağaçlar inanılmayacak kadar uzun yıllar dayanırdı.



Eski haçeslereimizden ( Misafir odaları ) bir köşe


Ocak = Mutfak oarak kullanılan odalarda,
sundurmalarda mutlaka bulunur,
ısıtma, pişime ve yerine görede aydınlatma işlevini görürdü.



KANĞAÇ ==> Yuvak
Köye ilk yerleşim günlerinden 1950 yılların sonuna kadar
evler taş duvar üzerine düz örtü şeklinde yapılırdı,
WUNEŞHA denilen bu düz örtüler
çevrede çıkarılan yağlı bir çorak toprakla kaplanırdı.
Bu toprak yağmurlu havalarda gevşer ve su sızdırırdı.
Bu sızdırmayı önlemek için taştan veya ağaçtan
yapılan YUVAK denen silindirlerle sıkıştırılırdı.



BĞAŞEHAĞE-ÇELGE
Ağlarca Köyünde de tüm Kafkasya'dan gelerek orman kıyısına
veya içine yerleşen orman köyleri gibi
bahçelerini avlularını ve tarlalarını yere çakılan kazıkların
arasına geçmeli olarak örülen bir nevği ÇİT le korurlardı.
Bunun Adı ( Ağaçla çevrilmiş anlamı taşıyan ) BĞAŞEHAĞ derlerdi.



GUĞHU -- Dibek
Bir taşın veya büyükçe bir ağaç kütüğünün içi oyularak yapılır
alt tarafındanda toprağa gömülerek oturtulurdu.
Bulgur ve göce yapımı için kazanlarda kaynatılarak güneşte
kurutulan buğdaylar belirli miktarlarda bunun içine
dökülerek, ağaçtan yapılmış özel tokmaklarla
döğülür ve buğdayların kabuğu çıkartılırdı.



Köyümüzde yapılan ilk evlerdeki ( ahşaptan )
tavan döşemeciliği ve süsleri.


Şıku = Atarabası


Haşpak = Kuruluk

 
 
################ KOY RESiMLERi -1 (Ana Sayfa) ################
Bu sayfada ki resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
Bu sayfada ki resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.





































 
################ Adige oyunlari (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################

ADİGE OYUNLARI

Genel anlamda halk oyunlari ve dans, insanlarin doga ve toplum olaylarini soyutlayarak hareketlerle anlatimlardan dogmustur. ilk örnekleri ise dinsel ayin ve törenlerde ortaya çikmistir. insanlar danslarla; bir yandan yagmurü, kar, rüzgar ve canlilar yani daga olaylarini anlatirken diger yandan doga üstü olaylarinda anlatmak istemistir. Her toplumda kendi toplumsal motiflerin islendigi halk danslari o toplumun aynasi görünümüne sahiptir, çalinan çalgi, canlandirilan hareket anlatilan olay, bize o toplumun yasam tarzini ve birikimlerini gösterir. Toplumla birlikte dogan halk danslari süreç içinde toplumsal gelisime ve paralel bir gelisim çizgisi izler. Kafkas halk danslari yüzyilardir, Kafkasya insaninin günlük yasaminda çok önemli bir yer tutmaktadir. Dügünlerde, bayramlarda, savaslarda, evdeki senliklerde,konukagirlama-ugurlamada, kis ve yaz gecelerinde, arkadas toplantilarinda, dans günlük yasamin bir parçasidir. Bu danslarda toplumun bütün hareketleri bir arada görülebilir





WUIC...Bilinen en eski
Çerkes danslarından birisidir.Aynı zamanda 2000 yıllık Nart mitolojisindeki müzik de olan Wuic ömrün baslangıcı ve sonu olmadıgını anlatır ve genellikle düğünlerin basında ve sonunda oynanır.

ZIGATHLET...
Çerkes dansları arasındaki en hızlı ritme sahip olanıdır ve Çerkes hayatının vazgeçilmez unsuru olan atların hareketlerinden esinlenerek koreografisi yapılmıstır.Çerkes atlılarının çevikliği ve aralarındaki tatlı-sert rekabet anlatılır.

OŞHAMAFUE...İsmini Elbruz olarak da bilinen Oşhamafua Dağı'ndan alır,koreografisinde diasporaya dağılmıs
Çerkeslere gönderilen selam temennileri vardır.

GUŞEXEPXE...
Çerkeslerin geleneklerinden küçük bir bölümünü yansıtan tiyatral bir danstır. Çerkes inanışlarına göre, çocuğun doğumundan sonra annenin güçsüz düşmesi ve çocuğunu koruyamaz halde olduğundan, kötü ruhların çocuğa zarar verdiği düşünülürdü. Akrabalar ve komşular kötü ruhların çocuğa zarar vermesini önlemek üzere toplanarak eğlenceler düzenlerlerdi. Doğan çocuk kız ise o evden beyaz güvercinler havaya uçurulur, erkek ise silah sıkılırdı. Eskiden bu eğlenceler bir hafta kadar sürmekteydi, günümüzde ise bu geleneğe rastlanılmamaktadır.

KAMARIFE...
Çerkeslerin bıçağa benzeyen fakat daha büyük, iki tarafı keskin ve ucu sivri olan Kama'yı kolay bir şekilde nasıl kullandıklarını gösteren bir danstır.

JEŞTEYVUE (Gece Baskını)...1779 yılının ilkbaharında Kabardey, Pşı ve Work'larından oluşan 3 bin kişilik bir birliğin sayıca onlardan cok daha fazla olan Rus askerleri tarafından kuşatılmasını ve teslim olmayı reddettikleri icin sabaha dek savasarak ölmelerini anlatır.

ZEFAK'O... Ağır ritimlidir ve kaşen olmak isteyenlerin birbirlerine ilgisi olup olmadıgını anlamaya yöneliktir.

SOZRESH... Bereket Tanrısı Sozresh'in simgesi 'yedi çatallı bir alıç dalı' veya 'yedi çatallı geyik boynuzudur'. Dalların üzerine mumlar dikilirdi. Bu suretin etrafında yapılan Wuic,
Çerkesler için o senenin ürününe şükür, gelecek sene için de dua niteliğini taşırdı

MEZDEGU-ŞEŞEN...Çok sevilen danslardan birisi olup,erkekler çevikliklerini, hızlarını ve tüm maharetlerini yansıtırken, kızlar ise asaletlerini, zarifliklerini sergilemektedir.

LEPERIFE(Tleperuj)...Anavatan'da yakın bir zamana kadar unutulmuş fakat Diaspora'da oynanmaya devam edilen, hafif aksak ritimli olan bir danstır.Gerek kız gerekse erkek dansçı bu oyunda kendi maharetlerini sergileyebilme imkanına sahiptir

KAFE QUANÇE...Bir yada birden fazla çiftle oynanan ve genelde ağır ritimli bir danstır. Ağır ritimle başlayıp hafif hızlanan ve tekrar ağır ritimde biten bu dansta,
Çerkes erkek ve kızlarının asaleti, coşkusu ön plana çıkartır.

SANDALYE...
Çerkesçe adını anımsayamadığımız bu dans eskiden düğünlerde sıkçana oynanırmış.Ortaya bir sandalye konar ve oturan kıza dans edilirken mendillerle vurulurmuş.Kız sonra kalkar mendili verdiği kişi sandalyeye otururmuş.

KAFE(Oyun)...Erkeklerin kartalı,kızların ise Serçeyi canlandırdığı ağır ritimli bir Kabardey dansıdır.Genelde ikili oynanmakla beraber 2 kız ve 2 erkekten oluşan dörtlüler olarak da oynanır.Bazı yerlerde bu ağır dansın dağlardan inişi sembolize ettiği söylenir.

AĞLATAN KAFE... Bir Rus kuşatmasında yaşlı bir kadının gaza getirmesiyle hazırlanmadan birliklere saldıran ve tamami ölen
Çerkes gençlerini anlatır.

LEZGINKA....Kız güzel bir kuşu erkek ise kartalı canlandırır.Kartal kuşu yakalamak için sürekli kovalamaktadır.Kuş ise ani ve sürekli dönüşlerle sürekli kurtulmaya çalışmaktadır.Anlatılanlara göre koreografisini de gerçekten bir kartal ve onla eglenmek için etrafında alayları ciklemelerle uçan minik bir kuştan alır.

APSUVA KOŞARA...Abaza Oyunu olarak ta bilinen bu dans, Abhazya'da unutulmuş olan ve diasporadaki Abhazların orjinal figürleri koruyarak oynadıkları dansın kareografize edilmiş şeklidir.
APSNI APSUVA KOŞARA...Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri Abhazya topraklarında yaşayan, bağımsızlık mücadelelerinden alnı açık çıkan Abhazların hareketli ve coşkulu dansıdır.

AKITA KOŞARA(Köylü Dansı)..Abhazların Hasat sonunda oynadıkları eğlenceli ve esprili bir danstır.

AVAPA KOŞARA...Erkeklerin Avapa adı verilen kalın keçeden yapılmış giysiler ile oynadıkları savaşçı ve sert mizaçlarını yansıttıkları, özünde cesaret, yiğitlik gibi erdemleri barındıran, kızların zerafet ve estetiklerini yansıttıkları bir danstır.

AŞHA KOŞARA(Dağlı Dansı)Dağlı erkeklerin oynadığı bir oyundur.Yiğit gözü pek
Kafkas delikanlıları ortaya atlayıp asaletlerini sergilerler. Yaptıkları hareketlerle güçlülüklerini gösterirler. Figürler çok keskindir.

KIZLARIN AVAR DANSI...Bu oyun; yaptıkları haraketlerle erkeklerin taklidini yapan kızların oynadıkları bir oyundur, ritim hızlıdır ve içinde esprili bir yaklaşım oyuna güzel bir hal katar.

KEP-KEP KOŞARA...Kızların ritm vermeye yarayan tahtadan yapılmış Kep-Kep lerle oynadıkları ritmik karakteristik, bir danstır.

ISLAMEY...Kuzey
Kafkasya'da oynanan,karşılıklı olarak asalet ve zerafetin sergilendiği, hareketli bir düet dansıdır.

SIMD...Osetlerin oynadığı asaleti ve ağırlığı temsil eden bir danstır.


KAYNAK ===> http://www.6kesek.com/anilar.php?kategoriID=10&sonuc=225
################ NOSTALJi.2 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer


Almet Urgan ( İlyas Hoca'nın hanımı ) 
ve oğu Ramazan Ugan 



Sarıbey OKAY







Ranazan Okay







 Selmenko Hüseyln ARSLAN



Sait Esen ve kızları

 

Tahslldar Sait Esen



Ömer Kurt ve hanımı


Çakmak TOPAK ve kardeşleri



              ==>   NOSTALJİ-3

Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ-3 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer

 

 










 

 



 



 



 

 

NOSTALJi.2   <====>   NOSTALJİ--4

 
Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--4 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer

 

 


 








 









 


 

 


 
 






NOSTALJİ-3     <====>     NOSTALJİ--5

 
Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--5 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################

Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer

ANA SAYFA 


NOSTALJİ--4                   NOSTALJİ--6
 
 

 




























NOSTALJİ--4               <====>              NOSTALJİ--6

 
Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--6 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer

 
 










 
















NOSTALJİ--5          <====>         NOSTALJİ--7 

Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--7 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer







 




















 


 
NOSTALJİ--6            <====>               NOSTALJİ--8


Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--8 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer
















 




















 
NOSTALJİ--7            <====>                NOSTALJİ--9 

 
Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--9 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer










 





















 
NOSTALJİ--8                <====>              NOSTALJİ--10

 
Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--10 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer







































NOSTALJİ--9      <====>     NOSTALJİ--11

Radyo KAFKAS
 
################ NOSTALJİ--11 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer


 
 








NOSTALJİ--10           <====>            NOSTALJİ--12 

 
Radyo KAFKAS
 
################ ÇALIŞMA SAYFASI (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################ 1,
################ NOSTALJİ--12 (Bunun alt sayfası: "ESKİ-ESKİ") ################
Gün olur..... Hayali CiHAN'A değer


 


 









NOSTALJİ--11   <====>

Radyo KAFKAS
 
################ çalışma (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################
 
 

 



                                                     
                                                            

                                                            
                                                                                    
                                                                                        ,
                                                                             




 

955322
19521952


 
                                                                                                       www.aglarca2007.tr.gg
 


arka plan

<style type="text/css">body{ background-image: url(" https://img.webme.com/pic/a/aglarca2007/kar4.jpg ");</style>   



 

 

 
 






 

ggggggggggg
 

 

 
 

 

ARKA PLAN SİTE
<style type="text/css">body{ background-image: url("  https://img.webme.com/pic/a/aglarca2007/arkaaaaaa1111.jpg ");</style>






 

  

 




Bugünki Ziyaretci
4
Bugünki Tıklama
6
################ manzara (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################
                                                                                                               

                                                                

                                                                                                                                 Orhan Ocak
################ Gurbet Gelini (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
 

               GURBET GELİNİ

            Şimşek çaktığında her taraf gündüz gibi aydınlanıyordu. Karanlıkta sadece sesi duyulan yağmurun, bu kısa aydınlanmada ne kadar kuvvetli olduğu görülüyordu. Akşamdan başlayan yağmur gece yarısına kadar devam etmişti hiç dineceği de yok gibiydi.
            Sokakların arasından seller akmaya başlamıştı. Bu seller her yağmurda oluşurdu, yağmurun şiddetine göre büyüklüğü, geldiği ve gelirken de sürüklediği çamur miktarına göre de sarının tonlarındaki rengi belli olurdu.
          Hemen hemen her selde köyün en batı ucunda ki Nenaw’un evini su basardı. Her seferinde evi düzeltmek için yeni bir ev yapacak kadar uğraşırdı. Bu güne kadar kimse anlamış değildi evinin yerini niye değiştirmediğini.
            Köyün evlerinin çoğunluğu ağaçtandı, aralarında da sonradan yapılan birkaç tanede taştan örülmüş duvarları olan ev vardı. Hepsinin istisnasız ortak özelliği çatısız düz dambaşılı olmalarıydı, bu dümdüz damların üstü yörede çıkarılan ve çorak diye isimlendirilen açık mavi bir çeşit toprakla kaplanırdı. Bu toprak yağmurlu havalarda gevşer suyu tutamaz olurdu. Bunun için yağmur sırasında bütün köylü dam başların da devamlı duran ağaç veya taş silindiri gezdirerek toprağın oturmasını böylece de evlerin damlarının akmamasını sağlarlardı.  
           Şewoş İsmail eve girdiğinde her tarafından sular akıyordu. Evlerin, ahırın, samanlığın yuvaklarını çekmiş bazı yerleri de tamir etmişti. Yağmurdan korunmak için sırtına attığı palayı kapının arkasına bıraktı, kuzu postundan dikişsiz olarak yapılan kalpağını da çıkarıp kerevetin üzerine bıraktıktan sonra ocağın başına oturdu. 
           Odayı duvara asılı bir peneşun loş ışığı aydınlatıyordu. Adam ocağın yanına çökerek odunları biraz karıştırınca odanın aydınlığı arttı. Alevlerin yansımalar yaptığı suratında derin kaygılar vardı.
           Yaptığı tahta tekneleri satmak için sık sık gittiği sürüser de tanıştığı birinin oğluna kızını vermeye söz vermiş, bu sabahta bir yaylı at arabası ile iki kadınla bir adam gelerek kızı alıp gitmişlerdi.
         Bunu ailede kimse onaylamamıştı başta karısı olmak üzere herkes gurbete kız vermeye karşı çıkmıştı.  Herkes yüzüne karşı bir şey demiyor ama davranışlarından kendisine çok kırgın oldukları anlaşılıyordu.
          Ocakta şıwanlakonın üzerindeki şivanin içindeki su kaynamaya başlamıştı. Karısı sessizce odaya girerek suyun içine biraz tarhana döküp karıştırmaya başladı. Tarhana bitti sofrayı hazırladı, yemeklerini yediler ama bu süre zarfında da hiç konuşmadılar. Yatakta da hiç uyku girmedi adamın gözüne, yaptığı işten verdiği sözden çok pişmandı. Hele kızı Misas’in ayrıldığı sırada elini öperken saklamaya çalıştığı gözyaşları ile dolu olan gözlerini unutamıyordu. Ancak sabaha karşı biraz dalabildi.
           Misas’in gelin gittiği ev Sürüsar’in sonunda sırtını kayalara vermiş bir evdi. Avlusu 2–3 m yüksekliğinde duvarlarla çevriliydi. Sokağa açılan büyük bir borda kapısı ve bu kapının içinde ayrı olarak açılabilen birde küçük kapısı bulunuyordu.
          Misas uzun yıllar bu avludan dışarı çıkarılmadı. Kaynanası ve kayın babası ile yaşıyordu, aldığı terbiye gereği etraflarında pervane gibi dönmesine rağmen her nedense bir türlü yaranamamıştı. Dışarı çıktıklarında avlu kapısını üstünden kilitliyorlardı. Misas ailesinin hasreti ile yanıp tutuşuyor her gece rüyalarında köyünü anasını kardeşlerini görüyordu. 
             Yıllar bir birini kovaladı, aradan 5 yıl geçti bu süre zarfında babası bir kere amcası da iki kere gelmiş ama yalnız bir seferinde amcası ile görüşebilmişti. Diğerlerinde evde kimse olmadığından ancak avlu kapısının arkasından konuşabilmişti.
           Misas’in 5. yılın sonunda bir kızı oldu ismini Ayşe koydular. Misas onu kimse yokken gupse diye severdi. Çocuk olduktan sonrada ailenin durumu değişmedi. Hatta eziyetlerini kız doğurdu diye arttırmışlardı bile.
          İsmail bütün bunların haberini aldıkça içi içine sığmıyor, üzüntüden kahroluyordu. Artık Sürüsar’e de tekne satmaya gitmiyordu. 6 yılın sonunda misas’in annesi hastalandı ve ölmeden evvel kızını görmek istediğini söyledi.
           İsmail de böyle bir şey bekliyordu, kaç kere sürüser yoluna uzun uzun bakmış. gidip kızını alıp gelmek istemişti. Ama gururuna yedirip yapamamıştı 
           Hemen ertesi gün en iyi atlardan birini eğerletti kamasını taktı ve yola çıktı. Atını eğerleyen oğlu Mustafa her ne kadar:
           — Baba müsaade et ben gideyim dediyse de, duymadı bile.
            İsmail sürüsar’e ertesi gün öğle üzeri ulaştı.
           Kızının evine vardığında kapıların kilitli olduğunu gördü. Allah ne verdiyse koca kapıyı yumrukladı, yumrukladı. Biraz sonra kızının korkudan kısılmış sesini duydu.
           -Kim o?
          İsmail’in içi bir hoş oldu ama kendini çabuk toparladı.
           
           — Benim kızım, derken sesindeki heyecanı saklayabilmişti.

          Misas
          — Baba evde yoklar, bende de anahtar yok az beklersen birinden biri gelir dedi.
          Sözünü bitirir bitirmezde avlu kapısının kalın tahtalarına yaslanarak hıçkırarak ağlamaya başladı. İsmail kızının ağlamasını duyunca ne yapacağını şaşırdı, hırsından titremeye başladı. Tam geriye çekilip kapıya yüklenecekken, kızının kayınpederi Asım Ağa çıktı geldi. Elindeki asaya dayanarak zor yürüyordu. İsmail duyulur duyulmaz bir sesle “hoş geldin” dedikten sonra belinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açtı.
        Avluya girdiklerinde İsmail koşarak yanına gelip ellerine sarılan kızına:
        —Hemen hazırlan gidiyoruz dedi.
         Misas oyalanmadan içeri girdi, çok geçmeden de bir elinde kızı bir elinde de ufak bir bohça ile çıktı. Bohçayı yere koyarak beklemeye başladı.
         Tam bu sırada olanları komşuda öğrenen Misas’ın kaynanası da söylenerek geldi, doğruca gelinin yanına giderek üzerinde birkaç altının takılı olduğu şapkayı çocuğun başından çıkararak koynuna soktu. İsmail bunların hiç birine aldırmadı kızını önüne katarak avlu kapısına doğru yürüdü. Ne nereye gidiyorsunuz diyen oldu ne de durun diyen. Tam kapıdan çıkarlarken ihtiyar kadın arkalarından yetişerek Misas’ın elinde ki çocuğu kaptı ve söylenerek eve girdi.
         İsmail sadece ”Kuzusu geride kalan koyun meleyerek dönermiş” sözlerini anlayabildi. Kızını ata bindirirken kadının da adamın da böğürlerine birer kama sokmayı öylesine canı çekti ki, kendisini zor zapttetti.
         Misas’in aklı ise geride bıraktığı kızındaydı. Üç gün süren yol boyunca hiç konuşmadılar, Misas, yol boyunca babasına hissettirmeden sessiz sessiz ağladı.
         Gelini gittikten sonra her gün asım ağa gile komşularından bir kaç kişi geldi. Her gelen de dağlıların ne kadar zalim olduklarını anlattı, hele kızlarına yapılanları öğrendikleri gibi mutlaka geleceklerdi. Asım ağa öylesine korktu ki geceleri uyuyamaz oldu. Nihayet bir gün nesi var nesi yok, ucuz pahalı demeden sattı. Bir gece yarısı da  kimseye haber vermeden eşyalarını bir arabaya yükleyerek kasabayı terk etti.
          Bu olayın üzerinden tam 30 yıl geçmişti Asım ağa Sürüser den kaçarak yerleştiği Afyon da fazla yaşamadı. Oğlu Hüsrev bir daha evlendi, evlendiği kadının hiç çocuğu olmadı. Ayşe’yi kendi çocuğu gibi bağrına bastı büyüttü. Gerçeği de hiçbir zaman söylemediler. Ayşe okudu liseyi bitirdi birkaç yıl sonrada Afyon nüfus memurluğuna memur olarak girdi, orada tanıştığı Nebi diye bir delikanlı ile de evlendi. Nebi ile Ayşe’nin birkaç yıl sonra ikiz çocukları oldu. İkisi de oğlan olan çocukların sarı saçları ve çakır gözleri herkesi şaşırtmıştı. 
         Ailede bu yapıda kimse yoktu, şaşırmayan bir tek kişi Ayşe’nin ninesi Dudu kadındı. Çünkü bir tek o biliyordu çocukların kime benzediklerini.
         Ayşe’nin hayatını alt üst eden olay 1963 yılının Mayıs ayında gelişti. Her zaman ki gibi o Pazartesi günü de daireye gitmiş evraklarla uğraşıyordu. Gelenlerin hiç yüzüne bakmıyor uzatılan evrakları imzalıyor, mühürlüyor gerekli yerlere kayıt ediyordu. Bir ara eline gelen nüfus cüzdanın da ki Sürüser yazısı dikkatini çekti. Merakla başını kaldırıp cüzdanın sahibine baktı. Karşısında 70 yaşlarında bir adam vardı. Adama:
        — Amca sen Sürüserli misin diye sordu.
        Adam duyulur duyulmaz bir sesle
        —Evet, kızım dedi.
        Ayşe adamın istediği kopyayı hazırladı, onayladı.     Evrakları uzatırken de gülümseyerek:
         — Ben de Sürüser liyim dedi.
         Adam şaşırdı, Ayşe’ye uzun bir süre baktı, gene gayet yumuşak ve korkak bir sesle:
         —Kimler densin kızım dedi.
         Ayşe biraz düşündü, hatırlamaya çalıştı, hatırlayınca da:
         —Hacı Hüsrevlerden gömleksiz Asım’ın kızıyım.
         Adam biraz daha dikkatli baktı,sonrada:
         — Ha dedi, sen şu çerkes gelinin kızısın o zaman.
          Adam sözünü bitirince cevabı da beklemeden uzaklaştı.
          Ayşe şaşırmıştı, bu Çerkez gelin de kimdi? Birden bir şey daha hatırladı, ilkokula gittiği sıralarda, bir kış günü annesi sobaya odun atmış sonrada kapağını açarak karıştırmaya başlamıştı, birden sobadan çıkan kıvılcımlar yerdeki halının ve üzerindeki elbisenin eteğini yakmıştı. Çok korkmuş ağlamaya başlamıştı. O sıra içeri giren ninesi annesine:
         —Dikkat etsene sakar karı Çerkez gelinin halısını da, çocuğunu da yakacaksın diye bağırmıştı.
          Ayşe o gün bu sözlere bir anlam verememiş unutmuş gitmişti, bu gün aynı sözleri ikinci defa duyunca baya afalladı. Çerkez gelin cümlesi beyninde dönüp durmaya başlayınca çalışamayacağını anladı izin alarak eve döndü.  
          Ninesi kapının önünde oturuyordu, 80 yaşını geçmesine rağmen hala dinçti. Torununun zamansız geldiğini görünce baya şaşırdı. Soru dolu bakışlarını torununa çevirdi.
          Ayşe ninesine fırsat vermeden olanı biteni anlattı ve bütün bunların ne olduğunu öğrenmek istediğini söyledi.
          Dudu nine de ne zamandır bunları torununa anlatmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Her şeyi anlatıp torununu miras almaya göndermeyi düşünüyordu. Onun için bu fırsatı kaçırmadı olanı biteni ta baştan itibaren anlattı sonunda da;
          — Hiç vakit kaybetmeden git kızım git de hakkın olan mirası al onlardan, kocaman hükümet memurusun dedi.
          Ayşe duyduklarına inanamadı. Bir süre duyduklarının etkisinden kurtulamadı, sonra büyük bir öfkeye kapıldı ninesini parçalamak istedi bir an, sonra kendisini toparlayarak odasına gitti kendini yatağa atarak uzun süre ağladı. Kapısını da akşama kadar kimseye açmadı.
           Ertesi gün sakinleşmişti, ne yapacağını bilen insanların havası vardı üzerinde. Kocası Nedim’le konuştu ikisi de 10’ar gün izin aldılar. Bir gün sonrada çocuklarını da yanlarına alarak,bir arkadaşlarından ödünç aldıkları bir araba ile annesini bulmak için yola çıktılar. Araba çok eski bir şavurleydi o devirde Afyon daki araba sayısı iki elin parmakları kadar ya vardı ya yoktu. Kocasının askerde şoför olması da ilk defa bir işe yarayacaktı.
          O akşam Emirdağ’ına vardılar. Gece orada kalıp aradıkları köye nasıl gideceklerini iyice öğrendiler.
          Ayşe sabahı zor yaptı, erken saatlerde de milleti kaldırarak, doğru dürüst kahvaltı yaptırmadan yola çıkardı.
          Gidecekleri yerle aralarındaki son köy olan Tenre Köyünü geçerek rampa yukarı tırmanmaya başladıklarında ikindi olmuştu. Başta yolun kıyısında görülen tek tük ağaçlar gittikçe sıklaştı, 10 dakika sonrada kendilerini sık bir ormanın içinde buldular. Yol yan yana uzanan bir tren yolunun rayları gibi gözüken iki patikadan oluşuyordu ama düzgündü. Ara sıra patikaların arasındaki otlar arabanın altına sürüyordu. Köye yaklaştıkça ağaçlar seyrekleşti ve aralarından anıza bırakılmış tarlalar gözüktü. Her tarlanın etrafı meşe ağaçları ile bir çit gibi çevriliydi. Ekilmemiş tarlalar dizi geçen otlarla kaplıydı. Bu otların arasındaki bziwulağhe (kuş tuzağı ) ile gök baş çiçekleri tarlaları bir renk şölenine çevirmişti. Tarlaların kıyılarında, bazende tam ortalarında yer alan beyaz papatyalarla, kırmızı gelincikler manzarayı daha da güzelleştiriyorlardı. Bazen de yemyeşil olmuş ekili tarlalara rastlıyorlardı.
          Yarım saatlik bir yolculuktan sonra nihayet köye ulaştılar. Köyün girişinde sağ tarafta bir mezarlık vardı. Mezarlıktan sonra hemen köye girdiler sağdaki ve soldaki ikişer katlı binaları geçerek köy meydanına geldiler. Bu evlerin yakın zamanda yapıldıkları belliydi. Çünkü çatılarındaki kiremitlerle, farklı yapılarıyla üstleri toprak örtülü ağaç evlerden çok farklıydılar.
          Köy meydanına gelip meydanın tam ortasındaki ahlât ağacının yanına gelip durduklarında arabanın etrafında nerden geldiklerini görmedikleri10–15 çocuk birikmişti.   Çocuklar fazla yaklaşmadan meraklı gözlerle bakıyorlardı. Köye senede iki veya üç kere motorlu taşıt gelirdi, Bu nedenle bu arabanın gelişi onlar için büyük bir olaydı. 
          Nedim arabadan inerek uyuşmuş ayaklarını açmak için bir iki adım attı, bir taraftan da etrafa göz gezdirdi. 20 M ilerde cami duvarının dibinde oturan birkaç adam gördü. Tam onlara doğru yürüyecekti ki, içlerinden biri kalkarak kendilerine doğru gelmeye başladı.
         Gelen adamı gören çocuklar “Yahyako emmi geliyor diyerek sağa sola kaçışarak kayboldular, evlerin kuytularına çekilerek meydanı gözetlemeye devam ettiler.
         Adam yanlarına gelerek “Hoş geldiniz” dedikten sonra onun bir şey demesine fırsat vermeden dertlerini anlattılar. Arkasındanda arabayı meydanda bırakarak adamın önderliğinde daracık bir sokaktan yukarı doğru çıkmaya başladılar. Nedim’in ikide bir geriye arabaya doğru baktığını gören Yahyako (Yahya’nın oğlu):
        —Meraklanmayın 10 yıl orada kalsa kimse ellemez diyerek onu rahatlattı.
        Çok geçmeden etrafı meşe ağacı dallarından yapılmış bir çitle çevrili bir avluya geldiler. Yahyako gene meşe ağacından yapılmış avlu kapısını açarak onları buyur etti. Avlunun kuzeyinde bütün kapıları güneye bakan bir ev vardı. Her odanın kapısı dışarıya açılıyordu ve evlerin önünde de boydan boya uzanan bir veranda vardı.
         Yahyako verandanın bir köşesinde kurulu olan halı tezgâhının arkasındaki kadına seslenerek:
         —Nise haçeğher şüeğ ( Gelin misafirleriniz var ) dedi.
        Tezgâhın arkasındaki kadın hemen kalkarak tezgâhın arkasından çıktı uzun boylu, gençliğinde çok güzel olduğu anlaşılan yaşlıca bir kadındı. Bir taraftan üzerinde kalmış yün parçalarını silkelerken:
          —Kereblâğeh, kereblâğeh. (Buyursunlar, buyursunlar) diyordu.
          Kısa zamanda haber köye yayıldı. Misas’ın 30 yıldır kayıp kızı gelmişti.
         Gece bütün akrabalar toplandı. Ayşe herkesle tanıştı, herkesi çok sevdi. Ne yazık ki dedesi ve annesi ölmüşlerdi.
          Şewoşlar misafirlerini bir hafta bırakmadılar. Bu süre zarfında her akşam bir akraba tarafından davet edildiler.   
          Gündüzleri de köyü gezdiler. Dedesin ile annesinin mezarlarını ziyaret ettiler. Her kesten bol bol annesini dinledi, dayılarının onu bulmak için ne kadar uğraştıklarını öğrendi. İkizlerse köyü çok sevmişlerdi kendi akranları bir sürü arkadaş edinmişler bir hafta boyunca da hiç eve girmemişlerdi.
           Nihayet ayrılık günü geldi tanıştıkları herkesle vedalaştılar. Ayşe kısa zamandaki gözlemlerine ve içgüdülerine dayanarak arabanın ön kısmına kocasının yanına binmedi arkaya çocuklarının yanına bindi.
            Köyden çıktıkların da Ayşe’nin yüreğinde 3 ayrı fırtına esiyordu. Akrabalarını geçte olsa tanıdığı için mutluydu. Annesini dedesini göremediği için üzgündü ve son olarak ta bütün bunlara sebep olanlara karşıda öfkeliydi.
13-EYLÜL–2008 Eskişehir.
Orhan OCAK

 



 
 
 
################ Sevginin gucu (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
 
              SEVGİNİN GÜCÜ

          Mezişha Çile 80 hanelik bir köydü. Dağın yamacına, ormanın en sık olduğu bir yere yerleşmişti. Kafkasya’dan göç ettiklerinde, ovada düz arazilerde yer gösterilmiş ama onlar anavatanlarında ki yerleşim alanına benzediği için burayı tercih etmişlerdi.    Geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı. Çiftçilik ise devletin büyük desteğiyle yeni yeni yerleşmeye başlamıştı. Yörenin en güzel balını üretirlerdi. Çok sayıda ailenin yılkısı (Yabani at sürüsü) vardı. Çevrenin koşumluk ve binek atı ihtiyacı bu yılkılardan karşılanırdı.
        Köyün kuzey batısındaki iki dağın arasındaki boğazdan çenderek denilen bir rüzgâr devamlı eserdi. Bu boğaza girip birkaç km yüründüğünde, ormanların arasında geniş düzlüklere ulaşılırdı. Köylünün koyak dediği bu düzlükler atların en önemli yaylım yeriydi.
        İlk yapılan evlerin tamamı ağaç tomruğundan yapılmıştı. Yeni yapılan evler ise taştan yapılmıştı. Evlerin tamamının çatıları düz örtü olup, çorağın bir çeşidi olan yağlı bir toprakla kaplıydı. Evlerin içleri dışları yöreden çıkarılan bir beyaz toprakla badana edilirdi.
        Evlerin hemen hemen hepsi doğuya bakardı. Önlerinde de boydan boya haşpak denen sundurmalar vardı. Bu sundurmanın rüzgâr alan bir köşesinde, tavana yakın bir yerde ağaç kafes şeklinde sütlükler olurdu.
       Soğuk bir sonbahar akşamıydı. Akşama kadar yağmur yağmıştı. İnsanlar dam başlarına çıkmışlar kanğaç (yuvak) çekiyorlardı. Ağaçtan veya taştan yapılmış bu silindirler ileri geri çekilerek damlardaki çorak sıkıştırılarak suyu geçirmesi önleniyordu. Uzaklarda bir yerlerde şimşekler çakıyor, her şimşekten sonra etraf kör edici bir aydınlığa boğuluyordu.
              İşte böyle puslu bir gecede yayıldı puslu haber.”Savaş çıkmış seferberlik ilan edilmişti.   
        Muhtarın  köye saldığı  iki genç ev ev dolaşarak, köyün  büyüklerine muhtarın toplantı haberini ilettiler. Bir saat sonra bütün büyükler odada toplanmışlardı. Başköşede her zaman ki gibi Martıjko Aziz yerini almıştı. Martıjko Aziz Kafkasya dan göç eden kafileden yaşayan birkaç kişiden biriydi. Az konuşur öz konuşurdu. Herkesin hazır olduğundan emin olan muhtar sıkıntılı bir tonla söze başladı.
         —Komşular hepinizin az çok haberi olmuştur, devletimiz bir hafta önce harbe girmiştir, bizden de gücümüz oranında asker istemektedir, ne diyorsunuz? Diye sordu.
           Kısa bir sessizlikten sonra herkes kendisine göre bir şeyler söyledi. Kimisi hemen bir birlik hazırlanmasını, kimisi acele yapılmamasını gelişmelere göre tavır alınmasını, kimisi de ufak bir birlik gönderilmesini önerdi
          Sonlara doğru da Kanşawko Halit söz aldı. Kanşawko Halit çok gezen, çok bilen, her şeyden haberi olan biriydi. Bu özelliklerini bildiğinden, kendinden emin bir şekilde:
          —Komşular bu savaş uzun sürecek sonu olmayan bir savaş. Bu nedenle ben derim ki, acele yapmayalım devletin biz göçmenlere tanıdığı askerlikten muafiyet yıllarımız dolmadı bekleyelim düşman buralara gelirse bir çaresine bakarız dedi.
          Artık son söz Martıjko Azizindi, bütün gözler ona çevrilmişti.  Martıjko bir süre bekledi yerinden hafifce doğruldu, Kanşawko’nın dediklerine biraz içerlemiş hali vardı. Yaşından umulmayacak net bir sesle konuşmaya başladı:
           — Hepinizi dinledim, kimisinde akıl, kimisinde yürek, kimisinde haklılık payı var. Yalnız hatırlamamız ve hiç unutmamamız gereken şeylerde var. Rusya da düşman kapımıza gelsin bakarız dedik, düşman geldi, yerimizden yurdumuzdan olduk. Bulgaristan da gelsin bakarız dedik, yine yollara döküldük, Yoguslavya da aynı şey oldu. Artık yetti bu bayrak bizim bayrağımız, bu vatan bizim vatanımız. Mezarımızda burası olacak. Bu nedenle yapılması gerekeni değil iki katını yapmalıyız dedi ve sustu. 
         Konuşmadan çok yüzündeki acının, kinin, umudun karışımı ifade herkese kararını verdirmişti.  
           Hemen karar alındı.    
          Bir hafta içinde 68 kişilik bir liste hazırlandı. Liste hazırlanırken tek çocuk olanlar, hastalar, bakıma muhtaç kişisi olanlar bu listeye alınmadı. Birliğin şubeye teslim olasıya kadar Şagumde Yahya’nın komutasında olmasına karar verildi.
           Bu kararın ardından hummalı bir faaliyet başladı. Tğujular pişirildi, kuru etler paketlendi, azık torbalarına güzelce yerleştirildi. Erkeklerde silahlarını temizlediler, atların yelelerini ördüler, kuyruklarını bağladılar. Komşular, akrabalar ziyaret edildi, helâlık dilendi. Bu arada gideceklerin şerefine nisaşe ve eğlenceler de ihmal edilmedi. Nihayet ayrılık günü geldi çattı.                          
           Şhagumde Hamit gideceğini öğrendikten beri, çelişkili duygular içindeydi. Bir yanda, yeni yerler göreceği, yeni insanlar tanıyacağı için mutlu, savaşacağı için tedirgin, evinden, ailesinden, yedi aylık eşinden, doğacak çocuğundan daha görmeden ayrılacağı için ise üzgündü.
             O sabah erkenden kalktı atı Jibğa’ya safi arpadan oluşan yemini bolca verdi eğerini silahlarını kontrol etti. Bütün bunları yaparken köpeği Vüris arkasından dolaştı durdu. Fırsat buldukça ona sürtündü, arka ayaklarının üstünde dikilerek ön ayaklarını göğsüne dayadı, önünde yuvarlandı. Nihayet Hamit işlerini bitirdikten sonra, köpeğin önünde diz çöktü, boynunun altını okşadı sırtını sıvazladı. Köpek aradığı ilgiyi bulduğu için memnun kuyruğunu sallıyor, sanki olacakları tahmin etmişçesine, parlak gözleriyle sahibine bakıyordu.
          Hamit yavaşça doğrulurken başparmağını Vuris’e doğru sallayarak: 
           —Ben yokken buralar sana emanet ha dedi.
          Köyün içinden gelen sesler çoğalmaya başlamıştı. Hamit doğrulduğunda annesi ile babası avluya inmişlerdi, karısı Dane ise kapının eşiğinde duruyordu. Yavaş adımlarla yaklaştı önce babasının elini öptü. Babası duygularını belli etmeyen bir sesle:
           —Güle güle gider, sağ ve salim dönersin inşallah. Dedi.
          Arkasına hiç bakmadan avlu kapısından çıkıp meydana doğru yürüdü. Hamit anasına sarıldı, kadın onu sıkıca bağrına bastı. Acısını belli etmeyen bir sesle:
          —Allaha emanet ol oğul diyebildi.
           Oğlunu zorlukla bırakan kadın da kocasına yetişmek için hızlı adımlarla uzaklaştı. Koca ihtiyarlar genç çifti vedalaşmaları için onları yalnız bırakmışlardı. İhtiyarlar uzaklaşınca Dane koşarcasına geldi kocasına sarıldı, narin bedeni sessiz hıçkırıklardan sarsılıyordu. Uzun süre öylece kaldılar. Hamit karısının omuzlarından tutarak kendinden ayırdı, sağ eliyle çenesini tutarak hafifçe kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak:
         —A si Dane, a si gupse ağlama sana söz veriyorum, döneceğim. Kendine ve doğacak çocuğumuza iyi bak. Dedi.
                Daha bir şeyler diyecekse de fırsat bulamadı.
          Dış kapıdan arkadaşı Yusuf’un sesi geldi.
          —Hamit yatıyor musun daha.
          Yusuf’la çocukluk arkadaşıydılar. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Düğünlere beraber gider, ava beraber çıkarlardı. Şoha denilen at yarışlarında hep aynı takımda olurlardı. Dane’yi abzağh köyünden kaçırırken de yanında o vardı. Dünyada hiçbir şeye aldırmaz, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir şeyi de umursamazdı. Hamit onun sesini kapının önünde duyunca karısına son bir defa baktı, hiç bir şey diyemeden ayrıldı. Atının dizgininden tuttu yavaş adımlarla avludan çıktı. Atlar yedeklerinde yan yana köy meydanına doğru yürürlerken, Yusuf ellerini, kollarını da kullanarak bir şeyler anlatıyor ama Hamit hiç birini duymuyordu.
           Yarım saat sonra birlik hazır hale gelmişti. Köyün dışına kadar atları yedeklerinde çıktılar. Köyün çıkışında atlarına binerek uzaklaştılar. Arkalarından erkekler gururla, kadınlar acıyla, çocuklar da ne olduğunu anlamadan el salladılar.
           Üç günlük sıkı bir yürüyüşten sonra, birlik il merkezindeki şubeye ulaşarak teslim olmuştu. Bir günlük istirahattan sonrada trene bindirilerek geleceklerini bitirecek meçhule yola çıkarılmışlardı.
         Hamit talim alanında verilen moladan yararlanarak sırtını bir çadır direğine vererek oturmuştu. Atların trene bindirilmesi sırasında canı kadar sevdiği atı Jıbğa ayağını vagona dayanan dayamalara sıkıştırarak kırmıştı. Atı muayene eden alay veterineri atın vurulmasından başka çare olmadığını söyleyince dünya başına yıkılmıştı. Amcasının oğlu Halil’in atın kafasına sıktığı tek kurşunu ta yüreğinde hissetmişti. Atsız kalınca da süvari birliklerine nakledilen arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalmıştı. Herkesle teker teker vedalaşmıştı. Yusuf’la uzun süre sarılmışlar ayrılırken de:
         —Benden önce köye dönersen eşim, doğacak çocuğum sana emanet demişti.
         Deli bozuk oğlan da gülerek bir yıl sonra hep beraber köyde olacaklarını söylemişti. Hatta kendi atını da vurarak onun yanında kalmak istemiş ama zorla vazgeçirmişlerdi. Şimdi bir aydır buradaydı ne tanıdığı biri vardı ne de bir arkadaşı. Talim sırasında yırtınırcasına çalışıyor, bu süre içerisinde kafası biraz dağılıyordu. Günler günleri kovaladı ve üçüncü ayın sonunda hareket emri geldi. Önce Şam’a geldiler burada birkaç Arap şeyhi ile bazı çapulcuların isyanlarını bastırdılar. Çok geçmeden de Yemen’e sevk edildiler
         Hamit ne kadar zamandır burada olduğunu unutmuştu. Her gün yoğun bir İngiliz bombardımanına maruz kalıyorlardı. Bombardıman başladı mı kendilerini kumda kazdıkları siperlere gömüyorlardı. Arada bir de saldırılar oluyor bunlara karşı saldırıyla cevap veriliyordu. Rüzgâr çıktığı zaman ise bir felaketti, kazdıkları siperlerin yanı sıra ağızlarına, burunlarına da kum doluyordu. Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise bir felaketti. Gündüz yanan çöl havası, geceleri dondurucu bir soğuğa dönüşüyordu. Cephaneleri, yiyecekleri, suları kıttı. Şöyle bol suyla yıkanmayı öyle özlemişti ki.
          Yine böyle netameli bir gündü: Sabahleyin onar mermi dağıtılmış, süngüler taktırılmıştı. Askerin arasında bir taarruz edileceği, bir geri çek ilineceği rivayetleri dolaşıyordu. Birden sessizliği top ve makineli sesleri bozdu. Daha ne olduğunu anlamadan, komutanları kolağası Ahmet siperden fırladı:
         —Haydi, aslanlarım gidiyoruz diyerek;İleri doğru koşmaya başladı. Hemen ardından bütün bölük, ne olduğunu, nereye gittiğini anlamadan besmele çekerek, siperden fırladı, kolağalarının peşinden koşmaya başladı.
         Hamit daha on adım atmadan ayağında bir yanma hissetti, aldırmadı koşmaya devam etti. Sağında solunda koşan arkadaşları birer birer yere yığılıyordu. Birden göğsünde de keskin bir bıçakla bıçaklanmış gibi bir acı hissetti. İki adım atmadan aynı ağrıyı omzunda ve baldırında da hissetti. Bir ara acı neyse de hiç olmazsa şu yanma olmasaydı diye düşündü. Önce dizlerinin üstüne çöktü sonrada yere yığıldı kaldı. Acılarda, top ve tüfek sesleri de silindi gitti. 
           Gözlerini açtığında kendini bir sessizliğin içinde buldu. Kavurucu bir rüzgârın desteklediği sıcak bunaltıyordu. Vücudunun her yanı zonkluyordu. Başını hafifçe kaldırdığında ayaklarının üstünde, sağında, solunda cesetler gördü. Anladı ki ölü sanılıp ölülerin arasına bırakılmıştı. Birisi üzerindeki cesedi çekerek yana yatırdı, cesedin ceplerini kurcaladı, hiçbir şey bulamadı. Başucundaki adam ayaklarına kadar gelen bir entari giymişti. Adam ona doğru dönüp yaşadığını görünce, nereden çıkardığını görmediğini bıçağı kaldırıp saplayacaktı ki arkadan gelen bir ses onu durdurdu. Sesin sahibi yaklaştı, eğildi, yaralarına baktı. Bu birincisinden epey yaşlı ve sakallıydı. Adam onu belinden tutarak kaldırdı sırtına vurdu ölülere basmamaya dikkat ederek yürüdü. Hamit’in gözleri karardı ve yeniden bayıldı.
         Mezişha köyünden askerlerin ayrılmasının üstünden tam yedi yıl geçmişti. Bu yedi yıl içerisinde elliden fazlasının ölüm haberi gelmişti. Kimisi Yemende, kimisi Sarıkamış ta kimisi de Çanakkale de şehit olmuşlardı. Her haberde köy yasa boğuluyor ağıtlar yükseliyordu. Ateşler düştükleri yürekleri ne kadar yaksa da zamanla insanlar normal yaşantılarına dönüyorlardı. Tarlalar ekiliyor, kışlık odunlar kesiliyor, evlilik çağına gelmiş çocukların düğünleri yapılıyordu. Geriye dönenlerden, şhagumde Rasim’in bir ayağı kalçasından kesilmişti. Yusuf’ta dönenler arasındaydı o uçarı,  şakacı hali gitmiş durgunlaşmış ve olgunlaşmıştı.
          Dane yedi yıl boyunca hiç ümidini kaybetmeden bekledi. Hamit’in ölüm haberi geldiğinde de inanmadı. Hamit kendisine söz vermişti dönecekti. Bu nedenle kendisini evlendirmek istemelerine hep karşı çıktı. Birde oğlu olmuştu, her şeyini ona adamıştı.
          Yusuf arkadaşının ayrılırken dediği, “Ben dönesiye kadar Dane ve doğacak çocuğum sana emanet” sözlerini bir türlü unutamıyordu. Gözlerini her kapadığında arkadaşının hayali gözünün önüne geliyordu. Arkadaşı ölmüştü, bu durumda ne yapmalıydı. Günlerdir beynini çatlatırcasına bunu düşünüyordu. Sonunda kararını verdi. Dane ile evlenecekti.
           Bunu ailesine açtı, onlarda uygun gördüler. Bir akşam Hamit’in annesinin babasının ziyaretine giderek Allahın emriyle gelinlerini, oğullarına istediler. Onlarda münasip gördü. Abzağh köyünden Dane’nin ağabeylerini getirterek rızalarını aldılar. Durumu da hiçbir itiraza meydan vermeyecek şekilde Dane’ye bildirdiler. Dane yıkıldı, her tarafı uyuştu. Ağlamak istedi ağlayamadı. Sonunda bir hafta zaman istedi.
                 Bu konuşmaların olduğunun altıncı gecesiydi. Dane evde yalnızdı. Oğlu uyuyordu. Yüreği iyice daralmıştı. Dudaklarından, geçen yıl köye gelen seyyar destan okuyucunun söylediği türkünün nakaratları dökülmeye başladı.
         Mızıka çalındı, düğün mü sandın?
         Al yeşil bayrağı gelin mi sandın? 
         Yemen’e gideni gelir mi sandın?
              Dön gel ağam, dön gel, dayanamiyrem,

              Uyku gaflet bastı uyanamiyrem,
                Ağamın öldüğüne inanamiyrem.
         Dane'nin gözyaşları yanaklarından süzülüyor, türkünün nağmeleri etrafa yayılırken onlar tek tek yere düşüyordu. Birden dışarıdan Vurisin sesi geldi. Yedi yıldır bir kere bile hav demeyen köpek ortalığı yıkıyordu. Dane yavaşça yerinden doğruldu, başörtüsüyle gözyaşlarını sildi. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Yavaşça evin kapısını açtı, Vuris dış kapıya gidiyor tırmalayıp geri geliyordu. Dane’yi ayakları elinde olmadan dış kapıya sürükledi kapının sürgüsüne uzanan eli titriyordu. Kapıyı yavaşça açtı: karanlıkta seçilmeyen bir karaltı vardı Vuris karaltının üzerine atlamış elini ayağını yalamaya  başlamıştı. 
        Adam duyulur duyulmaz bir sesle:
        —Dane, Vuris diyebildi kelimeler boğazına düğümlenmişti.
        Hamit dönmüştü.

        Haber köye fırtına hızıyla yayıldı. Bütün köylü şhagumdelerin evinde toplanırken, bir atlıda diğer taraftan köyü terk ediyordu. Buda arkadaşına derdini, düşündüklerini anlatamayacak olan Yusuf’tan başkası değildi.

ORHAN OCAK   17.Ekim.2007-ESKİŞEHİR

 


 
 


 
 
################ Cocuk (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
 
 
 
   
 
ÇOCUK
       1945 yılında Yoguslavya prensinin bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesini bahane eden Almanya Romanya dan başlayarak Avrupa ülkelerini işgal etmiş ve 2. Dünya Savaşını  başlatmıştı. Bu durum tüm dünya dengelerini bozmuş, ekonomileri de darmadağın etmişti. Coğrafi yerinden dolayı bu olumsuz gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerden biride Türkiye olmuştu. Devletin herhangi bir savaş ihtimaline karşı, gıda stokuna gitmesi, yılın da kurak geçmesi sonunda memleket de kıtlık ve yokluk baş göstermişti
        Bu durum memleketin her tarafında olduğu gibi, Eskişehir’in bir köyü olan Ağlarca köyünde de kendini bütün ağırlığıyla hissettiriyordu. Her kesin elindeki nevale çabucak bitmişti. Varlıklı ailelerin ellerindeki zahire stokları da tüm köylüyle paylaşılmış ama onlarda suyunu çekmişti.
       Kafkasya kültüründen kaynaklanan yardımlaşma ve paylaşımcılığın etkisiyle herkes elindeki son lokmayı da paylaşarak yaşamaya çalışıyordu,
       Köylüye devlet tarafından her yıl ihtiyaç ve satış olmak üzere iki çeşit meşe odunu verilirdi. Köylüler ormandan gösterilen alanı kendi aralarında üleşirlerdi. Kesim yapıldıktan sonra kışlık ihtiyaçlarını stok ederler satış için kestiklerini de köy meydanında, kıyısında veya daha başka münasip yerlerde, sterler halinde yığarlardı. Ormancılarda gelir bunları ölçer, teskere denen izin kâğıtlarını verirlerdi. Köylü de bunları ya ocaklarda yakarak meşe kömürüne dönüştürerek ya da meşe odunu olarak yakın kasabalara götürüp satarlardı.
       Ama esas para getiren iş ise kaçakçılıktı. Yapuldak ve peçene dağlarından kesilen döşemeler köye getirilir kabukları soyulur ve güneşte bekletilirlerdi. Döşemeler çoğunlukla 7–8 m uzunluğunda olurlardı, bundan uzunları ancak sipariş olursa kesilirlerdi. Bazen de kalın çam tomrukları getirilir, samanlıkların bir köşesine kurulan iskelelerde tahta veya dilmelere dönüştürülürlerdi. İskeleler kuvvetli ağaçlardan yapılırlardı. İskelenin üzerine uzatılan tomruk: Önce siyaha boyanmış iplerle işaretlenir sonrada bir kişi iskelenin altına girer biride üste çıkar ve büyük bıçkılarla dilim dilim tahtalar kesilirdi. Bütün bunlar kaçak olduğu içinde ormancılarla büyük mücadeleler verilirdi.
       Hazırlanan bu döşeme veya tahtalar at arabalarına yüklenir satılmak üzere Sivrihisar, Polatlı bazen de Haymanaya kadar götürülürdü. Bu işi ancak atları kuvvetli olanlar yapabilirdi. Sefere çıkanlar büyük bir yardımlaşmanın içinde olurlardı. Mallarını satıp geri dönerken mevsimine göre sebze ve meyve yüklü olarak gelirler bu getirdiklerini de bütün köyle paylaşırlardı.
       Bu yıl kıtlık dolayısıyla kaçağa birkaç kere gidilmişti.
        İşte hikâyemiz böyle bir sefere çıkılacağının bir gün öncesinden başlar.
       Sefer henüz 11 yaşındaydı, babası 2 sene önce öldükten sonra evin bütün yükü omuzlarına kalmıştı,
       O da bu yükü bir çocuktan beklenmeyecek bir metanetle yüklenmişti. Bu sorumluluk ona olgun bir hava kazandırmıştı. Annesinin akrabalarından Ğhune Yahya iki hafta önce evlerine uğramış Sefer’e iyi bir araba döşeme hazırlamasını onu ovaya ağaç götürecek ilk kafileyle birlikte göndereceğini söylemişti.
       O gündür canla başla çalışmış 8 m lik 9 döşeme ile 14 tane mertek hazırlamıştı.
       Yolculuk sabahı, erkenden kalkmış atlara yem vermiş, kuyruklarını örmüştü. Amcası Şaban’ın yardımıyla da ağaçları arabaya sarmışlar, araba sandığını da ağaçların üzerine sıkı sıkı bağlamışlardı. Annesi de babasının kürkünü kendi eliyle arabaya yerleştirmişti. Bu kürkler o devrin odun kaçakçılarının olmazsa olmaz aksesuarlarıydı. Kırkılmamış koyun postlarından yapılırdı. Ne soğuk ne kar ne de yağmur işlemezdi içine.
       Sefer önce annesinin sonra ablalarının elini öptükten sonra arabaya tırmanarak oturdu, dizginleri eline aldı şöyle gururla bir bakındı sonra atlara okşar gibi:
       —Haydi, yavrum deh dedi. Taylar sanki bu komutu bekliyorlarmış gibi hemen yürüdüler.
       Seferin annesi ellerini açarak uzun uzun dua etti.
       Sefer köy meydanına gelince dizginleri çekerek arabayı durdurdu.Diğer arabalarda toplanmaya başlamışlardı. Herkesin yükü atlarına göreydi. Kimisinin az kimisinin çoktu.
        En çok yük Ratko Şükrünün arabasındaydı, Şükrü orta oku iyice uzatarak arabasını 7–8 m açmış ve düzgünce dört köşe yontulmuş döşemeleri düzenli bir şekilde sarmıştı. Şükrü havalinin en namlı kaçakçısıydı ormancılar onunla hiç karşılaşmak istemezlerdi. En iyi atlar onundu, arabasının çanlarının (tekerlerin göbeğine ve dinğilin başına takılan çeşitli alaşımlardaki metal levhalar) sesini tanımayan yoktu.
       Hemen hemen her kaçakçı silah taşırdı ama o fazladan birde mavzer bulundururdu arabasında. Çok iyi baktığı İngiliz kulaklısını oturduğu minderin altına uzatmış olarak tutardı devamlı.
      Şükrü, Sefer’in yanına gelerek arabasına şöyle bir baktıktan sonra:
       —Aferin Sefer iyi yük hazırlamışsın iyide sarmışsın, dedikten sonra ilave etti.
       — Hep arkamda ol ayrılma, hadi bakalım ras gele.
       Şükrü çocuğun yanından ayrıldıktan sonra ortalığa doğru yürüdü, herkesin duyabileceği bir sesle,
      — Herkes hazır mı? Dedi.
       Milletten gelen cevapları beklemeden arabasına bindi ve sürdü. Diğer arabalar da onun ardı sıra hareket ettiler, önce mezarlığı sonra harmanları geçerek kaybolup gittiler. Arabaların çan sesleri birden başlayan yağmurun içinde uzun süre yankılandı, sonrada onlarda duyulmaz oldu.
       Arabalar kulapa’ya geldiklerinde yağmur hızını iyice arttırmıştı. Sürücüler kürklerine iyice bürünmüşler, atları da kendi hallerine bırakmışlardı.
       Önce Şhagumde Hamit saplandı çamura, arkasından da seferin tayları kaldı. Her yağmurlu havada kaçakçıların korkulu rüyasıydı Kulapanın çamuru. Arabalar dingile kadar çamura oturur sonunda da saplanıp kalırdı. Atlar yere yatarcasına asıldıkları halde arabayı milim kıpırdatamazlardı. Bazı kuvvetli atlarsa çamur mamur dinlemez çektikleri şeyi sürükler çıkarırlardı.
       Şükrü arabası çamurda kalanlara bağırarak:
       —Çocuklar kıpırdamayın dedi ve yoluna devam etti.
      Çamurdan çıkan arabalar sert zemine geldiklerinde durdular. İki çift kuvveti atı koşumlara ellemeden arabadan çıkardılar, bunları çamurda kalmış arabalara koşarak onları da düzlüğe çıkardılar. Atları bir müttet soluklandırdıktan sonra, sabaha karşı ilk mola yerleri hakim kuyusu köyüne vardılar. Arabaları Kunduracı Battal’ın yüksek duvarlarla çevrili geniş avlusuna çektiler. Atların üzerine çulları örterek yem torbalarını başlarına astıktan sonra, araba sandıklarının içinde, kürkleri üzerlerine çekerek birkaç saat sürecek uykuya daldılar.
      İki saat sonra hepsi birden sözleşmiş gibi uyandılar. Battal ağada onlara kahvaltıyı çoktan hazırlatmıştı. Battal ağanın bazı nedenlerden dolayı bu dağ köylülerine minneti büyüktü. Hali vakti de yerinde olduğundan senede bir iki kere onları ağırlamaktan memnun oluyordu.
      Kahvaltıdan sonra Şükrü çocuğu da yanına alarak çocuğun arabasına bindi ve avludan çıktılar. Şükrü arabayı doğru muhtarın evine çekti. Muhtarın avlusu da yüksek duvarlarla çevrilmiş ve genişçeydi.
       Muhtar onları avlunun borda kapısından girdikten sonra fark etti ve gülerek karşıladı.
       —Hoş geldin Şükrü ağa.
       —Hoş bulduk muhtar, Bir isteğim olacak hemen söyleyip yola çıkacağız. Dedi şükrü.
       Sonrada kendilerinin Polatlıya gideceğini ama çocuğu götürmeyeceklerini o nedenle çocuğun yükünün burada satılmasına yardımcı olmasını sonrada onu yolcu etmesini söyledi. Muhtarda:
       — O kolay dedi. Arabada ki ağaçları inceleyerek, ben alırım onun ağaçlarını zaten oğlana bir ev yapmayı düşünüyordum diye de ekledi.
       Şükrü çocuğa yapacaklarını anlattıktan sonra oradan ayrıldı, çok geçmeden de köyden ayrılan arabaların çan sesleri duyuldu.
       Muhtar çocukla tam konuşmaya başlamıştı ki, avlu kapısından iki ormancı gözüktü. Bunlar Haşim ormancı ile Ahmet ormancıydı. Haşim 50 yaşlarında saçları ağarmış suratı hep asık duran birisiydi. Ahmet se göreve yeni başlamış ormancı olamayacak kadar merhametli yapısı olan genç biriydi.
       Haşim çok azılı bir kaçakçıyken devlet baş edememiş onu ormancı yaparak yıllarca kestiği ormanları korumaya memur etmişti. Yıllarca zalimliğiyle etrafa ün saldı. Kendisine rüşvet verenler ormanı kökten kesseler görmemezlikten gelirken, ihtiyacı için bir sırt odun getirenlere kan kusturmuştu. Bu korkunç namı, içinde Şükrünün de bulunduğu dağ köylülerine rastlayasıya kadar devam etti. O gün hiçbir vatandaştan rüşvet almayacağına hiç kimsenin canını yakmayacağına yemin ederek canını zor kurtarmıştı.
       Bu günde kaçakçı arabalarının gelişini görmüş ama onlar gidesiye kadar meydana çıkmamıştı. Ahmet ormancı her ne kadar çırpındıysa da ona da mani olmuştu.
       Dağ köylülerinin bir çocuğu bırakarak gittiklerini görünce yıllardır beklediği intikam saatinin geldiğini düşündü. Bu dağ köylülerine vurulacak en büyük darbe, kendilerine emanet edilen bu çocuğun başına gelebilecek kötü bir olaydı. Haşim çok rahattı artık iki gün sonra emekliye ayrılacak İzmir'e yerleşecekti. Eşini ve çocuklarını çoktan göndermişti bile. Şükrü ve arkadaşları gelesiye kadar bu çocuğu yakalar atına arabasına el koyar tutanakları tutup muhtarlığa yedemin ettikten sonra çeker giderim kimsede beni bulamaz diye düşünüyor, bundan dolayı da ağzı kulaklarına varıyordu.
        Muhtarın avlusuna sahte bir hışımla giren Haşim doğruca  arabanın yanına gitti etrafında bir tur attıktan sonra, muhtarla çocuğun yanına gelerek.
      —Bu arabaya, atlara ve üzerindeki yüke devlet adına el koyuyorum. Muhtar tez yedemin evraklarını hazırlayalım dedi.
        Muhtar gavat gene bir şeyler koparmaya uğraşıyor diye düşündüğünden onu pek ciddiye almadı. Haşim’in koluna girerek:
       _-Tamam, Haşim ağa ağaçları ben aldım senide göreceğiz elbet dedi.
        Ama Haşim’in gözlerindeki kin ve intikam parıltısı korkutmuştu muhtarı. Haşim daha sert bir sesle bağırdı.
       —Hadi muhtar oyalanma diye.
       Çocuk ormancıları gördüğünden beri bir korkuya kapılmıştı.(Ah ülen dağda rastlayacaklardı, baltayı kaptığım gibi geldikleri yerlere kadar kovalardım ya;) diye düşündü. Ama bu yaban ellerinde yalnız başına ne yapabilirdi. Birden fırladı, arabanın önüne dikildi:
       —Atlarıma ve arabama kimse elleyemez. Dedi.
       Sesi çok kararlıydı, gözleri çakmak çakmak olmuştu.
       Haşim’in içi ürperdi birden, sonrada bir çocuk o nihayet diye düşünerek çocuğun üstüne yürüdü, bir eliyle yakasını kavrayıp öteki elini tokat atmak için havaya kaldırmıştı ki: Avlu kapısının girişinden bir ses yükseldi.
       —Ne oluyor burada?
       Avludaki dört kişi birden başını sesin geldiği yöne çevirdiler. Kapının girişinde yerinde duramayan atını zapt etmeye çalışan yamçısı sırtında dalgalanan elinde kamçısıyla onlara bakan İsmail Bey’i gördüler.
        Haşim’in çenesi titredi ayaklarının bağı çözüldü. Şükrü den korkarken daha büyük bir belaya çattığını, İsmail Beyi görünce hemen anlamıştı. Daha kendisini toparlamadan doru at yanında bitiverdi ve İsmail Beyin kırbacı suratında şakladı. Can acısı ile bir elini yüzüne bir elini de belindeki silaha uzatmıştı ki ikinci kırbaç yüzünün öte tarafında şakladı. İkinci kırbaç aklını başına getirmişti. İki eliyle yüzündeki iki kırmızıçizgiyi tutarak öylece kaldı.
       Çocukta tanımıştı  Şhagumde İsmail Amcayı. Öyle bir rahatladı ki koşup ayaklarına sarılası geldi ama kendini tuttu.
       Şhagumde İsmail o yörenin en sayılan adamıydı, hangi köye gitse krallar gibi ağırlanır, her ihtiyacı karşılanırdı. Bu güne kadar fakir fukara takımına hiç zararı olmamıştı aksine onları korur ve her konuda yardımlarına koşardı. Bir huyu vardı ferdi olarak hiç kimseye yük bindirmez yükü olay mahallindeki köyün veya köylerin hali vakti yerinde olan kişilerine eşit olarak dağıtırdı. Bir keresinde Siyah ağaç köyünde atı hastalanınca vurmak zorunda kalmıştı. Köylüler köyün en güzel atını hemen altına çekmişlerdi. O da köyün zenginlerinin aralarında para toplayarak atın sahibine verilmesini sağlamıştı.İsmail ağa atından indikten sonra ilk iş olarak ormancıları gönderdi. Muhtarın getirdiği sandalyeye oturarak çocukla biraz konuştu. Köyden haberler sordu Ğhune Yahya’ya. Psinetğuç Ramazan'a selamlarını götürmesini söyledi.
       O arada muhtarın çocukları İsmail’in atı ile çocuğun atlarının yem torbalarını arpa ile doldurmuşlardı. Çocuğun tayları arpayı büyük bir iştahla yemeye başlamışlardı ama öteki yemek yerine taylara gösteriş yapmak peşindeydi. Sağ ön ayağı ile yeri eşeliyor, kafasını sallayarak kişniyordu.
       İsmail Bey hemen muhtara talimat verdi, bu talimat gereği de köyden 8–10 kişi gelerek arabada ki ağaçları üleşiverdiler. Çocuğun arabası buğday, bulgur gibi kuru üzüme varasıya kadar erzakla doldu. Toplanan paraları da çocuğun eline verdi. Çocuk paralara uzun uzun baktı. Hiç bu kadar parayı bir arada görmemişti, hele aralarındaki kâğıt 2,5 lirayı ilk defa tutuyordu, ama o en çok erzaklar arasında ki çay la şekere sevinmişti. Çay tiryakisi olan annesi ne kadar memnun olacaktı kim bilir. Beş aydır parti ocak başkanlarının kirpit kutusu ile dağıttıkları çayla idare etmeye çalışıyordu. Şeker desen hiç yoktu millet çayını kuru üzümle içiyordu.
       Atlar yemlerini yedikten sonra çocuk yan kayışları bağladı. Vakit ikindiyi geçiyordu, büyük bir sevinçle dönüş yoluna çıktı. İsmail Bey de atının üstünde arabanın yanından hiç ayrılmadan onu Erten köyünün çıkışına kadar getirdiğinde karanlık çoktan basmıştı. Bütün öğleden sonra ki güneş, kulapa çamurunu biraz kurutmuştu arabada boş olunca atlar dönüş yolunda hiç zorlanmamıştı.
        Erten çıkışında İsmail Bey atının dizginlerini çekerek durdu.    Çocukta arabayı durdurdu. İsmail Bey çocuğa dönerek:
        — Çâle, miş kınowjirer wugojişun arbe? Dedi.
       "Çocuk ,bundan sonrasını gidebilirsin değil mi?"
        Çocuğun cevabını beklemeden atının yönünü geri çevirerek geldiği yöne doğru uzaklaştı.
        Çocuk bu koca çerkesin arkasından bir müttet baktı görüntüsü karanlıkta kaybolunca da atlara usulca “hadi yavrum deh” dedi. Araba hareket ettikten sonra gocuğu üstüne çekti atların yem torbalarından birini de yastık yaparak uzandı ve hayallere daldı. Çok geçmeden de uyuya kaldı. Yüzünde tatlı bir gülümsemenin ifadesi vardı. Atlar köye varıp, avlularına girip ,durduklarında çocuk hala uyuyordu.
      *Görevlerini canla başla yapan değerlli  ormancı camiasından,(İçlerinden çıkmış yanlış bir adama yer verdiğim için )özür dilerim .                                                                

 

Orhan OCAK

  

 


 
################ Toraman (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
 

     TORAMAN

        1974 yılının ağustos ayıydı. Siirt’in Kozluk ilçesinin bir köyünde 4 yıl çalıştıktan sonra tayinim kendi köyümüze çıkmıştı. Eylülde okullar açılacaktı, doğup büyüdüğüm, sokaklarında ağaç dalından atımla koşuştuğum, hıdırlezlerde boyanmış yumurtalarımı çayırlarında yuvarladığım, göletlerinde çimdiğim, soğuğunda üşüyüp, sıcağında terlediğim, bahçelerinden erik, tarlalarından nohut çaldığım, dağlarından kiraz, fındık topladığım, büyüyüp delikanlı olduğumda, meralarında at koşturduğum, sokaklarında sevdalandığım köyümde öğretmenlik yapacaktım. Heyecanım o kadar büyüktü ki kelimelerle anlatamam. 
           Bu heyecanıma, bir sabah rahmetli başbakanımız Bülent ECEVİT’İN radyodan, “Bu sabahtan itibaren silahlı kuvvetlerimiz Kıbrıs’a çıkarma yapmaktadırlar, biz barış için gidiyoruz, biz yalnız Türklere değil adada yaşayan Rumlara da barış getirmeye gidiyoruz.” Sözleri ile bildirdiği haberin heyecanı da eklenmişti. 
        Tayin emrimi almak için o zamanlardaki adı İlk Öğretim Müdürlüğü olan, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne giderken askerlik şubesinin önündeki kalabalık beni çok gururlandırmıştı.
           Emri aldıktan sonra fazla oyalanmadım. Üç gün içinde hazırlanarak toparlandım. Bir Skoda tutarak eşyalarımı yükledim köyün yolunu tuttum. Kısa sürede de okulun bitişiğindeki lojmana yerleştim.
İlk iş olarak okulu düzenledim ihtiyaçları belirleyip tedarik ettim. Allah rahmet eylesin o zaman muhtar olan. Fehmi Aydoğdu”nun desteklerini çok gördüm.
           Okulun işleri bittikten sonra, o sene kaydedilecek öğrencileri belirledim, okula gelmelerini beklemeden tek tek evlerine giderek hem tanıştım, hem de kayıtlarını yaptım.
            Nihayet okulların açılacağı 21 Eylül günü geldi. Sınıfa girdiğimde, sanki 15 yıl önce, ayakkabıların tabanları dışarı gelecek şekilde cebime sokmuş merak ve kuşkuyla aynı kapıdan adım attığım günkü gibi heyecanlıydım.
           Sınıf uzunca bir sınıftı. Beş sınıfta bir aradaydı. Soldan sağa doğru birler, ikiler, üçler, dörtler ve beşler diye sıralanmışlardı. Yoklamayı yaptıktan sonra karşılıklı diyalog gerektiren konuşmalar yapıyorduk, bu çerçevede çocuklara köyün ortak malları nelerdir diye bir soru yönelttim. Çocuklar sıra ile okul, cami, çeşme, mera, köy konağı diye saydılar. Biriside koruda var öğretmenim diye ekledi. Bütün bunlar olurken üçüncü sınıflardan bir öğrenci ısrarla parmak kaldırıyordu. Ona doğru dönerek:
         —Söyle bakalım yavrum dedim.
         Çocuk ayağa kalkarak, sanki çok önemli bir şey unutulmuşçasına, heyecanla:
         —Birde Toraman var öğretmenim dedi.     
         Bütün çocuklarda bağırarak, çağırarak onu onayladılar. Şaşırmıştım. Sordum bu Toraman nedir neyin nesidir. Çocuklar büyük bir coşku içinde lafı birbirlerinden alarak anlattılar.
         Toraman köyün sahipsiz köpeğiymiş. Avlusunda köpek olmayan herkesin kapısında sırayla kalırmış.
         Bu olayı merak ettim ve en kısa zamanda öğrendim. Toraman köyde sürüsü olan birisinin köpeğiymiş, çok ta cesurmuş. Bekçilik ettiği davardan kurda kuşa hiç hayvan aldırmamış. Bir kurtla bir domuzla yalnız başına baş edebiliyormuş. Sahipleri köyden göç ettiğinde onu da götürmüşler ama o 100 km lik yolu yürüyerek geri dönmüş. O günden beride avlusunda köpek olmayan evlerin önünde kalıyormuş. Kaldığı evi o kadar sahipleniyormuş ki, bir gün önce avlusunda kaldığı, ekmeğini yediği kişiyi yeni kaldığı evin avlusuna ev sahibi göresiye kadar koymuyormuş köyden kim olursa olsun birisi, bir yere gitmek için köyden çıktığında ona gideceği yere kadar refakat ediyormuş. 
         Okulun açıldığının üçüncü günü toramanla tanıştım. O akşam bir şeyler atıştırdıktan sonra muhtarlığa gitmek için kapıya çıktığımda 5 metre karşımda gördüm. Çok iri bir köpekti, kafası bedenine göre biraz daha iriymiş gibi duruyordu. Tam bir kangal köpeği değilse de mutlak bir karışımı vardı. Duruşu ve bakışları bana korkmamam gerektiğini hissettirdi. Geriye döndüm, yarım francala ekmeği alarak tekrar dışarıya çıktım. Ekmeği birkaç parçaya bölüp yavaşça önüne koydum. Hiç acele etmeden yavaşça yedi. Yemeğini yedikten sonra usulca yanına diz çöktüm başını, boynunu okşadım. “Demek Toraman sensin ha, iki yalnız görev adamı iyi anlaşırız umarım” dedim. Yemek ten ziyade bu vücut teması daha çok hoşuna gitmişti.
          Sonraları çok iyi dost olduk. Toplantı ve maaş günlerinde veya her hangi bir sebeple ilçeye gitmek için sabahın beşinde kalkar ya 5 km lik Kayı köyüne veya 7 km lik Han-Erten yol çatrağına yaya olarak inmem gere kirdi. Her seferinde, nerden anlar, nerden duyar bilinmez daha köyün çıkışında yanımda biterdi. Devamlı 4–5 adım arkadan takip ederdi. Yolda bir davar sesi veya bir köpek sesi duyulduğunda, adımlarının hızlandırır yanıma gelirdi. Tehlike geçince de tekrar geride kalırdı. Anlatıldığına göre ona hiçbir köpek 10 M den fazla yaklaşmamış. Bunu deneyenlerin de sonu pekiyi olmamış. Kayı’ya ise yolculuğum, ben köye girince geri dönerdi eğer yolculuk Han-Erten yol çatrağı ise, ayaklarımın dibine çöker Han arabası gelesiye kadar beklerdi.
          Evlendim dostluğumuz devam etti, çocuklar oldu dostluğumuz devam etti.   Çocuklar büyüdü onların en iyi dostu koruyucusu oldu. Çocuklar çiçek, mantar, kozalak toplamaya gittiklerinde hep yanlarında olurdu. Bu gibi zamanlarda anneleri telaşlanır çocukları yalnız başlarına salıyorsun diye söylenirdi. Ben hiç aldırmazdım biliyordum ki Toraman yanlarında. 
         1982 Yılının Kasım ayının sonlarına doğruydu, toprak yumuşamış iyi bir tav vardı. Hava da yazın giderken unuttuğu sıcaklıktaydı. Günlerden pazardı okul da yoktu. Bundan istifade Karaağaç mevkiindeki kavakların altını bellemeye karar verdim. Kırda yemeğin tadını bildiğimden bir torbada azık hazırlattım bel küreğini de alarak yola cıktım. Tabii Toraman da yanımda. Vakit ikindi olmuş hiç anlayamadan ne yemek nede sigara molası vermemiştim. Hava birden kararır gibi oldu, daha ne oluyor demeden bir kar yağışı başladı ki anlatamam. Hemen her şeyi yüz üstü bırakıp köye yöneldim. 1 km lik yolu yürüyüp köye geldiğimde karın kalınlığı 10 cm yi bulmuştu.
          Akşam yemeği yemiş çayımı içmiş televizyonun karşısına oturup sigaramı yakmıştım ki: Suna yanıma gelerek!
          —Baba Toraman bize küstü mü? Diye sordu.
          — Yok, kızım niye küssün 
          —O zaman bu gün bize niye gelmedi…
          Çocuğun bundan sonra dediklerini duymadım bile. Hemen giyindim, silahımı aldım, el fenerini de alarak dışarı fırladım. Nereye diyen seslere de sadece Toramanı almaya diyebildim. Dışarı çıktığım da karın kalınlığı 30 cm yi bulmuştu, kar yağışı da hızını kesmiş serpiştiriyordu. Hiçbir şeyi gözüm görmedi o hızla bahçeye varmışım.
            Gördüğüm manzara aynen tahmin ettiğim gibiydi. Toraman ayaklarını ekmek çıkınının üstüne uzatmış kafasını da ayaklarının üstüne koymuş yatıyordu. Beni görünce ayağa kalktı üstünde eriyenler hariç bir karış kar birikmişti. Silkelenerek karları üstünden döktü, üzerinde görevini hakkıyla yapanların görüntüsü vardı. Yanına oturdum açlıktan sündüğü halde el sürmediği azığı torbasından çıkardım yiyecekleri önüne koydum büyük bir iştahla yedi. Ben de bir sigara yaktım bir taraftan da dostluk, vefa böyle bir şey mi acaba diye düşündüm. 
          Hiçbir güzelliğin, hiç iyi bir şeyin baki olmadığını ispatlayan olay bir gün gerçekleşti. Güzel bir yaz günüydü bir iş için Çifteler’e inmem gerekiyordu. Sabah yola çıktığımda Kayı arabasının gitmiş olabileceğini düşünerek Han-Erten yol çatrağına inmeye karar verdim. Oradan arabayı kaçırsam bile başka bir vesait dekkelebilirdi. Yola çıktım tabii ki Toramanla. Çatrağa geldik bir hayli zaman geçti, güneş yükseldi ama gelen giden olmadı. Sonunda Kulapaya kadar yürüyüp şansımı taş arabalarında denemek istedim. Beraberce yola çıktık Kulapaya geldiğimizde öğlen yaklaşmıştı. İyice de acıkmıştık. Yolun kenarında ki bakkaldan 1kg kurabiye aldım, çoğunu toramanın önüne döktüm, karşılıklı kahvaltının tadını çıkaralım diyordum ama baktım Toraman yiyemiyor. İyice ihtiyarladığından beri sert şeyleri yiyemiyordu. Hemen yanı başımızda ki çeşmeden musluğunda asılı olan tasla bir tas su getirip Kurabiyelerin üstüne döktüm. Anca ondan sonra kahvaltımızı zevkle yapabildik. Biraz sonrada bir taş arabası geldi. İçeride yer olmadığından arkaya taşların üstüne çıktım. Toramansa ayaklarını açmış başını kaldırmış öylece bakıyordu. Araba uzaklaştıkça ufaldı ufaldı sonunda gözden kayboldu. 
           İki gün sonra köye döndüğümde duydum ki Toraman ölmüştü. Ölüsünü ilk ev sahibinin harabe haline gelmiş yıkıntılar arasında bulmuşlardı. Köylüler de ona vefa borcunu unutmamışlar ölüsünü gömmüşlerdi.
             O gündür dostluk dendi mi Toramanı hatırlarım. Bir gün topallayarak yanıma gelmiş ön ayağını uzatmıştı, tırnakları arasında ki kıymığı çıkarıp yere bastığın da bana öyle bir bakışı vardı ki: minnet dendiğinde de o bakışı hatırlarım.
     
Orhan ocak ESKİŞEHİR 20 Kasım 2007 
 

           

 
################ Olum ve arasinda (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
 

  ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA    

      1979 yılının şubat ayıydı. Bir haftadır yağan kar yağışı durmuş, havada birden bire değişmişti. Sanki yazdan kalma bir gün yaşanıyordu. Yerdeki 30 cm lik kar olmasa kış günü olduğuna kimse inanmazdı.
      Böyle havalarda köylüler hayvanların yemini suyunu verip altlarını küredikten sonra Seydi’nin samanlığının arkasında toplanırlardı. Burası köyün kahvesi konumundaydı. O gün gene birkaç kişi toplanmış konuşuyorduk. Söz döndü dolaştı ava geldi. 
     Yahya önündeki karları ayağıyla ezerken;
     —Tam av havası, kar iyice yumuşadı, bu karda tavşan kaçamaz iyi bir köpekle 3–4 tane avlanır dedi.
     Sanki oradakiler böyle bir teklif bekliyorlarmış gibi hemen ava çıkılmaya karar verildi.
     Yalnız hiç birinin av köpeği yoktu. Hilmi bana dönerek
     — Hoca sende gel o zaman İzzet av köpeğini verir dedi.
     İzzet eniştenin de av köpeği çok meşhurdu, önüne kattığı tavşanı ya avcıların önüne sürer ya da gidebildiği yere kadar kovalardı. İyi bir gezintiyle biraz dağ havasının iyi geleceğini düşünerek kabul ettim.
     İzzet enişteye giderek tüfeğini ve köpeğini aldım, tüfekte eski ağızdan dolmadan çevrilerek kırma yapılmış onikilik bir tüfekti, altı köşe dökme demirdenmiş gibi duran, namlusu normal tüfeklerden 20 cm daha uzun bir tüfekti. Bu nedenle de menzili bir hayli fazlaydı.
     Köpek benim tüfekle evden çıktığımı görüce av olduğunu anlamış etrafımda koşuşturup oynamaya başlamıştı.
     Diğerleriyle köy meydanında buluştuk. Yahya, Hilmi, ben birde gençlerden Hayati vardı.
     Hemen sarı bele kadar gidip bir iki saat av yaparak dönmeye karar verdik.
     Sarıbel’e vardığımızda herkes iz aramak için veya bir çalının dibine sinmiş bir tavşan görebilmek için dağıldılar. Bende montumu çıkararak karların üstüne serdim, tüfeği de dipçiğinden kara sapladım. Montun üzerine oturarak sigaramı yakıp önümdeki manzaranın güzelliğini seyretmeye daldım. Buranın bitki örtüsü çoğunlukla çam ve ardıç ağaçlarından oluşuyordu. Aralarda da meşe ağacı kümeleri vardı. Meşelerin çıplak dalları üzerinde biriken karlar güneşin etkisiyle kayıp düşüyorlardı, bu nedenle sanki yarı çıplak gibiydiler. Çam ve ardıç ağaçlarındaki karlar ise olduğu gibi duruyordu. Kışın dökmedikleri yaprakların yeşilliği ile üzerlerindeki beyazlık seyrine doyum olmayan bir manzara yaratıyordu. Köy tarafına sırtını verip durduğunda karşıya doğru bir yol uzayıp gidiyordu, biraz ileride ormanın içinde kaybolup gidecekmiş gibi olan bu yol dağların arasından uzayıp giderek Peçene ve Kilise'ye çıkıyordu. 
       Yolun sağ tarafındaki dağlar sıra halinde Yazılıkaya,Yapuldak ve kümbet köylerine kadar ulaşırlardı. Sağ tarafta ise kış yaz rüzgârının hiç eksik olmadığı azametli Göktepe vardı. Arkasındaki dağlar takip edildiğinde Göl yaması, Kirazlıdere geçilerek han merasına girilirdi.
      Birden arkamdaki çalıdan bir hışırtı duyuldu, geriye döndüğümde iri bir tavşanın çalıdan fırladığını gördüm. Daha ben silaha uzanırken de ağaçların arasında kayboldu gitti. Birkaç saniye geçmeden de çakalın sesi duyuldu. Köpek nasıl fark etmişse etmiş hemen tavşanın peşine düşmüştü.
     Bir saat kadar tavşan karşı yamalarda dolandı durdu, köpekte arkasından kovaladı. Bir ara arka arkaya iki silah sesi geldi ama köpeğin sesinin kesilmemesinden tavşanı vuramadıklarını anladım. Bu silah seslerinden sonra tavşanda köpekte hızla uzaklaştılar. Köpeğin sesi yavaşlayarak kayboldu gitti. Bazen rüzgârın içinden birkaç cılız havlaması da zaman geçince kayboldu.
     Güneş batmak üzereyken arkadaşlar yamaçlardan birer birer inerek geldiler. Artık köye dönme zamanı gelmişti. Arkadaşlar köyün yolunu tutarken bende köpeğin peşine düştüm. Niyetim onu bulup en kısa zamanda dönmekti. Birkaç kere iz kestikten sonra tavşanla köpeğin gittikleri yolu bulup peşlerine düştüm. Birkaç kere silah attım. Eniştemin dediğine göre köpeğin bu silah seslerine gelmesi lazımdı ama ne gelen oldu ne giden. Birden havanın karadığını hissettim, içimi bir korku kapladı. Tam geriye dönmeye kara verdiğimde karşı yamadan köpeğin sesi belli belirsiz geldi. Bir el silah atarak o tarafa yöneldim. Bu olay birkaç kere tekrarlandı. Bu ara bende birkaç ufak dağı aşmıştım. Havada iyice kararmıştı. Açık gökyüzündeki hilal şeklindeki ayla yerdeki karlar birlikte loş bir aydınlık yaratıyorlardı. Çamlardan püsen inmeye başlamıştı. Bu püsenle hafif hafif esen rüzgârın sürüklediği karlar kısa zamanda izleri örterek yok etti. O zaman paniğe kapıldım. Bir tavşanla bir köpeğin izlerinin bile bu kadar önem taşıyabileceğine ömrümde inanmazdım.
      Artık önümde üç seçenek vardı birincisi geriye dönmek, izlerin silindiğinden çevremdeki hiçbir yeri tanıyamadığımdan dönüş yolunu bulamayacağım kesindi onun için bu seçeneği hemen geçtim. İkincisi olduğum yerde durmadan ufak bir daire üzerinde dönmek. Böylece aramaya çıkanların bana ulaşasıya kadar sağ kalmayı becermek.   Şewoşlardan Hacı Yusuf bir gece vakti Kayı dan  gelirken karaağaç mevkiinde tipiye tutulmuş bir metre önünü göremediğinden şaşırmamak için yola devam etmeyerek bu metodu uygulamıştı. Onun yeri hem köylere yakındı hem de sabaha az kalmıştı. Bu da benim durumuma uygun değildi, geriye üçüncü yol kalıyordu. Aynı yönde mümkün olduğu kadar sapmadan yürümek. Yürüdüğüm zamana, aldığım yola aştığım dağlara bakarsan kısa bir müddet sonra Yazılı, Tonra, Yapuldak köylerinden birine ulaşabilirdim herhalde.
     Bu düşünce bana yeni bir enerji verdi.
     O hızla birkaç tepe daha geçtim. Her tepeyi aşışta bir köy karartısı görmeyi bir köpek sesi duymayı beklerken her tepeye ulaştığım da karşımda yeni bir vadi ve yeni bir tepe görmek çok kötüydü. Acaba dedim kendi kendime benim için hayat buraya kadar mıydı?
     Gözümün önünden bütün geçmişim bir film gibi geçmeye başlamıştı. Film şeridi aileme gelince takıldı kaldı. Canım kadar sevdiğim üç kişi dikilmişlerdi karşıma. Bunlar eşim ve iki çocuğumdu.
     Zaman gece yarısını geçmişti. Bir ağacın altına oturup bir sigara içerek dinlendikten sonra yola devam etmeyi düşündüm. Öyle uykum gelmiş öylede susamıştım ki.
      Birden sanki hemen arkamdaymış gibi gelen kurt ulumasıyla kendime geldim. İki saat önce bu ulumalar bir hayli uzaktan geliyordu. Karşıma gelip dikilseler de umrum da değildi artık çünkü donma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Her ihtimale karşı sesin geldiği tarafa tüfeği doğrultup bir el ateş ettim.
      Birden içimi bir ümit kapladı bu kurt tanrının bir lutfuydu, ettiğim bütün  duaların karşılığıydı beklide. Eğer kurdun ulumasını duymasaydım ağacın altına oturacak anında da hiç uyanmamak üzere uyuyacaktım.
      Yorgunluktan ayaklarım beni taşıyamıyordu artık kara batan ayaklarımı çıkarmakta iyice zorlanmaya başlamıştım. Öylede uyku bastırmıştı ki göz kapaklarımı kapatsam hemen ayakta uyuyacaktım. Karamanlı çavuş geldi aklıma,  Siirt’in Kozluk ilçesinin Geyikli köyünde çalışıyordum. 1973 yılının aralık ayıydı, çok sert bir kış geçiyordu. O sabah çocuklar telaşlıydı. Ne olduğunu sordum.
     —Öğretmen Beşkonak karakolunun çavuşu öldü dediler.
     Yerini öğrendim köy girişindeki kayalıkların dibindeydi. Hemen dışarı çıktım ve o yana yöneldim. Aklıma ilk gelen eşkıya ile girdikleri bir çatışmada vurulmuş olması ihtimaliydi.
     Arkamdan birkaç köylüde yetişti, onlarında malumatı yoktu.
     Olay yerine vardığımızda baya bir kalabalık toplanmıştı. Bizim köy karakolunun jandarması tedbir almış kimseyi yaklaştırmıyordu. Çavuş sırtını kayaya vermiş oturur vaziyetteydi bir eli dizinin üstündeydi, parmaklarının arasındaki sönmüş sigara hala duruyordu. Kazadan gelirken yanındaki jandarmaları göndermiş kendiside biraz soluklanıp, bizim karakola uğrayacakmış ama o çöküş o çöküş olmuş.
     Bu hatıra beni biraz canlandırdı. Tırmandığım tepenin doruğuna bir 40–50 m vardı oraya varabilsem diye düşündüm, hoş varsam da ne olacaktı bir vadi daha, bir tepe daha çıkacaktı karşıma. Ayaklarımda sanki bir ton yük vardı, her tarafım uyuşmuştu. Kulaklarımda çocuklarımın ha gayret diyen sesleri vardı. Ölürsem de ayakta ölmeliydim, bunun için Allaha bir kere daha yalvardım. Tepeye nasıl ulaştım bilmiyorum. Tepeye ulaşmıştım ama bir şey göremiyordum, iri çam ağaçları görüşümü kapatıyordu. On M sağımda bir a
çıklık vardı son bir gayretle oraya yöneldim. Açıklığa ulaşıp aşağıya baktığımda. Karşımda bir dağ yoktu. Dağın eteğinin bittiği yerde, alaca karanlığın içinde hafif engebelerle uzanıp giden bir düzlük vardı. Biraz dikkatli bakınca da yamacın bittiği yerde ev karaltıları gördüm. Bir kaçında da çok hafif ışıklar sızıyordu. Aman Allah’ım ne kadar güzel bir manzaraydı bu. İlk işim diz çökerek Allah’a şükretmek oldu. İçimden ayağa kalkıp aşağıya doğru koşmak geldi. Davrandım ama ayağa kalkamadım.
Yılını tam hatırlayamıyordum tahminen 1950 yılının mart ayıydı. Kayı Köyünden iki avcı, öldürdükleri kurdun derisini otla doldurarak bir sopaya geçirip, köyleri dolaşarak sürü sahiplerinden bahşiş topluyorlarmış. Günlük güneşlik bir havada bizim köyden çıkıp Peçene’ye gitmişler. Dönüşte ise yakalandıkları kar ve tipiye rağmen, topladıkları buğday, arpa gibi şeyleri yükledikleri atın kuyruğundan tutarak, köyün girişindeki boğaz çeşmesine kadar gelmeyi becermişlerdi.
     Köye gelmenin rahatlığıyla çeşmenin başındaki taşın kuytusuna oturup bir sigara içmek istemişler ama donarak ölmüşlerdi. Cenaze sahipleri öldürülmüş olduklarından şüphelendiklerinden şikâyetçi olmuşlar, savcılık ve adli tabip gelmeden cenazeleri iki gün boyunca kaldırmamışlardı. Savcı ve tabip yarı yarı yola gelmeden kada mahsur kalınca cenazeler kızaklarla oraya kadar götürülmüşlerdi. Bu olay uzun yıllar iki köy arasında husumet kaynağı olmuştu, o yıldan sonra da bahar başlarında gelen kışlara bu iki adamın isimlerin den Çakır Ahmet kışı denmiştir. 
     Beni de böyle bir sonun korkusu sarmıştı. Adımlarımı atamıyor adeta sürüklüyordum. Birden aşağılardan, köyün dışından köpek sesleri geldi. Bu bana güç verdi ama sadece iki adım atabildim. Olduğum yerde kazık gibi kalakalmıştım.
     Silah atayım diye davrandım uyuşmuş ellerimle fişeği namluya süremedim. Sonrasında da fişek yere düştü karların içinde kayboldu. Meydanda olsa bile eğilip alma durumum yoktu. Çaresizliğimden ağlamak üzereydim, kurtuluşa bu kadar yaklaşmışken hayatım avuçlarımın arasından kayıp gidiyordu. Aniden belimde ki silah aklıma geldi. Son bir gayretle tüfeği namlusundan yere sapladım, dipçiğini sol koltuğuma alıp yaslandım. Ama bir türlü kurşunu namluya süremiyordum. Mekanizmayı dişlerimle kavrayarak denedim ve becerdim.
     Yüze kadar sayarak bir el ateş ettim, tekrar yüze kadar saydım bir daha ateş ettim. Buna şarjördeki son mermi bitesiye kadar devam ettim. Bu hareket beynimi oyaladığından hem uyumamı önledi hem de silah seslerini duyan biri olursa yerimi bulmada kolaylık sağlayacaktı,
      Artık bu iş tamam diye dizlerimin üstüne çöktüğüm anda kuvvetli bir kolun beni koltuğumun altından kavradığını hissettim. Kolun sahibi hem beni sürüklercesine aşağıya indiriyor hem de uyumamı önlemek için devamlı bir şeyler sorarak konuşturmaya uğraşıyordu. 
      Neler dediğimi hatırlamıyorum ama adamı sesinden tanımıştım. Bu  
eşimin dayısının oğlu. şevoşlardan Selahattin’di.
      Kendi köyümüze gelebileceğim den umudum hiç yoktu. Geldiğim yeri de Yapuldak köyü diye kafama taktığımdan: Allah Allah bu adamın burada ne işi var diye düşünüyordum. Bu ara ormanla iç içe olan ilk eve gelmiştik. Penceresinde ışıklar vardı. Daha Selahattin kapıyı çalmadan kapı açıldı ve Kanşaw Kasım Okay çıktı. Ben hala nerede olduğumu
kestiremediğimden  Kasım da gelmiş buraya diye düşünüyordum.
Kanşawlar eskiden beri atalarından itibaren avcı bir aileydi. Bu durumlarla birkaç kere karşılaştıklarından ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Beni soba yanmayan bir odaya aldılar. Kabanımı kazağımı çıkardılar, beni o halde evin içinde koltuklarıma girerek dolap beygiri gibi yarım saatten uzun bir süre konuşturarak çevirdiler.
     Sonlara doğru tatlısı biraz azca 5–6 bardak ta çay içirdiler. Sonrada sıcak odaya alıp çoraplarımı çıkararak ayaklarımı ılık suya koydular. Biraz kendime gelmiştim. Yengede bu ara sofrayı hazırlamıştı. Bir gün önce Kasım ağabeyin önezede vurduğu tavşanın yahnisiyle karnımı doyurdular. O an yemek bana o kadar lezzetli gelmişti ki, bu gün karnım acıktığın da hala o yahninin kokusu gelir burnuma. Artık iyice kendime gelmiştim ama bırakmadılar toprak sobanın arkasına bir yer hazırlayarak yatırdılar. Başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum.
       Uyandığımda odayı gün ışığı doldurmuştu. Bütün köy haklıda oradaydı.    Çocuklarım birer elimi sıkı sıkı tutmuş başucumda oturuyorlardı. Uyandığımı görünce geri çekilmek istediler. Adetlerimiz gereğince başkalarının yanında anne babaya yaklaşmamaları öğretilmişti.  Kızacağımı sanmışlardı belkide. Ellerini bırakmadım aksine kollarımı omuzlarına dolayıp Bağrıma bastım uzun süre öylece tuttum. Odadaki kadınların bazıları kendini tutamamış hıçkırmaya başlamışlardı.
     Gözlerimi kapattım tanrıya uzun uzun şükrettim. Toparlanıp kahvaltımı yaptıktan sonra başıma gelenleri kısaca anlattım. Benim dışımda gelişen olayları da dinledim. Ben gelmeyince köylü bizim avcı arkadaşları bir hayli fırçalamışlardı. İzzet eniştem ve Fehmi ağabeyin önderliğinde iki ayrı koldan aramaya çıkmışlar izlerin belli olduğu yere kadar takip etmişler, izler kaybolunca da çaresiz geri dönmüşlerdi. Köpeği de Hamdi Topak, kiraz derenin ağzına sabah önezesine gittiğinde bir çalının dibinde bularak paltosuna sarıp getirmişti. Bir gece içinde hiç kimsenin ölümle yaşam arasında bu kadar gidip geldiği olmamıştır.Bu gün düşünüyorumda hiç kimsenin bır saat sonrasının belli olmadığını daha iyi anlıyorum.
 
         20–02–2008 Eskişehir. Orhan Ocak
 

      

 
 
################ Selim'in hikayesi (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################  

           SELİM'İN HİKAYESİ
         Cıvıl cıvıl, güzel bir sonbahar sabahıydı. 
Ahmet Bey’in konağında bahçeye, bahçe dışına, hatta tüm köye yayılan yoğun bir koşuşturma vardı. Özenle süslendiği belli olan gelin arabası, çok sayıda oluşan konvoyda kılavuz araçtan sonraki yerini almıştı. Gelin alıcı gideceklerin tümü yaşlarına, mevkilerine uygun biçimde araçlara bindirilmişlerdi. Konukların çoğunda iki gündür devam eden nisaşenin [düğün] mahmurluğu vardı. En sonda yer alan iki otobüste ise durum bambaşkaydı. Buradaki gençler pşine ve phaceg eşliğinde voredlere başlamışlardı bile. Sanki iki gündür çalan, oynayan, konuklara hizmet eden onlar değildi.

        Ahmet Bey, düğünün sorumlusu, thematesi olan Yahya 
        Bey’le şunları konuşuyordu.
        —Misafirlerimizin hepsine yemek yedirildi mi?
        —Tümüyle bizzat ilgilendim merak etme.
       —Gelin alıcı gidecek araç sayısı yeterli mi? Dönüşte oradan gelecekleri de düşündünüz mü? Ayıplı olmayalım sonra.
        —İçin rahat olsun Ahmet Bey, yeterince arabamız var. Allah’ın izniyle her şey yolunda gidecek, merak etme sen. 
        Ahmet Bey, Yahya Bey’in koluna girerek O’nu kalabalıktan biraz uzaklaştırdı ve şöyle dedi
        —Yahya Bey, Mafehable’nin(Uğurlu Köy] insanlarını sende en az benim kadar tanırsın, seversin. Hepsi xabzelere(adetlere) çok değer verir, hepsi xabzelere çok bağlıdır. Aman gözünü seveyim, can kaybedin ama onur kaybetmeyin, hata yapmayın, bizleri bir ayıbın altına sokarak boynu bükük bırakmayın.
        Bu sözleri söyleyen Ahmet Bey, Yahya Beyin cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla konağa yöneldi.
        Yahya Bey konvoyu oluşturan tüm arabaları tekrar kontrol edip, araçları kullanacak olanları konvoyu bozmamaları ve hız yapmamaları konusunda uyardıktan sonra bineceği arabaya doğru yürüdü. Az sonrada konvoy hareket etti. Yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra, Mafehable köyüne varıldı. Köyün girişinde bütün arabalar durdu. Gelin alıcı gelenlerin hepsi arabalardan indi. Thamateler önde, hanımlar ortada, gençler ise en arkada olmak üzere kendiliğinden bir sıralama oluştu ve grup köye doğru yöneldi.
       Mafehable sakinleri de konuklarını karşılamak üzere köyün giriş kapısına kadar gelmişler, onları bekliyorlardı. Onların da tehamateler den gençlere doğru, büyük bir düzen içinde dizildikleri hemen göze çarpıyordu.
        İki grup bir araya gelince herkes sıra ile tokalaşmaya, hal hatır sormaya başladı. Birbirini tanıyan ve aralarında samimiyet olanların tatlı şakalaşmaları da göze çarpıyordu. 
        Yahya Bey bir ara arkaya göz atmak için geri döndü ve birdenbire buz gibi oldu. Dünya başına yıkılıyor sandı. Damadın amcasının oğlu olan Jankat, ceketi omuzlarında, yaka paça açık, alkollü olduğunu belli eden bir yürüyüşle grubun dışına çıkmış, ev sahibi thamatelere doğru ilerliyordu. Yahya Bey, Jankat’a engel olmak için hemen ileri atıldı ama geç kalmıştı.
Jankat tam thamatelerin yanına gelmiş, elini uzatmaya hazırlanırken, başka bir el uzanarak O’nu geri çekti. Bu elin sahibini Yahya Bey hemen tanımıştı. Bu25–26 yaşlarında, kumral, ince ama sağlam yapılı Doğan adındaki gençti. Çevredeki herkes tarafından sevilir sayılırdı. Bileğide yüreği de sağlam bir Çerkez delikanlısıydı. Xabzelere bağlılığını bilmeyen yoktu.
        Yahya Bey içinde bir şeylerin koptuğunu, bir felaketin çok yakınlarda olduğunu hissetti. Ortaya çıkmak, bir şeyler yapmak istedi ama kıpırdayamadı.
         Doğan Jankat’ı geriye itti. Nereden çıktıkları anlaşılmayan iki genç de O’nu kollarından tuttular. Gençlerden biri ustaca bir hareketle uzandı ve Jankat’ın belindeki silahı çıkarıp aldı. Bu hareket o kadar seri olmuştu ki kimse fark etmedi.
        Doğan çekeninin önünü ilikleyerek ilerledi, saygılı ama ne yaptığını bilen bir ses tonuyla şunları söyledi:
        —Değerli thamatelerim, affınıza sığınarak konuşmak için izin istiyorum.
         Thamatelerin izin verilmiştir anlamındaki işaretlerini aldıktan sonra tok bir sesle devam etti.
         —Şu anda sizlere, bizlere ve xabzelerimize karşı büyük saygısızlık yapılmıştır. Bu güne kadar hiç kimse içkili olarak, ceketi omzunda, yakası paçası bir tarafta thamatelerin ve toplumun önüne çıkmadı. Bundan sonrada çıkmaması gerekir. Bu nedenle bizler köy gençleri olarak bu kişinin ve diğer sorumluların Adiğe Mahkemesinde yargılanmalarını istiyoruz.
         Bu sözlerden sonra Doğan sessizce geri çekildi. Doğan’ın bu sözleri thamatelerin gözlerinde pek açığa vurmadıkları bir memnuniyetin belirmesine neden oldu.  
         Kısa sürede mahkeme kuruldu, her iki köyün ihtiyarlarından oluşan bir hakem heyeti belirlendi. Tamer davacı olan Mafehable gençlerini temsil etmek için seçildi. Yahya Bey Jankat’ı ortaya çıkartıp suçlarını yeni bir ayıpla süslemek istemedi. Orta yaşlı aklı başında bir adam olan Salih’i O’nun vekili olarak çıkardı. Salih kusurlarının büyük olduğunu savunulacak bir tarafı olmadığını dile getirerek özür diledi. Verilecek her türlü cezayı itirazsız kabul edeceklerini bildirdi.
         Mahkeme heyeti kararını çok çabuk verdi ve açıkladı:
       Kusuru işleyen ve onun davranışlarından sorumlu olanlar köye alınmayacak, sorumlular yeteri sayıda hayvan keserek, gelin alıcılarda dâhil olmak üzere o anda köyde kim varsa ziyafet verilecekti.
Bu karardan sonra Yahya Bey derin bir nefes aldı. Kalabalıkta eski neşesine kavuştu. Tam o sırada gelin alıcı gelenlerden Deli Durdu lakaplı Durdu Çavuş, birkaç thamate ile bir kısım gencinde aklını çelerek ;”Bizim gelin alıcımıza bu hakaret yapılamaz, bizde bu durumda köye girmiyoruz, gelini de almıyoruz.” Diye diretmeye başladı. Yahya Bey’in ve diğerlerinin bütün uğraşları, ikna çabaları boşa çıktı. Bu grubun direnci kırılamadı.
          Bekleyiş uzadıkça uzadı, sinirler gerildikçe gerildi. O zamana kadar hiçbir şeye karışmayan, mafehablenin büyük thamatesi, Mezanko muhtarı yanına çağırdı bir şeyler söyleyerek O’nu kızın babasına gönderdi. Muhtar olan biteni ve Mezanko’nın dediklerini kızın babası Rasim amcaya anlattı. Rasim amca uzun süre düşündü, oturuşunu defalarca değiştirdi, sonra da üzgün bir sesle:
        —Kızımız hala evimizde, thamateler nasıl uygun görüyorlarsa öyle davransınlar dedi.
        Muhtar bu haberi getirdikten sonra Mezanko Yahya Bey’i kenara çekerek bu hayırlı işin burada bozulduğunu iletti ve kendilerine hayırlı yolculuklar diledi.
        Gelin alıcılar neye uğradıklarını anlayamadan, başları öne eğik üzgün bir şekilde geri döndüler.
        Ahmet Bey gelin alayının köye girişindeki garipliği hemen sezmişti. Ne bir korna sesi duyulmuş ne de bir silah atılmıştı. Hatta Nazım bile müjdeye gelmemişti. Acaba silah atılırken ölen veya yaralanan mı olmuştu? Bütün olanı biteni Yahya Bey’den öğrenen Ahmet Bey’in dizlerinin bağı çözüldü, hiçbir şey diyemeden kalakaldı. O sırada Kerim de şawovuneye(damat evi) gidip durumu haber vermekle görevlendirilmişti. Şawovunenin kapısından girer girmez damadın şawoğusesi (sağdıç) Cemil gülerek:
        —Ne o Kerim, Nazım’ı geride bırakıp müjdeye sen mi geldin? Bunun için ne yaptın? Nazım’ın arabasının lastiklerini mi patlattın?
        Kerim hiçbir şey demeden kapının yanına çöktü ve olan biteni anlattı. Biraz Jankat’a biraz Doğan’a atıp tuttu. Selim duyduklarına inanamıyordu. Tam 5 yıl Cansel’in gidebileceği her düğüne gitmiş. O oynarken yığınla mermi harcamıştı. Uzun ve zahmetli bir uğraş sonunda Cansel’in gönlünü etmiş, düğün dernek kurulmuştu. Bunlar ne diyordu şimdi? Olabilir miydi böyle bir şey?
        O günden, o saatten sonra Selim bir tek kelime etmedi, yemedi, içmedi. Sonunda bir gece sessizce köyü terk etti. O’nu bir daha ne bir gören oldu nede bir haberini duyan…
         Annesi Zahide ise yıllarca, bıkmadan, usanmadan yolları gözledi. Gördüğü herkese oğlunun geliniyle geleceğini anlattı durdu…
 
1993 Eskişehir  Orhan OCAK
 

      

 
################ Aci hatiralar (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################  

        ACI HATIRALAR

        Köyden ayrılalı tam elli yıl olmuştu.
         Bu nedenle gideceğim yere yaklaştıkca, ayağım uyuşuyor, alnımda boncuk boncuk terler oluşuyordu. Ben ayrılırken tozlu bir at arabası yolu olan bu yol, sık bir ormanın içinden geçiyordu. Şimdi  İse asfaltlanmış ama etrafta gölgesine sığınılacak tek bir ağaç kalmamıştı.
       Rakım yükseldikçe hava serinlemeye başlamıştı. Arabanın camını kapattım, ayağımı gaz pedalından azıcık çektim. Sonunda köy göründü, bir an geriye dönüp kaçasım geldi. Göreceklerimle hatırlayacaklarımdan korkuyordum sanki. 
         Şimdilerde hiç insan yaşamamış görüntüsü veren yıkılmış, harabeye dönmüş evlerin arasından geçtim. Anımsadığım kadarıyla kendi evimizin bulunması gereken yere ulaştım. Gördüm ki asırlık ardıç ağaçlarından yapılmış bina çökmüş, avlu duvarları yıkılmıştı. Anlatılanlara göre dedem bu evi, evin olduğu yerdeki ağaçları keserek yapmıştı. Ardıç tomrukları uç uca getirilmiş, köşelerden de birbirine geçirilmişti. 
         Hatta hayvan ahırlarındaki direkler yerlerinden hiç kesilmeyen ağaçlardan oluşturulmuştu.
         Arabadan indiğimde ayaklarım titriyordu. Şimdi bile çok iyi hatırladığım binek taşına çöktüm.
         Bir sigara çıkarıp yaktım. Derin bir nefes çekerek gözlerimi kapattım. Köyümün elli yıl önceki halini düşündüm.  
        Köyümüz çevrenin en kalabalık köylerindendi. İçine girinceye kadar ağaçların arasından fark edilmezdi. Sokakları düzgündü. Evlerin içi ve dışı yöreden çıkarılan bir çeşit beyaz toprakla sıvanırdı. Herkes, her gün evinin önünü süpürüp temizlediğinden bütün köy tertemizdi. Her evin önünde bir bahçesi vardı. Bahçelerin evlere yakın tarafları, sundurmaların kenarları renk renk çiçeklerle donatılırdı. Bahçenin ekilen ana bölümünde mısır ve kabak yetiştirilirdi. Büyüyen mısırlar insan boyunu aşar, esen rüzgârda hışırdayarak salınırlardı. Hasat zamanı geldiğinde, toplanan mısırlar, genç kız ve erkeklerin birlikte yaptıkları çalışmayla koçanlarından ayrılır, kurutulur, el değirmenlerinde öğütülürdü. Gençler bu çalışmalar sırasında birbirleriyle şakalaşır, yüreklerini tatlı tatlı çarptıran kaşenlerine lokma göndererek duygularını belli ederlerdi. Kabaklar ise toplandıktan sonra kabukları soyularak uzun dilimlere ayrılır, kış boyunca tatlısı yapılarak yenmek için iplere dizilerek kurutulurdu. 
         Evlerin arka bahçesi ise hayvanlara, arabalara ayrılmıştı. Burada, büyük baş hayvanların damı, samanlıklar olurdu. Atların tavlası arka bahçenin mutlaka en iyi yerinde bulunur, bu tavlanın bir bölümü ise koşum takımları ve eğerler için ayrılırdı. 
         Kavak ağaçları birbirleriyle yarışarak yukarıya doğru tırmanmaya çalışırlardı. Hele gece gündüz durmadan, şarıldayarak akan köy çeşmesinin başında bir tane vardı ki! Hiç kimsenin kavağı onunla boy ölçüşemezdi.
          Birden aklıma gelmişçesine gözümü açtım, hayal dünyasından uyandım. Korkarak köy çeşmesinin olduğu yere baktım. Gördüğüm koskoca bir boşluk oldu. Bazı şeylerin simgesi haline gelmiş olan koca kavak artık orada yoktu.
          Sigaramdan derin bir nefes daha çekerek gözlerimi tekrar kapattım. Özlemle o güzelim günlere yeniden döndüm.
Bizim evimiz köyün en sonundaydı. Hemen arkasında çok gür bir orman başlar, sanki sonsuzluğa kadar uzar giderdi. Üç amcamda aynı avludaydı. Her birinin evleri ayrı ayrı ama yan yanaydı. Hepsinin önünde de sundurmaları vardı. Dedemin evi ise onlardan ayrıydı. Sokak kapısına daha yakındı. Önünde üç-dört merdivenle çıkılan bir terası, bitişiğinde de haçeşimiz yer alırdı, burada konuklarımız ağırlanırdı.
          Dedem yemeklerini kendi odasında yerdi. Misafirlerin dışında, benden  başka hiç kimse sofrasına oturamazdı. Aile bireylerinden birisi onun hizmeti ile görevliydi. Benim en büyük görevim ise; dedem abdest alacağı zaman su dolu ibriği götürmek, havluyu omzuma atarak, babam dan  gördüğüm gibi ellerimi kavuşturup beklemekti.
          Göçün ilk yıllarında komşu köyler bizleri, meralarına ortak olacak göçmenler olarak gördüler ve pek sevmediler. Bu nedenle komşu köylerle bazen çatışmalara varan anlaşmazlıklar çıktı. Ama zaman içerisinde bütün bunlar giderildi. Huzur içinde yaşam devam ederken birçok konuda köyümüz örnek alındı.
          Dedem Ale’nin, Yahya Bey’in, Delisimayilin. Sefer Bey’in isimleri yayıldı. Bu kişiler çevredeki çoğu anlaşmazlıklara aracı oldular, sevildiler, sayıldılar.
          Birde avcı Hamzat  vardı köyümüzde. Tüfeğini omzuna asıp, atına atlayarak gittiğinde dönüşü bazen haftalar sürerdi. Ağabeylerim gider onların hayvanlarına bakar, odunlarını keser, kısaca ailenin tüm ihtiyaçlarını giderirlerdi. Hamzat da av dönüşü getirdiği av etlerini köye dağıtırken aslan payını bize ayırırdı. Bir gün çıktığı avdan hiç dönmedi. Anlatıldığına göre yıllardır geyiklere pusu kurduğu yerde, tüfeği elinde ölü olarak bulunmuştu. 
         Evimizin arka bahçesindeki ahırların duvarlarının dibine yemlikler yerleştirilmişti. Avlunun diğer bir köşesine de çok miktarda büyük yassı taşlar konulmuştu. Dedem yılkının köye geleceği günleri bilirdi sanki. Köylüler dedemin yılkının başındaki şığuj “aygır” la iletişim içinde olduğunu söylerlerdi.
          Yılkının geleceği gün avluda büyük bir koşuşturma başlar, yemlikler arpayla doldurulur, taşların üstüne tuz serpilirdi. Dedemin anlattığına göre atlar en çok tuz için gelirlermiş.  
         Önce köyün kuzeybatısındaki iki dağın arasındaki boğazdan bir uğultu yükselir sonrada köyün içini at kişnemeleri, toynak sesleri ve toz bulutu kaplardı. Avlunun tahta kapıları sonuna kadar açılır, bir komutanın emrindeki askerler gibi düzenli bir şekilde avluyu doldururlardı. Onlar yemliklerin ve tuzlanın başına geçerken, en sonradan avludan içeri şığuj girerdi. O hiç yeme, tuza bakmaz, başı havada kulaklarını dikmiş atları gözetlerdi. Bu beyaz aygır benim gözüme çok heybetli görünürdü.
         Dedem, O’nu kapının girişinde karşılardı. Aygır kesik kesik kişneyerek dedemin yanına gelir, burnunu dedemin omzuna, sırtına sürer, bazen de dedemin kalpağını yere düşürürdü. Dedem de cebinden çıkardığı bir avuç kuru üzümü aygıra eliyle yedirir, boynunu okşar, onunla konuşurdu.
         Şiğuj sürüye kimseyi yaklaştırmazdı. Hayvan satılacağı, koşumluk atların seçileceği zaman, bu işi ancak dedem halledebilirdi. Şiğuj at sürüsünü bir çoban gibi güderdi. O sürünün başındayken, değil kurt kuş sürüye insan bile yaklaşamazdı.
         At hırsızlığının moda olduğu günlerde, sürümüzden at çalmak isteyen iki hırsız, kendilerinin sonradan anlattığına göre şiğujın elinden zor kurtularak bir ağaca tırmanmışlar, oldukça uzun bir sürede orada tünemek zorunda kalmışlardı.
         Köyümüzde koyun ve kuzu sesleri kesilip, o günün işleri bittikten sonra, bastıran gecenin sessizliğini pşine sesleri bozardı. Pşine sesine kimi zaman kaşenine seslenen bir aşığın voredi, kimi zamanda düğüne başlayan gençlerin neşeli dejüvleri eşlik ederdi.
          Aradan günler geçti ailedeki bazı olaylar, olayların getirdiği genç ölümler dedemi iyice yıprattı. Ailenin idaresini de büyük amcam ele aldı.
           Bir gün Şiğujı dört taraftan boynuna geçirilen iplerin arasında getirdiler. Aygır özgürlüklere vurulan zincirlere isyan edercesine şahlanıyor, sıçrıyor ama boynuna geçirilen iplerle baş edemiyordu. Amcam bir takım insanlarla görüştü, pazarlık yaptı, anlaştı. Onlarda atı alıp götürdüler.
          İşte o günü hiçbir zaman unutamam. Dedem şimdi benim üzerinde oturduğum binek taşına sırtını vermiş, sessizce oturuyordu. Yanına vardığımda, o dağ gibi adamın gözyaşlarının, bembeyaz olmuş sakallarına kadar indiğini gördüm. Olanca içtenliğimle:
          —Ne oldu tetej neye üzüldün? Diye sordum. 
          Dedem uzun uzun bana baktı, ellerimi ellerinin arasına aldı. Fark ettim ki elleri titriyordu. Zorlukla duya bildiğim bir ses tonuyla;
          —Şiğuj gitti oğul, şiğuj gitti dedi.
         Sonrada kendi kendine konuşur gibi:
          —Direniş bitti çözülme başladı, kim bilir daha ne değerlerimiz gidecek? Onlara ağlıyorum dedi.
          Hep düşünüyorum ve kendime soruyorum. Dedemin o zaman yok oluşuna gözyaşı döktüğü değerlerin bugünkü durumu bizlere de aynı gözyaşlarını döktürmüyor mu?
 
       Orhan OCAK
     Ağlarca ESKİŞEHİR
     3. Ekim. 1998  
 

      

 
################ Ağlatan kafe (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################  

              AĞLATAN KAFE

            Temmuz ayının ortalarında bir gündü. Köylü arpaları bitirmiş buğdayları biçmeye başlamıştı. Ben de yeni denenmeye başlanan Meksika buğdayı ekmiştim. Hem üzerimde hamlık olduğundan hem de bu buğdayın saplarının kalın ve sert olmasından iyice yorulmuş, tırpanı da tarlada bırakarak köye dönmüştüm. Evin önündeki kerevete oturmuş kahvemi içiyordum ki korktuğum başıma geldi. 
          Harun, “Hoca” diye bağırarak avluya girdi. Harun uzun seneler İstanbul’da çalışmış, çalıştığı iş yerinden kaynaklanan bir akciğer rahatsızlığından dolayı temiz havası için köye dönmüştü. Hemen hemen her akşam milleti toplar, gençlerle eskiler arasında voleybol maçı yaptırırdı. Beni de kurtarıcı olarak eskilerin arasına alırdı. Tabii sonunda da gençler bizi duman ederlerdi. Millet bizim gazozumuzu içmekten, şekerlemelerimizi yemekten bıkmış, Harun’un sayesinde biz ısmarlamaktan bıkmamıştık.
           Bu günde yorgunum dememe aldırmadan, yeni taktikler anlatarak sahaya sürüklemişti beni. Tam sahanın olduğu köy meydanına gelmiştik ki, ilçe yolundan bir jip tozu dumana katarak geldi ve yanımızda durdu. Jipin sahibi kavruk dediğimiz birisiydi.  Bütün dağ köylerinin gelenini gidenini otaşırdı. Sanki içimizden biri olmuştu.
          Kavruk arabadan inmiş hem konuşuyor hem de elimi tutmuş sallıyordu. Çok boş konuşan biri olduğundan dediklerini dinlemedim bile. Arabaya dönüp baktığımda baba dostumuz Ali İhsan abiyi gördüm. Hemen yanına giderek elini öptüm.
          Hoş geldin amca, dedim. 
          Üzüntülü ve kısık bir sesle:
          —Yeğenim pek hoş gelmedim, dedi.
          Harun’a dönerek kavruk’u gösterdim;
          —Benim yerime bu oynayacak biz birazdan döneriz dedim.
          Ali İhsan abiyi alarak eve götürdüm. Ben ocağa çay suyunu koyarken o anlatmaya başladı. Oğlu Seferli Köyünden bir kız kaçırmış, kızın yaşı 18’ in altındaymış, ailesi şikâyetçi olmuş, her tarafta aranıyorlarmış. Yanına oturdum, elimi dizine koyarak:
          —Tamam, amca üzülme sen hallederiz. Şimdi söyle bana kızın yanında birisi var mı?
           —Evet, dayısının oğlu var.
           — Kızın 18 yaşına kaç ayı var?
           —13 gün.
            —Neredeler şimdi?
            —Elmalı da bir arkadaşındalar.
            —Emniyetli mi?
            —Birkaç gün için evet, sonrasını bilemem.
            Bu konuşmadan sonra Ali İhsan Amcanın çayını koydum, o çayını içerken bende Sait ile Hilmi’ye haber saldım. 5 dakika sonra geldiler. Onlara:
           — Çocuklar iki günlüğüne bir işimiz var hazırlanıp gelin, dedim.
           Kalkıp kapıya doğru yöneldiklerinde de ilave ettim.
           —Sağlam gelin ha.
          Çocuklar çıktıktan yarım saat sonra hepimiz hazırdık, arabaya bindik ve yola çıktık. Bu arada çok garip bir şey olmuştu, yapılan maçta eskiler ilk defa gençleri yenmişlerdi.
İlçeye geldikten sonra doğru Ali İhsan Amcalara indik. Kavruk’ saat gece 22’de beni Kel Osman’ın kahvesinin önünde beklemesini söyleyerek gönderdim. Sait ile Hilmi’ye de taksici Raif’i bularak saat 22 de hazır olmalarını, bizi belirli mesafeden takip ederek arkamızı kollamalarını söyledikten sonra hareket saatine kadar serbest bıraktım.
            Biz Ali İhsan Amcayla konuşurken Huriye Teyzede yemek hazırladı. Yemekten sonra ise oğlu Fatih için lazım olacağını düşündüğü bir valiz toparladı. Nihayet vakit geldiğinde içlerini ferah tutmalarını, lazım olduğunda bizi nerede bulacaklarını söyleyerek valizi de alıp evden ayrıldım.
Kahvenin önüne geldiğimde Kavruk hazırdı. Şöyle bir etrafıma bakındım10 M geride bizimkileri taksinin içinde gördüm, sellektör yaparak hazır olduklarını bildirdiler.
           Hiç vakit kaybetmeden hareket ettik. Çocukları kaldığı köyden alarak 13 günü geçireceğimiz Kayalık Köyüne doğru yola koyulduk. Yolda bir ara Kavruk telaşla “hocam takip ediliyoruz “dedi. Bende aldırmamasını söylemekle yetindim.        
            Telaşlanması hoşuma gitmişti, yol boyunca da telaşını giderecek bir şey yapmadım.
            Bir saati ovada bir saati de çam ve meşe ormanının içinde geçen bir yolculuktan sonra Kayalık köyüne geldik. Vaktin gece yarısını geçmesine rağmen köye girişteki yolun iki tarafındaki harmanlarda lüks ışıkları yanıyordu. Köylüler bu köyde yalnız geceleri esen bir rüzgârdan faydalanarak harman savuruyorlardı.
            Doğruca Raşit’in evine gittik. Raşit hem uzaktan akrabamız hem de delikanlılık yıllarımda ki en iyi arkadaşımdı. Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış, üç yıldır da Kayalık Köyünün muhtarlığını yapıyordu.
            Raşit’i uyandırıp durumu kısaca anlattıktan sonra bizim çocukları ve taksicileri geri göndermek istediysem de, Raşit hiç birini bırakmadı. Hemen taksicilerle beni bir odaya gençleri de başka bir odaya aldı.   Kısa zamanda önümüze bir sofra çıkarttı. Yemeği getiren Raşit’in kardeşi Raziye hoş geldin faslından sonra:
            —Abi bakıyorum da gene iş başındasın, diye takılmadan edemedi.
            Bende kısaca:
            —Dostlar sağ olsun, onların bize işleri düştüğü sürece biz varız, dedim.
            Yemekten sonra taksicilerle, bizim çocukları yolcu ettik. 
            Raşit hemen kızı başka bir haneye, oğlumuzu da başka bir haneye yerleştirdi. Bizde geldiğimi duyan tanıdıklarında katılmasıyla çayımızı içerek sabaha kadar muhabbet ettik.
             Zamanımız anlatılamayacak kadar güzel geçiyor, sayılı günlerimiz azalıp gidiyordu. Geceleri bir gece kızın kaldığı yerde, bir gece delikanlının kaldığı yerde olmak üzere her gece eğlenceler kuruluyor, düğünler yapılıyordu. Bu eğlencelere komşu köylerden
              Gelen kızlı erkekli gruplarda katılıyordu. Gündüz akşama kadar tarlada çalışan bu gençler akşamları böylesine bir enerjiyi nereden buluyorlardı bilmiyorum. 
Kızı misafir eden hane ona iyice sahiplenmişti. Gelin almaya gittiğimizde bize neler yapacaklarını anlatıp takılıyorlardı.
Köye geldiğimizden beri bir şey dikkatimi çekmişti. Her akşam güneş batımı ile birlikte iki mızıka sesi duyuyordum. Biri başlayınca, öbürü susuyor, o susunca öteki başlıyordu.
Sesin biri köyün bir ucundan öbürü öteki ucundan geliyordu. Nağmelerde oyun havası değildi, insanın içerisine işleyen alıp ta uzaklara götüren çok hüzünlü nağmelerdi.
             Merak ettim Raşit’e sordum. Uzun uzun anlattı.
             Mızıkayı çalanların biri erkek birde kızmış, bu ikisi birbirine sevdalıymış, sevdalıymış ama bir araya gelmeleri imkânsızmış. İki aile arasında kan husumet düşmanlık her şey varmış. Remzi bu sevdayı unutmak için köyden ayrılmış. Önce Almanya’ya sonra Suriye’ye oradan da Ürdün’e geçmiş. Uzun zaman Prens Ali’nin muhafız alayında durmuş. Prens Ali’nin babası ölüp kralın çerkes olmayan eşinden doğmuş üvey ağabeysi kral olunca oda Ürdün den ayrılmış. Bakmış içindeki kara sevda bitmemiş dönmüş gelmiş köyüne. Kendini atlara vermiş. Balıkesir taraflarından birkaç damızlık at getirmiş ve çok güzel atlar yetiştirmeye başlamış. Her akşamda mızıkasını alır sevdiğine içini dökermiş.
Gülbaharsa Remzi köyden ayrıldıktan sonra tamamen içine kapanmış, bütün taliplerini geri çevirmiş dertlerini sadece mızıkasına döker olmuş.
              Bu iki sevdalı mızıkalarıyla anlaşır dertleşir olmuşlar.
Bu hikâye beni baya etkilemişti. Ertesi akşam iş edinip Gülbaharın babasını ziyaret etmeye karar verdim ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Gülbahar’ın babası Ziya Bey çok sert ve aksi bir adamdı.
             Ertesi gün bu mesele kendiliğinden çözüldü. O akşam bizi yemeğe davet etmişlerdi. Köye geldiğimizden beri bu davetler sürüyordu. Çocuklara yemekten sonra Gülbahara mutlaka ağlatan kafeyi çaldırmalarını istedim. Akşam büyükler ayrı odada gençlerde ayrı odada yemeklerimizi yedik, bir taraftan çaylarımızı içerken bir taraftan da muhabbete başladık. Ziya Bey askerliğini Atatürk’ün muhafız alayında yapmıştı, o nedenle çok ilginç anıları vardı. Büyük zevk alarak dinledim, tek rahatsızlığım sigara içememekten kaynaklanıyordu.
            O ara gençlerin bulunduğu odadan mızıka ve wored sesleri gelmeye başlamıştı. Biraz sonrada ağlatan kefenin hüzünlü melodisi başladı. Gülbahar o kadar içten çalıyordu ki içimi titretti hüznü ta iliklerime kadar hissettim. Herkeste benim hissettiklerimi hissetmiş olacaktı ki içeride bir sessizlik hüküm sürüyordu. Melodinin sonunda sessizliği  Raşit bozdu. Bana dönerek:
              — Hocam sen bu şarkının hikâyesini biliyorsundur, dedi.
              Bu soruyu bekliyordum çünkü sormasını buraya gelmeden önce ondan ben istemiştim ama yinede tedirgin oldum.
              — Bir şeyler biliyorum ama milleti rahatsız etmeyelim, dedim.
             Ziya Bey de merakını gizliyemiyen bir ifade ile:
              —Anlatırsan seviniriz deyince, hafifçe toparlanarak, anlatmaya başladım.     
          Yerimden hafifçe doğrularak, derin bir nefes aldım ve anlatmaya   başladım.
              —Adananın dağ köylerinde ay kadar güzel olan Gurina isimli bir kız yaşarmış. Ova köylerinden varlıklı bir ailenin oğlu ile de sözlüymüş. Günün birinde bu dağ köyündeki düğünlerden birine bir grup delikanlı gelir. Bunların içinden hafif sarışına kaçan, çakır gözlü, boylu poslu, oynarken yeri titreten Şahin isimli delikanlıyla, gurina’nın gönülleri birbirine düşer. Kara sevda ikisini de kavurur, kavurur kavurmasına ama kız sözlüdür. Delikanlı ne kadar ısrar ederse etsin kız ailesinin onurunu çiğneyemeyeceğini söyleyerek ret eder. 
            Sonunda düğün günü gelir çatar. Günün akşamı bir mızıkadan çıkan hüzünlü nağmeler, gelin evinin avlusuna oradan da bütün köye yayılır. Öyle hüzünlü bir melodidir ki dinleyenlerin yüreğinin yağını eritmektedir. Gurina bütün acılarını, olacakları bu melodilere dökmektedir sanki. Kızın arkadaşları olayların gelişmesinden şüphelenirler kapıya gelirler ama kapı kilitlidir. Birden nağmeler kesilir ve ardından bir silah sesi duyulur.
           Kapı kırılıp içeri girildiğinde görürler ki kız babasının silahının tetiğini çalacağı son tuşa bağlayarak intihar etmiş. O günden sonrada bu melodi ağlayan kafe olarak anılmış.
           Sözümü bitirdiğimde içeride uzun süren bir sessizlik oldu. Önce çalınan müzik arkasından acıklı hikâye herkesi etkilemişti.
            Sessizliği yine Raşit bozdu:
            —Hatırladığıma göre değişik bir hikâyesi daha olacaktı. Dedi.
            Biraz nazlanmak istercesine:
            —Evet, var ama milleti sıkmayalım dedim.
             Ziya Bey nezaket icabı olmayan bir merakla ve kendisine mahsus o kısa ve kesin tavrıyla:
            —Üşenmezsen dinlemek isteriz yeğen dedi.
            Bunun üzerine ben de anlatmaya devam ettim.
            —Hikâye son tarafına kadar, isimler, yerler değişse de hemen hemen aynı. Burada sevdiğine kavuşamayacağını anlayan delikanlı canına kıyar, kızda mızıkasını alarak delikanlının mezarı başına gelir. Amacı ağıt yakmaktır ama elleri parmakları çalışmaz. Kızda mızıkayı mezar taşına çarparak parçalar ve oda canına kıyar. İşte o anda görülmemiş bir şey olur. Kırılan mızıkanın parçaları kendiliğinden birleşir ve kendi kendine bir melodi çalmaya başlar. Müzik o kadar acıklıdır ki oradaki herkesi ağlatır ve adı ağlatan kâfe kalır.
          İkinci defa çaylar demlendi, muhabbet koyulaştı. Gece boyunca bu konuya bir daha değinilmedi.
           Ertesi gün Raşit’le av bahanesi ile biraz dolaşalım diye hazırlanmış, tam avlu kapısından çıkıyorduk ki motosikletli bir genç hızla gelerek önümüzde durdu. Saçlarının aldığı şekle ve yüzünün rengine bakılırsa bir hayli hızlı geldiği belliydi. Delikanlı motordan inip motoru ayaklığının üstüne almaya uğraşırken, Raşit sordu.
         —Ne o Ali bu telaş ne böyle?
         Ali elleri ile üstünü silkelerken;
        —Evet, ağabey, haber getirdim hem de önemli bir haber dedi.
         Bir müttet şüphe ile beni süzdü, ancak Raşit’ten işaret aldıktan sonra  anlatmaya başladı.
          —Karakola ihbar geldi, köyünüzde kaçaklar saklanıyormuş, arama yapmaya gelecekler.
          Raşit gerisini dinlemedi bile onu yüzünü yıkayıp karnını doyurması için eve yolladıktan sonra çağırdığı gençlere talimatlar yağdırmaya başladı.
         Önce gelini ve yanındakileri ahır çeşmesindeki tarlalarda haşhaş koparanların yanına gönderdi. Bizim oğlanı da altına bir araba eline bir balta yanına da geveze Hamzat’ı vererek, rüzgârlı yamaca odun yapmaya gönderdi. Zavallı bizim oğlan dağdan inip jandarmaya teslim olmayı isteyeceği saatleri yaşayacaktı herhalde.     
     Bütün bu organizeleri yaparken Raşit’i hayranlıkla seyrediyordum.     Öğretmen okulunda da böyleydi 68–69 yıllarında Ankara’nın o puslu günlerinde bu organizatörlüğü çok işimize yaramıştı. Mezun olduktan sonra da aynı şekilde çalışmaya devam etmiş, çalıştığı köylerde de sadece eğitim alanında değil, kooperatifleşmekten tutunda hayvancılığa kadar her konuda köylülerle birlikte çalışmıştI. En son yöneticilik yaptığı okulda soğuk bir 10 Kasım sabahı çocukların üşümesine dayanamayarak Atatürk’ü anma törenlerini okulun içinde yaptığı için soruşturmalar geçirmişti. Tüm ifadelerde de tek bir cümlelik savunma yapmıştı.*Atatürk sağ olsaydı nasıl davranacaktıysa öyle davrandım.* Neticede aldığı kınama cezası ağrına gitmiş,
             İstifa ederek köye gelip yerleşmişti. Bu gün tam onun o zamanlar da düşündüğü gibi,10 Kasımlar bir yas töreni değil Atatürk’ü anma ve tanıma günü olarak uygulanmaktadır.
             Daldığım hayallerden Raşit’in bana seslenen sesiyle uyandım.
             —Abi sende Osman’ı al doğru ava, akşama boş gelirseniz yemek yok diyordu.
              Oyalanmanın âlemi yoktu hemen oradan ayrılıp dik bir yamacı kaplayarak yükselen ormana yöneldik.
              Köyden yüz yüzeli m uzaklaştıktan sonra durduk, ormanın koyu yerinden köyü rahatça görebileceğimiz ama köyden görünmeyeceğimiz bir yer belirledik. Gazellerden ve otlardan rahatça oturabileceğimiz yerler yaptık.
             Osman da niyetimi anlamış olacaktı ki hiçbir şey sormadı. Sırtımı iri meşe ağacına dayayarak oturdum, sigaramı da yaktıktan sonra Osman’a en hassas yerinden takıldım.
                —Eee Osman senin için bu zorluklara ne zaman katlanacağız, görünürde bir şeyler var mı?
               Başta biraz çekindi ama sonradan açılarak anlatmaya başladı. Biz muhabbeti koyulaştıralı ne kadar zaman geçti bilmiyorum, duyduğumuz araba sesiyle başımızı köyün girişinde ki ince yola çevirdik. Biraz sonra orman çıkışında iki araba belirdi. Öndeki bir askeri araçtı arkadaki de bir jip. Birden kan beynime sıçradı bu kavruğun jipiydi. Emin olmak için iyice yaklaşmalarını bekledim. Evet, onun jipiydi. Hain herif üç kuruş taksicilik ücreti için satış yapmıştı.
 
                    Arabalar gelip köy meydanında durdular, askeri cemse den inen askerler koşar adım Raşit’in evinin etrafını sardılar. Raşit ile komutan ayaküstü bir şeyler konuşuyorlardı. Kavruğun jipinden de birkaç sivil inmişti. Herhalde kızın akrabalarından birileriydi. Kavruk’un yaptığı canımı çok sıkmıştı, canını bir hayli yakacağım kesindi ama bunun kokusunu duyurmadan da rahat edemeyecektim. Gözlerini köye dikmiş oturan Osman’a dönerek:
               —Yeğenim ağabeyin bunlara en aşağıdan birer ayran içirmeden göndermez. Hemen aşağıya in şu mavi gömlekli taksi şoförüne yanaş kimseye hissettirmeden selamımı söyle ve döndüğümde oralarda arabasına bindirecek insan değil kuş bulamayacak dediğimi ilet.
               Osman aşağıya inerken askerlerde yanlarında birileri olduğu halde bazı evlerin avlularına girip çıkmaya başlamışlardı. Bir saat sonra gelenler toparlanıp geldikleri gibi gittiler. Bende beklemeden köye döndüm.
     Raşit’in neşesi yerindeydi. Komutanla araları iyiydi anlaşılan.
             —Onlar da görevlerini yapacak bizde görevimizi yapacağız diye gülerek olan biteni anlattı.
         Siviller kızın iki kardeşiyle dayısıymış. Sekiz gündür yollarda o köy senin bu köy benim,   gelen ihbarların peşinde dolaşıyorlarmış.
        O günün akşamı yemek davetine gençleri gönderip biz Raşit’le Remzi'nin yanına gittik. Bizi memnuniyetini belli eden bir ifade ile karşıladı. Saçlarına hafifçe kırlar düşmüştü. Yüzündeki çizgiler sanki çok çekmenin değil de çok şey bilmenin ifadesi gibi duruyorlardı.
           Onunla muhabbet etmek çok zevkliydi, hemen hemen dünyanın yarısını gezmişti, gittiği her ülkedeki hemşerilerimizle tanışmıştı. Bu zaman içerisinde de bir tespit yapmıştı.
            Gezdiği ülkelerdeki Çerkez toplumları içinde en rahat olanı da, en çok hakka sahip olanın da, adet ve geleneklerini de en iyi koruyanında Türkiye Çerkezleri olduğunu söylüyordu. Yalnız Türkiye de bir dil zafiyeti olduğunu da fark etmişti. Konuşmanın tadından zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Kalktığımızda horozlar ötmeye başlamıştı.
            Geriye kalan birkaç gün çok çabuk geçti. Kızın yaşı doldu. Bizimde kaçak günlerimiz bitmişti. Ayrılık günü geldiğinde köylünün hoş bir sürprizi ile karşılaştık. Gelinin artık kendi kızları olduğunu bu nedenle buradan gelin çıkaracaklarını söylediler. Geriye dönüp bu isteklerini Aliksan Amcaya ilettiğimde adamcağız o kadar memnun oldu ki o dağ gibi adam gözlerinden kopup gelen iki damla gözyaşının yanaklarına yuvarlanmasına mani olamadı.
             Bir hafta içinde davetiyeler dağıtıldı, hazırlıklar yapıldı. Kız tarafının bohçaları, hediyeleri eksiksiz tamamlandı. Arkasındanda dört dörtlük bir gelin alıcı alayıyla gelin almaya gidildi. Hikâyeyi duyan onlarca köyünde katılımıyla yıllarca unutulamayacak bir düğün yapıldı.
             Sonraki yıllarda Raşit de İzmir’e göç edince yolum oralara hiç düşmedi.
              Bu olayların üstünden yirmi yıl geçmişti. Emekliye ayrılmış özel bir dershanede müdür muavinliği yapıyordum. Yeni kayıtlarımızın başladığı günlerde kayıt odasının önünden geçerken, sıra da bekleyenler arasında yapılı, sarışın çakır gözlü bir genç gözüme ilişti. Her nedense bu çocuk bana Kayalıda ki günlerimi hatırlatmıştı.
              Odama girince çayımı getiren hizmetliye açık kapıdan onu göstererek çağırmasını söyledim.
              Biraz sonra içeri girdi. Eğilip bükülmeden. Yamulmadan ne kadar saygılı olunacağını gösterir hareketlerle birkaç adım atarak:
            —Buyurun hocam Beni çağırmışsınız dedi.
            Elimle oturmasını işaret ettim oturmadı ısrar edince koltuğun ucuna ilişti, birkaç evrakın işini bitirdikten sonra çocuğa dönerek:
            —Nerelisin oğlum dedim.
            Hiç şehir kasaba ismi söylemeden,
             —Kayalı köyündenim dedi.
             Nedense hiç şaşırmadım. Köyden civardan birkaç şey sorduktan sonra:
          —Köyünüzde, Remzi ile Gülbahar vardı sonları ne oldu? Diye sordum.
            Çocuk şaşırdı birazda utandı, ürkek ve kısık bir sesle:
          —Ben onların oğluyum dedi.
           Bu sefer ben şok olmuştum, şaşkınlığım yavaş yavaş sevince dönüştü bu sevincin içinde de biraz gurur vardı. Ağlatan kâfe mutsuzluktan doğmuştu ama böyle büyük bir sevdayı da mutlu sona bağlamıştı. Kendime geldikten sonra uzun uzun konuştuk. Bu arada annesi ile babasının köyde kaldıklarını, at beslemeye devam ettiğini kendisinden küçük ikiz kız kardeşleri olduğunu öğrendim. Sonra da evraklarını alarak kontenjandan kayıt yaptırmak üzere çekmeceme koydum. Uğurlarken de:
           — Babana çok selam söyle dedim.
          Çocuk biraz tedirgin ve çekingen,
          —Kim diyeyim hocam dedi.
          —Seni sabaha kadar uykusuz bırakan cebel başı dersin, diyerek çocuğu uğurladım. Delikanlıya benim adımı vermiş olmaları beni bir hayli duygulandırdı. O günden beri ağlayan kafeyi usta birinden dinlediğimde o günlere giderim.
 
   Orhan OCAK  03**O2**2008       
Yeni Kent     Eskişehir
 
  
 
################ Göç (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################     

GÖÇ
     
 Ağılın güney köşelerinden birinde çatısı çökmemiş ve nispeten kuru kalmış yerinde bir kadın la 6 çocuk incecik iki yorganın altına sığınmışlar birbirlerine sarılmış vaziyette titreyerek bekleşiyorlardı. Altlarında eski yünden dokunmuş bir yaygı vardı. Kadın 4-5 yaşlarında ki iki kız çocuğuna sıkı sıkı sarılmıştı. Büyük yün başörtüsünü de yorganın altında sardığı halde çocuklar tir tir titriyorlar aynı zamanda da ateş gibi yanıyorlardı. Öteki üç kız çocuğu ile 2 yaşlarındaki bir oğlan ikinci yorganın altında birbirlerine sokulmuş sessiz bekliyorlardı. Oğlan elindeki kurumuş ekmek parçasını ara sıra ısırıyor kopardığı parçayı uzun uzun çiğniyordu.
     Kadın bu köye 17 km uzaklıktaki Sarı vadi köyünün en güzel kızlarındandı. Kocası ile tanışıp bu köye gelin geldiğinde hiç kimse adını kullanmadı, güzelliğinden dolayı herkes ona Nisedağh ( Güzel gelin ) dedi ve gerçek ismi unutuldu gitti. Kocası Ahmet yiğit, mert aynı zamanda da çalışkan bir insandı. Köyün zenginlerinden Kuruağaç sülalesinin, yetim bir çocuğun mallarını elinden almasına karşı gelmesinden beri bu sülale tarafından düşman bellenmişti. Yaşadığı sürece kendisine pek bir şey yapamamışlar ama Ahmet tarlada çalışırken yıldırım düşmesi sonunda ölünce, bu isimleri gibi bu kara kalpli aile Nisedağhe ve çocuklarına her türlü kötülüğü yapmışlardı. 
      Hayvanlarını çalmışlar, ekinlerini yakmışlar, muhtarlık kanalı ile kaldıramıyacakları miktarda salma yüklemişlerdi. Nisedağhe abisinin köylerine dönmesi için yaptıkları baskıya karşı çocuklar babalarının köyünde büyüyecek diye karşı çıktığı gibi kimse üzülmesin diye de çektiği sıkıntıları da söylememişti, En sonunda da çocuklarının kızamık çıkarmalarını bahane ederek köyün dışında ki yıkık ağıla sürmüşlerdi. Karaağaçların korkusuna yanlarına kimse gelemiyordu. Yalnız Ayşe diye hem dilsiz hem sağır bir kadıncağız hergün yanlarına geliyor her seferinde de biraz ekmekle bir parça peynir veya soğan getiriyordu.
Nisedagh bütün bunları düşünürken kucağında ki coukların hiç kımıldamadığını ve nefes almadıklarını fark etti. İki yavrusu da ölmüştü. Kadın diğer çocuklarını korkutmamak için hiç belli etmeden cansız bedenlere daha sıkı sarıldı, Hıçkırıklarını gizlerken gözünden çeşme gibi boşanan yaşları tutamıyordu.



       Mevlit Usta Sarıvadi Köyünün en sağlam ve en güzel taş duvar ören ve paca çıkan adamıydı. Bu güne kadar evlere yaptığı hiçbir paca dumanı çekmemezlık yapmamıştı. O sabah kalktığında içini acıtan, bunaltan bir sıkıntı hissediyordu kahvaltısını yaptıktan çalışmaya gki sonra duvarcı aletlerini hazırlarken birden vazgeçti mutfağa giderek azık torbasını aldı içine iki büyük somun ekmek, 2-3 kalıp peynirle bir beze sardığı kesme şekerini koydu. Dışarı çıkarken kapıdan su kovaları ile içeri girmekte olan kızına ben bacımın yanına gidiyorum annene söylersin dedi. Ahırdan atı çıkarması, sundurmada ki ambarın üstünde duran eyeri ata vurması kolanları sıkıp üzerine binerek avludan çıkması 15 dakika bile sürmemişti. 
      Mevlit köyden çıkınca atının gemini gevşetti ve kestirme olan orman yoluna saptı. Günlerdir ahırda yem yiyerek eşelenmekten başka bir şey yapmayan hayvan önce tırısa kalktı sonrada tatlı bir dörtnalla yol almaya başladı.



    Öğlene doğru hava biraz ısınmıştı hatta ağılın içeriye çökmüş çatıdaki deliklerden güneş ışıkları giriyordu. Nisedağhe bir uyuşturucu gibi benliğini kaplayan şaşkınlıktan sıyrılmış ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Birden ağılın girişinde bir karaltı belirdi, Nisedağhe kardeşi gelip yanına çökünceye kadar tanıyamadı tanimasıyla beraber de cansız çocuklarının bedenlerine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Garip bir iç güdüyle bastırdığı göz yaşları da boşanarak başındaki yazmanın ve elbisesinin çenesinin altına gelen kısımlarını ıslatmaya başlamıştı.
     Mevlit bir müddet kardeşinin ağlamasına izin verdi sonra yavaşça eliyle kardeşinin çenesini kaldırdı, ufacık kalmış yüzünü iki avucunun arasına aldı. Bu hareketin sonunda kadın bir arayanının bir soranının olmasından dolayı hissettiği rahatlıkla kardeşine uzun uzun baktı.
     Hemen ertesi hafta Mevlit kardeşinin birkaç parça eşyasını at arabasının üstüne koydukları saman sandığına ( saman sandığı = saman taşımak için kullanılan 1,5 m yüksekliği olan bir nevi tahtadan yapılmış sandık ) doldurarak köyden ayrıldılar.
Mevlit kardeşini ve çocuklarını önce kendi köyüne götürdü 3-4 ay sonrada kardeşinin çocuklarımı okutmak istiyorum ısrarına dayanamadı onları ilçeye götürerek yerleştirdi ve onları boşlamadı her hafta ziyaretlerine gitti ihtiyaçlarını giderdi. 1 yıla varmadan da kadın bir bayan terzisi olarak ün yaptı. Çerkes Ebenin diktiği elbiselerin ünü ilçe dışına taştı.
      İki büyük kız annelerine yardım ederken ufak olan Salih’le Saliha okula gönderildi. Çocuklarda kendilerine harcanan emeği boşa çıkarmadılar okuyarak iyi birer meslek sahibi oldular.
      Yıllar yıllar sonra Salih'e, köyden sürüldüklerinde sığındıkları ama şimdi sadece birkaç yerde taş yığınlarının kaldığı harabelikte rastladım.
     Tüm çocuklarını toplayarak o günlerin geçtiği yerlere getirmişti.
     Salih yanındakileri köye gönderdikten sonra taşların üstüne oturduk sigaralarımızı arka arkaya ekleyerek uzun uzun anlattık.
      ‘’ Ne olursa olsun insan köyünü özlüyor be ‘’ ağabey diye bitirdi sözlerini. 
     Birlikte ormanlık alandan çıkıp köye inerken de 
     Bu olanları ne eşime ne çocuklarıma hiç anlatmadım istedim ki çocuklarım köylerini sevsinler ondan kopmasınlar.  Dedi
     Köye gelesiye kadar da bir daha hiç konuşmadı.
Orhan OCAK. 23- EKİM-2012 Eskişehir
################ Hac yolunda (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################  

   
   HAC YOLUNDA         
        Şapsığlar, Kuzey Kafkasya'da Karadeniz kıyısındaki en büyük gruplardan olan Adıgelerin bir parçasıdır. Jugba ve Şahe Irmağı arasındaki bir bölgede yaşarlar. Bu bölge asıl Şapsuğ veya Küçük Şapsuğ olarak adlandırılır. Kafkas Dağlarının kuzey eteklerinde Anthir, Abin, Afips, Bakan, Şips ve diğer akarsuların bulunduğu bölgeye ise Büyük Şapsuğ denir.
           Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: ''Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:" (Berkok, 526).
          işte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur kalmışlardır. 
 
        Bu büyük zorunlu göç sırasında gemilerle İstanbul’a gelen şhapsığlar dan bir grup Adapazarı’na yerleştirilir(1864). Bir müddet burada kalan bu şhapsığların bir kısmı devlet politikası, aynı bölgedeki göçmen sıkışıklıkları nedeniyle Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağıtılırlar. İçlerinde şevoşların da olduğu bir gurupta Eskişehir le Afyon sınırında ormanlık bir alana yerleştirilirler(1880 ). Bu yerleşim alanına da Ağlarca ismi verilir.
        Ağlarca’ya yerleşen bu gurubun içinde şevoş Mehmet’te vardır. Mehmet kısa zamanda çalışkanlığı ile yerini yurdunu genişletir. Bu gün Topakların Yerleştiği alanlara, Hörü yengenin şimdi oturduğu yerlere yerleşim binaları kurar. Köyün kıyılarında birkaç yerde de hayvanlar için ağıllar yaptırır. Bu arada tıknaz boyu ve toplu yapısından dolayı çevre köylerce Topak diye anılmaya başlanır.
          Mehmet’in işleri yolundadır ama yalnızdır akrabalarından kimse yoktur. Bir gün Adapazarı’na gider ve amcasının oğlu aynı zamanda da akranı ve çok samimi arkadaşı İsmail’i ailesi ile birlikte alır gelir. İsmail ağlarca da fazla kalamaz geri döner. Mehmet bazı zorlayıcı tedbirlerle onları geri getirir ve bu günkü Hasan Yener’in oturduğu evlere yerleştirir. Soyadı kanunundan sonrada TOPAK soyadını alırlar. (İsmail’in torunları çok sonraları soy isimlerini değiştirerek YENER soyadını almışlardır.)
         Mehmet’in Hasan ve Osman isminde iki oğlu vardır. Osman hicri 1288(miladi 1870)** doğumludur ve Ağlarca ya geldiklerinde 9–10 yaşlarındadır.
        İşte haberimiz veya belgeselimizde diyebiliriz. Osman Topak’ın hayatından dramatik bir bölümü anlatmaktadır.Osman çok çalışkan biriydi, babasının temelini attığı hayvancılığı geliştirdi. Köyün kıyısındaki ve orman içindeki ağıllar onun zamanında hayvanla doldu. Askerliğini yaptıktan sonra Ğunepezadenin kızı Kezban teyzeyle evlenir. Mehmet, Musa, Habibe, Nasibe, Mükerrem isimli çocukları olur. Oğulları Mehmet’in Gelibolu da askerliğini yaparken denizde boğulması, onlara çok dokunur. Kezban teyzenin kalbi bu olaydan sonra teklemeye başlar.
        Osman tüm çocuklarını evlendirmiş. İşleri yoluna koymuş, o arada uzak akrabalarından yetim kalmış dilsiz ve sağır(bzâko) Ayşe isimli bir kızı da evlat edinmiştir.Ayşe zamanla Osman amcayı babası bellemiş onu babası gibi sevmiştir. 80 yaşına geldiğinde yıllardır içinde bir uhde olarak sakladığı hacca gitme görevini yerine getirmeye karar verir. Yıllar önce babası ile ağabeyi Hasan hacca giderlerken onlara çok özenmiş ama bir kişinin ailenin, malın, maşatın başında kalması gerektiğinden onlarla gidememişti. Onları Afyon dan bir deve kervanı ile birlikte yolcu ederken bir gün kendisininde bu yolculuğa çıkacağı yolunda karar almıştı.
             Osman hacca gitme kararını karısına açınca o da gelmek ister her ne kadar uğraştıysa da onu bu kararından vaz geçiremez. Sonunda beraber gitmeye karar verirler. Kısa zamanda hazırlıklarını tamamlarlar. Evlatlığı Ayşe’yi de 6 aylık nafakası ile birlikte Ayşe’nin dayısı Şhagumde Kazım Balık’a (Bluğ) bırakırlar.
             Nihayet yolculuk günü gelmişti. Onları Emirdağ’ına kadar götürmek için Emirdağlı damadı  at arabasını koşarak hazırlar. Osman Topak’ın torunu Asaf Topak’ın öğretmen olan eşi Hacer Topak onlarla birlikte İstanbul’a kadar gidecek, iki ihtiyarı gemiye bindirip dönecektir.
          Eş, tost ve akrabayla vedalaşarak Han köyü üzerinden,Emirdağ’ına doğru yola çıkarlar. Daha yolculuğun başında ilginç bir olay olur: O zamanlar bu gün Akçanlar’ın evlerinin önünde dik bir rampa vardı. Köyün en kuvvetli atları bu rampayı çıkmamakta direndiler, oysa her gün kullandıkları bir yoldu.
 
          Sonunda geri dönerek sürüser yolu ile Erten Köyünden dolaşarak gittiler.
          Emirdağ’ın da yapılan sağlık muayenelerin de Kezban teyzenin kalbi zayıf bulunur ve gerekli raporu alamazlar. Kezban teyze o kadar israr eder ki damatları Şükrü Değerli araya hatırlı kişiler koyarak kayınvalidesinin sağlık raporunu alır.
Ertesin gün Afyon’a giderler ve valilikte pasaport işlerini hallederek, iki gün süren aktarmalı bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşırlar. İhtiyarları bu günkü Emin önünde bir otele yerleştiren öğretmen Hacer en seri şekilde gemi bileti, yolculuk nevaleleri gibi ihtiyaçları giderir
         Bu arada otelde Adapazarlı  genç bir Çerkez hoca ile tanışırlar. Osman amca onunla yolculuk sırasında kendilerine yardımcı olması hususunda, belirli bir ücret karşılığında anlaşır.
         Birkaç gün sonra da yolcularını gemiye bindiren Hacer öğretmen geri döner.
          Osman amca ile Kezban teyze şaşkındırlar. Karadağ’ı geçince aaaaaaa Karadağ’ın ardında da köy varmış denildiği bir zaman ve ortamdan çıkarak bu kadar büyük değişikliği bünyeleri kaldıramıyordu.
         Ambarlara indiler mi bunalıyorlar, güverteye çıktılar mı deniz tutuyordu.  
         
        Günlerin sayılarının unutulduğu uzun yorucu aktarmalı yolculuklardan sonra nihayet Mekke’ye gelirler.
         Son geldikleri araçtan indiklerinde Kezban teyze kendisini pek iyi hissetmiyordu.Onu ilk buldukları bir gölgeliğe oturttular. Bir ara Kezban teyze ileriden geçen şerbetçiyi göstererek şerbet istedi. Osman amca şerbetçinin yanına gitti önündeki birkaç kişiyi bekledikten sonra bir tas şerbetle geri geldiğinde yaşadığı müddet içerisinde hiç unutamayacağı manzarayı gördü.
Kezban teyze elleri açık vaziyette,başı hafifçe yana bükülmüş yatıyordu. Başında da bir kalabalık birikmişti.
Kısa sürede sağlık görevlileri geldiler ve Kezban teyzenin kalp yetmezliğinden öldüğünü söylediler.
           
     Osman amca bundan sonra ne yaptığını bilmeden rüyadaymış gibi dolaştı. Millet nereye gittiyse o da onlarla gitti. Şerbetle geri döndüğünde Adapazar’lı hoca da kaybolmuştu. Cenazeyi bir camiye götürdüklerini defin için kendisinden 8 İngiliz altını aldıklarını hayal meyal hatırlayabiliyordu. Altına çevrilmiş paralarının çoğunluğu kezban teyzenin belindeki kuşaktaydı. Onlarda arada kaybolup gitmişti.
           Gidişteki zor yolculuktan bin kat acı ve zor bir yolculuğu tamamlayıp döndüğünde köye girmeden evvel at arabasını kullanan damadına arabayı durdurttu: Uzun uzun seyretti. O kadar gezdiği yerlerin hiç birinde yoktu bu güzellikler.
Kafasını çevirip arabanın içinde köyden çıkarken Kezban teyzenin oturduğu boş yere uzun uzun baktı. Azıklarının olduğu halı heybeyi sımsıkı kavramış olarak oturuşunu hatırladı. Şimdiye kadar zapt ettiği gözyaşları önce iki damla olarak, sonrada arka arkaya beyaz sakallarının üzerine döküldüler.
        Biraz kendini toparladıktan sonra eliyle damadının omzuna dokunarak sürmesini işaret etti.
           Hacı Osman Topak, isminin başına hacı lakabını almış, ama hayat arkadaşını kaybetmiş olarak,Uzun yıllar yaşadı. Torununun torunlarını gördü 6. kuşak nesli ile aynı köyde yaşadı. Öldüğünde 98 yaşındaydı. Allah mekânını cennet etsin.  
     Hazırlayan===Orhan  OCAK ################ Küheylan ile kız (Bunun alt sayfası: "ADİGE HİKAYELERİ") ################
                 
KÜHEYLAN İLE KÜÇÜK KIZ
              Köyde yaşadığımız yıllarda Dayım sık sık ziyaretimize gelirdi. At alıp sattığı için Pazar Pazar gezer bizim, taraflardaki nahiye pazarlarına geldiği zamanda mutlaka bizlere uğrardı, Her gelişinde bana mutlaka ufak tefek bir şeyler getirirdi , hoş beş yemek ve atların bakımı bittikten sonra dayım beni kucağına oturtur benim kucağıma da akordionu verirdi. Hiç üşenmez o kocaman parmaklarının üstüne benim ufacık parmaklarını bağlar bana akardion çalmasını öğretmeye çalışırdı.Dayım akordion tuşlarına okşar gibi dokunmaya başladığı andan itibaren o güzel nağmelere kendimi kendimi kaptırır hayallere dalar giderdim. Ama hayallerimde mutlaka güzel atlarda olurdu.
              Her seferin dede annemin sesiyle uyanırdım hayallerden dayımın çayın getirip yanına koyarken:
              --Aaaa Niyazi Miş feşige zimiwlevuj pşinave kufeşiştep ar şire şiçere pemçirem yegupşiserep. Derdi
              Böylelikle konu en sevdiğim yere gelirdi dayıma başlardım köyteki at haberlerini anlatmaya. Kimin atı daha iyi koşuyordu, kim atının kuyruğunu daha güzel örüyordu, kim yeni bir at almıştı vs yatasıya kadar uzar giderdi bu muhabbet.
              Yine dayımın köye uğradığı bir gün avluya giren at arabasının çanlarından dayımın geldiğini anlamış Hemen dışarıya fırlamıştım. Dayımla beraber atları önce yan kayışlarından başlayarak arabadan çözdük koşumlarını çıkardık. Sonra dayım atların birinin yularını elime sıkıştırarak:
              ---Hadi bakalım doğru suya dedi.
              Çok önemli bir iş yapmanın gururuyla büyük adam pozları takınarak atı arkamdan çeke çeke avludan çıktım ikinci atta arkamızdan geliyordu. Atları sulayıp geldiğimde dayım avluda bekliyordu. Elinde yularından tuttuğu yağız bir at vardı. Bu at dayım avluya girdiğinde arabanın arkasında bağlıydı.  At yerinde duramıyor ön ayağı ile toprağı eşeliyor başını havaya kaldırarak kesik kesik kişniyordu. Dayım bana:
             --Atları ahıra bağla da gel dedi.
             Benim için güzel bir şeylerin olacağını hissetmiştim onun için çok acele atları ahıra bağladım köşede yığılı yoncadan da önlerine birer kucak dökerek koşarak dışarı çıktım.
             Dayım elinde tuttuğu yuları elime tutuşturdu ardından da beni kucakladığı gibi atın sırtına oturttu yuları elime verdi ve bıraktı ardından da;
             --Şiğessağ wumşin diye ekledi.
             Heyecanım biraz yatıştıktan sonra topuklarımı hafifçe oynatınca at bazen yerinde sayarak, bazen yan yan bezende şaha kalkacakmış gibi yaparak yürümeye başladı. Boynunun sağ ve sol yanını hafifçe okşadığımda hiç itiraz etmeden istediğim yöne gidiyor yuları hafifçe çekincede duruyordu.
             O günden sonra ondan hiç ayrılmadım annem izin verse geceleri de ahırda onun yatacaktım. Adını jıbğa koyduğum bu atla su gibi akıp gidiyordu. Bir gün atımla avlunun dışına çıkarak köy de ve köyün kıyısında ki kırlarda dolaşmaya karar verdim. Dayım sıkı sıkı tembihlemişti: sakına sakın 6 ay olmadan atın üstünde olarak avludan dışarı çıkma diye. O zaman buna bir mana verememiş o nedenle de dinlememiştim. Önce avlunun borda kapısının bir kanadını açtıktan sonra atı ahırdan çıkardım binek taşına yanaştırıp bindim ve köyün meydanından geçerek harmanlık alanlara doğru yöneldim. Birdenbire ne olduysa oldu atı benim yönetimimi ret ederek köyün kuzeyinde ormanın içinde kaybolup giden yola düşerek ormanın içine daldı. İki tarafı sık ormanlarla çevrilmiş olan bu vadinin içindeki bu yolun nereye gittiğini bilmiyordum. Jıbğa nereye gittiğini biliyordu ki terettütsüz ve yumuşak bir dörtnalla gidiyordu. Bir ara kendimi aşağıya atayım dedim sonra da türlü sebeplerle vazgeçtim. Bu şekilde yaklaşık 2 saate yakın yol aldıktan sonra bir köye geldik köyün içinde de Sağa sola sapmadan demirden avlu kapısı olan iki katlın bir evin önüne geldi azıcık aralık olan kapıyı kafası ile aralayarak avluya girerek tam orta yerde durdu ve uzun uzun kişnedi.
             At daha kişnemesini bitirmeden evin kapsından bir kız çocuğu fırladı, koşarak geldi ve Jıbğa’nın boynuna sarıldı. Yukarıdan baktığım da ikiye ayrılarak örülmüş simsiyah saçlar ve beyaz zemin üzerine serpiştirilmiş mavili, kırmızılı ufak çiçek desenleri ile süslenmiş bir entarinin omuz kısımlarını görebiliyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum kızın;
              --Baba atım geri geldi. Diye bağırması ile kendime geldim gördüğüm tek şey simsiyah iki göz ve içlerinde ki kin ve düşmanlık parıltıları oldu.
             Kısa bir süre sonra evden orta yaşlı bir adam geldi dinç bir görünüşü olmasına rağmen saçları bembeyazdı. Beni attan indirdiğinde her tarafımın uyuştuğunu gördüm. Adamda bunu fark etmiş olacak ki beni kolumdan tutarak avluda yavaş yavaş gezdirmeye başladı. Her adım atışımda bir yerlerime bir şeyler batıyordu ama her adımımın sonunda da acılarım biraz acıyordu.
             Yürüyüşüme bakarak uyuşukluğumun geçtiğini gören adam elimi bırakmadan beni içeriye götürdü, hiç konuşmadan işaretle kurulu olan yer sofrasına oturttu. Sofrada 5 yaşlarında bir çocuk birde kadın vardı kadın o yörede kış yaz yakılan kuzinenin üzerinde dilimlenmiş ekmekleri yanmasın diye çevirdikten sonra çaylarımızı koydu, kızarmış ekmek dilimlerine de tereyağı sürdü, üzerine de bolca eliyle ufaladığı tuluk peynirinden döktü.
             Yemek sırasında adam bana atın nasıl buraya döndüğünü anlattı. Bu tay rahvan diye isimlendirilen atlardanmış koşmadığı halde biniciyi sarsmadan seri adımlarla çok hızlı gidebilirmiş. Atla kızı Zehra arasında çok sıkı bir bağ varmış. Adam bunları normal bir şeyler anlatıyor gibi anlattıktan sonra bana dönerek;
             ---Niyazi Ağa’ya söylemiştim iyi sahip ol, ilk bulduğu fırsatta geri gelir demiş tim.
             Adam bu sözlerden sonra hiçbir şey demeden kalktı ve dışarı çıktı. Arkasından ben ve Zehra’da çıktık kızın her yüzüne bakışımda kin ve nefret dolu bir çift gözle karşılaşıyor ve ürperiyordum böyle bakışları hiçbir yerde görmemiştim. Atam atları arabaya koştuktan sonra bana dönerek;
             Hadi bakalım yeğenim seni bir hayli merak etmişlerdir dedi ve beni kaldırarak at arabasına bindirdi. Arabanın sandığının içine boydan boya minderler konmuştu doğrusu atın sırtında yapılan yolculuktan sonra bu lüks bir yolculuk olacaktı. Adam Jıbğayı da yularından arabanın arka söğesine bağladı. Tam dingilin sivri ucuna bir ayağını basmış ön söğeden tutunarak arabaya binecekken kız koşarak yanına gitti yalvarırcasına
              ---Atet seri sikegon dedi. Akan yaşları yüzünün tamamını ıslatmış çenesi de hafif hafif titriyordu.
             Babası biraz düşündü sonra kızını da koltuk altlarından tutarak arabaya bindirdi kendiside arkaya dolanarak tayın yularını çözdü boynundan çıkararak arabanın içine minderlerin altına soktu. Atı burada bırakacak diye çok korktum ama hareket ettikten sonra arabanın arkasından geldiğini görünce rahatladım. At yol boyunca arabanın arkasından hiç ayrılmadı ne zaman bir iki adım geri kalsa adımlarını hızlandırarak yetişiyor kıza burnunu sürtüyordu kızda her seferinde atın alnını veya yelesini okşuyordu. Onların bu hareketleri beni o kadar öfkelendiriyordu ki kızı arabadan ittirip atmamak için kendimi zor tutuyordum. Bazen geriye döndüğünde gözlerinde bir nem ve hüzün görüyordum ama nefret yoktu aksine bir gurur var gibiydi, sanki bana siz ne kadar para vererek alsanız da bizim bu sevgimizi bitiremeyeceksiniz der gibiydi.  
            Bu karmaşık düşüncelerle boğuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadan köye geldik. Evimizin önünde bir kalabalık birikmişti. Anlaşılan bir hayli merak edilmiştik. Kalabalığa olay anlatıldıktan sonra insanlar dağıldılar babamda misafirini bırakmadı arabaya kendisi binerek avluya aldı. Misafirle birlikte atların yan kayışlarını çözdüler dizginlerin de atların ağzına gelen kısımlarını da çıkararak atlara yem torbalarını taktılar. Jıbğayı da avludaki büyük ağacın altına bağladılar önüne de en sevdiği yem olan yoncalı kuru ottan koydular. Bu işleri bitiren iki adam konuşa konuşa evin önündeki terasa çıkarak üzerine kilim ve minderler serili olan sekiye oturdular. Bende sessizce arkalarından çıkarak konuşmalarını duyabileceğim bir mesafede bir yere çöktüm. Kız hiç eve doğru bile bakmadan ağacın altında ki atın yanına giderek orada hayvanlara tuz verdiğimiz yassı taşlardan birinin üstüne çökerek, büyük bir iştahla kuru otları yiyen tayı seyretmeye başladı.
            Muhabbet edildi çaylar içildi ve sonunda misafirlerimiz atlarını koşup arabaya bindiler, o zamana kadar devamlı hiç gözümü ayırmamacasına atla kızı gözlemiştim ve anlamıştım ki bu taydan bana hayır yoktu.
            Birden bire yerimden fırladım ağacın altında ki tayı çözdüm yavaşça arabanını yanına gelerek simsiyah gözleri kıvılcımlar çakan kızın eline atın yularını tutuşturdum ve hiç geriye bakmadan avludan çıktım ve akşama kadar eve dönmedim. Akşam eve geldiğimde babamın:
-Aferin oğlum tam bir delikanlı gibi davrandın. Demesi bana her şeyi unutturdu.
Birkaç yıl çevrede Atın üstünde rüzgar gibi dolaşan bir kızdan bahsettiler, sonraları onlar yurt dışına bizde şehre göç ettik. Bu olayda hatıralarımda tatlı bir anı olarak kaldı.
            Tahminim bir 15 yıl kadar sonraydı Ankara’da öğrenciydik ( 1967-1971 yılları arası ) Ankara Kafkas Derneğinin çok güzel çalışmaları vardı. Dil kursları, okuma yazma kursları, Ankara’da ki öğrencileri bir araya getirerek tanıştırma günleri bunların bazılarıydı. Arkadaşım Sedat’la Derneğin demirbaşı gibi olmuştuk tüm boş vakitlerimizi orada geçiriyorduk.
          O gün yine dersten sonra Derneğin yolunu tutmuştuk. İkimizin de ayrı sebeplerden heyecanı son haddindeydi. Sedat o akşam komşu illerden ve yurt dışından gelen gençler için yapılacak eğlence ve düğünde hayalindeki kıza rastlayacağına inanıyordu. Bende yılın belirli zamanlarında açılan stanttan alacağım orijinal adige kamasını düşünüyordum. Bu stant da görevli arkadaşlar açtıkları reyonlarda çok güzel hediyelik eşyalar bulunduruyorlardı. Hatta bazen Kafkasya’ya gidiyor oradan çeşitli eşyalar getiriyorlardı. Bu gidişlerinde sıkı sıkıya tembihlemiştim bana gümüş kakmalı hakiki bir adige kaması getireceklerdi.
           Önce lokale uğradık Rahmi abinin o güzel çayından ikişer bardak içtikten sonra yukarıdaki hediyelik eşyaların satıldığı ikinci kata çıktık stantların önündeki kalabalığı görünce içimde hafif bir korku ve telaş karışımı bir his duydum. Stantlara yanaşınca da bu hissin sebebini anladım. Benim ısmarladığım kama anlatamayacağım derecede güzel iki elin elindeydi. Bakışlarımı hafifçe yukarı kaldırınca bir çift simsiyah gözle karşılaştım bir an göz göze geldik ben gittim nerelere gittiğimi bilmeden geçmişle gelecek arasında kayboldum sanki.
          Hayal meyal kadife yumuşaklığında bir ses duydum.
         - Bu güzel ve değerli kama sizin siparişinizmiş herhalde.
         Gayri ihtiyari:
          - Önemli değil beğendiyseniz sizin zimmetinizde daha değer kazanacaktır siz alabilirsiniz dedim daha doğrusu demek mecburiyetinde kaldım.
          - Kız da çok tatlı bir şekilde gülümseyerek teşekkür etti ve arkadaşları ile birlikte düğün salonunun bulunduğu üst kata çıkan merdivenlere doğru yürüdüler gittiler.
         - Ben şaşkındım, üzgündüm, kızgındım.
         - Sedat omzumdan tutarak bir şey diyecek oldu. Elimi tehditkâr bir tavırla sallayarak:
         - Sus sakın bir şey deme diyerek,
        Aşağıya lokale indim Sedat da arkamdan geldi. O komşu masalarda oturanlara, içeri girip çıkanlara laf yetiştirdi bende üst üste 5-6 bardak çay içtikten sonra kendime gelebildim.  
         Ben üst üste çaylarımı içerken yukarıda düğün salonundan akordion sesi gelmeye başlamıştı bile. Biraz oyalandıktan sonra bizde yukarı çıkarak düğüne katıldık. Düğünün katılımcısı çok ve değişik yerlerden olunca düğünde bir başka güzel oluyordu. Bu güzel görüntülere dalıp gitmiştim ki biri beni kolumdan tutarak ortaya çıkardı.  
           Akordionu Şeref çalıyordu başta bir hayli zamandır çalan çeçen birden kafeye dönüverdi müziğin kafeye dönmesi ile de pğeçhekler sustu sadece insanı alıp bir yerlere götüren o güzelim ağlayan kafenin duyuluyordu. 
           Kiminle oynayacağımı merak edip kızların tarafına baktım doğrusu bu güzelim havayı bir acemi ile oynamak istemezdim. Birden kızların arasından bir kız süzülür gibi karşıma geldi siyah saçlarının renginde topuklarına kadar inen güzel bir elbisesi vardı. Oyuna başladığımızda artık hiçbir şeyi ne görüyordum ne de duyuyordum sanki bulutların üstündeydik. 
            Başımı hafifçe kıza doğru çevirdiğimde beni allak bullak eden bir çift simsiyah gözle karşılaşıyor hemen gözlerimi kaçırıyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım bile kız çok zarif bir manevra ile kızların önüne çekilerek sadece başı ile selam verdiğinde ben hala kendimde değildim.
          Bundan sonra düğünde de duramadım önce aşağı kata oradan da kendimi temiz havaya dışarıya attım.
         Gecenin geç vakitlerinde düğünün sona ermiş herkes yavaş yavaş dağılıyordu. Bizde kapının önüne dikilmiş tanıdık arkadaşlarla şakalaşıyor gidenleri de uğurluyorduk. Birden karşımda bir arkadaşı ile beraber o kız belirdi. Elinde uzun ince bir hediye paketi vardı. Paketi bana uzatarak.
         - Her şey için çok teşekkür ederiz dedi ve başı ile hafifçe selam vererek daha benim şaşkınlığım geçmeden kapının önünde bekleyen bir arabaya binip gittiler.
Ben elimde paketle öylece kala kalmıştım. Sedat koluma girerek
           - Gel abi birkaç bardak çay içelim de kendine gelirsin diye içeri çekti.
           - İki bardak çay içesiye pakete öylece bakıp duruyordum. Nihayet yavaş hareketlerle paketi açtım içinden sapına küçücük bir gül iliştirilmiş vaziyette almak isteyip de alamadığım kama vardı. Birde not iliştirilmişti 
           -    ‘’ Bir kama hiçbir zaman bir küheylanın karşılığı olamaz ama sevgi ve saygılarımla birlikte kabul ederseniz beni mutlu edersiniz.’’
         Yazsını okur okumaz beynimde şimşekler çaktı Birden kendisine iade ettiğim taya sarılırken yaşlı ve minnet dolu olarak bakan o iri gözleri hatırladım.
         05-TEMMUZ-2012 ESKİŞEHİR. 
(( NOT= Hikayeyi akıcı olarak anlatabilmek için 1. şahıs kullanılmıştır. )) 


################ Diger HABERLER (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
HABERLER sayfasına dön
 SON HABER



 Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Bedrettin Tufan ile Zahide Yener Tufan'ın kızları 
Sinemnur Tufan'ın
İçinde bulunduğu 3. sınıf öğrencilerinden
3 kişilik bir ekip
TÜBİTAK'IN 2209 - A kodlu
projeler kapsamında kabul edilmiştir


www.aglarcali.tr.gg







 Ağlarca Köyünden Aslı ASLAN ile Bilecik Pazaryerinden Adem Kart
Evlenmeye karar vermişlerdir.

DÜĞÜNLERİ
29 Ocak 2017  PAZAR günü
VATAN düğün salonunda yapılacaktır.

Kurtuluş Mahallesi Derecik Sokak No // 4
Odunpazarı / ESKİŞEHİR

Kendilerine ÖMÜR BUYU MUTLLUKLAR diliyoruz.

 



Eskişehir Ağlarca Köyünden
Nazlı ve Salih Özcan'ın oğlu
Murat ÖZCAN 

İle
Afyon Yenice Köyünden
Pakize ve Zekeriye Eravcı'nın kızı
22-EKİM-2016 Tarihinde
Tuba ERAVCI
Eskişehir Mavi Ada Düğün Salonunda
yapılan düğünle EVLENMİŞLERDİR.
Kendilerine bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz

www.aglarcali.tr.gg 


Afyonda ki kına gecesinden.




 

Hemşerilerimizden değerli kardeşimiz
Metin KAYA ile Emine SİNE
17 - Temmuz- 2016 tarihinde
Eskişehir  ÇIRAĞANPARK ( Hanedan ) Düğün salonunda
Yapılan DÜĞÜN ile evlenmişlerdir.
Gençlere ömür boyu mutluluklar dileriz
www.aglarcali.tr.gg
 


 


14 - Temmuz - 2016
Ağlarca Köyünden
Murat ÖZCAN ile Tuba ERAVCI tayin işleri için
düğün gününden önce nikah kıymışlardır.
Kendilerini tebrik eder
bir ömür boyu sağlıklı ve mutlu bir beraberlik dileriz

www.aglarcali.tr.gg

 Murat Ozcan  için TEBRİKLERİ GÖR
 
 


 
14- AZİRAN - 2016
Hemşerilerimizden
Cemil Mercan ile Sevim Yener Mercan'ın kızları
Canset MERCAN
İstanbul Teknik Üniversitesi
Makine Fakültesin den mezun olmuştur
Ailesini ve kendisini tebrik eder
Kızımıza geleceğinde daha büyük
başarılar, sağlık ve mutluluklar dileriz
www.aglarcali.tr.gg

Canset Mercan  Özel sayfasına git
 
 
  

Cemal Belmerze ile Frah Çetin
30 - NİSAN - 2016 Cumartesi günü
Nişanlandılar
Kendilerine ömür boyu mutluluklar diliyoruz.

 
 
 

 

 
 

 
 




KÖYDE KORU KESİMİ
O meşenin közünden güzel tavşan pişirilir

***===>***===>***===>***

----Çok değil bundan 25-30 yıl önce köyde en az
800 ton meşe odunu kesilirdi. Bu kesimler ormanın en sık olduğu yerlerden
yapılırdı. Kesilen ağaçlar ya tek tek aşağılara kadar atılarak indirilir ya da
arabaların arka dingili çıkarıldıktan sonra meşeler yüklenir arkasına da
kesilen bir çam bağlanarak aşağıya kadar sürüklenirdi.

----Kesimden önce köye orman bölge şefi mühendis
ve ormancılardan oluşan bir heyet gelir o sene nerede kesim yapılacağı
belirlenirdi. Kesim yapılan alan traşlama kesilir böylece o bölgede ormanın
daha gür çıkması sağlanırdı. Her sene ayrı yerlerde kesim yapıldığından
ormanlarda azalma olmaz inadına gelişme olurdu. 
----Kesim alanını belirleyen görevliler, herkese
kesilecek miktar kadar izin kağıdı verir ve giderlerdi. Bu izin kağıtlarının
resmi adı tezkere olup bununla kesilen odunlar yurdun her tarafına
götürülebilirdi.
----Memurlar gittikten sonra esas gürültülü
tartışmalı anlar başlardı. Kesim alanına her aileden bir kişi olmak üzere
gidilir kesim alanı önce yeterli sayıda alanlara bölünür sonrada kura ile
herkesin sehimi belirlenirdi, ama kimse bu kuradan memnun kalmaz kendisine en
zayıf mıntıkanın düştüğünü söylerdi. Bunlar uzun sürmez hemen ertesi gün
baltalarla, tahralarla kesime başlanırdı ( O zamanlar motorlu testereler yoktu.)
----En kısa zamanda kesim bitirilir kesilen ağaçlar
sterler halinde kamyonların yanaşabileceği yerlere istif edildikten sonra satış
için pazar aranmaya başlanırdı.
---- Bu gün köyde adam kalmadığından bu kesimler
yapılamıyor bunun sonucunda da orman sıklaştıkça orada yaşayan evcil olmayan
hayvanlar çoğalmakta bunlarda köylünün hayvanlarına, ürünlerine aşırı zarar
vermektedirler.
--- Bu gün köyde yaşayanlar devletin ihtiyaç adı
altında erdiği matrahların kışın yakacağı kadarını düz alanlardan ve ince
meşelerden kesmekle yetinmektedir.

***===>***===>***===>***


Suriyeli köylümüz Emad da ağaç kesiminde ustalaşmış.


Bu da bir çeşit orman meyvesi ( gilgil )


Palamut


Meşeler kesilip yola indirildiğinde Tahrayla dalı budağı budanır.


 


Kafkasya ADİĞE Cumhuriyetinden 
Sulet BARCHO

ile

Eskişehir Ağlarca Köyünden
Şuayip Şewoş 

Adigey'de eş dost ve yakınlarının katıldığı
bir törenle evlenmişlerdir.
09 - 10 - 2015 tarihinde de Türkiye'ye gelmişlerdir

Genç çifte ömür boyu mutluluk dileriz
www.aglarcali.tr.gg 

 

 
  
Nişan-Nikah
26 - NİSAN 2015 PAZAR 
Ağlarca Köyünden Mustafa ve Sevgi YENER'in biricik kızları
Cansu YENER, İsmail AGUŞ ile nışanlanmıştır.
27- Nisan günü de TAYİN ve LOJMAM tahsis işlerinin
ayarlanması için Nikahları da kıyılmıştır.
Güzel kızımızın bundan sonra ki
HER gününde mutlu olması dilekleri ile.
www.aglarcali.tr.gg    



















 
 NİSAN KIŞI
9-Nisan-2015 Ağlarca Köy'ü
Resim = Dilek Demir Yılmaz'dan alıntı.
---Son -5-10 senedir eski kışlar kalmadı deniyordu. Bu sene
bir kış bir kış sormayın hepinizin yaşadığı gibi gözlerimiz
beyaza çocuklar kar oyunlarına,bizlerde soğuklara doyduk.
Cemreler arka arkaya geldi havalar ısındı çiçekler
açmaya başladı derken 8 Nsan gecesi yağan karın
sonunda devamlı erimesine rağmen Köylülerimiz
9 Nisan sabahına bu manzara ile uyandı.

Berekettir diyor hayırlara vesile olmasını diliyoruz.
---Tam yılını hatırlamıyorum 1980 li yıllardı 23 Nsan bayramı
ile Çarşamba GÜNLERİ kAYI DA KURULAN pazar aynı
güne gelmişti. Bir gün önce köylüler bayramı erteliyem
sonra yaparız dediler bende pazar için bayramı
erteliyemeyiz dedim. Sonunda bayramı erken bitirmeye
karar verdik.Böylelikle de millet pazara da gidebilecekti.
Sabahleyin bir kalktık Kİ kar ve devam eden kar yağışı.
Tabi ne pazar oldu ne de bayram.
Bu kar yağışı beni o günlere götürdü. Orhan OCAK


 


 
 
   Özcan ESEN (Ağlarca Köyü-Şapsığ),
Güldan ESEN (Gökçeyayla Köyü-Karaçay)
ve Marzi ESEN (Gökçeyayla Köyü-Karaçay)
kuraya ilk yazılışlarından itibaren 7. yılında
Hacıya gitmeye hak kazanmışlardır.
Allah nasip ederse bu sene Hacıya gideceklerdir.


Bu amaçla, 10 Ağustos 2013 Cumartesi
(Bayramın 3. Günü) öğle namazını müteakiben
Mevlüt okunacak ve yemek verilecektir.
Adres: Ertuğrulgazi Mah. Raykent Konutları
Çürük Sokak No:9 Daire:4 ESKİŞEHİR
İrtibat Tel-1: (0535) 417 40 62 (Özcan ESEN)
İrtibat Tel-2: (0532) 205 51 41 (Sait ESEN-oğlu)
 Hacı adaylarının tüm akrabaları, eski ve yeni komşuları,
arkadaş ve dostları davetlidir.

Saygılarımızla...
Sait ESEN


****************************
Bu değerli büyüklerimizin saygınlığı
ve toplumumuzca kendilerine duyulan sevginin
 derecesi katılan dost ve akraba cemaatinin
kalabalıklığı bu insanların değerini bir kere daha
ortaya koymuştur.Allah yollarını açık etsin
İnşallah hayırlısı ile gidip gelirler.
 
www.aglarcali.tr.gg



AĞLARCA CAMİİ
Bakı mı badanası ve içinin döşemesi yapıldı.


Ağlarca Camii köyün yerleşmesinden hemen sonra
1874 yılında imece usulü ile yapılmıştır.
     İlk yapıldığında köy deki bütün evler gibi çatısı
düz ve çorakla örtülüydü. Hoca dambaşına dayalı bir
merdivenle dambaşına çıkar ezanı oradan okurdu.
      Sonraları kiremitli çatılar yapılmaya başlandığında
çatısı kaldırılmadan kiremitli bir çatı ile örtülmüştür.
Yanınada uzun zaman kullanulan kuru ve çok büyük
bir ardıç ağacı minare niyetine dikilmiştir.
       Yeterli büyüklükte olan bu ağaca çatıyı geçtiği yerde
 ağaçtan bir şerefe yapılmış yanınada  şerefeye ulaşmak
için  yine ağaçtan merdiven yapılmıştır.
      İçinin badanası eski osmanlı ve islam yazıları ve
süslemelerinden oluşan ve renklendirmelerinde
katışıksız toprak boyalar kullanılarak yapılmıştır.
     Ağlarca Camii bu haliyle uzun yıllar kullanılmış hatta
camii olmayan komşu köyler cuma namazları için
buraya gelmişlerdir.

 

        Daha sonraları 2000 yıllarının başında kurulan
köy derneği ve muhtarlığın işbirliği ile Caminin avlusuna
bir cenaze yıkama yeri ile 6 musluğundan hergün 
24 saat kesintisiz su akan şadırvan ve içerisinde su
bulunan modern tuvaletler yapılmıştır.
Caminin önü ve tretuvarlar kalebodur taşları ile döşenerek
modern bir hale getirilmiştir.



 2012 Yılında da Camimizin en büyük eksiği
giderilerek güzel bir minareye kavuşturulmuştur.



 
 
 Son olarak Köyümüzden Şewoş H.Osman Topak'ın
torunu Şükrüye Pamukun parasal desteği ile
içinin tüm eşyaları yenilenmiştir ,
( Kendisine teşekküe ediyoruz )
       Bu güzelliği de Köyümüz yerleşmis
Süriyeli kardeşimiz Emad Balker
, YAZILARI  yeniden yazmış, 
badanayıda büyük bir titizlikle yenilemiş ve
camimiz bu günkü halini almıştır.
        Parası ile, emeği ile katkıda bulunan
KATKIDA BULUNAN herkese sonsuz teşekkürler.
 


 
12 MAYIS 2013 AĞLARCA KÖYÜ MEZARLIĞI
TEMİZLEME  ÇALIŞMASI AĞDER..

 
 
 
     Köyümüz mezarlığının içerisinin türlü çalılarla ve
aşırı büyümüş otlarla kaplı olması mezarlık içerisinde
hareket etmeyi kısıtlar duruma gelmişti. 
        Başta AĞDER ve MUHTARLIK olmak üzere
12-Mayıs-2013 tarihinde gençlerin katılımıyla mezarlığı
temizleme  çalışması yapılmıştır.
         Bu çalışmalar sonunda mezarlıkta ki çalılar kesilmiş,
otlar biçilmiş ve içerisi düzenlenmiştir.
         Çalışmalara emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
          www.aglarcali.tr.gg     
 

 
 

Ağlarca köyünden Merhum Kamil Ocak'n torunu
        Selime ve Nurettin çiftinin oğulları
        Yasin OCAK .....13-Mayıs-2013 tarihinde vatani hizmetini yerine getirmek üzere baba ocağından ayrılmıştır.
        Ailesi 05.05.2013 tarihinde oğullarının bu kutsal göreve  uğurlarken tüm dost akraba ve tanıdıklarına bir yemek vermiştir.
       Aynı günün gecesi düzenlenen eğlencede Yasin ocak ve   arkadaşları doyasıya eğlenmiştir.
       Askerimize hayırlı teskereler dileriz.
  www.aglarcali.tr.gg




 
 

24-Temmuz- 2013 
  Köyümüzden Basri Yener'in torunu 
Seçkin ve Ayşe Yener'in kızları
Tansu YENER kızımız 
2013 Ünversite sınavı sonuçlarına göre 
ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İNGİLİZCE ÖĞRETMENLİĞ
Bölümünü kazanmıştır
Kendisine tahsil hayatı boyunca başarılar dilerken 
Ailesinide canı yürekten kutluyoruz.

www.aglarcali.tr.gg

 
 


SÜRİYELİ KÖYLÜLERİMİZ
Son zamanlarda ki Süriyedeki iç savaştan tüm Süriye halkı gibi orada yaşayan hemşerilerimiz de etkilenmiş ve yaşadıkları ikinci vatanlarını da terk etmek durumunda kalmışlardır.
         Sürgünü ve soykırımı en acı bir şekilde yaşamış olan dedlerimizin torunları olarak bu hemşerilerimizin bu zor durumunda karınca kararınca katkıda bulunmak istiyen Ağlarca halkı birkaç süriyeli hemşerimizi yanlarında ikamet ettirmek istemişlerdir.
         Bu düşünce çerçevesinde köydeki birkaç ev temizlenip badana ettirilmiş ve EKKKD nin de katkılarıyla ailelerin yaşayabileceği şekilde döşenmiştir.
          Haziran ortalarında getirilen 6 kişilik ilk aile bu evlerden birine yerleştirilmiştir.
          Bu olaya maddi manevi destek veren herkese sonsuz teşekkürler.
          
www.aglarcali.tr.gg 






BU GÖREVDE TAMAM

       Köyümüzün çocuklarından Şewoş Yılmaz TOPAK, Yurdun çeşitli yerlerinde Şerefli Türk ordusunun bir Assubayı olarak başarı ile görev yapmış, bu görev sırasınca defalarca ölümle burun buruna gelmiş, girdiği bir çatışmada yaralanarak gazi mertebesinede ulaşmıştır. 
       Son olarak ta Afganistan'da ki Türk Birliğine göreve gönderilmişti. Burada ki görevini de başarı ile tamamlayan Yılmaz Topak 10-MART-2012 tarihinde Yurda dönmüştür. Tüm Ailesi ile dost ve akrabalarnın mutluluğunu paylaşır, kendisine de bundan sonraki yaşantısında sağlık, mutluluk ve başarılar dileriz.

www.aglarcali.tr.gg



 
 

 

Ağlarca Köyü'nden Niwg Kandemir OCAK 
       26-Agustos-2008 tarihinde
       Bilecik İl Jandarma Alayı'nda başladığı vatan görevini 3 aylık
acemilik eğitiminden sonra Diyarbakır İli Eğil İlçesi Jandarma Karakolunda başarı ile tamamlayarak 22-Kasım-2009 Pazar günü saat 8 itibari ile  Vatan görevini bitirmiştir.Aynı gün saat 20.35 uçağı ile Ankara'ya gelen askerimiz aynı gece gece yarısından sonra
Eskişehir'e ulaşarak ailesine, sevdiklerine, dostlarına kavuşmuştur.
      Kendisine bundan sonraki hayatında sağlık, mutluluk ve başarılar dileriz.
aglarca2007 23-Kasım-2009   saat=03 30


 
 
 

Sevdamız gazi,
aşkımız şehit oldu bu dağlarda, 
yağmurlarımız kurşundan yatağımız taştan oldu bu uykularda, 
biz sevdiklerimiz için geldik bu diyarlara,
kimi can verdi kimi kol verdi hain pusularda, 
genede ah etmedik bu vatana, 
tüm güneşler feda olsun, yıldızımızın yanındaki aya...
KANDEMİR







 

TRAFİK  KAZASI
Ağlarca köyünden Kemal TOPAK 
25 Ağustos 2013 tarihinde kullandığı özel otomobili ile Ağlarca'dan Eskişehir'e gelirken Seyitgaziy'e 20  km kala solladığı arabaya sürtünmesi sonucu iki arabanında şarampola yuvarlanmasıyla önemli bir trafik kazası geçirmiştir.
Kaza sonucu yaralıların bir kısmı devlet hastanesinde KEMAL TOPAK'ta Tıp Fakültesinde müşahade altına alınmıştır.
Tüm yaralıların önemli bir yara almadıkları ÖĞRENİLMİŞTİR.
  Köylümüz Kemal TOPAK'ta gerekli filimler çekilip tekkikler yapıldıktan sonra taburcu edilerek evine çıkarılmıştır.
İki arabanında hurdaya döndüğü bu kazada hiç kimsenin vahim bir yara almaması tanrının bir lutfudur. 
Kendilerine tekrar tekrar geçmiş olsun diyoruz.
Ben bizzat kendim Kemal TOPAKLA görüştüm Tüm dost ve akrabaları

www.aglarcali.tr.gg


HABERLER sayfasına dön
 
                   

 

 
 
################ Hasret (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################



 
HASRET 
            An gelir özlem dayanılmaz olur ya ,hani yüreği sıkışır,içinde bir yerler acır. Çaresizliğin verdiği sıkıntı ezer,kanatır yüreği...
          Özlenen; evlattır,anadır,babadır,gardaştır,arkadaştır ya da vatan...Hangisi olursa olsun an gelir burnumuzun direği sızlar,birden bire dökülür aniden yaşlar.Yürekten akan damlacıklardır onlar.Saf,temiz,katıksız... 
         Bir anneler günü mesajı beni çok etkilemişti. ''Bir çocuğun annesini sevdiği gibi değil,bir annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyorum seni anne''  İnsan ancak anne-baba olduğu zaman anlayabiliyor bu büyük sevgiyi.Hayattaki en değerlilerimiz oluyor onlar.Hayatlarımızı onların hayatlarına adıyor,onlar için yaşıyoruz.Kendi içimizde kalan uktelerimiz onların içinde kalmasın istiyoruz.Her şeyin en iyisini en güzelini istiyoruz onlar için.
        Yumuk yumuk ellerini öperek büyüttüğümüz,gözümüzden sakındığımız bebeklerimiz büyüyor ve bir yetişkin oluyorlar.Ama bizim gözümüzde hala küçücük onlar.
        Kimimiz askere yolluyoruz,düğünle dernekle,buruk bir sevinçle ama büyük bir gururla.Kimimiz başka şehirlerdeki okullara,kimimizde gurbet ellere;nasip mi kısmet mi bilinmez,gurbetteymiş aşı rızkı diye.Tevekkülle.
        Ana-baba yüreği ,aklı hep evladında .Duasında hep onlar.Allah herkesin gurbetlerini kavuştursun diyorum.Bizim gurbetimizden bahsetmek istiyorum.
        11 yılı aşan bir hasretin son anı öyle etkiledi ki beni.Paylaşmak istedim.Biliyorum ki sevinçler paylaştıkça artar,acılar paylaştıkça azalır.Paylaştıkça artan tek şey sevinçlerdir herhalde.
          Paylaşmak istedim çünkü analar ,babalar,kardeşler bu kadar hasret kalmasın istiyorum.Ömür su gibi akıp gidiyor.Daha dün çocuktuk bizde ,şimdi hayretle kendi çocuklarımızın nasıl büyüdüğünü izliyoruz.''ne çabuk geçti  yıllar''diye.
         11 yılı geçti benim kardeşim gurbete gideli.Askerlik dönüşü o günün şartlarında beklentilerini karşılayacak bir iş bulamadı malesef Türkiye'de.(hoş bu gün de pek bir şey değişmiş sayılmaz da)
          Şans mı nasip mi bilinmez ABD 'ye gitti 21 yaşında.
          Ana yüreği bilir dedik ya o zaman ben yeni anne olmuştum.Annemin hislerini yeterince anladığımı sanmıyorum .Ne yer ne içer rahat mı bir başına gurbet ellerde.?Öyle ki onun sevdiği yemekleri yaptığımız zaman boğazımıza düğümlenirdi.Erkekler duygularını kadınlar kadar ifade edemezler,örneğin özlem içlerini yaksa da ağlayamazlar,dertleşemezler arkadaşlarıyla kolay kolay.Çünkü babadır onlar,güçlü olmak zorundadırlar.Gurbet yakında olsa uzak da olsa gurbettir ama aradaki mesafe arttıkça ,onun kilometrelerce uzakta,okyanuslar ardında olduğunu bilmek ve istediği zaman ona ulaşamayacağını bilmek daha çok acı verir,çaresiz hisseder insan.
         Yıllar böyle hasretle özlemle geçti.Nasip deriz ya hep ,kardeşim bir kızı sevdi ne mutlu ki o da kendi kültürümüzden kendi toplumumuzdandı.Evde bir sevinç bir mutluluk.Düğün hayalleri...Her anne babanın hayalidir,mürvetidir çocuklarına güzel bir düğün yapmak.Yuvasını kurmak.Hazırlıklar büyük bir sevinçle başladı orda ve burda.Söz kesildi nişan yapıldı.Sıra vize almaya geldi.Düğün ABD 'de olacaktı.Büyük bir umutla gittiler konsolosluğa ve sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu.ABD konsolosluğu vize vermedi anneme ve babama.Kendi çocuklarının düğününde olamayacaklardı.Belki de bebekliğinden beri hayalini kurdukları düğünde olmayacaklardı...Şoku uzun bir süre atlatamadılar.Neyseki iki halam oradaydılar.Eş dost hısım akraba sağolsunlar çok güzel bir düğün yaptılar kardeşime.Kardeşimin düğününü kasetten izlemek öyle zor geldi ki.Annem babam ve ben kasetleri ağlamaktan izleyemedik günlerce.
           Evliliği içimizi öyle rahatlattı ki ;artık sıcak sevgi dolu bir evi vardı ve ona sevgiyle kapıyı açan bir eşi.Boş bir eve gelmeyecekti.Ona sevdiği yemekleri içine sevgisini katarak pişirecek bir eşi vardı.Artık Kaşıkbörek(kardeşimin en sevdiği yemek) yerken boğazımıza düğümlenmiyor)
           Ve 11 yılın sonunda beklediğimiz an gelmişti.Ramazan bayramından 2 gün önce geldi kardeşim.Son gece hiç uyumadık nerdeyse annem babam ve ben.Zaman durmuştu sanki saatler işlemiyordu.Sabah 10.30 da aradı -İstanbul'a geldim diye.Artık vatan toprağındaydı.Ankara'ya gelecekti uçakla kuzenim ve eşim havaalanına almaya gittiler arabayla.Bizde o uzun gün boyunca onun en sevdiği yemekleri yaptık.O gün o kadar uzundu ki bir düğün yemeği bile yapabilirdim)
          Derken telefon geldi Kaymaz'dan girdik diye.Fatoş halam -Haydi atlayın arabaya karşılamaya gidelim dedi.Araba kardeşime yaklaştıkça kalp atışlarım hızlandı,gözyaşlarım yuvarlandı gitti yanaklarımdan aşağı ,özlem bitecekti, ona sıkı sıkı sarılacaktım kalbimin içine koyarcasına.
           Yolda öylesine hızlı gidiyorduk ki onlarda bizde, gurbete inat bir an önce bitsin diye hızla geçtik biz onları onlar bizi ,sonra geri döndük .Araba daha durmadan fırladık arabadan o da bende .Karşımdaydı bir an dondum sonra ağlamalar sarılmalar öptüm doyasıya o benim bir tanecik kardeşimdi hiç ayrılamam dediğim.Canımın yarısıydı.Ben kardeşimin yanına bindim.Artık karşımdaydı inanamıyordum.Yüzünde olgunlaştığının izleri çizgiler vardı.Kimbilir neler yaşamıştı 11 yıl boyunca iyi kötü.
           Gelin arabası gibi hızla girdik avluya annem babam halam koştular.Annemle birbirlerine koştular,annem öyle bir haykırdı ki -OĞLUMMMMM diye yürekler dayanmaz.kardeşim de -ANNEMMMM diye.Sarıldılar öptüler birbirlerini ağlayarak.Bu ne kadar sürdü bilmiyorum babam bir yandan gözyaşlarını siliyor bir yandan da -Yeter artık yaww diyordu.
           Özlem bitmişti.Ağlamamalıydık artık sevinç günümüzdü bu gün.Kardeşim evi,bahçeyi her yeri herkesi inceliyordu dile kolay 11 yıl herşey çok değişmiş olmalıydı onun için.Herşeyi herkesi çok özlemişti ve o sesi; Birden bire ayağa kalktı:-Duyuyormusunuz ?dedi.-Neyi dedik ?-Ezan sesini dedi.Ve Ezan bitinceye kadar ayakta dikildi ve Allaha şükretti.Camii hemen evimizin arkasındaydı ve biz günde 5 vakit duyduğumuz için bilmiyorduk kıymetini....
          Bazı şeylerin değerini malesef kaybettikten sonra anlıyoruz.Ezan,Vatan,Bayrak,Özgürlük...
          Allah bizi vatansız bayraksız ve ezansız bırakmasın.Tüm gurbetlerimize sağlıkla kavuşmak dileğiyle...
         CEVHER ATEŞ

  

 

################ Gec Olmadan (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################



         Çok Geç Olmadan
              
      
  Uzun zaman önceydi;özel tv kanallarından birinde ana haber bülteninden sonra yaşanmış hayat hikayeleri anlatan bir sunucu vardı.O hikayeler beni çok etkilemişti. Hele bir tanesi...

        Hikayenin kahramanı İzmitli bir genç.Tahsilini bitirdikten sonra İstanbul'da bir işe girer ve orada yaşamaya başlar.

        Bir gece yarısı içine adını koyamadığı bir sıkıntı girer,uyuyamaz.Bir sıkıntı vardır ;adını koyamadığı,tamda göğsünün sol yanında ince bir sızı...

        Birden babası gelir aklına;çok sevdiği,saydığı,büyük bir çınara benzettiği güçlü idolü babası.Çok sevdiği ancak geleneklerinden,kültürlerinden dolayı hiç bir zaman sıkıca sarılıp,SENİ ÇOK SEVİYORUM BABA diye sarılıp öpemediği babası.(muhtemelen çerkezdi diye düşünüyorum şimdi)Hasret mi?özlem mi?bilmez bunları yıllar sonra düşündüren.Neden bu yaşına dek söylememişti sevgisini,neden sarılıp öpememişti ellerinden,yanaklarından neden...?

        Bir anda karar verir atlar arabaya.Babasına gidecek ve ona sıkı sıkı sarılacak,öpecek ve ona onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti gözlerinin içine bakarak.

         Vakit gece yarısına geldiğinde evinin önüne gelir.Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlar hemen.Baba evinin bütün ışıkları yanmaktadır.Koşarak girer eve,evleri yakın akarabalarla doludur. Hepsinde bir hüzün bir matem.

             Koşar babasının yanına,içindeki sızı kalbinde bir oktur artık.Babası son anlarını yaşamaktadır,koca çınar doğrulur yattığı yerden,baba-oğul sarılırlar sımsıkı ilk ve son kez...Babasına onu ne çok sevdiğini söyler defalarca,öper ellerini,yanaklarını,koca çınar başını sallar göz pınarlarından akan yaşlar beyaz sakallarının arasında kaybolur, 

             -BENDE OĞUL BENDE ...

        Koca çınar oğlunu da görmenin huzuruyla ruhunu teslim eder.Kavuşur yaradanına.Oğul son anda da olsa onu çok sevdiğini söylemiş ve sıkı sıkı sarılmıştır babasına ilk ve son kez ne acı değil mi?

        Ertelemeyelim sevgilerimizi,duygularımızı her fırsatta söyleyelim ana-babalarımıza,eşimize ,dostumuza,çocuklarımıza, arkadaşlarımıza yarın çok geç olabilir...Çok geç olmadan...

        Cevher ATEŞ 09.11.2009   

 

 

################ Yasli cinarlarimiz (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################



 

   YAŞLI ÇINARLARIMIZ BİR BİR DEVRİLİYOR

       Henüz yedi yaşındaydım.Ormanın kenarındaki evimizde babam hastalanmış ateşler içerinde kıvranıyor, bir taraftan da “ah keşke şöyle soğuk bir kar olsa da yesem” diye sayıklıyordu.Yaşlı ninem oğlunun başında oturmuş ona sıcak tarhana çorbası içirmek için ısrar ediyor,bir taraftan da dualar ediyordu.Elektrik olmadığı için soğuk bir şey bulmak neredeyse imkansızdı. Hava kararmış oluğundan titrek gaz lambasının ışığında ninemin silüeti yaşlı bir hayaleti andırırcasına odanın içinde koşturup duruyor,oğlununacısını dindirmek için her çareyi deniyor,fakat o ısrarla “keşke bir parça kar olsa da yesem”diye inleyerek sayıklayıp duruyordu.Haziran sonları olmasına rağmen köyde kar vardı,ama önümüzdeki dağların zirvesinde.Ağabeylerim  yatılı okulda olduğu için karı getirmek imkansız gibiydi.
     Babamın bu isteğine dayanamazdım.Kararımı verdim gecenin bu saati de olsa gidip ona çok istediği o karı alıp gelecektim.Sessizce evden çıktım.Çıkarken şu anda da evimin duvarında takılı bulunan babamın Adiğe kamasını alıp belime taktım,bakır bir tabağı elime diğer elime de düğünlerde kullanığımız mantar tabancasını alıp haznesine bir mantar taktım. Gizlice evden ayrılıp ormana doğru yola koyuldum.İçimden bir çok hayal ve korku geçiyor,gördüğüm bir kütük bir çalı parçası, hep adını duyduğum canavarlara benziyor ve beni korkutuyordu.Ama bazen bağırarak bazen de sessizce yanlarından geçerek onlardan kurtuluyordum.Sonuçta karların olduğu yere ulaştım,elimdeki bakır tabağın içini iyice karla doldurdum.Sonra içime doğan büyük bir cesaret ve özgüvenle hızla eve döndüm.
      Babamın hasta oluğunu duyan  komşular da eve gelmiş ve ev kalabalıklaşmış,o ortamda da benim yokluğum hiç fark edilmemişti bile.Ninem benim elimde karla dolu tabağı görünce çok şaşırdı,bunu babama vermesini söyleyince de çok sevindi,ama bir taraftan da  yalnız oralara gittiğim için bana kızdı.Babam da benim öyle sessizce gidip kar getirmeme hem şaşırmış hem de memnun olmuştu.Bu hareketimin oradakilerin de takdirini kazanması beni çok mutlu etmişti,nitekim bu olay babamın yeri geldikçe anlatıp beni onore edeceği ilk olay olarak hatırımda kalacaktı. 
      Aradan yıllar geçti çok acılar çekildi.Önce amcamı kaybettik,o zaman da çok küçüktüm,babamın evde olmayıp,annemin gelen bir haber üzerine saatlerce ağlamasından zannettim ki babam ölmüş,ben de saatlerce ağladım.Onun cenazesine beklerken öğrendim ki ölen amcamdı.Bir tarafım kopmuş gibiydi.Amcam, baba yarısı idi.
      Köydeki hayat ne güzeldi.Babam sıkça evden uzak kalıyor köyün diğer erkekleri gibi, ağaç kömür vb.işlerle(!) uğraşıyordu.Onların dönüşü ve yaşadıkları olaylar bazen hüzünlü bazen neşeliydi. Ama genelde dinleyen bizlerde hayranlık duyguları uyandırarak, uzun kış gecelerinin ana sohbet konularını oluşturuyordu.Birde genelde dönüşleri gece geç vakte geldirdi.Sabah uyandığımızda atların sesi geliyorsa bakacağımız ilk yer arabada duran heybe olurdu.Heybede mutlaka  bize göre bir şeyler olurdu.Bazan bir oyuncak,bazen de elma,portakal gibi yiyecekler.Khabzeye çok uymasa da babam gece geldiği zamanlar uyurken çocuklarını kollarına alırdı.Bazan sert kollardan oluşan yastıklar rahatsız etse de ne güzel uykulardı…
    O babasını hiç hatırlamazdı,henüz üç yaşındayken dedem vefat etmişti.Onu büyüten ve aile tarihimizde en önemli yeri tutan babamın halası Misas’dı.Son anına kadar ondan diğer amcalarım halalarım ve yengelerim gibi babam da sıkça  bahsetti.Onun her duruma uygun   Adiğece bir atasözü ve mantıklı bir yaklaşımı vardı.
    Köydeki güzel günler on yaşıma kadar devem etti.Sonra kente göç ve hayat mücadelesinin tam ortasına atıldık.Birçok köylümüz de bizim gibi kente göç etmiş ve yeni düzene uymaya çalışıyor ve o asla önem vermedikleri para için, onurlarını ve Adiğeliklerini koruyarak mücadele ediyorlardı.Babam da bu dönemde epey zorluk çekti.Maddi epey kaybı oldu,kazandı da ama hayat ve mücadele çok zordu.Buna rağmen hep dimdik ayakta , morali ve umudu yüksekti.Çocuklarını okutmuş iş güç sahibi etmiş,ev sahibi olmuş, torunlarını görmüştü,mutluydu.Çevresinde sevip sayılan biriydi.Onun ses tonu bile insana müthiş bir güven verirdi.Ama geçen yıllarda kader annesini, iki kız iki erkek kardeşini ve eşini bu dünyadan almıştı,yıllar  ve günler hızla ilerliyordu.
     2003    Yılında, 1976 yılında köyde terk ettiğimiz evimizi biraz tamir ettirmiş doğduğumuz büyüdüğümüz evi, yeniden şenlendirmeye başlamıştık.Bahçemize de biraz fidan ekmiştik.Babam yazları köyde kalıyor fidanlarla ilgileniyordu.Biz de bunu fırsat bilerek sıkça köye geliyor o çocukluğumuzdaki nostaljiyi yaşıyorduk.Köy demek bizler için her şey demekti.Bahar kokusu,erik toplamalar,av,sonbaharda koru kesimini yeniden yaşamak, kış günlerinde bile toplanıp arkadaşlarımızla soba başında yaptığımız sohbetler ne güzel. 
     2006 yılında ise ben hastaydım hem de ağır hasta.Hatalığın bazı güzel tarafları da olmuştu.Yıllardır doya doya kalmaya hasret kaldığım köyümde uzunca süre kalma fırsatı bunlardan biriydi.Doktor daha ağır bir kemoterapiye başlayacağı için bir süre tedaviye ara vermişti.Köyümün havası bana iyi geliyor,dernekleşme,yeni evlerin yapılacağı eski güzel günlere dönebileceğimiz düşüncesi beni tedavi ediyordu.Babam artık yanımda hem sohbet arkadaşım,hem bakıcım hem de aşçım olmuştu.Günler güzel geçiyordu.Köylülerimizle yaptığımız akşam sohbetlerine doyum olmuyordu.Bir taraftan camide de tamirat yaptırıyorduk.Muhtar Nevzat ile sıkça görüşüyor,dertleşiyorduk.Caminin yanına gasilhane ve musalla taşı yapılıyordu.Acaba burada ilk kim yatacak ,yıkanacaktı.Üç hasta vardık.Ben,Pisnethuç İzzet Amca ve Şevoj Şaban Amca.
     Kader bu son derece değerli, her biri ayrı tarih olan  iki amcamızı aramızdan aldı, ikİ koca çınarımız devrildi.Bu çınarların devrilmesi çok acı oldu ama Azrail tepemizdeydi.Sırada Hune Recep Amca varmış,onu da kaybettik.
      2009 yılı ise bizim ailemiz açısından çok daha sarsıcı başlamıştı.Mart ayında çok değerli aile büyüğümüz Şeveşupkhu  Mükerrem  yengemizi kaybettik.O Misas Halanın yaşayan haliydi.Örf ve adetleri uygulamakta kararlığı yanında insan sevgisi,Ağlarca sevgisi ile mükemmel bir insandı.Derken Şhagumde Mahmut Amcayı kaybetmek beklenmeyen anda bizleri özellikle de babamı çok sarsmıştı.O Eskişehirdeki Adiğelerin çok saydığı özü sözü bir bir Adiğe thametesiydi. Babam bütün bu kayıplardan çok etkileniyordu.Çok da üzülüyordu.Bu durumlara katlanmak için kendini çalışmaya ve ibadete vermişti.Çok çalışıyordu.Ben ve kardeşim fırsat buldukça hemen köye koşuyor sıkça onla vakit geçiriyorduk.Onula vakit geçirmek beraber bir şeyler yapmak,çalışmak,yemek yemek çok zevkliydi.Bizimle gelmesi için ısrarlarımıza rağmen  o yalnız kalmayı tercih ediyordu.Onun mutlu, sağlı hali de şimdilik böyle devam etmesine razı olmamıza neden oluyordu.Derken o kader babamı da 6 Kasım günü yakaladı.Büyüklerinin yanına “öldüğümüzde arayı fazla açmayalım,beraber ölelim”diye şakalaştığı komşusu Mahmut Amcanın yanına gitti.Onla beraber sanki aile ve köyümüzün tarihinde bir devir kapandı.Hem de çok özleyceğimiz bir devir.O devir ki içinde hem Kafkasya vardı hem de Anadolu,hem Ağlarca hem Eskişehir,hem varlık hem yosulluk,insanlık vardı,adamlık vardı.Adam gibi yaşayıp adam gibi ölmek vardı.Ben hem babamı hem de hepsini çok özleyeceğim, eminim sizlerde.
     Bu yazıyı neden yazdım.İroni yapmak yada kimseyi üzmek için değil.Cevher kardeşim bir yazı yazmıştı,ondan esinlendim.Yazılacak o kadar çok şey var ki…Büyüklerimizi yalnız bırakmayalım,onlarla çokça vakit geçirelim,ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor.Onların aslında bize pek de ihtiyaçları yok ,asıl bizim onlara çok, hem de çok ihtiyacımız var.Allah rahmet eylesin mekanları cennet oldun.

              01 Aralık 2009  ŞEWO’Ş Şuayip

 

 
################ Cocuk gozuyle (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################

      

              
ÇOCUK GÖZÜYLE 

         Yemyeşil dağların ardında rüya gibi, kartpostal gibi bir köy… Kışın başka güzel yazın başka.

        Ağlarca için yola çıktık mı bir heyecan kaplardı çocuk kalbimi. Yol bitmezdi, öğrenmiştim sırasıyla hangi köyleri geçeceğimizi. Köye yaklaştıkça yeşile yaklaşırdık,missss gibi temiz havaya, ormana.Kıvrımlı,virajlı yollar ve köyü gördüğümüz ilk an.Dağların arasından gülümserdi bize…Heyecan daha da artardı.Son virajı da dönünce köy karşımızdaydı artık.

       Eskiden tahta büyük bir kapı olurdu köyün her iki girişinde de. O kapıyı açmak için yarışırdık kardeşimle. Hızlı olan açardı tahta kapıyı.

       Anneannemi kaybetmeden önce mezarlıktan geçtiğimizi fark etmezdik bile. Kardeşimi ve beni YAVRUMUN YAVRUSU diye seven anneannemin ölümünden sonra hep Fatiha okuyarak geçtik anneanneme ve yanındakilere…

  O zamanlar köye pek sık araba gelmezdi. Araba geldiği zaman onu gören ve sesini duyan herkes köy ortasına inerdi. Gelen kim diye. Eve daha girmeden karşılanırdık sevgiyle.

        Neziha teyze koşar gelirdi bizi görünce. Kardeşimi çok severdi, kardeşimde onu. İsmail arabadan inince Neziha teyzeye, Neziha teyzede kardeşime koşar sarılırlardı.

       Dedem anneannem ve teyzem çok sevinirlerdi. Anneannem nur içinde yatsın bizi öper, sever, koklardı. Ne güzel ne lezzetli gözlemeler yapardı. Şimdi o kadar lezzetli değil yediğim hiçbir gözleme.

       Dedem YAHYAKO; önceleri anlamını bilmezdim neden Yahya, KO ne demekti. Dedemin adı ramazandı. Ben ona Ramazan dede diye hitap ederdim. Sonra öğrendim KO oğlu demekti. Yani Yahya’nın oğlu. Köydeki herkes severdi, sayardı, birazda çekinirlerdi dedemden. Çocuklar bile Yahyako emmi geliyor diye kaçarlardı… O zaman üzülürdüm. Dedemden neden korkuyor çocuklar diye. Sonra anladım ki dedem kızarmış onlara camii duvarında yakalayınca çocukları, onların düşmesinden korkardı… Çocuklara kızar, söylene söylene gelirdi. Düşüp bir yerlerini kıracak şıdıler …

        Ağlarca da sabahlar başka bir güzel olurdu. Ne kadar geç yatsak da, yorgunda olsak erkenden uyanır ve hemen dışarı çıkardık. O mis gibi odun kokusu, sabah güneşi, temiz hava… Kışın dağların üzerindeki sisin o yavaş yavaş kalkmasıyla altından görünen yemyeşil dağlar.

       Teyzem ve anneannem bize ne yapacaklarını şaşırırlardı. Annemler iki kardeşlerdi. Onlar için biz, bizim için de onlar çok değerliydiler. Anneannemin topraktan bir ocağı vardı. O hiç sönmezdi. Her şeyi onun üzerinde yapardı. Ocağın iki yanında boşluk vardı. Birine ben birine kardeşim yatardık altımıza minderler dizip. Ocak da yandığı zaman ayaklarımızı bacaya koyardık. Sıcaklık içimizi ısıtır, uykumuz gelirdi. Bir başkaydı o zamanlar... Odanın her iki tarafında topraktan alçak sedirler vardı. Üzerlerinde minderler, tahtadan büyük bir raf, birde kocaman tahtadan bir kutu. Sonradan anladım ne işe yaradığını içine erzak konulurmuş.

        Neredeyse köydeki herkes gelirdi bize hoş geldine. Yaşlılar tuttururlardı tatlı bir sohbet, kadınlar ayrı, gençler ayrı… Bir ara bize takılırlardı Karaçeymisin Çerkezmisin diye. Bazen dozu kaçardı işin pooj muhabbetine dönünce. Pooj eski şapkalı demekmiş. Karaçaylılar ve Çerkezler arasında hep bir sürtüşme olmuş, halada olmakta sanırım… Üzücü bir durum aslında. Çünkü evlilikler de çok. Karaçay gelinler, damatlar…

       Yaz akşamları köyün ortasında toplanırdı bütün çocuklar. Çocuklar iki gruba bölünür saklambaç oynarlardı. Bir grup saklanır diğer grup onları arardı. Bütün köy saklanma mekânıydı. Tabiî ki saklananları bulmakta baya zor olurdu. Arayan grup bulamazsa SES VER diye bağırırdı saklananlara. Saklananlar ses vermek zorundaydı. Yıldızlı yaz gecelerinde saatlerce oynardık.

        Yaz tatillerinde de giderdim Ağlarca’ya. 15–20 gün kaldığım olurdu. Çok istememe rağmen Çerkezceyi pek öğrenemedim. Çünkü köyde kimse Çerkezce konuşmuyordu. Ancak çok yaşlılar ya da özel bir şey söyleyecekleri zaman konuşurlardı Çerkezce. Dolayısıyla Çerkezce olarak bidiğim kelime sayısı azdır.

        Köy o zaman kalabalıktı. Şimdi ise insanın içi acıyor. Çoğu ev kapanmış, çoğunda bir ya da iki kişi var sadece.

       Geçen yaz köydeki çalışmalara çok sevindim. Camiye bakım yapılmış, abdesthane eklenmiş, dernek binası, okul, lojman onarılmış, kooperatif kurulmuş, arsalar satılmış… Sevindim.

        Bende Ağlarca’yı hiç unutmadım. Çok seviyorum, çocuklarımı da götürüyorum. Onlarda çok sevdiler Ağlarca’yı.

        Ağlarcayla gönül bağı olan herkesin tek bir oda dahi olsa orada bir evi olmalı. Ve köyünü her fırsatta ziyaret etmeli. Hafta sonları şehirde piknik yeri aramadan köyüne, toprağına, insanına gitmeli. Sadece düğünlerde. Bayramlarda ya da cenazelerde değil, yüreği ne zaman isterse.

       Dedem en son onu gördüğümde bana Arada bir gelip bu ışığı yak kızım, bu ışık sönmesin, bu kapı kapanmasın demişti.

       Sana söz veriyorum Koca Çerkez o ışığı ömrüm oldukça söndürmeyeceğim, kapını kapatmayacağım…

Cevher ATEŞ

  

 

################ Kaybedilenler (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################



      KAYBEDİLEN AKRABALIKLAR

      Şubat ayının sonlarına doğruydu. Kış zahmeride yapamadığını şimdi yapıyordu. İki gün yağan kar dizi geçmişti. Evlerin damlarndan kürenen karlarla saçaklardan sarkan karlar birleşmiş dünyada hiçbir mimarın düşünemeyeceği şahane dış cephe kaplama örnekleri oluşturmuştu.

      O akşam çok sık gittiğim Şewoş Battal Amcalara gitmiştim. Rahmetli nazike teyze beni kapıda karşılayarak:

      Keblağ, keblağ siçal ( Buyur, buyur oğlum ) diyerek karşılamıştı. Biz Battal Amca ile hal hatır sorma faslındayken çaydanlığı kuzinenin üstüne, ekmek pidesini de gözüne koymuştu bile. Ben biliyordum ki bunların yanına, evin balkonunda tavana monte edilmiş sütlükteki sütten alacağı kaymağı ilave ederek güzel bir sofra hazırlayacaktı.

 

      Battal amca görmüş eski bir karakol çavuşuydu. Seneler geçtikçe çocuklarından yanlarında kimse kalmamış, hepsi ekmek parası peşinde dağılmış gitmişler, karı koca iki katlı kocaman evde yapayalnız kalmışlardı.

Bu nedenle bazı akşamlar çocuklarla beraber bazı akşamlarda yalnız başıma yaptığım ziyaretler onları sevindiriyordu.

      Biz biraz kıştan biraz havalardan konuştuktan sonra tam memleket meselelerini çözmeye başlamıştık ki kapı çalındı ve gel dememize fırsat vermeden açıldı. Açılan kapıdan da 5. sınıf öğrencilerinden Ömer girdi.

      Ömer, kapının yanında ki boşlukta önce ayaklarını yere vurarak sonrada üstünü başını silkeleyerek karlardan temizlendi sonrada hiç acele etmeden:

      --Öğretmenim Netağho Sefer gile Yenice köyünden misafir delikanlılar geldi, Hamit abimde beni sana gönderdi haber vereyim diye. Sözünü bitirdiğinde büyük bir iş becermiş insanların tavrı ile beklemeye başladı, bir taraftan da Nazike Teyzenin yeni kurduğu sofraya bakıyordu. Nazike Teyze sıcacık pideden bir parça kopardı arasına bolca kaymak koyarak çocuğun eline verdi onu kolundan tutup toprak dolgulama yoluyla yapılan sedirin kenarına oturttu.

       Biz bu mevsimde bu havada Yeniceden değil komşu köyden bile gelinemeyeceğimize inandığımız için birisinin şaka yaptığını düşünerek sofraya oturduk yemeğimizi yemeye başladık. Psinetğuçlardan Rıfat ile Çıçkanlardan Nurettin 74-1 tertip olarak askere gideceklerinden onlara her gece eğlence tertipliyorduk, garanti onların işidir diye düşünüyordum.

       Bu arada Ömer ekmeğini bitirmiş gitmek için davranmıştı. Merakımı yenemedim sordum:

      --Oğlum sen gelenleri gördün mü kimlermiş tanıdın mı?

      Çocuk hiç istifini bozmadan

      -- Gördüm öğretmenim ama tanıyamadım biri Ali ghe’nin oğlumuymuş neymiş. Dedi ve çıktı gitti.

      Çocuk çıkmıştı ama biz öylesine bir şaşkınlık içindeydik ki bir süre süren sesliğin ardından Battal Amca sessizce;

      -- Ali Geh’in oğluysa gelmiştir dedi.

      Yine böyle bir kış günüydü, tesadüfe bakın ki yine aynı evde aynı kişiler oturuyorduk Kapı çalınmadan sonuna kadar açılmış 2 m yi geçen boyu ile Ali geh girmişti üstü başı kar içindeydi bir karışı geçen bıyıklarından da buz parçaları sarkıyordu ayakları dibinde duran köpeğinin de ağzının etrafı buz tutmuş soludukça da buz çakıldakları büyümüştü. Ali Geh tüfeğini kapının ardına dayadıktan sonra

      -- Mi şhapsığağheme yaşha bsiğodet amirmeme moşte mezişham redısiniğha…..

      Battal Amca’da bir taraftan misafirinin kürkünü çıkarmasına yardım ederken bir taraftan da,

      -- Abzağeme yaşhağher terezime meştowo mafem ğogu tahane, diyerek gelen taşlamanın cevabını vermeye çalışıyordu.

O günler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti, işte Ömer’in geldiğini söylediği delikanlılardan birisi bu adamın oğluydu.

      Bende fazla oyalanmadan misafirlerin geldiği Netağholara gitmek üzere evden ayrıldım.

           

       Netağholerin evine vardığımda kızlı erkekli bütün gençlerin toplandıklarını gördüm. Misafirlerden Aliko Halıis enine boyuna yapılı bir çocuktu Yahya ise inadına zayıf ve uzun boyluydu.

       Gençleri birkaç gün ağırlatıktan sonra Başara köyüne götürdüm. Öyle bir yolculuğumuz vardı ki bu günkü teknik imkanlarımız olup kameraya alabilseydik izleme rekorları kıracak filmlerin hazırlanabileceği gibi, görüntüleri de günlerce haber programlarından inmezdi. Hafif erimeye yüz tutmuş kara batan ayaklarımızı kardan çıkarmaya bir hayli uğraşıyorduk. Ağlarca Başara arası yolun tam ortasındaki Han ilçesine ulaşıp ısınmak için bir kahveye girdiğimizde iki arkadaşımızın ayakkabılarının birer tekinin olmadığını gördük. Soğuğun uyuşturduğu ayaklardan ayakkabının çıkarak karın içinde kaldığını fark etmemişlerdi bile.

       Eğlenceli geçen başara ziyaretinden sonra onları Yazılıkaya köyüne de götürdüm. Allah rahmet eylesin Sarı bey’in oğlu Nazım bizi bırakmadı hem bizi hem de misafirlerimizi iki gün ağırladı ve bu süre içinde unutamayacağımız bir düğün ve eğlence ortamı sundu.

       Nihayet gün geldi bizim askerleri de alarak hepsini birden uğurlamak üzere kazaya indik. Kazaya varır varmaz Halis bana dedi ki:

      -- Ağabey burada benim iki teyzem varmış imkanı varsa uğramak isterdim. Dedi. Hiç umursamadan ‘’kimmiş senin teyzelerin’’ diye sordum.

      -- Halis biraz sıkılarak ben hiç görmedim amma annem mutlaka uğra dedi. Birisi Zelha, diğeri de Dane teyzemmiş dedi.

      Bu laf üzerine o kadar şaşırmıştım ki birkaç dakika bir şey diyemedim, kendime geldikten sonra Halis’e dönerek:

      -- Sen ne dediğini biliyor musun o dediklerinin biri benim annem biride teyzem, dedim.

      Halis sıkılganlığı biraz daha artarak;

      -- Vallahi sani aşte yioğ, diye fısıldadı.

      Eve varasıya kadar hiç birşey demedim. O sıralar Kilise Köyünde ki eniştem öldüğünden beri annemin yanında kalan Nazire Ablama Halis’i göstererek:

       --Abla bunu bir dinler misin anneme de Dane teyzeme de teyze diyor diyerek olayları kısaca özetledim.

       Ablam halisi şöyle bir süzdükten sonra:

       --Ğheti virşaw diye sordu.

       Halis biraz şaşkın vaziyette,

       --Yeniceli Ali’nin oğluyum babama uzun Ali de derler, der demez ablam Halis’e sıkı sıkı sarıldı, bu durum epey sürdü ablam gözlerindeki yaşla durup durup Halis’e sarılıyordu.

       Ablam bizi oturttu ve uzun uzun anlattı bizler teyze çocuklarıymışız. Annem bizim köye Halis’in ninesi de Yeniceye gelin gitmişler. O zamanlar sık sık görüşen teyze çocukları, hatta Sarıcaova da Dayılarının yanında büyümüşler diyebileceğimiz bu çocuklar bir aile gibi olmuşlardı. Zamanla onlar İzmir’e Biz çiftelere taşındıktan sonra bağlar kopmuş aileler birbirini unutmuşlardı.

      Ama kader yurdun iki ayrı şehrinde yaşayan iki gencin askerlik öncesi köylerini ziyareti ve büyüklerin yönlendirmesi ile bu ziyaretlerin geniş tutulması sonucunda bu tanışma olayı olmuştu.

      -- askerleri bir gece misafir ettikten ve ertesi gün gidilecek yerlere de ayaküstü uğradıktan sonra Askerlik şubesine giderek askerleri teslim ettim.

      Olaylar bundan sonra daha ilginç gelişti Çıçkanlardan Nurettin Kütahya’ya Ablamın oğlu Rıfat la Haliste Isparta’ya gittiler, Aynı bölük ve aynı takımda acemiliklerini yaptılar ve birlikte Kıbrıs’a gönderildiler. Orada da ayrılmadılar biri makineli tüfekçi biri de yardımcısı oldu. Birlikte birbirlerine güvenmekten kaynaklanan güçle iyi bir tim oluşturdular,   Beşparmak dağlarında ki mağaraların temizlenmesinde büyük yararlılıklar gösterdiler.

       Eğer böyle bir tesadüf olmasaydı iki teyze oğlu askerliklerini birbirlerini tanımadan tamamlayacaklardı.

       Çocukların askerliği bittikten sonra uzun yıllar gene görüşemedik ama Halis’i Balıkesir Susurluk dolaylarında ki yağlı güreşlerde kısbetinin bel kısmına yazdırdığı Çerkesoğlu yazısıyla ayırt ederek gururla takip ettik.

35 yıl sonra 1911 yılındaki Ağlarca Köy’ü şenliklerine çıktı geldi. Susurluk dolaylarından bir adige kızı ile evlenmiş getirdi tanıştırdı gelinimizin çatır çatır adigece konuşması xabzeyi titizlikle uygulaması beni sevindirdi.    Bende gıyabında tanıdıkları Halis Ağabeylerini çocuklara tanıttım.   Telefonlar, adresler alındı. Belki bu telefonlar adresler kullanılacak belki bir yerlerde unutulup kalınacak. Bu hikaye gibilerle çok karşılaştım birbirini tanımayan dayı yeğenler gördüm, birbirinden habersiz kaşen olan gençlere rastladım. Ne olur akrabalarımızı unutmayalım senede bir kerede olsa onları hatırlayalım ve kendimizi hatırlatalım.

  

 

################ Koyde kis aylari (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################

 
KÖYDE KIŞ AYLARI
 

     Köyde kasım ayında kasım tavı ile ekilecek ekinler ekilip, koru kesildikten sonra kış hazırlıklarına başlanırdı.
     Öncelikle hayvanların ihtiyaçları tamamlanırdı. Samanlıklarda eksik varsa komşu köylerden saman alınır, dağların belirli yerlerinde de yağlı meşe yaprakları istif edilirdi.
       O zamanlar soba kullanılmadığından ocaklarda yakılmak üzere çam ve meşelerden oluşan ocaklık odunlar hazırlanır kuruluklara istif edilirdi.
      Aralığın 2. haftasında da kar yağışı başlardı. Aralıklarla yağan kar köy içinde kısa sürede 1 M yüksekliğe ulaşırdı. Her kar yağışında evlerin düz damlarından kürenen karlar evlerin boyuna ulaştığında biz çocuklar bayram yapardık. Bu üst üste yığılıp sertleşen karların içinde tüneller açmak, mağaralar oymak en zevkli oyunlarımızdı.
      Büyükler her kar yağışının sonunda ellerinde kürekler çeşmelere, komşulara, okula, camiye yollar açarlardı. Bu yollar köşe başlarında birleştikten sonra daha da genişlerlerdi. Buraları kullanmadan köy içinde bir yerden bir yere gidilmezdi.
       İlk karın düşmesi ile beraber yazın koşulan at arabaları falakaları çıkarılarak haşbak dediğimiz korunaklara çekilir, onların yerine köylülerin kendilerinin yaptıkları kızaklar hazırlanırlardı. Dört-beş ay süresinde bütün işler bu kızaklarla yapılırdı. Dağdan odun ve yapraklar onlarla çekilir, kazaya ve komşu köylere onlarla gidilirdi. Bu kızaklar bu gün bile kuyrukları bağlanmış koşumları süslenmiş atların halleriyle bazen gözümün önüne gelirler.
      Ama en unutulmayacak zamanlar Şubat tatilinin sonu olurdu. Tatil bitip de okullar açılacağı zaman, şehir ve kasabada okuyan öğrencileri götürmek üzere 4–5 kızak hazırlanırdı.
      Bu kızaklar kazaya kadar hiç yol aramadan yarışarak dağınık bir düzende giderlerdi. Böyle bir manzarayı bu güne kadar, daha bir filmin sahnesinde bile gördüğümü hatırlamıyorum. Bu günkü imkânlar olsaydı da bir resim karesi veya bir video çekimi alabilseydim diye hayıflanırım bazen.
       Biz çocuklar kardan adam yapmayı bilmezdik yalnız kar kümeleri ile oluşturduğumuz siperlerin arkasından birbirimizi kartopuna tuttuğumuz bazen de saldırıya geçerek karşı siperleri ele geçirmeye çalıştığımız bir çeşit savaş oyunu oynardık. Evlerin dambaşılarından kürenerek küçük bir tepe oluşturan karların tepesinden aşağıya yol açar buralardan kayardık. Akşam olunca da buralara su döker donmasını sağlardık. Gecenin ayazını yiyen bu kayak yerleri cam gibi buz olurdu.
        Bunların dışında her çocuğun mutlaka bir kızağı olurdu. Kimisi babasına, abisine yaptır kimisi de kendisi yapardı. Kızakları o dondurucu soğukta okul bağı gibi yerlerde ta tepelere çıkarır oralardan kayardık. Akşam eve geldiğimizde ıslandıktan sonra donarak boru gibi sertleşen pantolonlarımızı çıkarmaya epey uğraşırdık.
       Kış gecelerimizin en eğlenceli kısımları ise ferfenelerdi. Herkes evinden yağ, şeker gibi malzemeleri getirir, kendisinden rica ettiğimiz bir büyüğümüzde bize bunlardan kara helva yapardı. Bir taraftan da kavurgalar kavrulurdu. 
       Gençler ise geceleri toplantılar yapar bazen de bu toplantıları düğüne çevirirlerdi. Bizi bu toplantılara küçüksünüz diye almazlardı. Bizde toplantı yapılan evin önündeki ayakkabıları su ile doldururduk hemen donan bu sular ayakkabı sahiplerine zor anlar yaşatırlardı.
       Bu gün bu yazdıklarımı kıyısından bucağından yaşamamış veya başka birilerinden dinlememiş olanlar inanmayabilirler. Bu aynı zamanda küresel ısınma diye kendilerini parçalayan bilim adamlarının ne kadar haklı olduğunu da gösterir. Elli yıl önce böylesine kışlar oluyorduysa bu gün doğru dürüst bir kar yağışı göremiyorsak bir elli yıl sonra nasıl olur düşünmek bile istemiyorum.
 28.03.2009     Eskişehir   Orhan OCAK


################ Harman zamani (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################
 
HARMAN ZAMANI
      Her nedense anılarımın arasında en önemli yeri harman zamnı yaşananlar alır. Köyde hasat zamanı günün dönümü ile birlikte otların biçilmesi ile başlardı. Önce kıraç alanlarda ki otlar daha sonra da çayırlar biçilir ve bir kaç gün kurumaya bırakılırdı. Eğer bu arada yağmur yağarsa, hava açtıktan sonra dirgenlerle çevrilir kurumaları sağlanırdı. Otlar arabalarla harman yerine taşınır burada döğenlerle saman haline getirilerek samanlıklara aktarılırdı. Harmanın enzor işide bu ot samanı ile uğraşmak olurdu. O nedenle herkes ot işini bir an önce bitirmeye bakardı.
        Otlar bittikten sonra arpalara ve buğdaylara sıra gelirdi. Bu iş sırasında belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen HAFİ denen bir yardımlaşma sistemi uygulanırdı. Ekilmişi çok olan veya ekini olgunlaşıp hasatının gecikmesin de sakınca olanlar komşularını HAFİYE çağırırdı. Kendisine yardım edilenler yardım edenlerin ihtiyacı olduğunda yardıma gelinen gün kadar yardıma giderlerdi.
         Bir gün önceden tırpanlar çekiçlenir, ananatlar (ağaç dirgen) tamir edilir tırmıkların eksik dişleri takılırdı. Akşamdan da hafiye geleceklere haber verilmiş olunurdu.Sabahleyin at arabalarıyla tarlaya gitmek üzere çıkılırdı. Kızlı erkekli bu kafileler köyün içinden geçerken en çok tırpanlarının bıçaklarını havaya kaldırmış, saplarını da araba sandığına dayamış vaziyette tutan tırpancılara özenirdim.Tarlaya varıldığında en verimli zaman olan sabah saatlerini değerlendirmek için hızla işe başlanırdı. Önce tırpancılar tarlaya girer aralarında 3–4 m aralık bırakarak biçmeye başlarlardı. Her tırpancı 2–3 m genişliğinde biçerek giderdi. Tırpanın her sallanışında, tırpanın kalitesine, tırpancının ustalığına göre değişen ssssssııııt diye bir ses çıkardı. Her sesten sonra biçilen ekinler yere yatar tırpanın arkasından toplanarak ferkleri oluştururlardı.
          Tırpancılardan sonra ananatçılar girerdi tarlaya, tırpanlarla biçilip ferk haline gelen sapları toplarlar birkaç ananat ağzını üst üste koyduktan sonra, ananatı yukarıdan aşağıya saplayarak başlarının üstüne kaldırır destelerin oluşacağı yere taşırlardı. En son olarakta tırmıkçılar girerdi tarlaya, onlarda tarlada kalan sapları tırmıklayarak ilerlerlerdi. Bazen tırmıkçılar ananatçıları, ananatçılar da tırmıkçıları sıkıştırırdı. Bazen de tersi olurdu tırpancılar usta ve hızlı çıkarlar biçme işini ötekilerden bir hayli önce bitirirlerdi. O zaman da serin bir ağacın gölgesinde ayranlarını içerlerken arkadaşlarına takılırlardı. Ananatçılar delikanlılardan tırmıkçılarda kızlardan oluşurdu. Bu nedenle bu iki gurubun arasında devamlı birbirine takılmalar olurdu. Bazen de kaşen olanlar olurdu aralarında, onlar hiç yorulmazlar akşamın olmasınıda istemezlerdi.    Çocuklar da, gözeneklerinden çok hafif su sızdırdıklarından dış yüzleri ıslak olan, bu nedenle de içlerindeki suyu hep soğuk tutan toprak testilerle su dağıtırlardı.En zevkli an ise öğlen üzeri verilen yemek molasıydı. Bulgur pilavı, süzme yoğurttan yapılarak tulukta bekletilmiş ayran ve karpuzdan oluşan öğle yemeği benim için dünyanın en zengin sofrası ile değişilmezdi. Bazen aklıma geldiğinde tereyağlı bulgur pilavının kokusunu resmen duyarım. Ekinler biçilip desteler haline getirildikten sonra sıra harman yerine taşımaya gelirdi.Arabaların üstüne konan delice veya kanatlarla destelere yanaşılır saplar arabalara yüklenirdi. Yükleme iş ide ustalık isteyen bir işti. Eğer iyi yüklenmezse hem yeterince yüklenemez hemde yolda sapların kayarak dökülmesine neden olurdu. Bu da arabayı yükleyenler için hiçte iyi olmazdı.Sapların tamamı harman yerlerine taşındıktan sonra 1–2 gün dinlenilir ve hemen döven işine geçilirdi. Saplar daireler biçiminde yayılır, at veya öküzlerle çiğnenerek harman haline getirilirdi. Arkasındanda altında sıra sıra çakmak taşlarının(döven taşı) bulunduğu, dövenlerle harman işine başlanırdı. Dövenleri ya atlar yâda öküzler çekerdi.Öküzle harman sürmeyi hiç sevmezdik: çünkü öküzün harman yerine pislemesine izin verilmezdi. Öküz kuyruğunu kaldırır kaldırmaz hazırda olan teneke bir kabı hemen altına tutarlardı. Atlarda ise bu sorun yoktu onlara her şey serbestti. 2–3 gün süren bu işlemin sonunda saplar saman halini alır başaklarda ezilerek denelerini dökerlerdi. Sonuçta saman ve denenin karışık olarak olduğu bir yığın oluşurdu. Bu yığınlar o günlerde esecek rüzgâr tahmin edilerek, esintiye göre ince uzun, tınaz denen öbekler halinde toplanırdı. Rüzgâr esmeye başladığında hemen yabalarla tınazın başında yer alınır savurma işine başlanırdı. Rüzgâr gece cıkmışsa lüks ışıkları ile etraf aydınlatılırdı. Harman savurma çok ustalık isteyen bir işti. Saman ve dene karışımını rüzgârın geldiği yöne doğru hafifçe meğil vererek dağıtarak savurmak gerekirdi. Bu işlem sırasında samanlar yel tarafından 5–10 m uzağa götürülürken deneler oldukları yerlere düşerlerdi. Samanla denenin ayrılması bittikten sonra, deneler kalburlarla elenir çuvallanırdı. Bu safha çocukların en çok sevdiği zamandı. Çünkü deneler meydana çıktığında arpa olsun buğday olsun çocuklara anneleri veya yengeleri tarafından biraz pay ayrılarak verilirdi. Çocuklarda bunu hemen bakkala götürürler istedikleri şeyleri bolca alırlardı. En çok aldıkları şeylerse kahverengi sütlü şeker, lokum ve püsküvit olurdu.Buğdaylar daha harman yerinde tohumluk, bulgurluk, unluk olarak ayrılırdı. Geriye kalanda evlerin önündeki ağaçtan yapılmış ambarlara doldurulurdu.  Un için ayrılanları erkekler değirmene götürdüğünde, kadınlarda bulgurluk ve göcelikleri çeşmelerin ahırlarında yıkar ve kaynatırlardı. Kaynamış buğdayları da ekseri evlerin düz dambaşılarına serdikleri kilimlerin üzerinde kuruturlardı.  Çocuklarda kuşlara karşı bu sergileri beklerlerdi.İşin en zor yanı ise samanı çekmek ve samanlıklara koymak olurdu. 500–600 kg kapasitesi olan saman tahtaları arabalara konur önleri ve arkaları pala ve çullarla kapatılırdı. Bir kişi büyük saman yabası ile sandığa döker bir kişide sandıkta çiğnerdi. Saman yüklü araba samanlığın penceresine veya kapının önüne arka arkaya yanaştırılır, saman yabalarla içeriye ittirilirdi. İçerde de bir kişi olur oda bu samanları samanlığın dibine doğru aktarırlardı. İşte bundan sonra yıkanıp temizlenilir.

          —Yarabbi şükür hamim titekijiğ denirdi.

          -(Allaha çok şükür harmandan kalktık.)
          Zamanla her şey makineleşti bütün bu güzellikler de zorlukları ile birlik te tarihe karıştı.
 
         Orhan OCAK 



################ Ozlem (Bunun alt sayfası: "ANiLAR-ANiLAR") ################
*****ÖZLEM*****
       İnsan bazen geçmişe özlem duyar ya, kaybettiklerine, çocukluğuna, anılarına. Hani yaşlılar gençliklerini nasıl anlatırlar özlemle.
       Bazen bir çiçek kokusu götürür eskilere, bazen de birden bire gelir gözünün önüne hatıralar.
       Ben çok güzel bir çocukluk yaşadım. Kendimi şanslı hissediyorum en azından şimdiki çocuklara göre. Bizim zamanımızda bilgisayar yoktu, sanal oyunlar, sanal dostluklar yoktu. Oyunlar arkadaşlarla oynanırdı. Komşu oturmaları olurdu.
       Komşu köylerden gençler gelirlerdi oturmaya...
       Kışın kar yağdığı zaman hasta oluncaya kadar kartopu oynar, naylon çuvallara doldurduğumuz samanların üzerinde dağın eteğinden aşağılara kadar kayardık. Şimdi karda oynamayı bilgisayara değişir oldu çocuklar. Hasta oluncaya kadar oynardık. Anneannem hasta çorbası yapardı yoğurtlu. Miss gibi nane ve kekik kokardı. Nasıl özlemişim o kokuyu. O lezzeti ve anneannemin o bitimsiz sevgisini.
       Habibe teyze vardı nur içinde yatsın bunlar hiç unutmadığım karakterlerdir Ağlarca da. Bizi habzicikler diye severdi o zaman anlamını bilmezdim tabii)Kınalı örgülü saçları vardı. İki eli göbeğinin üstünde parmaklarını birbirine dolayarak konuşurdu. Hüseyin dede deyince hep define aklıma gelir. Bildiğim kadarıyla hayatı boyunca dağda bir yerlerde define olduğunu söylemiş ve aramış. Nur yüzlü birisiydi.
       Ases nine (dedemin kız kardeşi) başka bir Ases daha vardı sanırım köyde. Ases nine beni çok etkilerdi. Otoriter, kararlı tam bir Osmanlı kadınıydı. Gençliğinde çok güzel olmalıydı diye düşünürdüm hep. Dedeme çok düşkündü. Dedemde ona tabii. Dedem ölmeden önceki hastalık döneminde hep Ases ninenin kapısına gider ona seslenirmiş -Ases nerdesin hadi gel çay içelim diye. Çayı çok severdi Ases nine. Köydeki evinde yalnız yaşardı. Yaz akşamları dedemlerde oturur, çay içer, sohbet ederdi. Aslında pek sohbet de sayılmazdı muhalefeti severdi. Atışacak biri olurdu hep. Karaçaylılara da baya gıcık olurdu)Hep takılırdı bana da Karaçaylar şöyle, Karaçaylar böyle diye. Şalvar giyerdi hep.Çiftelerde kara örtme denir siyah uzun bir başörtüsü olurdu başında.Beyaz tenli,renkli gözlü saçlarındaki aklar bile çok yakışırdı ona.Tatlı sert bir ifade verirdi.Çayını içer bastonuna dayana dayana çıkardı yokuşu.Dedem o evine girip ışığını yakıncaya kadar beklerdi.Onun ışığı sönmeden de yatmazdı.Kardeş sevgisi ne kadar güzel bir şeydi.
       Çok uzun yıllar önce dedemin gençlik yılları köye haber gelmiş-Yahyako kayılılarla kavga ediyor diye. Ases nine karnı burnunda hamile düşmüş Kayı yoluna. Seslenmişler-Ases nereye kendini düşünmüyorsan karnındakini düşün diye.-Çocuk bulunur kardeş bir daha bulunmaz diye devam etmiş yoluna. Şimdi birlikte mutlulardır umarım.
       Yaz tatillerinde gider on, onbeş gün kalırdım Ağlarca da. Çerkezce öğrenme umuduyla giderdim ama onbeş yirmi kelimeyi geçemedi Çerkezcem. Çünkü konuşulmazdı. Ancak özel bir şey konuşacakları zaman konuşulurdu. Karaçayca konuşmayı özler Halime halaya koşardım. Necdet abinin annesine. Boylu poslu nur yüzlü bir kadındı Karaçayca konuşur hasret giderirdik. Kim bilir belki o da kendi diline duyduğu özlemi giderirdi benimle.
       Dilimiz, töremiz, adetlerimiz unutulmamalı değil mi? Hele hele özleyecek kadar.
       Çocuklarımız kim olduklarını, nereli olduklarını, ne olduklarını kültürlerini, dillerini bilerek yetişmeli ki bu güzel kültür hep yaşasın. Esen kalın.      
 
CEVHER ATEŞ    22--07--2008

################ Delikli tas efsanesi (Bunun alt sayfası: "AGLARCA KiSA KiSA") ################

 DELİKLİ TAŞ EFSANESİ

           Köyümüzün kili mevkiinde, köye 700- uzaklıkta bir insanın dizleri ve ellerinin üstünde apalıyarak geçebilecekleri bir deliği olan bir kaya vardı, etrafında onu koruma altına almışcasına yükselen meşe ağaçları vardı. Bu ağaçlara buraya gelip dilek diliyen veya adak adayanlar bez bağlardı.
          Çocukluğumuzda( ==>  
UZUN KiZ

  ) iki tür işlevi vardı bu delikli taşın. Birincisi: Zorda kalanlar o zorluğu atlattıklarında çocukları delikli taşa götüreceğim der adak adarlardı. Dilek gerçekleştiğinde mutlaka bir horoz kesilerek yemek hazırlanır ve delikli taşın 
 yanında çocuklara yedirilirdi. Bu yemeklerin bir özelliği vardı, herkes kaşığını kendi götürürdü. Delikli taşın ikinci işlevinde ise, hastalar, çocuğu olmayanlar gibi dertlerden muzdarip olanlar, gene bir horoz keserek yemek hazırlar, çocukları delikli taşa götürürlerdi. Yalnız bu sefer çocuklar yemek yerken hasta delikli taştan geçirilir başındaki ağaca da bez bağlanırdı.
           Bu gün şifa niyetine ziyaret ediliyormu bilmiyorum ama etrafında ki meşelerin altında bol miktarda mantar ocağı olduğundan mantar zamanı oraya mutlaka uğrarım. Mantar olur olmaz ama ben kayanın bir ucuna oturur dinlenirim. Bu dinlenme sırasında da köye doğru baktığımda başında büyük bir tepsi ile şipsi-pasta taşıyan bir teyzeyi ve onun arkasından bellerinde tahta kaşıklarla koşuşarak gelen çocukları görür gibi olurum. 



 

################ Bogmaca ocagi (Bunun alt sayfası: "AGLARCA KiSA KiSA") ################
Köyümüzde ki psinetğhuç thematelerinden bazıları

BOĞMACA OCAĞI

           Ağlarca Köyü'nde Psinetğuçh sülalesinin erkekleri, boğmaca hastalığının ocağı ( şıfa kaynağı ) olarak bilinirlerdi. Yazın sıcaklarında kışın dondurucu soğuklarında hiç bir engel tanımayan insanlar rahatsızlanan çocuklarını köye getirirler ve bu ocakta derman ararlardı. Canab-ı Allah'ın kutreti sorgulanmaz , boğazları şişmiş bir parça ekmek değil bir yudum su içemiyen kaç çocuğun tedaviden sonra  ocağın ekmeği diye verilen ekmeği iştahla yediğini gözümle gördüm. ( Ocak ekmeği özel bir ekmek değildi, o hane halkının kendileri için pişirdikleri normal ekmekti.)  
           Hastalara sulalenin en yaşlıları bakardı hiç bir zaman sülalenin bir ferdi kendisine getirilen hastaya bakmaz thematelerine yönlendirilirlerdi. Ben Ramazan Esen, Şaban Esen ve İzzet Esen'in günlerini hatırlıyorum. Şimdi hepsi rahmetli oldu, Allah mekanlarını cennet etsin.
           Hastalardan hiç bir zaman ücret ve hediye kabul edilmezdi.
           Bu insanların bu becerisi, yıllar yıllar önce dedelerinden birinin bir sansarı baş ve işaret parmaklarının arasında boğması sonucu kazanıldığı anlatılırdı.
          Tedavi yöntemide hasta çocuğun karşıya alınarak bir kaç dua okunup baş ve işaret parmakları ile hastanın boynunun sıvazlanması şeklinde olurdu. Okunan özel bir dua yoktu hatta hiç dua okunmadan Tanr'ya sığınılarak ondan şefaat dileme yolu ile de yapılabilirdi.

################ Referandumlar (Bunun alt sayfası: "AGLARCA KiSA KiSA") ################

           AĞLARCA'DA ÖZEL REFERANDUMLAR
       
  Ağlarca tarihinde sadece Ağlarca'yı ilgilendiren ve geleceğine yön verecek iki referandum yapılmıştır. Bunların tarihlerini tam hatırlamıyorum verdiğim tarihlerde birkaç sene oynayabilir.
          1.Referandum 1950 li yıllarda yapılmış, ilçe olarak Emirdağ'ından ayrılarak Çifteler'e bağlanma isteği oylanmış ve büyük çoğunluk oyunu Çifteler'e bağlanma yolunda kullanmuştır.
          2.Referandum ise 1980 li yıllarda zamanın hükümetince Han köyü'nün ilçe yapılmasına karar verildiğinde Han'ın nüfusu ilçe olmaya gerekli nüfusa sahip olmadığından Tepeköy, Erten, Başara ve Ağlarca köylerine Han'ın mahallesi statüsü verilmek istenmiş ama yapılan oylamada büyük bir çoğunlukla red edilmiştir. 

 

################ Sivrihisar yolu (Bunun alt sayfası: "AGLARCA KiSA KiSA") ################

 

***===>***===>***===>***
SİVRİHİSAR YOLU ( Sürüser ğog ) 
***===>***===>***===>***
--- Zamanında bu yol odun kaçakçılarının Haymana'ya Sivrihisar'a, Polatlı'ya odun götürürlerken kullandığı yoldu, halk o zamanlar Sivrihisar yolunu telaffuz edemediğinden ismi sürüser ğog ( Sivrihisar yolu ) olarak kalmıştır. Hatırlıyorum o zamanlar sık bir ormanın içinden yanyana uzayıp giden iki patikadan oluşmuş bir at arabası yoluydu. Kenarında ki ağaçlardan bazı yerlerde gökyüzü görünmezdi. Okullar kapanıp yaz tatili başladığında hemen köye koşardık Erten köyünden sonra ki bu yol bizi çok heyecanlandırırdı, yol bitmek bilmezdi.
---- O ZAMANLAR ÇEVREMİZİN GÜZELLİKLERİNİN FARKINA BİLE VARMAZDIK Biz bir an önce köye ulaşmayı isterdik. Ah şimdi aynı güzellikleri bulabilsek dağılmamış 80 hanelik köyümüzü geri getirebilsek, yayan da olsa o yolu defalarca yürümek bize hiç zor gelmezdi. 

################ Komsu daveti (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################
 

      KOMŞU DAVETİ

      Kırsal kesimlerde yardımlaşmayı komşununhayırlı işini paylaşmaya çok iyi bir örnektir. Şimdi yavaş yavaş kaybolanların arasındaki yerini almaktadır.
       Düğünden bir gün önce, düğün sahibi komşularını, akrabalarını, imkan içerisindeyse bütün köyü toplar yemek verir, ertesi gün düğünün başlayacağını bildirir. Davete gelmeyen veya gelemeyenlere de birer sofra gönderilir.
      O andan itibaren düğün sahibi için düğün bitmiştir.
      Düğün sahibi artık akrabalar, komşular, eş ve dostlardır.  
################ Damat evi (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################



DAMAT EVİ  "şavovin"
  
       Damat düğüne 3-5 gün kala evden ayrılır, yakın bir arkadaşının evine yerleşir. Buradaki arkadaşı da sağdıcı olur. Bu ev damadın, yaşadığı müddetçe ikinci evi, hane halkı da ikinci ailesi olacaktır. Damat bir hafta boyunca burada yatar, kalkar, misafirlerini ağırlar. Damadın eve adımını attığı andan itibaren, her şeyinden sağdıç sorumludur. Damat kaçırılırsa, kapıdaki ayakkabısı kaybolursa, nezle olursa, olmadık bir yerde hata yaparsa sorumlusu sağdıç ve arkadaşlarıdır.
       Sağdıç arkadaşına her türlü rahatı, huzuru sağlar. Hatta kimseye görünmemek şartıyla onu kendi düğününe götürür kuytu bir yerden seyrettirir, yakalanırlarsa da ceremesini çeker.

################ Damat cikarma (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################
 

DAMAT ÇIKARMA "Şavekıçeş"
         Gelin geldikten sonra oğlan evinde düğün devam eder. Yatsıya doğru gelinle damadın vekaletleri alınarak imam nikahları kıyılır. Sıra, damadın getirilerek, toplu olarak bir yerde oturan, büyüklerin elini öptürmeye gelmiştir.  
        Birkaç büyüğünde aralarında olduğu kızlı erkekli gençlerden oluşan kafile, akardion ve tahta eşliğinde, dejüyler söyleyerek damadın kaldığı eve gelirler. Burada bir süre düğün yaparlar. Damat, sağdıç ve misafirlere hizmet için düğüne katılamayanlar oynatılırlar. Damat Oynarken kızlar birbirinden devralarak yormaya çalışırlar. Damadın arkadaşları da damadı sıyırarak onun yorulmasını önlerler.
        Daha sonra damat delikanlıların arasına alınarak gelindiği gibi yola çıkılır. Sağdıçlar damat kaçırılmasın diye iki koluna girmiş vaziyette yürürler. Bu el öpüp geri dönesiye kadar damadı kaçırmak istiyenlerle onu koruyanların mücadelesinin başlangıcıdır.
        Sağdıç evi damatla birlikte kurbanlığını, bir tepsi dolusu tğujesini, çerezini gönderir. Bunları taşıyanlar kafilenin en arkasından giderler. 
        Yolda bazen oynayanlardan biri ayağı kırılmış gibi yere çöker, ayağına havlu veya benzeri bir şey bağlanmadan kalkmaz. 
         Bazen de akordion susar, kafile durur, akordioncunun koluna da bir havlu bağlanır, kafile yoluna devam eder.
        Düğün evine gelindiğinde sağdıcın biri önde biri arkada, damat arada olmak üzere, büyüklerin bekledikleri odaya girer, themateden başlayarak el öperler. Kapının yanında biraz dikildikten sonra, thematenin müsaadesiyle dışarı çıkar ve hızla kaybolurlar. 
         Böylece oğlan evindeki düğünde son bulmuş olur.



################ Gelin alma (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################


GELİN ALMA

      O gün herkes cok heyecanlı ve telaşlıdır. Bir şey unutmamak için her şey yeniden gözden geçirilir. Gelin arabası en iyi şekilde süslenir, Arabaların havluları takılır, kafilenin başkanlığını yapacak themate ile SON istişareler yapılır, her şeyin yolunda olduğuna kanaat getirilince de yola çıkılır. ***Eskiden gelin almaya at arabaları ve atlarla gidilirdi. Uzun meşe çubukları yay gibi gerilir, üç beş tanesi at arabasının sandığına monte edilir, üstleri de desenli kilimlerle kapatılırdı. Gelin alıcı alayına atlarıyla katılacaklar, atlarını tımar eder, kuyruklarını bağlar, eyerlerini parlatırlardı. Yola çıkarken yerinde duramayan atların birbirlerine caka satarcasına kişnemeleri belki de olayın en güzel yeriydi. ***Kız evine gelindiğinde arabalardan inilir, themateler önde olmak üzere köye  girilir. Köy girişinde kız evinden bir gurup tarafından karşılanılır. Hoş geldiniz merasiminden sonra iki gurup karışarak kız evinin önüne gelir.     
       Gençler hemen eğlenceye alınır, akordion ve tahta ellerine verilir. Bir müddet düğünü idare 
EDEN kız tarafı hatiyakosuı idareyi de oğlan tarafının hatiyakosuna bırakır.
       Themateler, thematelerin yanlarına, diğerleri de uygun yerlere oturtulur. Önce misafirlere yemek yedirilir. Düğündeki gençlerde düğünü aksatmayacak şekilde guruplar halinde yemeğe alınır.
        Bu arada kız evinin, bizden kız alacaksanız, bunlara katlanacaksınız dediği eğlencelere geçilir. Oğlan evinden birinin rehberliğinde damadın akrabaları, teker teker alınır....
        Önce berbere götürülürler, yüzleri çam dalından bir fırçanın katran veya benzeri bir şeye batırılmasıyla sabunlanır. kör bir balta veya testereyle tıraş edilir.Artık misafir doktora gitmeye hazırdır, sert bir tahta üzerine dikenlerin yayılarak üzerine ince bir örtünün örtülmesiyle oluşturulan yatağa yatırılarak muayene edilir. Hastanın durumuna göre iğne yapılır veya yapılmaz. Artık eğlence dünyasına gitmenin zamanı gelmiştir. Burada misafir ya, yan yatırılmış bir arabanın tekerine bindirilip döndürülür ya da binince ipi kopacak bir salıncağa bindirilir. Bütün bunların karşılığında da belirli bir ücret alınır. Bu bir nevi toprak bastı parasıdır. Yapılan bu tatlı eziyetler standart değildir. Tamamen gençlerin yaratıcılığına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bütün bu testlerden geçen delikanlı düğüne götürülür ve oynatılır, artık sıra bir başkasındadır.    
Gelin alıcılar düğün boyunca bayraklarına sahip çıkmak zorundadırlar. Kandırılarak veya dalgınlık anlarında kaptırılarak ellerinden alınırsa geri satın almak zorundadırlar.
        Aynı şekilde kızlarını da korumak durumundadırlar. Bir hizmet için veya birisi tarafından çağrıldığı söylenerek düğünden ayrılan kız, kız evinin kızları tarafından bir odaya kapatılır. Bununda fark edilip satın alınması gerekir. Bu ikisi maddiyattan önce bir prestij meselesidir.
        Belirli bir müddet sonra gelini alıp gitmenin zamanı gelmiştir. Misafir themate gelinlerini alıp gitmek için izin istedikten sonra, gelini çıkarmakla görevli kişiler gelin odasının kapısına gelirler, İçerdeki kızın arkadaşları kilidin kaybolduğunu veya zembeleğin kırıldığını bahane ederek kapıyı açmazlar, bahşişler alındıktan sonra kapı açılır. Çeyiz sandığının üzerinde oturan kız çocuğu da gönüllendikten sonra gelin çıkarılır. Gelinle birlikte bir yengesi ve bir akraba delikanlıda gidecektir. Bunların görevi, kızın hemen yalnızlık duygusuna kapılmasını önlemek hem de imam nikahına kız vekili olarak katılmaktır.
        Gelin, kapının önüne getirilen gelin arabasına, dua getirilerek bindirilir. Gelin alıcılar ev sahiplerine Allahaısmarladık diyerek ayrılırlar.  Bu ara gelin alıcılar kız evinden habersiz aldıkları, tabak, kaşık, kül tabağı, resimlik, biblo gibi ufak tefek şeyleri arabaların penceresinden göstermeyi unutmazlar. Bunlar ileride gelinlerine annenin evinden hediye diye verilecektir.
         Artık kız evinin düğünü bitmiş herkesi buruk, hüzünlü bir rahatlık kaplamıştır.  
         Bu arada gelinden mendil, gelin çiçeği gibi bir nişan alan damadın arkadaşları, müjdeyi götürmek için sıkı bir yarışa girerler. Eskiden bu yarış atlarla olurdu, günümüzde bunların yerini arabalar almıştır.


################ Kız kaçırma (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################


KIZ KAÇIRMA
 

         İncelendiğinde göreceksiniz ki içindeki sosyal olgular, gençlerin yardımlaşma organizasyonu, barındırdığı katı kurallar bakımından adetlerimizin hemen hemen en önemlisidir. Kaçma **
**olayına bu nedenle öncelik verdik.
       Sosyal, ekonomik v.b. nedenlerle istediği kişiye verilmeyeceğini anlayıp kaçmaya karar veren kız, önce yakın akrabalarından bir veya iki delikanlıya durumu açar. Onların olurunu alıp kendisiyle birlikte gelmeye razı eden kız hazırlıklara başlar.
       Önce evde köşe-bucak temizlik yapar. Çamaşırları yıkar ve  bir teknede ekmek pişirir. Köydeki akrabalarını bir bahaneyle ziyaret eder. Bundan sonra heyecanla kararlaştırılan gün beklenmeye başlanır. Bir gece yarısı veya sabaha karşı köyün dışından duyulan silah sesi kuşun yuvasından uçtuğunu duyurur. O gece gelenler köy delikanlılarına yakalanmamaya azami gayret gösterirler. Köy delikanlıları ise şüphelendiklerinden veya tiyoyu aldıklarından beri geceleri köyün etrafını kontrolleri altında tutarak beklemektedirler. Kızı kaçırmaya gelenleri yakaladıklarında onları biraz korkutur, toprak bastılarını alır, kız arkadaşlarıyla vedalaşır sonrada uğurlarlar.
       
       Öte tarafta delikanlı kızı kaçırmadan evvel arkadaşlarına durumu anlatır. Birlikte bir yol haritası çıkarırlar. Önce gelini getirdiklerinde misafir edecekleri bir ev ayarlarlar. Bu evin akrabalardan birinin evi olması ve evde yetişkin kız ve delikanlının olması lazımdır.
       Gelin bu eve indirilir. Artık burası kız evidir.  Olay  münasip bir şekilde büyüklere iletilir. Artık oğlan evinde hummalı bir hareket başlar.
       Ama hiç bir zaman kız evi razı edilmeden bayrak açılmaz. Önce münasip kişiler seçilerek kız evine gönderilir, durum izah edilir.
        Ertesi gün kız tarafınca belirlenen bir kaç kişi yanlarına bir delikanlı alarak oğlan evine gelirler.  Misafirler en iyi şekilde ağırlanır. Gelenler kız ve kız ile gelen delikanlılarla, yanlarında gelen delikanlı aracılığıyla irtibat kurar. Bu işin gönül rızası ile olduğuna kanaat getirildikten sonra, hayırlı olması temennisinde bulunarak dönerler.  
        Bundan sonra hemen bayrak asılır, büyük bir hızla düğün hazırlıklarına başlanır. 
        Düğün günü yeterli sayıda vasıta gönderilir. Buradan da sadece gençlerden oluşan bir gurup gelir ve düğüne katılır.
        Belirli bir süre geçtikten sonrada kız baba evine el öpmeye götürülür ve her şey tatlıya bağlanır.

      İzleyici katkısı = Kızın indiği eve Teçe Wune, evin annesine Nengoj denir .Auç kızla-delikanlının aralarında verdikleri söz/nişan'dır. Bu bir Zexes ortamında, kaşenliğin artık bittiği ve kesin karar verdikleri rıtueldir.Çerkeslerde gençlik bu konuda özgürdür. 
     Gönderen: decenqua, 20.08.2011 02:48:30:
################ Kocakari dugunu (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################


KOCAKARI DÜĞÜNÜ "nivojgegu"

        Düğünden bir gün sonra, akrabadan, komşudan köyden kadınlar toplanır. Gelin yanında münasip birisi ile gelir ellerini öper. Gelin kapıdan girdikten sonra yakın akrabalar gelin el öpmek için yanlarına gelirken, yere elbiselik kumaş, seccade, oyalanmış yazma gibi şeyler sererler, buna legucetin denir. Bunlar gelin çıkarken toplanır, gelinle birlikte gelenlere geline takdim edilmek üzere verilir.
       Gelin ve yanındakiler kapının yanında biraz dikilirler, müsaade verildikten sonra da çıkarlar.
       Gelin zeğah merasiminden sonra akrabalara rahatça görünebilecektir artık.
       Gelin çıktıktan sonra misafirlere şhelako'dan "kelle-paça" oluşan bir yemek verilir. Yemekten sonra kadınların arasından bir meydancı çıkar, kocakarı düğününü başlatır. Eğer kadınların arasında akardion çalacak biri yoksa kapının önünde bir delikanlı çalıverir. Böylece DÜĞÜNÜN son halkası da tamamlanmış olur.
################ Bohcalar (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################  

       BOHÇALAR
  
    
        Kız tarafı oğlanın akrabalarına birer bohça hazırlar. Duruma ve akrabalık derecesine göre erkeklere takım elbiselik kumaş, gömlek, namazlık, çorap, havlu gibi şeyler konur. Bayanların bohçasında ise elbiselik kumaş, namazlık, namaz örtmesi, çorap, havlu bulunur.
        Erkek tarafı da kız tarafının akrabalarına aynı ayarda bohçalar hazırlarlar.
        Erkek tarafı bohçaları düğünden önce gönderir.
        Kız tarafının bohçalarını kız çeyizi ile birlikte götürür. Bazen iki taraf karşılıklı anlaşarak bohçaları ev bireyleri ile sınırlı tutarlar veya temelli kaldırırlardı.
        Bizim adetlerimiz arasında gerçekten varmı yoksa sonradan mı girmiş hala bir sonuca ulaşamadım.
        Erkek tarafının kızın dayısı bir tane ise ona sağlam bir bohça yapıldığı hatta bu bohçanın içinde mutlaka bir tabancanın olduğunu bu iişe meraklı büyüklerimizden duydum ama bu konuda da hiç bir yazılı kaynağa rastlamadım.
################ Kız isteme (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################


KIZ İSTEME
      Gerekli araştırmalar, hazırlıklar yapıldıktan sonra kız tarafının da düşüncesi, temayülü bir şekilde öğrenilir. Sevilen sayılan kimselerden bir heyet oluşturulur, bu heyette oğlanın dayısı, amcası, ağabeysi gibi yakınları da bulunur. Kız tarafına hayırlı bir iş için ziyaret edilecekleri bildirilir. Belirlenen bir tarihte de ziyaret gerçekleştirilir. Kız evinin onlarla konuşmaya görevlendirdiği kişilerden, belirli bir sohbetten sonra, Allahın emri Peygamberin kavliyle kız istenir. Kız tarafı hemen cevap vermez.
Gelenlere ilgilerinden dolayı teşekkür edilir, büyüklerine tanışıp,kendi aralarında konuşup, kendilerinin bilgilen-dirilecekleri söylenir.
      Artık oğlan evi için heyecanlı bekleyiş başlamıştır.
      İstemeye gidileceği gün, ilk ekibin yanına bir kaç genç katılır. Çiçek, çikolata gibi gerekli şeyler alınarak kız evinin yolu tutulur. Kız evinde de gerekli kişiler bir araya getirilmiş gerekli hazırlıklar yapılmıştır. Bu sefer ortam daha samimidir.
      Gerekli hal hatır sorulur, havadan sudan muhabbet edilir, hükümetler kurulur, dünya düzeltilir. Sonra sebebi ziyaretimizle başlayan bir cümle ile kız tekrar istenir.
       Kız evinden söz söylemeye görevlendirilen kişi, "Gençler birbirini istedikten sonra bize düşen onların işini kolaylaştırmaktır, Allah hayırlı etsin " diyerek olumlu cevabı verir.
Bunun üstüne hemen bir dua edilir.
       Artık işin zor yanı bitmiştir, neşe içinde sofraya oturulur, yemek yenir, üstüne de söz kahveleri içilir.
        Oğlan tarafından münasip biri, kahve fincanları toplanırken, fincanının altına bir miktar bahşiş bırakır, bunu o akşam hizmet edenler aralarında üleşir, bu günü hatırlatacak bir şeyle değerlendirirler.
         Müsaade istenip kalkılırken oğlan tarafının Thematesi oturduğu minderin altına bir zarf bırakır. Bu süt hakkıdır. Bunun miktarı ailenin durumuna göre bir değer ölçüsüdür. Çoğunlukla bu para münasip bir şekilde iade edilir.
        Oğlan tarafı uğurlanırken, kızın kendi elleriyle işlediği bir bohça verilir.  Buna söz bohçası veya söz mendili denir. Artık iş resmileşmiştir.
        Bundan sonra, alışverişmiş, düğün tarihiymiş, bohçalarmış gibi detayları kadınlar kendi aralarında hallederler.

################ Dugun (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################


DÜĞÜN
       Düğün her iki tarafta da yapılır. Önemli olan bir iki önemli şeyi vurgulamak istiyorum.
       Kız evinde yapılan düğünün adı VEDA gecesidir. Gelin olacak kızın arkadaşlarıyla vedalaşmasını veson defa böyle bir eğlenceye katılmasını amaçlar. Kına gecesi yanlış bir terimdir, zaten bizim adetlerimizde kına yakma olayı yoktur. Kız evinde silah atılmaz, kız tarafının büyükleri düğünde oynamazlar. Bunların dışında iki tarafın düğünü de aynı olur.
Düğünleri themateler yönetir. Düğün başladığı andan itibaren her şey onların sorumluluğundadır. Thematenin oyunları yönetecek bir kız bir delikanlı yardımcısı vardır. Bunlara hatiyako denir. Misafirleri karşılayacak, yemek işine bakacak kimselerde ayrıdır. Bunların hepsi oturaklı ve adet bilen kişilerdir. Birde gençlerden oluşan pşerahler vardır. İhtiyaç duyan herkesin pşrah'lere ulaşabilmesi için kollarına havlu bağlanması gibi bazı işaretlerle belirginleştirilirler.
        Misafirler gelmeye başlayınca karşılanır, yemeğe alınır, uygun bir yere oturtulurlar. Münasip kişilerce ziyaret edilir, hoş geldin verilir, halleri hatırları sorulur. 
        Eğlence thametelerden birisi ve ona uygun düşecek bir kız ile başlatılır. Eğlence sırasında, kızlar ve erkekler kendi hatiyakoları tarafından yönlendirilir. Kimse izinsiz olarak eğlenceden cıkamaz, giremez. Düğün devam ederken, diğer köylerden, bölgelerden gelen guruplar ilgililerce karşılanır, uygun bir yerden düğünü seyretmeleri sağlanır. Zamanı gelince de hatiyako yanına bir kız alır hoş geldiniz der, onların düğüne katılmalarını sağlar. Kalabalık düğünlerde gruplara sıra ile düğün yaptırılır. Bu hem tatlı bir rekabet yaratır, hem de diğer gurupların dinlenmelerine, konuşup tanışmalarına, ihtiyaçlarını gidermelerine vesile olur.
        Eğlencelere evli erkekler katılırlar ama kadınlar katılamazlar.      Thematelerden birisi oyuna çıkmışsa tüm gençler ayağa kalkar ve ritim tutarlar. Oyun sırasında, bilhassa leperuş oyununda, oynayanların ayakkabıları çıkartılmışsa, düğün sahibi kızlardan biri tarafından ayakkabıların içine bir çift çorap hemen konur. Misafirler düğün devam ederken izin alarak damadın kaldığı yere gider ve tebrik ederler. Damada ve sağdıca ayakta dikiltmek, hizmet ettirmek gibi tatlı eziyetler ederler. 
Düğün sırası boyunca hatalı davranışları görülenler hemen kurulan mahkemelerde yargılanırlar.
         Düğünü yöneten hatiyakolar, birbirine ilgi duyan kız ve erkekler arasındaki selam ve mesajları iletirler.
       Düğünün bitiminde yatılı misafirler, dost, akraba ve komşular tarafından ağırlanır, ertesi gün gelin alıcı gitmek için toplanmak üzere geceye son verilir. 
 
################ Evlilik kurumu (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################

EVLİLİK KURUMU:

         Toplumumuzda evlilikler, mutlaka evlenecek kişilerin birbirlerini görmeleri, tanımaları, konuşup anlaşmaları sonucunda olur. Görücü usulü ile evlilik yoktur. Buna aileden alınan karşılıklı saygı, sevgi, hoşgörüde eklenince sağlam evlilikler oluşur.
         Evlilikler pek genç yaşta yapılmaz. Evlenecek kişilerin belirli bir olgunluğa gelmeleri beklenir .
         Bu anlatılanların sonucu olarak ta boşanmalar yok denecek kadar azdır.
         Evliliklerde en önemli kuralımız, akrabalar arası evliliklerin olmamasıdır.
         Evlilikler mutlaka "YEDİ" göbek dışarıdan yapılmalıdır.
         Toplumumuzun sağlıklı ve uzun ömürlü insanlardan oluşması belki de bu akraba evliliklerinden uzak durulmasının bir sonucudur. Bu gün başta genetik bilimciler olmak üzere, tüm bilim adamları akraba evliliklerinin sakıncalarını anlatarak toplumları akraba evliliklerinden uzak tutmaya çalışmaktadırlar.
         Öte yandan sosyal bilimciler, psikologlar erken yaşta evlenmenin sakıncalarını anlatarak, sağlıklı evliliklerin belirli bir yaştan sonra yapılmasını savunmaktadırlar. Bunlarda bize: Bizim adet koyucularımızın asırlar önce bile ne kadar sağlıklı, ne kadar doğru düşünebildiklerini ispatlar.
          Aile yapısı olarak ataelkil bir yapı olmasına rağmen kadınında ailedeki rolü çok büyüktür hatta bazen erkğin önünede geçebilmektedir.
  
TOPLUM VE AİLE YAŞANTISI
       Toplum ve aile yapısında, ataerkil bir yapı varsa da kadının yeri çok önemlidir. Kadın savaşta, tarlada, evde hep kocasının yanındadır. Çocukların yetişmesinde çok önemli rolü vardır. Büyüklerin yanında anne-babalar, çocukları kucaklarına alamaz.
        Küçükten büyüğe giden bir saygı zinciri vardır. Büyükler odaya girdiğinde yer, sokakta görüldüğünde yol verilir.
        Kadınlar hiç bir zaman erkeklerin önünü kesmezler.  Büyüklerin yanında yanın da ayaküstüne ayak atmak, sorulmadan konuşmak, sigara içmek imkânsızdır.
         Köylerde evin thematesinin ayrı bir odası vardır, yemeklerini burada yer, burada oturur, misafirlerini burada ağırlar.
         Meydana gelen anlaşmazlıklarda, karakollara, mahkemelere başvurulmaz, anlaşmazlık kendi aralarında halledilir.
         Yardımlaşma çok gelişmiştir. Bildiğimiz imece olayı yaygındır. Bunun dışında hafi "ödünç" denen bir sistem vardır. Bu sistemde işe sıkışan komşularından yardım alır, ilerde oda komşuların yardım ettikleri gün sayısı kadar onlara yardım eder. 
 
Not === Elbette bu konu 2-3 cümleye sığdırılabilecek bir konu değildir başlı başına bir inceleme kaynağı ve üzerine kitaplar yazılacak kadar detaylı ve geniştir.
Orhan OCAK 
################ Cenaze torenleri (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################

CENAZE TÖRENLERİ;
        Toplumumuzda sevinçlerin paylaşıldıkça büyüdüğünün bilindiği gibi, acılarında paylaşıldıkça küçüldüğü çok iyi bilinmektedir.
        Cenaze mümkün mertebe aynı gün defnedilmeye çalışılır. Mezarlıkta aile yerleri bellidir. Mezarlıkta parselleme, ayrılma olayı yoktur ama her cenaze sülalesinin arasına defnedilir.
         Mezar gençler tarafından tecrübeli bir kişinin önderliğinde kazılır. Mezar ağaçları bu işten anlayanlar tarafından, ardıç ağacından hazırlanır. Belirli bir yaştan sonraki herkesin avlusunun bir köşesinde bu gün için ayrılmış ağacı vardır. Bu ağaçlar yontulduktan sonra yan yana konarak ayarlama yapılır ve numaralanır. Böylece mezar başında vakit kaybı önlenir.
        Kadınların mezarı göğüse kadar, erkeklerin mezarı bele kadar kazılır.
        Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra caminin önüne getirilir. Vakit namazı kılınana kadar iki akrabası tarafından beklenir. Cemaat namazdan çıkar çıkmaz, cenaze omuzlara alınarak, önce evine götürülür. Kadınlar cenaze namazına ve defin işine katılmadıklarından onlardan helallik alınır. Dua getirildikten sonra, cenaze omuzlara alınarak mezara getirilerek musalla taşına konur. Yolda cenazeyi taşıyanlar kısa aralarla değiştirilerek herkesin taşımasına imkan verilir.
        Musalla taşının başında cenaze namazından önce merhumun ana ve kendi adı söylenerek üç kere hak helâllığı istenir. Kılınan cenaze namazından sonrada defnedilir.
        Defin sırasında merhumun oğulları yoksa kardeşleri mezara girer. Merhumun, hocanın direktifleri ile dini vecibelere uygun defnini yaparlar. Eğer merhum kadınsa defin sırasında mezarın üstüne bir kilim gerilir. Defin işi sürerken bir taraftan da KUR-AN'I KERİM okunur sonu da dua getirilerek defin işi tamamlanır.
        Mezarın üstüne biraz buğday serpilerek karıştırılır sulanır. Mezardan doğruca merhumun evine gidilir, dua getirildikten sonra gerekli kişilere başsağlığı ve sabır dilenerek ayrılınır.
        Cenaze evinde bir hafta yemek pişirilmez. Hem cenaze evinin hem de gelen konukların yemek ihtiyaçları komşular tarafından sağlanır. 
       Evde yedi gün her gece KUR-AN'I KERİM okunur.
       Baş sağlığı dilemeye gelenler fazla oyalanmazlar.
       Taziye için gelenler giderlerken acı onlarla gitmesin diye uğurlanmazlar.
################ Hafiof (Bunun alt sayfası: "GELENEKLERiMiZ") ################




HAFİOF  - ( Ödünç iş )

-> Hızlı bir şekilde gelişen kentleşmenin sonunda kaybolup giden geleneklerimizden biriside HAFİÖF tir. Türkçe karşılığı ödünç iş olup işlevi de bu paraleldedir.  Çok güzel bir genel gelenek olan İMECE ile benzerlikleri olmasına rağmen HAFİÖF tamamen bambaşka bir sosyal olaydır.

-> Köy yerlerinde bir ailenin kısa zamanda yapılması ve kalabalık insan gücüne ihtiyaç hissedildiğinde HAFİÖF yapılırdı.

-> Örneğin büyük bir tarlanızda ki ekin olgunlaşmış ve kısa dönemde hasat edilmesi gerekiyorsa ve yeterli iş gücünüz yoksa;

-> Hemen bu işte çalışabilecek yetenekte ( Tırpancı , Ananatcı, Tırmıkcı gibi ) kişilerin  olduğu ailelere baş vurulur, belirlenen gün için Hafiye adam göndermelerini istenirdi. Bu şekilde kısa sürede oluşturulan iş gücü ile de zamanında iş bitirilirdi.

-> Bu bir işgücü ödünç alma işidir. Yeri ve zamanı geldiğinde yardıma gelen kişilere aynı sayıda ve aynı gün sayısı olarak yardım edilirdi.

-> İşleri için HAFİ toplayan onları çalıştıkları sürece en iyi yemeklerle ağırlardı.Hafiye gelenler için yapılan bu yemeğe de HAFİŞIXN DENİRDİ.

***====>***====>***====>***

*Hafi = Ödünç …. of = iş    HAFİOF = Ödünç iş

***Hafi = Ödünç …. Şıxn   HAFİŞIXN = Hafiye gelen insanla için hazırlanan yemek

Orhan Ocak   01 – Kasım – 2015   Eskişehir 

################ Koru kesimi (Bunun alt sayfası: "AGLARCA KiSA KiSA") ################
KÖYDE KORU KESİMİ
----Çok değil bundan 25-30 yıl önce köyde en az 800 ton meşe odunu kesilirdi. Bu kesimler ormanın en sık olduğu yerlerden yapılırdı. Kesilen ağaçlar ya tek tek aşağılara kadar atılarak indirilir ya da arabaların arka dingili çıkarıldıktan sonra meşeler yüklenir arkasına da kesilen bir çam bağlanarak aşağıya kadar sürüklenirdi.
----Kesimden önce köye orman bölge şefi mühendis ve
ormancılardan oluşan bir heyet gelir o sene nerede kesim
yapılacağı belirlenirdi. Kesim yapılan alan traşlama kesilir
böylece o bölgede ormanın daha gür çıkması sağlanırdı.
Her sene ayrı yerlerde kesim yapıldığından ormanlarda azalmaolmaz inadına gelişme olurdu.
----Kesim alanını belirleyen görevliler, herkese kesilecek miktar kadar izin kağıdı verir ve giderlerdi. Bu izin kağıtlarının resmi adı tezkere olup bununla kesilen odunlar yurdun her tarafına götürülebilirdi.
----Memurlar gittikten sonra esas gürültülü tartışmalı anlar
başlardı. Kesim alanına her aileden bir kişi olmak üzere gidilir
kesim alanı önce yeterli sayıda alanlara bölünür sonrada kura
ile herkesin sehimi belirlenirdi, ama kimse bu kuradan memnun kalmaz kendisine en zayıf mıntıkanın düştüğünü söylerdi. Bunlar uzun sürmez hemen ertesi gün baltalarla, tahralarla kesime başlanırdı ( O zamanlar motorlu testereler yoktu.)
----En kısa zamanda kesim bitirilir kesilen ağaçlar sterler halindekamyonların yanaşabileceği yerlere istif edildikten sonra satış için pazar aranmaya başlanırdı.
----Bu gün köyde adam kalmadığından bu kesimler yapılamıyor bunun sonucunda da orman sıklaştıkça orada yaşayan evcil olmayan hayvanlar çoğalmakta bunlarda köylünün hayvanlarına,ürünlerine aşırı zarar vermektedirler.
 
----Bu gün köyde yaşayanlar devletin ihtiyaç adı altında verdiği matrahların kışın yakacağı kadarını düz alanlardan ve ince meşelerden kesmekle yetinmektedir.


 
 


 


################ Nalan için taziye mesajları (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################


HABERLER sayfasına dön ################ Müzeyyen için taziye mesajlaar (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################


################ Zühre için taziye mesajları (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
  
Yorumlar
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Ailesinede Sabirlar Versin Aminnn
 
BeğenYanıtla
 
Gulhan Bulur Allah rahmet etsin mekani cennet olsun
 
BeğenYanıtla1
Su Ay Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun. Ailesine yakınlarına sabırlar diliyorum...
 
BeğenYanıtla1
Canset Thazeplij Manyas Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla1
Oktay Eryilmaz ALLAH rahmet etsin. Mekanı Cennet olsun.
 
BeğenYanıtla1
Muharrem Tetik Allah c.c rahmet etsin. Tüm akrabalarının başı sağ olsun...
 
BeğenYanıtla1
Sedat Sezan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun
 
BeğenYanıtla1
Şevojf Topak Allah rahmet eylesin.
 
BeğenYanıtla1
Jineps Raşa Elbruz Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun. Ailesine yakınlarına sabırlar diliyorum...
 
BeğenYanıtla1
Tuncer Okay Alah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ailesine Allah sabır versin
 
BeğenYanıtla1
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla1
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun
 
BeğenYanıtla1
Abidin Kaya · Fazlı Dombaycı ve 2 diğer kişi ile arkadaş
Allah rahmet eylesin,başınız sağolsun,
 
BeğenYanıtla1
Ozlem Aslan Cankurt Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun 
 
BeğenYanıtla2
Dilek Özdemir Saylan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
BeğenYanıtla1
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla1
TC Cevher Yıldırım Ateş Gurbette ölüm çok daha zor Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla2
Emine Tetik Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla1
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
 
BeğenYanıtla1
Sabiha Esen Sevgili Zühra ablam allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun çok iyi bir insandı yakınlarına baş sağlığı ve sabırlar diliyorum
 
BeğenYanıtla1
Gülçin Topak Mekanı cennet olsun,yakınlarınada Allah sabırlar versin.
 
BeğenYanıtla1
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah mekanını cennet etsin 
Kabri nur ile dolsun.
 
BeğenYanıtla
Ömer Gülten Allah rahmet eğlesin
 
BeğenYanıtla1
Nevin Kuyucu · Ömer Gülten ile arkadaş
Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
Tülay Yıldırım Göktepe Allah rahmet eylesin.Ailesinin başı sağolsun.
 
BeğenYanıtla
Kazım Urgan Allah rahmet etsin. Mekanı cennet olsun.
 
BeğenYanıtla
TC Nureddin Ocak Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.
 
BeğenYanıtla
Yılmaz Aydın Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun...
 
BeğenYanıtla
Zürriyet Demir Allah rahmet eylesin. Ailesine allah sabır versin.
 
BeğenYanıtla
Raziye Balık Demir Mekanın cennet olsun yengem Allah sabır versin
 
BeğenYanıtla
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin nurlar içinde yatsın.
 
BeğenYanıtla
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin...
 
BeğenYanıtla
Tuğba Alkan Allah rahmet eylesinn
 
BeğenYanıtla
Raziye Gülleroğlu Hepşen Başınız sağ olsun.
 
BeğenYanıtla
Hülya Namruk Allah rahmet eylesin Allah yattığı yerde nurlar içinde yatırsın....
 
BeğenYanıtla
Metin Akcan Allah rahmet eylesin.
 
BeğenYanıtla
Cemil Mercan Allah Rahmet Etsin
 
BeğenYanıtla
Nasiye Urgan Gonen Allah rahmet eylesin.
 
BeğenYanıtla
İsmet Süder ALLAH RAHMET EYLESİN,BAŞINIZ SAĞ OLSUN..
 
BeğenYanıtla
Server Kılınç Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
Adnan Zor ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN GERİDE KALAN YAKINLARINA SABIRLAR VERSİN
 
BeğenYanıtla
Sadettin Tırpan ALLAH RAHMET EYLESİN.
 
BeğenYanıtla
Mehmet Osman Kılınç Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
 
HABERLER sayfasına dön





################ Aynur Goktepe taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
Aynur Göktepe için taziye mesajları

Su Ay Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Aile ve yakınlarına sabırlar diliyorum ...
 
Nurten Özdıkıcıer Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ruhu huzur bulsun amin yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum Allahtan
 
Süleyman Akcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.
 
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin..mekanı cennet olsun..ailesıne bassağlığı diliyorum.
 
Oktay Eryilmaz ALLAH rahmet etsin. Mekanı Cennet olsun.
 
Metin Akcan Allah rahmet eylesin. Aglarca lilerin ve yakınlarının başı sağolsun.
 
Fahrettin Canlı Allah rahmet eylesin.mekani cennet olsun insallah.
 
Leyla Eskşhr Mekanın cennet,kabrin nur olsun hala.
 
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin ailesine bassagligi ve sabirlar diliyorum
 
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Ailesine sabırlar diliyorum
 
Şevojf Topak Allah rahmet eylesin halamın mekanı cennet olsun.
 
Nurhayat Namruk Allah rahmet eylesin...Yakınlarının başı sağolsun....
 
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet eylesin halam melanin cennet olsun
 
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun
 
Gulhan Bulur Allah rahmet etsin mekani cennet olsun
 
Kazım Urgan Allah rahmet eylesin yakınlarına başsağlığı dilerim
 
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin
 
Mesude Çetinbaş Allah Rahmet eylesin.
 
Bingul Teke O Allah rahmet eylesin
 
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
 
Server Kılınç Allah rahmet eylesin
 
TC Cevher Yıldırım Ateş teyzemmm mekanın cennet olsun (
 
Mehmet Erpek allah rahmet eylesin
 
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin. .
 
Fethi Atasun allah rahmet eylesin
 
Erdoğan Batça ALLAH RAHMET EYLESIN
 
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
 
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin
 
Melek Beyaz Çınar Mekanın cennet olsun teyzem....
 
Hamiyet Demir Akcan Allah rahmet eylesin
 
Zeynep Yağanıpha Mekanı cennet olsun
 
Muharrem Tetik Allah c.c rahmet etsin. Tüm akrabalarının başı sağ olsun.
 
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
 
Vazba Kubilay Özel BAŞINIZ SAĞOLSUN ORHAN ABİ. ALLAH RAHMET EYLESİN. MEKANI CENNET OLSUN .KEDERLİ AİLESİNE SABIR DİLİYORUM .
 
Abdullah Urgan Allah rahmet eylesin. Yakınlarına sabır versin.
 
Mahmut Burhan Ataseven Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Aile ve yakınlarına sabırlar diliyorum .
 
Bekir Bestas Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun İnşaallah.
 
Lütfiye Özcan Yozgat Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun.
 
Ozlem Aslan Cankurt Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun....
 
Aslı Aslan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun:(
 
Mehmet Gündoğdu allah rahmet eylesin. mekanı cennet olsun....
 
Mesut Barut Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Saygı Esen Allah Rahmet Eylesin,Mekani Cennet Olsun İnsallah
 
Asiye Sarıbardak Mutlu Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun...
 
Şükriye Urgan Karakaş Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Tuba Ermez Topak allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Mesut Seven Allah rahmet eylesın topragı bol olsun
 
Mehmet Osman Kılınç Allah rahmet eylesin mekanın cennet olsun.
 
Ölmez Demir Tarhan Ablacığum mekanın cennet olsun.
 
Ceylan Kalmuk Topak · 14 ortak arkadaş
Allah rahmet eylesin mekânın cennet olsun hala
 
Münip Ablay · Server Kılınç ile arkadaş
ALLAH RAHMET ETSİN
 
Jançat Yüksel Ataseven · 3 ortak arkadaş
Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
 
Bjedug Naz · Başaran Nesrin ve 3 diğer kişi ile arkadaş
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
 
Recep Örs · 2 ortak arkadaş
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Yaşar Yurtay · 2 ortak arkadaş
Allah rahmet eylesin


HABERLER sayfasına dön

################ radyo (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################
################ Naciye Akcan Taziye sayfası (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
Süleyman Akcan Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.Yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum..
 
Kazım Urgan Naciye ablayA allahtAn rahmet dilerim. Mekanı cennet olsun Dost ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
 
Hatice Okay Çocuklarına ve tüm akrabalarına ayrı ayrı başsağlığı sabır diliyorum Mekanı cennet olsun
 
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet nur içinde yatsın Akcan ailesinie Allah sabırlar versin
 
Muharrem Sarıbardak ALLAH rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Geride kalan yakınlarına sabır ve başsağlığı dilerim.
 
Güven Urgan Allah sabır versin, mekanı cennet olsun inşallah
 
Hülya Topak Yurtay Mekanı cennet olsun
 
Lütfiye Özcan Yozgat Allah gani gani rahmet eylesin insallah.
 
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin..ailesine başsağlığı diliyorum
 
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
 
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin, Yakınlarına başsağlığı diliyorum
 
Hülya Namruk Allah rahmet eylesin Allah yattığı yerde dinlendirsin
 
Aydın Bayırlı Maan Allah rahmet eylesin...
 
Nurçin Topak Aksoy Allah rahmet eylesin yakinlarinin basi sag olsun
 
Aslı Aslan Nur içinde yatsın ((
 
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
 
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
 
Dilek Demir Yilmaz Allah rahmet eylesin (
 
Deniz Ekren Inal Mekani cennet ol sun
 
Şemsettin Başaran Allah rahmet eylesin.
 
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
 
Ömer Gülten Allah rahmet eylesin
 
TC Nureddin Ocak mekanı cennet olsun Allah rahmet eylesin
 
Sıla Esen Allah Rahmet Eylesin.
 
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Aminnnn
 
Şükriye Urgan Karakaş Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ailesinin başı sağolsun
 
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet nur içinde yatsın Akcan ailesinie Allah sabırlar versin
 
Selime Ocak Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.
 
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
 
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
 
Celalettin Özmen Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla2 Nisan, 19:42

HABERLER sayfasına dön
################ SECTiGiMiz ViDEOLAR (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################

Sectigimiz videolar

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
################ Safiye icin taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################

Ağlarca köyünden
Rahmetli GUĞOJ Ethem Özcan'ın KIZI
Rahmetli Kemal Namruk'un EŞİ

Türesin, Nurhayat, Hülya Namruk'un ANNELERİ
Safiye NAMRUK
Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Kendisine rahmet, yakınlarına da baş sağlığı dileriz.


Cenazesi 25 - Nisan -2016 günü
ESENTEPE YEŞİL CAMİDE
Kılınacak ikindi namazından sonra toprağa verilecektir.
www.aglarcali.tr.gg 
 
Kazım Urgan Safiye kardeşime Allhta.n rahmet dilerim.yakınlarının başı sağolsun.
 
BeğenYanıtla115 saat
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. Allah, geride kalan sevenlerine sevdiklerin sabır ve sağlık versin.
 
Gulhan Bulur Safiye ablacigim mekanin cennet olsun Allah rahmet etsin sevenlerine sabirliklar
 
Süleyman Akcan Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun;Yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.
 
Mürvet Aydoğdu Yırcı Mekani cennet olsun kalanlara allah sabir versin
 
Leyla Demirhan Allah rahmet olsun
 
BeğenYanıtla111 saat
Muharrem Tetik Allah c.c rahmet etsin. Tüm akrabalarının başı sağ olsun.
 
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Ailesine sabırlar diliyorum.
 
Lütfiye Özcan Yozgat Allah rahmetiyle merhametiyle muamele etsin. Mekani cennet olsun.
 
Aslı Aslan Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın frown ifade simgesi
 
Vazba Kubilay Özel ALLAH RAHMET EYLESİN. AİLESİ VE SEVENLERİNİN BAŞI SAĞ OLSUN .
 
Şevojf Topak Allah rahmet eylesin. Toprağı bol olsun rahmetlinin.
 
Ayfer Darzanoff Allah rahmet eylesin mekanin cennet olsun Safiye abla
 
Filiz Özel Esen Allah rahmet eylesin. Allah sabırlar versin...
 
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
 
Oktay Eryilmaz ALLAH rahmet etsin. Mekanı Cennet olsun.
 
Jan Ali Tleachah Mmekanj cennet olsun
 
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
 
TC Ülkan Yünsal Uğurlu mekanı cennet plsun
 
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
 
Necla Sönmez Mekanı cennet olsun
 
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin
 
Raziye Gülleroğlu Hepşen Başınız sağ olsun.
 
Timur Şahan Allah rahmet eylesin.
 
Orhan Dombaycı Allah rahmet eylesin.
 
Cevriye Yüceer Balık Allah rahmet eylesin
 
Seray Köylü Allah rahmet eylesin...
 
Zürriyet Demir Allah rahmet eylesin.
 
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
 
Cihan Birden Allah rahmet eylesin
 
Necdet Topak Mmekanj cennet olsun
 
Mahmut Burhan Ataseven Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
 
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin...
 
Tülay Yıldırım Göktepe Allah rahmet eylesin.
 
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
 
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Ailesine Sabirlar Versin
 
Nazire Özcanalp Allah rahmet eylesin
 
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Yakınlarına Allah sabırversin Amin
 
Arzu Batır Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
 
Murat Balık Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun İnşallah.
 
Selime Ocak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Bekir Bestas Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
 
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun
 
TC Meral Bahce Baycora Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun.
 
 
Tuba Ermez Topak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
 
 

 HABERLER sayfasına dön
################ Ziya Ozcan icin taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################

Ağlarca köyünden
Guğoj  Ziya ÖZCAN

01- MAYIS- 2016 Pazar  günü vefat etmiştir.
Cenazesi 02-MAYIS - PAZARTESİ GÜNÜ
Batıkent SEYRANTEPE CAMİSİNDE
Kılınacak öğle namazından sonra
Eskişehir ASRİ MEZARLIKTA toprağa verilecektir.

Değerli abimize gani gani rahmet diler
Ailesine başsağlığı dileriz

http://aglarcali.tr.gg/HABERLER.htm
 

5
Yorumlar
Adnan Zor ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN GERİDE KALANLARINA SABIRLAR VERSİN
 
BeğenYanıtla
Orhan Ocak
 
BeğenYanıtla
Nurhayat Namruk Mekanları cennet olsun inşallah.Annemle dayımı Rabbim cennette buluşturur inşallah...
 
BeğenYanıtla
Arzu Batır Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
 
BeğenYanıtla
Mürvet Aydoğdu Yırcı Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun kalanlarina allah sabirlar versin cok uzuldum
 
BeğenYanıtla
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun sevenlerine Allah sabırlar versin
 
BeğenYanıtla
Aslı Aslan Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın frown ifade simgesi
 
BeğenYanıtla
Kazım Urgan Arkadaşım Ziya ya allahtan rahmet diler. Dost ve yakınlarına baş sağlığı dilerim
 
BeğenYanıtla
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin
 
BeğenYanıtla
Zürriyet Demir Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesine sabırlar diliyorum
 
BeğenYanıtla
Gulhan Bulur Allah rahmet etsin mekanin cennet olsun
 
BeğenYanıtla
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
 
BeğenYanıtla
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
TC Beyhan Özden Hasdemir Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
Ayfer Darzanoff Ailesine bassagligi dilerm allah rahmet etsin mekani cennet olsun
 
BeğenYanıtla
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin.mekanı cennet olsunn
 
BeğenYanıtla
Lütfiye Özcan Yozgat Nurlar icunde ystsin. Mekani Cennet olsun insallah.
 
BeğenYanıtla
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet eylesin shevoj abim benim
 
BeğenYanıtla
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
Sedat Sezan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun
 
BeğenYanıtla
Oktay Eryilmaz Nur içinde yatsın.
 
BeğenYanıtla
Vazba Kubilay Özel Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesi ve sülalesinin başı sağ olsun...
 
BeğenYanıtla
Çetinkaya Aydın Allah rahmet eylesin.
 
BeğenYanıtla
Mehmet Erpek allah rahmet eylesin
 
BeğenYanıtla
Salih Göktepe Allah rahmet eylesin.
 
BeğenYanıtla
Tülay Yıldırım Göktepe Allah rahmet eylesi.
 
BeğenYanıtla
Nurçin Topak Aksoy Allah rahmet eylesin yakınlarının başı sağ olsun
 
BeğenYanıtla
Sadettin Tırpan ALLAH RAHMET EYLESİN.
 
BeğenYanıtla
Server Kılınç Nurlar içinde uyu Ziya Abi
 
################ Canset Mercan (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
HABERLER sayfasına dön


14- AZİRAN - 2016
Hemşerilerimizden
Cemil Mercan ile Sevim Yener Mercan'ın kızları
Canset MERCAN
İstanbul Teknik Üniversitesi
Makine Fakültesin den mezun olmuştur
Ailesini ve kendisini tebrik eder
Kızımıza geleceğinde daha büyük
başarılar, sağlık ve mutluluklar dileriz
www.aglarcali.tr.gg









HABERLER sayfasına dön
################ kopya (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################
 
         Laşin = Adige Mitolojlsinde su perisi anlamında olup aynı zamanda bir kadın kahramanın adıdır.
     Adige mitlerinde veya adigeler arasında kulaktan kulağa anlatılan Laşin hikayeleri arasında ufak tefek farklar olsa da hepsinin teması, özü, kahramanı ve mekanı aynıdır.
     Biz 
burada sadece bu anlatımlardan bir tanesini hiç bir değişiklik yapmadan anlatacağız.
 
     Laşın, bütün Adige kabilelerinde tanınan ve sevilerek anlatılan kahraman bir Adige kadının adıdır. HedeğatlIe  Asker tarafından 'Nart' katagorisine alınmakta ise de yanılmaktadır. Daha sonraları Nartlaştırılmış bir kadın kahramanımızdır.  Laşın anlatımlarda tarihselleştirilmektedir ve yaşamı Kırım Hanı Ketay zamanına geri götürülebilmektedir. Hakkında bir çok değişik anlatımlar vardır. Bunlardan biri  olan, Zivint köyünden Yeleme köyünde evli olan Goşechuray Jançat'ın anlatımını yazıyorum: "Bir ailenin gelinine kayınbabası gelenek gereği yeni doğan bir buzağıyı hediye eder. Gelin buzağıya kendi öz çocuğu gibi bakar. Her gün kaldırarak odasına da götürüyordu. Büyüdükçe de yine kaldırıyordu. Zaman geçip koca bir boğa olduğunda da  hiç zorluk geçmeden kaldırabilir hale gelir. Günlerden bir gün süt sağarken sahibine alışık boğa süt dolu bakırı döker. Buna kızan Laşın bir anlık öfkesiyle koca boğayı kaldırıldığı gibi çitten dışarıya atar. O anda tesadüfen avluya çıkan kayınvalidesi gözleriyle gördüklerine inanamaz. Ancak gördüklerini de kimseye söylemez.'' Hikayenin devamını HedeğatlIe A.'dan devam ediyoruz: "Günlerden bir gün Ketay Han Adigelerce ödenmeyen vergileri toplamak için ülkemize akına çıkar. Adigelerle savaş yerine beraberinde getirdiği cengaveriyle bir Adige cengaverinin savaşmasını ve kim galip gelirse onun tarafının galip sayılacağını Adigelere ulaştırır. Adige thamateleri çok düşünseler de, hanın zincirlere vurulmuş olarak getirdiği cengavere karşı savaşacak hiçbir kimseye şans tanımazlar. Adige thamatelerinin başkanı olan, eve dönünce üzgün halini gören eşi, neden üzgün ve düşünceli, olduğunu sorar. Yaşlı thamate durumu anlatınca, eşi "eğer geleneklerimize uygun düşmez demeyecekseniz, ben ona çare bulurum" der. Arkasından da gelininin yaptığını anlatır. Ertesi günü gelinlerine erkek elbiseleri ve bir miğfer giydirerek, er meydanına giderler. Ketay Hanı Adigelerin cengaverini görünce kahkahalarla güler ve ona acır. Hemen cengaverini zincirlerden bırakır ve karşı karşıya gelirler. Laşın nasıl yaptığı bilinmeden cengaver'i yerden kaptığı gibi  yukarı kaldırır ve yakındaki tepeden, Ketay hanının ve seyircilerin şaşkın bakışları arasında aşağı fırlatır. Ketay Hanı'nın pehlivanı son anda Laşın miğferinin tepesinden yakalayabilir ve beraberinde korkunç bağırışları arasında götürür. Laşın'ın  dökülen uzun saçlarını görenler ikinci bir şaşkınlık geçirirler. Han ise gördüğü olaya ve hele hele cengaverini bir hamlede bir kuş gibi havaya kaldırıp tepeden aşağı atanın bir kadın olduğunu görünce daha da şaşırır ve; "sizin bir kadınınız, benim en kuvvetli cengaverimi kolayca yenilgiye uğratınca, sizinle savaşılmaz diyerek", ordusunu geri çekerek ülkesine geri döner.

      Bundan sonra tüm anlatımlarda sonuç hep şu şekilde bağlanmıştır.

     Düşman birlikleri çekildikten sonra Themateler toplanırlar ve bu kahraman Adige kızını mükafatlandırmaya karar verirler. Uzun tartışmalardan sonra derler ki '' Bundan sonra Laşin nereden gecerse geçsin oradaki kişiler ayağa kalkmak süretiyle saygılarını belli edeceklerdir.'' Ama yüce yürekli Laşin bunu bir şartla kabul eder. Tüm Adige Memleketi'nin insanları bu saygıya layıktır bu nedenle bu kural herkes için geçerli olmalıdır.
        İşte bundan sonra Adige memleketinde bir topluluğun içine yeni birisi katıldığında ( Katılan kişinin cinsiyetine, yaşına, mevki ve makamına bakılmaksızın ) toplumların hepsi ayağa kalkarlar.

***===>***===>***===>***
KAFKASYA DAĞLARI
*Kafkasdağlarının üzerinde 
**Elbrus (Oşhamafe) .
***Diktau
.
****Koştantau .
*****Puşkin .
****Şhara .
***angitau .
**Kazbek .
*Yüksekliğinde doruklar bulunduğunu, bu doruklarda 1424 km2 lik alan kaplayan 2200 buzul bulunduğunu...
***===>***===>***===>***

       
        Bati Adigey’de Anapa liman kenti yakininda eski çaglardan kalma bir sehir harabesi bulunmaktadir. Bugün o harabeler “Yedi Kardesin Sehri” diye anilmaktadir. Tarihi kayitlarda anlasildigina göre o sehrin kuruculari Sind kralligidir. Diger bir deyisle eski Adigelerdir. Sehir yüksek surlarla çevriliydi. Surun genisligi 2....5 mt, yüksekligi 6 metre idi. Yedi Kardesin Sehri diye bilinen bu kentin gerçek adina kayitlarda rastlanamamaktadir. 2600 yil önce Sind kralligi tarafindan kuruldugu bilinmektedir. Sindlerin kurdugu kralligin adi Sindike Karaligidir (Adigelerin eski adi Sind ve kurdugu kralligin adi da Sindike kralligi denirdi.) Sindike Kralligi 300 yil hüküm sürdükten sonrada Bospor Kralligi ile birlesmistir.

        Sindike kralligina ait birçok temel bilgiler tarihi kayitlarda yer almaktadir. Bu kayitlara göre Sindike Karaligi güçlü, müreffeh halki mutlu bir krallikti. Sindike Karaliginin Taman ve Anapa yakinlarinda bir çok sehirleri vardi. Germo, Nasse, Fanagorie, Krokondame ve digerleri. Baskentleri Gorgippie idi ve Anapa’ya çok yakindi. 

         Sindler tarimla ve hayvancilikla ugrasiyorlardi ve bunda çok basariydilar. Sehirlerde çok sayida sanatkar ve sanatçi insanlar vardi. Sindlerden kalan mezar evlerden çikan bir çok esya bunu dogrulamaktadir. Bu esyalar arasinda altindan, gümüsten mamül süs esyalari, kap kaçak, silahlar, av malzemeleri bulunmaktadir. Sindler eski Grek=Alic kralligi ile ticaret yaparlardi.

         Sindler kendi paralarini basmislardi. Bu Sindike kralliginin ne kadar güçlü, itibarli ve halkinin mutlu, müreffeh oldugunu gösteriyordu. Kazilarda gümüsten basilan parada at kellesi ve çevresinde Sindlere ait oldugunu gösteren yazi mevcut. 

         Taman yakininda Sindlerden kalma çok sayida heykeller ve anitlar bulunmustur. Bundan da anlasiliyorki eski Adige halki içinde çok sayida sanatkar mevcuttu. Sind heykeltiraslar dünyaca meshur eski Grek heykeltiraslarla rekabet etmekteydiler. 

          Sindler gayet süslü anit ve heykelleri nam yapmis savas kahramanlari, ordu komutanlari ve büyük lideri için dikerlerdi. Heykelleri dikilen kahramanlarin bir kisminda zirh giydikleri bir kisminda savas aletleri olan oklar yaylar savas biçaklari oldugu görülmektedir. Daha enteresani ise heykellerin üzerinde kime ait olduklarinin yazili olmasidir. Buradan da anlasilacagi üzere Sindler yaziyi kullanan, okur yazar, kültür ve egitimde ileri bir halki.

           SIndiki Karaligi 2300 yil önce Bospor kralligi ile birlesmisti. Tarihi kayitlardan ögrendigimize göre Bospor Kralliginin Kral ve üst düzey yöneticileri Sindlerdendi. Ordununda büyük bir kismi SInd ve Meot halkindandi. Onun için bu kralliga Bospor-Sind-Meot Kralligi denmekteydi.

KARMEVKO HAMID
NARTLAR 2001 NALÇIK
ÇEV. ÇURMIT MUZAFFER KALKAN



çerkes bayrağı ile ilgili görsel sonucu

Adige bayrağı ve anlamı

Adigeler ve tüm Kuzey Kafkasyalılar, 19.yüzyıl başlarına kadar ulusal bir bayrakları ve bir devlet anlayışları olmadan yaşamlarını sürdürdüler. Ancak, eski zamanlardan beri bayrak niteliği taşımamakla birlikte her kabile ve aile çeşitli renk ve biçimlerde bezden yapılmış değişik flamalara yaşamlarında yer veriyorlardı.

Özellikle düğünlerde ve at yarışlarında derece alan delikanlılara, genç kızlar ödül olarak kendi hazırladıkları bu flamaları armağan ediyorlardı. Büyük yarışmalarda ise, bu ödüllere ek olarak, derece alan gençlere, her kabile başkanı o kabileyi temsilen kendi sembolleri olan flamayı veriyordu.


"Çerkes bayrağı taşıma" suçu

Sürgün sonrası Anadolu'ya yerleşen pek çok Çerkes ailesinin kızları, o günlerin anısına dikilmiş flamaları yıllar boyu sandıklarında sakladı ve 1920'li yıllardan sonra, gizledikleri bu flamalar yüzünden "Çerkes Bayrağı taşımak, Çerkeslik yapmak" suçlamalarıyla çeşitli baskılar gördüler.

Adigelerin ilk bayraklarına ilişkin somut ve yazılı hiçbir belgeye rastlanamıyor. Bu konuda 19.yüzyıl başlarından beri Avrupalıların, genellikle, İngilizlerin ortaya koydukları bazı yazılı belgelerden bilgi ediniyoruz. Diplomat, tüccar, yazar, gezgin ve hatta ajan olarak Kafkasya'ya gönderilen kişilerin Çerkeslere ilişkin yazdıkları yapıtlarda, Adige bayrağı hakkında da bilgilere rastlıyoruz.

Bazı kitapların kapaklarında yer alan Adıge bayrağının önceleri 7 yıldızlı, daha sonraları da 9 yıldızlı olanlarına rastlanıyor. Bayrakların ortak özelliği ise renklerinin yeşil ve üzerlerine serpiştirilen yıldızların da sarı renkli olması. Ancak bu bayrakların hangi kabileyi ya da kabileleri temsil ettiği ve de hangi tarihte kullanıldığı belirtilmemiş.
 
1830'lu yıllardan sonradır ki, Adige bayrağının doğuşuna ilişkin detaylı bilgilere erişebiliyoruz. İngiliz politikacılarından, o dönemde küçük bir devlet memuru olan David Urquhart; İngiltere Hükümeti'nin de yardım ve desteğiyle 1834 yılının Haziran ayında Kafkasya'ya gelir. Amacı Çerkesleri tanımak, gerekirse ve olabildiği oranda Çerkeslerin Ruslara karşı sürdürdüğü özgürlük savaşımında onlara politik ve somut askeri yardımları sağlamada yardımcı olmaktır.


12 kabile, 12 kişilik hükümet

Adigeler, Tsemez'de (Novorossisk) karaya çıkan, oradan da Anapa'ya giden Urquhart'ı büyük bir ilgi ve sevgi gösterisiyle karşılar. Anapa'da onuruna düzenlenen bir kurultayda -ki bu kurultay Aguy ovasında düzenlenmiştir- tüm Çerkeslere seslenerek, Ruslara karşı başarılı olmak için Çerkes birliğinin kurulmasını önerir. Urquhart bayrağın rengi, amblemi hakkında Çerkeslere bilgi aktardığını, sonradan yazdığı anılarında dile getirir. Bu arada o dönemde Adigelerin lideri durumunda olan Zaniko Sefer Bey'in de onayı ile 12 kabileyi temsilen 12 kişilik geçici bir hükümet kurulur.


Adige ulusal bayrağının kabulü

Urquhart'ın Kafkasya'dan ayrılmasından 3 yıl sonra 6 Mayıs 1837'de bu kez, yine İngiliz S.James Bell ve gözlemci Longworth'un hazır bulunduğu ünlü Adhanekum (Adakum, Atakum, Atakhum diye de geçer) kurultayda, ipekten yeşil renkli, siyah iki ok ve üzerinde 10 kabileyi temsil eden 10 adet sarı yıldızın yer aldığı Adige Bayrağı dalgalanmaktadır.

Havidko Mensur'un (Havdiko, Havudukue diye de geçer) liderliğinde ve bütün Adige kabilelerinin temsil edildiği, bin delegenin katıldığı bu Adige tarihinin büyük kurultayında bilinen ilk resmi bayrak kullanılmıştır. Bundan bir yıl sonra ise 1838 yılında, Batı Kafkasya'daki 12 kabile, 3 liderin başkanlığında birleşir ve yeşil yüzey üzerinde 3 siyah ok ve 12 yıldızlı tarihsel Adige bayrağını ulusal bayrak olarak kabul ederler. İşte bugün Adige Cumhuriyeti'nin Maykop'taki Parlamento binasında dalgalanan bayrak budur.


Renklerin, yıldızların ve okların anlamı
 
Adıge bayrağında yer alan renkler, yıldızlar ve oklara gelince: İpek kumaşın yeşil rengi Kafkasya'nın dağ ve ovalarını; siyah 3 ok dönemin en yetenekli ve ünlü üç ailesini (Zaniko, Aytekçiko, Boleteko aileleri), siyah renk ise düşmana ölümü, sarı yıldızlar da bütün yaşamları açık havada, kır ve dağlarda geçen ve gökyüzündeki yıldızlara bakarak uyuyan kahramanların yer aldığı 12 bölgeyi temsil ediyordu. Bu 12 bölge; Natukhay (Nathkoç), Shapsugh, Abzegh, Wubıh, Bjedugh, Temirgoy, Abhaz, Hatukay, Mahoş, Besleney, Brakiy, Karaçay ve Kabardey'den oluşur.

Bu 12 bölgeden Abzegh, Mahoş ve Bjedughlar Ruslarla barış antlaşması imzalamış olduklarından, Kabardey ve Abhazya da Rus işgalinde bulunduğundan, birliğe ancak o bölgelerden, diğer Adige kabileleri arasına sığınanların temsilcileri ile birlik antlaşmasına katılmışlardır. Kabardey'in temsilcisi Besleniyko Aslan, Abhazya'nın ise Rustem Pe idiler. Her bölgenin genel kurulları sonucu seçilen delegeleri Zaniko Sefer'in yanında yer alıyor, bunlar arasından da askeri komutanlar, elçiler ve hakimler seçilerek işbaşına getiriliyorlardı. Zaniko Sefer hem genel başkan, hem de dışişleri ile diplomatik çalışmaları yürütüyordu.

NOT: Nart Dergisi'nin 4. sayısından aktaran marje.net . Ara başlıklar ve vurgular bianet'e aittir.

KAYNAKÇA
1) Kafkasya Dağlıları, Varşova, Rusça-Türkçe Dergi, A.C.
2) Havjoko, "Adıge Kahramanları", 1933Gn.
3) İ.Berkuk, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958
4) Jabağı Baj, Çerkesya'da Sosyal Yaşayış, Ankara, 1969
5) Dr. Vasfi Güsar, Yeni Kafkas Dergisi, İstanbul, 1957-62
6) Osman Çelik, İngiliz Belgelerinde Türkiye ve Kafkasya, Ankara, 1992
7) İzzet Aydemir, Göç, Ankara, 1968

Kaynak = www.circassiancenter.com


SÜRGÜN
Kategori: Tarih
Sürgünler söz konusu olduğunda halkların kaderi hiç değişmiyor.Tarihi belgeler, Hindistan'dan Afganistan'a, Polonya'ya, Mısır'dan Balkanlar'a kadar birbirinden uzak ve ilişkisiz gibi görünen bir çok ülkenin halklarının aşağı yukarı aynı kaderi paylaştıklarını ortaya çıkarıyor. Aslında koskoca bir sürgün veya vatansız bırakmanın tarihi, insanın vicdanını kamçılıyor...
Kafkasya'nın işgâli ve yerli halkı olan Çerkeslerin sürgünü tam da bu yöntemlerin uygulandığı yerdir. Halen sürgünün gerçek nedenleri anlatılmış veya yazılmış değil. Çerkeslerin topluca bulundukları Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail ve Yugoslavya'da konu halen etraflıca bilinmiyor. Türkçe yazılmış bir iki makale ve verilmiş konferansların adı hep “Çerkes göçü” olarak anıldı ve kayıtlara da öylece geçti...[1]
İnsanlık tarihinin en eski, en köklü, en bilinen coğrafyası, hemen tüm dünya dillerinde, tüm dünya masallarında, destanlarında yer alan ulaşılmaz, efsunlu, gizemli, atlas ve safir renkli düşler, mutluluklar ülkesi; Çerkes halklarının kutsal anayurdu. Doğudan batıya, kuzeyden güneye binlerce yıldır toplumların, uygarlıkların gelip geçtiği, tarihi kavimler kapısı, sevgili KAFDAĞI!..

Tarihte eşi benzeri görülmemiş barbar bir jenosit ve sürgünle bu kutsal ata topraklarından koparılan, ikinci vatan saydıkları kırktan fazla ülkede dağınık bir şekilde yaşayan, evrensel barışın, dostluğun, kardeşliğin, insanlığa ne denli gerekli olduğunu, 21 yüzyıla da taşıyan Çerkes halkları; şimdilerde uğradıkları soykırımın, sürgünün 142. yılını, tüm ulusları, toplumları ve dinleri barışa ve kardeşliğe çağırarak, dünyada süregelen savaşların, yıkımların durmasını, gözyaşının ve akan kanın dinmesini umut ederek anmaktadır.

Bu ulusal yas gününde sürülmenin, parçalanmanın sonucu olarak Çerkeş halkları, ulusal kimliğini oluşturan en önemli unsur olan anadilini kaybetmek üzere olduğu acı gerçeğiyle de karşı karşıyadır.

Bilindiği üzere; Dil, toplumların etnik konsomasyonlarında, uluslaşmalarında, var oluşlarını sürdürme çabasında en büyük güçtür. Dil, halkların, ulusların gömleğidir, giysisidir, zırhıdır. Çıplak kalan insan vücudu nasıl önce üşüyüp, hastalanıp sonra da ölür ise, dilini kaybeden ulus da ölür. Atalarımız bu tehlikeyi, Adıgecede, Abazacada... "Dilsiz ulus ölüdür" özdeyişi ile dile getirmişlerdir.

Halkımız, sürgünün 142. yılında anadilini, kimliğini, ulusal kültürünü yaşatmak zorundadır. 21 Mayıs'ın her yıldönümü bu anlamda, yeniden canlanma, ulusal değerlerine yeniden sahip çıkma anlamında anılmalıdır.

Anayurtları Kafkasya kadar dünyada tanınmayan, Kafkasya'nın otokton (yerli) halkları, batı ülkelerinde Caucausian, Circassian; Arap ülkelerinde Serkeş, Şerakise, Türkiye'de ise "ÇERKEŞ" adıyla bilinmektedirler. Kafkasya'yı, MÖ. 5 binli yıllara dayanan eski tarih ve uygarlıkları ile Abaza, Adıge, Asetin, Çeçen, Dağıstan halkları ile yüzyıllardır Kafkasya'da yaşayan Karaçay ve Balkar halkları oluşturmaktadır. "Kafkasyalılık", "Kuzey Kafkasyalılık" ve "Kafkaslılık" birleştirici isim olmuştur. Artık milliyet, boy, kabile, sülale, aile gibi bir çok farklı alt kimliği koruyup, yaşatıyor olmalarına karşın, "Kafkaslılık" üst kimliği her zaman güçlü bir birleştirici aidiyet duygusudur bu halk için...

Kafkasya, Kuzey ve Güney Kafkasya olarak coğrafi iki ana bölüme ayrılır. Güney Kafkasya'ya genel olarak Transkafkasya, Kafkas ötesi, Kafkas ardı denilmektedir. Oysa Kafkasya denilince akla, öncelikle Kuzey Kafkasya ana coğrafyası gelmektedir. Tarihsel olarak Kafkas uygarlığının beşiği burasıdır.

Güney'de yaşayan ve Kafkas uygarlığı ve kültür dokusunun bir parçasını oluşturan otokton halklar da, kendilerini Transkafkasyalı olarak tanımlamazlar. Kafkasyalılık, onlar için de belirleyici bir kavramdır.

Kafkasya, güzel coğrafyası, verimli toprakları ve jeopolitik konumu ile tarih boyunca çeşitli halkların ve devletlerin ilgisini çekmiş, iştahlarını kabartmış, saldırılarına hedef olmuştur. Kafkaslılar, yüzyıllarca vatanlarını savunmak için sürekli savaşmak zorunda kalmışlardır. Kafkas tarihi, neredeyse bir "Savaşlar Tarihi"dir. Bu savaşlar, Kafkasya'da kalıcı bir devlet yapısının kurulmasını engellemiş, devlet geleneği prenslikler düzeyinde kalmıştır. Nüfus hareketleri, büyük kentlerin kurulmasını önlemiş, maden kültürünü yaratıp Anadolu'ya ve batıya taşımış, yazısı ve düzenli bir ordusu bulunan halklar iken/savaşlar ve işgaller sonucu modern toplumun bu tür ana kurumlarından yoksun kalmışlardır.[2]
Sürgün...
Kafkas halklarının anavatanlarını terk etmelerinin adını doğru koyabilmek bakımından şu üç kavramın anlamını iyi kavramak gerekiyor.

GÖÇ: İşgal ya da başkaca zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleri olayıdır.

SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların yerleştirilmesi olayıdır.

SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmek olayıdır.

İlk çağlardan beri uygarlık tarihinin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında, Kırım ve Kafkasya'nın çok ayrı bir yeri bulunmaktaydı. Çar I.Petro'nun, "Mümkün olduğu kadar Hindistan ve İstanbul'a yakın olmak gerekir. Zira, buralara hükmeden dünyaya hükmeder" düşüncesini ortaya attığı 1722'den beri yönetime gelen tüm Çarlar, bu amacı gerçekleştirmek için en büyük engel olarak da Kuzey Kafkasya'yı ve halklarını göregelmişlerdir.

Doğuya giden İpekyolu, stratejik geçitler ve kavşaklar batı için ne kadar önemli ise, sıcak denizlere inmek isteyen Rus Çarlığı için de aynı derecede önemliydi. Dolayısıyla, yüzyıllarca savaş ve saldırılara maruz kalmış Kafkas halkları için savaşların en kötüsü; en yıkıcısı 16. yy.'da başlayıp 19. yy. boyunca süren ve sonuçları bakımından bir soykırım (jenosit) niteliğinde olan Kafkas-Rus Savaşları'dır. Modern silahlarla donanmış, sayıca üstün çarın ordusu ile; tüm dünya tarafından yalnız bırakılmış, silah ve cephanesi olmayan, sayıca az Kafkas halkları arasında süren bu savaş, neredeyse eli silah tutan herkesin şehit olması sonucu büyük bir facia ile sonuçlanmıştır.

Bu savaş sonrası Çerkesler, çar tarafından % 80'leri aşan bir oranda sürgüne tabi tutulmuş ve anayurtlarını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Sonuçları itibariyle günümüz Çerkeş toplumunun konumunu belirleyen bu sürgün olayına kimileri "Göç", kimileri "Büyük Göç", kimileri "Zorunlu Göç", kimileri "Tehcir" demişlerdir. Feodal yapıda gerçekleşen değişiklikler yanında Ruslar tarafından geliştirilen ve Ortodoks kilisesinin de içinde bulunduğu idare tarzına bağlı olarak, eski yaşam koşullarının kalmayışı sonucu kendi iradeleriyle anavatanlarını terk edenlerin sayısı da bir hayli olmakla beraber, büyük bir çoğunluğu resmen topraklarından sürülmüştür. Çerkesler'in tümüyle anayurtlarını terk etmelerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni asker ihtiyacı ve müslüman nüfusu artırmak gibi nedenlerle geliştirdiği politikalar da önemli oranda etkili olmuştur. Ancak, Çerkesler'in anayurtlarından koparılmasının ana nedeni, çarlık Rusya'sının 21 Mayıs 1864'den sonra uyguladığı insanlık dışı sömürgeleştirme ve sürgün politikasıdır.

Bu sürgün, 1859'dan sonraki savaşlarda uygulanan şekliyle ve Batı Kafkas Cephesi'nin düşmesi ile Çerkeş halkına çarlık tarafından uygulanmış tam bir soykırım ve toplu bir katliamdır. Savaş sırasında uygulanan yöntemlerin bir katliam olduğunu bizzat Rus tarihçileri ve edebiyatçıları da yazmaktadırlar:

Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy: "Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiç bir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi..."

Rus Tarihçi Sulujiyen: "Dağlılar, teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısını kırmak gerekti. Kanlı savaşta çoğu analar elimize geçmesin diye kendi çocuklarını öldürüyorlardı. Bir çok kabile bu yüzden yok oldu..."

Rus Tarihçi Yd. Felisin: "Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkez köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik ve sonuçta bir harabeye dönüştü..."

Rus İ. Dzarov: "Osmanlı'ya göç etmek için yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır..."

Ünlü Rus Yazarı Puşkin: "Çerkesler, bizden nefret ediyor. Çünkü onları özgür yaylalarından attık, köylerini yaktık ve kabileleri toptan yok ettik. Onlar eskiden Hıristiyan'dı, yeniden İncil ile tanıştırmak lazım..."

Fransız gazeteci A. Fonvill: "Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Yanlarına aldıkları biraz su ve ekmek 5-6 günü aşınca tükeniyor, açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyor ve denize atılıyorlardı. 600 kişiyle yola çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ kalabilmişti..."

Bu sürgün insanlık tarihinin gördüğü en büyük trajedilerden biridir. Yüz binlerce Kafkaslı vatanlarını savunurken; savaşlarda, sürgünde, sürgün yollarında, sürgün sonrası yeni yabanıl topraklarda yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu sürgünde Çerkeş halkı vatanından sökülüp atılmış, bölünmüş, parçalanmış ve yok oluşun eşiğine itilmiştir.[1]
21 Mayıs 1864...
Çarlık Rusyası, 300 bine yakın asker ve modern silahlarla saldırmasına karşın 1856 yılına kadar Kafkasya'ya tam hakim olamadı. Özellikle Batı Kafkasya'da direnişler son dönemde çok çetin geçiyordu. 1856'da Paris Konferansı'nda Osmanlı ve Avrupalı müttefikler tarafından Kafkaslılar yalnız bırakıldı. Paris Konferansı sonuçlarına göre Rusya, Kafkasya'da ne isterse yapabilecekti. 1859'da Şamil'in de teslim olmasıyla Doğu Kafkasya'da savaş hemen hemen bitmiş, Rusya bütün gücüyle Batı Kafkasya'ya saldırmaya başlamıştı. 1860-1864 yılları arasında (ki bu savaşlarda bütün Kafkas boyları yer almışlardı) Batı Kafkas Cephesi yeniden kurulmuş ve çok çetin çarpışmalar olmuştu. Çarlık acımasız bir vahşet uyguluyordu. Köyler yakılıyor, ekinler yok ediliyor, mallar yağmalanıyordu. Halkın direncini kırmak için çar orduları halkı sürgüne tabi tutuyor, geri dönüş umutlarını kırmak için, gözleri önünde köylerini yakıyordu. Boşaltılan topraklara Kazak ve Rus köylüleri yerleştiriliyordu.

Bir yandan süregelen savaş, bir yandan sürgünler ve soykırım, 1864 baharına kadar devam etti. 1864 Mayıs ayında her boydan Kafkas savaşçıları, Soçi yakınlarında Aybgo Suyu yakınlarında yeni bir cephe açtılar. 7-11 Mayıs tarihleri arasında Ruslar'a büyük kayıplar verdirdiler. Bunun üzerine Kafkasya'daki Rus birlikleri dört koldan bu son cepheye saldırdılar. Çerkeş güçleri ağır top ateşi altında günlerce dayandılar... Hepsi şehit olana kadar...

Ve 1864 yılının Mayıs ayının 21. günü Rus orduları Soçi yakınlarında Kbaada çayırlarında (şimdiki adıyla Krasnaya Polyana) büyük bir zafer şöleni ve resmi geçit yaparak, Kafkasya'nın düşüşünü kutladılar. General Yevdokimov, Kafkasya sorununun bittiğini Çar'a müjdeliyor, dağların yüksek noktalarında direnişi sürdüren küçük grupların da takip edilerek yok edileceğini bildiriyordu.

Yevdokimov'a göre kesin çözüm, Çerkesler'in topraklarından sürülerek denizin öteki yakasına kovulmalarıydı. Kuban ötesinde kalan ve boyun eğen halk bile onun gözünde zararlı ve tehlikeliydi. Onların da sürülmeleri gerekiyordu. Ve böylece... 1864yılı, sürgünün en yoğun olduğu yıl olarak tarihe geçti. Lapinski'ye göre, 10 Temmuz 1864'e kadar 200 binden fazla Çerkeş, gemilerle Osmanlı limanlarına taşındı. Tarihçilere göre, Çar ve komutanlarının emriyle 19. yy.'da Osmanlı topraklarına 1.600.000 civarında Çerkeş sürgün edildi.

İşte 21 Mayıs 1864, Çerkeş halkının belleğine böyle kazındı. Çar ve orduları için zafer, Çerkesler için acının, hüznün, sürülüşün, bölünmüşlüğün ve ölümün günü...

21 Mayıs'lar, her şeye rağmen Çerkeş halkının yaşama direncinin ifadesidir. Direniştir, başkaldırıdır, diriliştir. Tüm zalimlere inat, Çerkesya'nın yeniden var olma mücadelesidir.

21 Mayıs'lar, halkımızın belleğine kazınan tüm bu acıları, savaşları insanlık dışı uygulamaları dünyaya haykırmak istediğimiz gündür.

21 Mayıs'lar dün, bugün, yarın perspektifinde ulusal-kültürel kimliğimizi yaşama ve yaşatma isteği ile geleceğe ışık tuttuğumuz günlerdir.[2]
Kafkas Sürgünü, Bir Soykırımdır
«Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde bütün sekene (sakinler, halk) harp esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir». Çar Naibi Grandük Mişel
Yukarıdaki ifadeler, bundan 141 yıl evvel söylenmiş, bir milletin kaderini derinden etkileyen, büyük bir dramın başlangıcını ifade eden sözlerdi.

270 yıl kesintisiz olarak devam eden Rus-Kafkas savaşları 21 Mayıs 1864 günü, Karadeniz kıyısında bulunan Tuapse şehri yakınlarında Açepsu deresi kenarındaki Kbaade mevkiinde yapılan savaşla sona erdi.

Kendilerinden kat be kat fazla olan, teknolojik üstünlüğü tartışılamayacak Rus ordusuna karşı 270 yıl vatanlarını savunan Kuzey Kafkasya ordusuna mensup son Adige birliği son neferine varıncaya kadar kahramanca mücadele ederek şehit düştü.

21 mayıs 1864 günü Açepsu deresinin Karadeniz'e ulaşan suları, Kuzey Kafkasya ordusunun son ikibin neferinin kanlarını Karadeniz'in sularıyla birleştirdiler. Çerkesler binlerce yıldır oturdukları toprakların her zerresini kanlarıyla suladılar. Üç asra yaklaşan Rus saldırıları karşısında, yerleri yurtları defalarca yakılan yıkılan mazlum halk, her defasında yeniden toparlanarak insanüstü bir gayretle mücadeleye devam etti.

Ruslar, yenilen ve yorgun düşen Kuzey Kafkasya ahalisini artık yerinde tutmak istemiyordu. Onlara stratejik yönden önemi olan Kuzey Kafkasya'nın batı bölgesi lazımdı. Bu gerekçeyle Grandük Mişel yayınladığı genelgeyle, halka dehşet saçıyordu.

Yerinde kalmakta direnenlerin esir muamelesi görecek olması, halkta ayrı bir panik oluşturuyordu. Rus'a esir olmaktansa ölümü tercih etmek, talihsiz Kuzey Kafkasyalılar için tek seçenekti. Ruslar, bölgenin bir ay içinde boşalmasını istiyorlardı.

Çaresiz ve zavallı duruma düşen halk akın akın sahillere koşuyor, sahilde bulduğu vapur ya da teknenin sağlamlığına bakmadan canını kurtarmaya çalışıyordu. 1864 yılının Mayısını takip eden günlerde Kuzey Batı Kafkasya'da yaşanan dramı, kalemlerin ifade etmesi mümkün değildir. Dünyanın en büyük senaristleri ve yapımcıları, bu dramı dile getiren bir film yapsalar eminim ki bu dramın ancak yüzde birini dile getirebilirler.
Ananın babadan, evladın aileden koptuğu, mahşeri andıran kargaşa sırasında dağılan aileler yıllar boyu kaybettiği yakınlarını ya da sevdiğini bulma umuduyla yaşayıp gözü açık gidenler.

Daha çok para kazanmak hırsıyla, gemilere istiap haddinden fazla yük ve yolcu alan kaptanlar. Bindikleri vapurlarda elverişsiz şartlar yüzünden hastalığa yakalanarak hayatını kaybeden insanlar. Defin imkanı olmadığı için denizin bağrına gömülen eş, dost ya da akrabalar.

Dramın boyutu o kadar büyüktü ki insanlar günlerce pusulasız gemilerde, bilinmeyen bir vakitte yaklaşacakları sahili bekleyip durdular. Yiyecek sıkıntısı, insan başına verilen sınırlı tayın yüzünden, insanlar tayınını almak için ölen yakınlarının cenazesini bile saklamayı göze alıyorlardı. Allahım bu ne büyük bir acıydı. Onurlu ve gururlu bir halk, bir lokma ekmek için ne hallere düşüyordu. Gemiler, Osmanlının Karadeniz kıyısındaki bütün limanlarına yolcu döküyordu. Trabzon, Samsun, Sinop, Ordu, Rusçuk, Varna, Köstence velhasıl Karadeniz kıyısında Osmanlı toprağı irili ufaklı gemilerin yanaşabileceği her koy mülteci indirme yeri oluyordu.

Kıyıya inen yolcular burada ayrı bir sıkıntıyla karşılaşıyorlardı. Rusya ile anlaşmasına ve mültecileri ülkesine kabul etmesine rağmen Osmanlı, kısa sürede bu kadar büyük bir sürgünzedeyi beklemediğinden istihdam etmekte zorlanıyordu. Kıyıya inenler, gemide yakalandıkları tifo ve koleraya ilave olarak sıtma illeti ile de boğuşmak zorunda kalıyorlardı.

21 mayıs 1864 tarihi genellikle sürgün ile ifade edilir. 21 mayıs 1864 ile sembolleşen süreç, 300 yıl öncesini de dahil edersek bir soykırımdır. Ruslar 1864 yılına gelinceye kadar Kuzey Kafkasya'da taş üstünde taş bırakmamacasına büyük bir vahşet örneği sergilemişlerdir. 21 mayıs 1864 günü, Ruslarla çarpışarak hayatını feda eden ve Kuzey Kafkasyalı bir kabile olan Ubıhlardan oluşan son orduyla birlikte, Ubıh halkı da darmadağın olmuştur.

Bugün Soçi ve çevresinin eski sahibi olan Ubıh halkından Kuzey Kafkasya'da eser kalmamıştır. Dünyanın en arkaik dili sayılan Ubıhça, bugün tamamen yok olmuştur. Bu halkın ve bu dilin katili o dönemin Çarlık Rusyasıdır. Sürgün öncesi Batı Kafkasya'da nüfusları 700 bin ile bir milyon arasında telaffuz edilen Şapsığ kabilesinden şu anda varlığını sürdüren insan sayısı 15 bin civarındadır. Şapsığlar yaşadıkları yerde, kendilerini soykırıma tabi tutan Rus komutanlardan, Prens Lazarov'un adı verilen Lazarevski kasabasında, onun adını zikrederek ve de tren istasyonunda bulunan büstünü seyrederek yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

19. yüzyılın başından, 1864 yılına kadar devam eden savaşlarda onbinlerce yerleşim yeri (köy, mezra) yakılıp yıkılmıştır. Bugün diasporada yaşayan Çerkeslerden hemen hemen hiç biri geldiği yerleşim yerini bulamamaktadır. Çerkesleri, Karadeniz kıyısından uzaklaştıran, topraklarını gaspeden Çarlık Rusyası, o topraklarda yaşanan binlerce yıllık tarihi geçmişi de yok etmiştir.

Soçi'den Novorosisk'e kadar uzanan Karadeniz sahili, bir Çerkes mezarlığıdır. O toprakların altında milyonlarca şehit Kuzey Kafkasyalı yatmaktadır.
1864 yılında, Ruslar tarafında soykırıma tabi tutularak vatanları gaspedilen Kuzey Kafkasyalıların dramına maalesef bütün dünya seyirci kalmıştır. Başta Osmanlı olmak üzere İngiltere ve Fransa gibi devletler Çerkesleri sürekli olarak kışkırtmalarına rağmen onlara vaat ettikleri yardımı hiçbir zaman yapmamışlardır. Osmanlı Devleti, Kuzey Kafkasya halkının yaşadığı dramdan rant elde etme peşine düşmüştür. Savaşlar ve isyanlar sebebiyle imparatorlukta azalan Müslüman nüfusunu dengelemek için Çerkes muhacirler kullanılmıştır. Osmanlı, kabul ettiği Çerkes muhacirleri devletin problemli bölgelerine yerleştirerek denge politikası izlemiştir.

Rusya, tarihte en büyük soykırım suçunu işleyen bir devlet olmasına rağmen, konjonktür gereği bu suçun cezasını çekmemiştir. Rusya'nın işlediği suçlar her nedense hep örtbas edilmiştir. Bu nedenledir ki 1994 yılında başlayan Rus-Çeçen savaşında 250 bin masum Çeçenin kanı dökülmüştür. Toplam nüfusu bir milyon olan Çeçen halkından 250 bin insanın öldürülmesi bir soykırım değil midir?Eğer öyleyse buna seyirci kalanlar için ne söylenebilir.
Ruslar öyle zıvanadan çıkmışlar ki, 22 nisan 2005 tarihinde Duma'da kabul ettikleri bir kararla, Türkleri Ermeni soykırımıyla suçlamışlardır.

Ruslar, Çerkes soykırımının dışında, Ermeni komitacılarının hamisi olarak, Doğu Anadolu'da Ermeni çeteleri tarafından şehit edilen 550.000 Türkün de kâtilidir. Bütün bu gerçekler göz önünde dururken hangi cüretle Duma'da Ermeni tasarısını kabul ettiklerini anlamak çok zor.
Türkiye olarak Rusya ve Batı karşısında edilgen bir politika izleyerek hiçbir yere varamayız.[3]
Bitmeyen Sürgün ve Jenosid
Kuzey Kafkas halklarının sürgünü ve müteaddit defalar jenoside maruz kalmaları, temel insan hak ve hürriyetlerinin garanti altına alındığı uluslararası hukuk alanında henüz bir hak arayışına dönüşebilmiş değildir.

İngiliz ve Osmanlı devletlerinin resmi kayıtlarına geçen 1864'teki Kafkasya sürgünü ve jenosidi tarihte bir kere yasanmış ve tozlu raflarda yerini almış bir olay olmayıp tam tersi kötü sonuçları günümüzde dahi devam eden feci tarihsel bir kazadır.

1864'te yaşanan birinci sürgünün kötü sonuçları adeta mağdurlarından torunlara miras olarak kalmış, üstelik mirasa yeni sürgünlerle ilaveler yapılmıştır. Yani Kafkasya'daki ilk sürgünün acıları telafi edilmeden yeni sürgünlerle mağduriyetler çoğaltılmıştır.

Kafkasya'yı Kafkasyalılardan arındırma süreci uzun savaşların ardından yerli halkların Rus Çarlığı'na yenilgisiyle 1859-1864 yılları arasında büyük bir sürgüne dönüşmüş, zaman içerisinde bu yok etme planı uluslararası hukuk açısından ancak jenosit ile tanımlanabilecek uygulamalarla bugüne kadar devam ede gelmiştir.

19. yüzyılda Çarlık Rusyası, 20. yüzyılda SSCB ve şimdi Rusya Federasyonu, sürgünü Kafkasyalıların bir alın yazısı haline getirmeyi başarmıştır.

Rusların Kafkasya'ya yerleşme politikasının sonucu olarak;sadece 1864'te 1 milyon 500 bin Kafkasyalı yurdundan olmuş, binlercesi sürgün yolculuğunda açlık ve kötü koşullara yenik düşerek can vermiş, binlercesi Karadeniz'in dalgalarına dayanamayan gemilerin batmasıyla engin sularda boğulmuş, yüzlercesi kalıcı hastalığa yakalanmış, binlercesi getirildikleri yerlerde köle olarak satılmış, yüzlerce kadın zorla tecavüze uğramıştır.

Ayrıca sürülenlerin toprakları, evleri ve sahip olduğu diğer tüm mal varlıkları Kafkasya'ya ikame ettirilen Rus ve Kazaklara verilmiştir.

Karadeniz'deki Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez, Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum gibi limanlardan Rus, Osmanlı ve İngiliz gemilerine balık gibi istif edilerek, Osmanlı topraklarına yani Trabzon, Ordu, Samsun, Sinop, Kefken, Varna, Burgaz, Köstence, İstanbul ve Ege kıyılarına dökülen insanların yüzde 30'unun henüz sürgün yolculuğu tamamlanmadan telef olduğu yönünde bilgiler arşiv kayıtlarında mevcuttur.

Sözgelimi insan yüklü gemilerin boşaltıldığı yerlerden biri olan Trabzon'daki Rus Konsolosu, Mayıs 1864'te "30 bin kişi açlık ve hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren olursa derhal denize atılırdı... 1858-1865 yıllarında 493.124 insanın gittiği Trabzon'da bir tek adamın 30-50 cariye birden aldığı oluyordu..." diye yazmıştır.

Hem Kafkasya hem de Osmanlı kıyılarında ölen insanların gömüldüğü çok sayıda toplu mezarın olduğu yine kayıtlarda yerini almıştır.

Sürgün sürecinde Trabzon'daki Rus Konsolosu sürgün kararını yürüten General Katraçef'in tanıklığı şöyledir:

"Türkiye'ye gitmek üzere Batum'a 70.000 Çerkes geldi. Bunlardan vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür. Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmektedir. Samsun civarındaki 110.000 kişi arasında her gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve İstanbul'a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü haber aldım."

Rus makamları sürgün suçlamalarından kaçabilmek için bu tarihi trajediyi göç kavramıyla izah etmeye kalkışmıştır. Ancak insanların bile bile ölüme razı olduğu zorlayıcı ortamı izah etmesi açısından Çarın Kafkasya'ya temsilcisi Grandük Mişel'in 1864 Ağustosu'nda Batı Kafkasyalılara gönderdiği şu ferman yeterlidir: "Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:"

Yurtlarından edilen Kafkas halkları Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Mısır, Irak, Lübnan, Kuveyt, Libya, Yunanistan, Makedonya, Kosova gibi dünyanın 40 değişik ülkesinde yaşamaya mecbur bırakılmıştır.

Mevcut Rus, Osmanlı ve Avrupa kayıtlarına göre, 1862-1870 yılları arasında sürgüne gönderilenler 1,2 ile 2 milyon civarındadır. Yaklaşık olarak 500 bin Kafkasyalının yolculuk sırasında veya vardıkları Osmanlı limanlarında öldüğü bilinmektedir.

Sürülenler bir daha vatanlarına geri dönememiş, ancak onların torunları Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra vatanlarına gitme şansı elde edebilmişler ama dedelerinin kaybettiklerini geri verecek ne bir makam bulabilmişlerdir, ne de bu yönde bir kamu iradesi.
1943-1944 Sürgünü
Kafkasyalılar 1944'te yaşadıkları sürgünün acılarını üzerlerinden atamamış ve bu tarihi kazanın sonuçlarından hala kurtulamamışken hayatlarında yeni sürgün sahifeleri açılmıştır.

Sürgünün devam eden bir sonucu olarak diasporada yaşayanlar, anavatanlarından uzak olmaları nedeniyle kültür ve dillerini günbegün kaybediyorlar. Mevcut temel hak ve hürriyetler perspektifinin, bu kaybın önüne geçilmesinde referans olma yeteneği var mıdır? Ataları sürgün edilen halkların tekrar vatanlarına dönebilmesi temel haklar kapsamında değerlendirilmediği sürece mevcut politik iradelerin bu konudaki olumsuz yaklaşımlarını aşmak kolay kolay mümkün olamamaktadır.

Uluslararası hukuk metinleri ortaya çıkmadan ve temel insan hakları birtakım sözleşmelerle garanti altına alınmadan önceki dönemlerde vuku bulmuş olmalarına rağmen etkileri hala devam etmekte olan olayların mağdurlarının mağduriyetlerini telafi edecek uluslararası bir hukuk anlayışı, uluslararası hukuk metni ve bunu uygulayacak bir mekanizma şimdi bile ortaya çıkabilmiş değildir.
Bir milletin yok ediliş fermanı
1864 sürgünüyle dünyaya savrulan Kafkasyalılar tekrar anavatanlarında toparlanma fırsatı verilmeden Kafkasya'nın bakiyeleri sayılan halklar bu sefer 1943 ve 1944 yıllarında SSCB lideri Yosef Stalin'in emriyle geniş çaplı bir soykırıma maruz bırakıldılar. Kafkas halkları, asılsız bir şekilde II. Dünya Savaşı'nda Almanlarla işbirliği yaparak ihanet etmekle suçlanmışlardı.

23 Şubat 1944 günü yani Kızılordu'nun 26. kuruluş yıldönümünde şenliklere davet edilen Çeçen ve aynı etnik kökene sahip olan İnguşlar apar-topar ve binlerce insanın ölümü pahasına Sibirya'ya sürüldü.

Aynı şekilde 2 Kasım 1943'te Karaçaylılar, 8 Mart 1944'te de Balkarlar Sibirya ve Kazakistan'a sürüldüler. Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri de sürgün edilen halklar arasındaydı.

Sovyet Rusya, sürgün operasyonunu büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirmiş, kamuoyu ancak iki yıl sonra yani 26 Haziran 1946'da "İzvestiya" gazetesinde çıkan küçük bir haber ile olanlardan haberdar olabilmişti.

Her aileye 20 kg. bagaj izni verilmiş, insanların tüm mal varlıklarına; evlerine, topraklarına ve büyükbaş hayvanlarına el konulmuştu. Felaketin en büyüğü ise sürgün yolculuğunda gerçekleşti: İnsanların yüzde 20'si kötü hava koşulları ve açlıktan öldü. Ölüm Çeçen ve İnguşlar'ın yakasını yerleştirildikleri yeni yerlerde de bırakmadı ve ilk birkaç yıl içinde gerek iklim gerekse ağır çalışma koşulları ve bunlara bağlı salgın hastalıkları nedeniyle pek çok insan yaşamını yitirdi. Çeçen ve İnguş halkının sürgündeki nüfus kaybının yüzde 38 oranında olduğu kaydediliyor.

9 Ocak 1957'de Sovyetler Birliği Yüksek Şûrası aldığı bir karar ile 1944 yılında topyekûn sürülen Çeçen-İnguşlar'ın yurtlarına dönmelerine izin verdi. 12.0I.1958 tarihinde Groznenskiy Raboçiy gazetesi, sürgünden dönenlerin sayısını 200 bin olarak yazmıştır. Ancak sürgünden 4 yıl öncesinin yani 1939 yılının resmi kayıtlarına göre yeni kurulan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ndeki Çeçen ve İnguşlar'ın nüfusu 488 bindi. Süngünden sonra (1959'un rakamlarına göre) Çeçen-İnguş Cumhuriyeti'ndeki tüm İnguş ve Çeçenlerin sayısı 311.2 binden ibaretti.
Haybah katliamı
Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti'nde tüm köyler sürgüne tabi tutulurken ulaşımın ve insanların tahliyesinin zor olduğu bölgelerde ise jenosit uygulamalarına gidildi. 27 Şubat 1944'de yaşanan Haybah katliamı buna bir örnektir.

Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti Adalet Bakanı eski Yardımcısı Ziyaudi Malsagov tanık olduğu olayları şöyle anlatmaktadır: Cumhuriyetin diğer bölgelerindeki Çeçenlerle İnguşlar vatanlarından sökülüp Kazakistan'a yollanmaktaydı. Fakat buradakileri nakletmek mümkün değildi. Çevre köylerden ve mezralardan toplanan halk, yaya olarak yola çıkarıldı. Hastalar, yaşlılar, zayıflar ertesi günü helikopterlerle taşınacaktır denilmek suretiyle arkada bırakıldılar. Bir miktar genç, genç kız, çocuk ve kadın da onlarla kaldı. Toplam 650-700 kişi kadardı. 27 Şubat 1944 günü sabah saat 09.00'da bu insanlar şu ahıra sürüldü...Üstlerinden kilit vuruldu. Ardından ahır ateşe verildi. İnsanlar ahırın kapısını zorlayıp kırdı ve dışarıya seğirtti. Gvişiani de o an emretti: -Ogon! (Ateeş!)

...Bir iki kişi firara kalkıştı. Onları da öldürdüler. 650 veya 700 insan ahirin içinde cayır cayır yakılarak öldürüldü.

Komünist Partisi'nin XX.Kongresi'nde Kruşçev, Karaçaylılar, Balkarlar ve Kalmıklar'ın zulme uğradığını itiraf etti. Komünist Partisi Merkez Komitesi, 24 Kasım 1956'da Çeçenlerin ve İnguşlar'ın ulusal özerkliklerinin yeniden verilmesi kararını aldı.

7 Mart 1944 tarihinde lağvedilerek toprakları Gürcistan, Dağıstan ve Kuzey Osetya'ya paylaştırılan Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 9 Ocak 1957'de yeniden kuruldu.

Sınır bölgeler Çeçen-İnguşetya'ya geri verilmedi, ama buna karşılık Kargalin, Naur ve Şelkov'dan oluşan üç bölge bu ülkeye bağlandı.
Kırım ve Ahıskalıların sürgünü
Stalin döneminde sürgün sadece Kuzey Kafkasya ile sınırlı kalmadı. Sürgün kararının vurduğu bir diğer halk ise Kırım Tatarlarıydı. 18 Mayıs 1944 gecesi başlayan sürgün furyası 3 gün içinde 220.000 Kırım Tatarı'nın zorla yurtlarından koparılmasıyla sonuçlandı. KGB'den önceki Rus istihbarat servisi NKVD, sürgün edilenlerin 191.044 kişi olduğunu açıklamıştı.

Orta Asya'nın ücra köşelerine götürülmek üzere ölüm katarlarına bindirilen insanların yüzde 42'si zor koşullara dayanamayarak yada yapılan baskılar sonucu yaşamını yitirdi. Kırım Tatarları'nın sürgün hayati Çeçenlerden daha uzun sürdü. Vatanlarına dönmek için çok yolu deneyen Kırım Tatarları dönüş için 1980'li yılları beklemek zorunda kaldı. Yıllar sonra terk ettiği topraklarına gelen insanları başka bir hazin tablo bekliyordu. Evleri, işyerleri ve toprakları hatta ibadethaneleri Ruslara ve Ukraynalılara dağıtılmıştı. Camiler de ahır veya ambar amacıyla kullanılmaktaydı. SSCB Yüksek Sovyet'inin 1944 sürgünü ile ilgili bütün işlemlerinin Kasım 1989'da "kanunsuz ve kriminal" ilan edilmesiyle birlikte geri dönüş sancıları arttı ve şimdiye kadar 250.000'nin üzerinde Kırım Tatarı tekrar vatanlarına dönmeyi başardı ancak dönemeyenlerin önüne konulan çok sayıda engel var.

Ahıskalıların yüz yüze oldukları en büyük dram ise sürgün edildikleri ülkelerden geri dönememeleri oldu. Günümüzde bu insanların torunları Rusya Federasyonu(Krosnodar Kray), Özbekistan, Kazakistan, Türkiye, Ukrayna, Almanya, Fransa ve İtalya' gibi ülkelerde yaşamlarını sürdürüyor. Özbekistan'da sürgün hayatı yaşayan Ahıskalılar, 1989'da birtakım provokasyonlar sonucu ortaya çıkan ve Fergana olayları olarak tarihe geçen gelişmelerin ardından yeniden yurtlarından oldular. Özbekistan'dan çıkarılanlar Krosnodar ve Ukrayna'da geçici meskenlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. En büyük sorunları hiçbir ülkenin vatandaşı olamamaları. Geçtiğimiz yıllarda ise Türkiye'de çıkarılan bir yasa ile az miktarda Ahıskalı Türk vatandaşlığına kabul edildi. Yani 1944'de sürgün edilen Kafkas halklarından hiçbir şekilde yurtlarına dönüş yapamayanlar ise Ahıskalılar oldu. Gürcistan, Avrupa Konseyi'ne kabul edilirken Ahıskalıların yeniden kendi vatanlarına yerleştirilmesi konusunda taahhüt altına girdi ancak bugüne kadar verilen sözler yerine getirilmedi.
Karaçay-Balkarların Sürgünü
2 Kasım 1943'te Karaçay Özerk Bölgesi, NKVD askerleri tarafından iki saat gibi kısa bir süre içinde tamamen boşaltıldı. Askerlerin emirlerine uymayarak evini terk etmek istemeyenler anında infaz edilirken içeride insan olup olmadığı kontrol edilmeksizin konutlar ateşe verildi. 2 Kasım 1943 tarihinde sabahın erken saatlerinde 32.929'u çocuk olmak üzere 63.333 kişi tıpkı Çeçenlere yapıldığı gibi hayvan vagonlarına doldurularak Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan çöllerine gönderildi. Yani bir millet ölüme mahkum edilmişti. 8 Mart 1944'de aynı akıbete Karaçaylılarla aynı etnik kökenden gelen Balkarlar maruz kaldı.
Avrupa'nın göbeğindeki vahşet
Kafkasya'da 1943 ve 1944'de yaşanan sürgün olayının görmezlikten gelinen bir de Avrupa ayağı var. İnsanlığın kara tarihine Drau Faciası olarak geçmesi gereken bu olayda İngiltere ve Amerika'nın sorumluluğu inkar edilemez bir gerçektir. Almanlarla birlikte gönüllü yada esir olarak veya kendiliklerinden Rus saldırılarından kurtulmak için Avrupa ülkelerine ulaşmış bulunan Kafkasyalılar, Ruslara teslim edilmek istenince tam bir insanlık faciası yaşanmıştır. 1944 yılının sonlarına doğru Rusya'dan Avrupa'ya geçen Kafkasyalılar, İtalya'nın kuzeyindeki Paluzza'nın dağ köylerine yerleştirildiler. Savaşın bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya'nın Carinhia'daki Ober Drauburg bölgesine sürülerek, Drau nehri vadisine yerleştirildiler. Yalta'da Rusya, Amerika ve İngiltere bir anlaşma ile İngiliz işgal sahasına dahil edilen bu bölgedeki insanların Rusya'ya iade edilmesine karar verildi. Bu Stalin'in ölüm kusan baskıcı politikalarından kaçan Kafkasyalılar için yeni bir facia demekti. Mülteciler en azından eski Osmanlı topraklarına gitmeleri için izin verilmesini ve kendilerine yeni bir kapının aralanmasını istemişlerdi. Ancak buna olumlu cevap verilmemiştir. Londra'dan gelen 28 Mayıs 1945 tarihli emir, "Mülteciler Sovyet otoritelerine teslim edilecektir" şeklindeydi. İnsanlar önce silahlardan arındırıldılar, sonra komutanlar bir oyuna getirilerek Ruslara teslim edildiler. Ardından kamyonlara binmek istemeyen insanlar üzerine İngilizler tanklarla yürüyerek büyük bir faciaya neden olmuştur.

Buradaki insanların çoğunluğu kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşuyordu ve insanlardan bir kısmı Ruslara teslim olmaktansa kucağındaki çocuğuyla nehre atlamayı tercih etti.

Kafkasyalı mültecilerin teslim edilişi ibret vesikası olarak 1960 yılında Avrupa İslam Cemiyeti'nin çalışmaları sonucu İrschen köyünde anıta dönüştürüldü. Anıtın üzerinde Almanca şunlar yazılıdır:

«Burada 1945 yılının 28 Mayısı'nda 7000 Kuzey Kafkasyalı, kadınları ve çocuklarıyla Sovyet otoritelerine teslim edildiler ve İslamiyet'e olan sadakaları ile Kafkasya'nın istiklali idealine kurban gittiler.»
Sürgünün devam eden kötü sonuçları
Kafkasya'nın kaderi haline getirilen sürgün ve jenosit, 1994-1996 arası ve 1999'da Çeçenistan'da kendini yeniden hatırlattı.

1864'te sürülen halklar gittikleri yerlerde kendilerine yapılan muamelelerin temel insan hakları kriterleri açısından ele alınması ve hukuk temelli bir yoruma kavuşturulması gerekmektedir.

Kafkas sürgünü dünya tarihinin en trajik olaylarından birisi olmasına rağmen uluslararası anlaşmalarla çerçevesi çizilmiş temel insan hak ve hürriyetlerinin uygulama alanlarında bir karşılık bulamamış olması anlamlıdır.

Tarihi felaketin kurbanlarının haklarının iadesi için uluslararası hukuk mekanizmasını çalıştıracak güçlü iradeler ortaya konamamış ve sorumluların tespiti ve yargılanması süreçleri başlatılamamıştır.

Çeçenistan'da 1999'da başlayan savaşla birlikte 500 bine yakın insanin mülteci durumuna düşmesi Kafkas haklarının sürgün ortamından kurtulamadıklarını bir kez daha ortaya koymuştur. Uluslararası hukukun bir parçası olma konusunda açıkça direnç gösteren Rusya, çevresiyle ilişkilerini emperyalist emeller üzerinde kurmaktan vazgeçmediği sürece Kafkasya'nın alınyazısı haline gelen sürgün ve jenosit tarihi de sona ermeyecektir.

Rusya'nın emperyalist ilgisi kendi toprakları dışındaki yakın çevresiyle sınırlı değildir. Rusya Federasyonu, bir asra yaklaşan bir süredir kendi toprak bütünlüğü içerisinde olmalarına rağmen diğer Kafkas Cumhuriyetleri'ne karşı da emperyalist bir ruhla hareket etme çelişkisi içerisindedir. Üstelik SSCB'nin dağılmasından sonra bile Çeçenistan dışında diğer Kafkas ülkelerinden hiçbirinde Rusya Federasyonu'nun toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak ciddi bir hareket gözlemlenebilmiş değildir. Tam tersi Rusya'nın egemenliği altına aldığı yerlerdeki korku ve kuşkuya dayalı baskıcı tutumları ve beslediği emperyalist ruh, bölge insanlarına 1864'ü unutma şansı vermemektedir. Rusya buralarda kendi egemenliğinden şüphe edercesine hareket etmekte ve halkların dizginlerini elinde tutmak için baskıcı eğilimlere yönelmektedir. Rusya bugün de bazı uluslararası metinlere imza atmakla birlikte özellikle Avrupa ülkelerinin güvenini hala kazanamamıştır.[4]
İlgili Yayınlar
1.       Nihat Berzeg, "Çerkesler Kafkas Sürgünü: Vatansız Bırakılan Halk", Chiviyazıları Yayınevi; İstanbul, 2006.
 
[1itap.antoloji.com/cerkesler-kafkas-surgunu-vatansiz-birakilan-halk-kitabi/
[2] "Büyük Kafkas Sürgünü", Kafkas Abhazya Kültür Derneği, www.abhazdernegi.org/content/view/65/38/
[3] Mehdi Nüzhet Çetinbaş, "Kafkas Sürgünü, Bir Soykırımdır", Ajans Kafkas.
[4] www.kafkas.org.tr/hakkinda/kafkasyada
_bitmeyen_surgun_ve

Hatlekuay Köyü Savunması
.....Rus-Kafkas Savaşı Adıge kırlarını-köy yerleşimlerini-tarih yaptı, bitirdi. -Savaş ve sonrasında-ölenlerin sayısı sınırsız denilebilecek bir ölçüdeydi, toplumun neredeyse tamamı bilinmeyen bir geleceğe doğru yola çıktı, tüm bir Adıge toplumu bu ölüm yolculuğunda bir kırım geçirdi, Karadeniz kıyılarımızda ölenlerin, denizde boğulanların haddi hesabı yoktu, Karadeniz'i aşıp karşı kıyıya –Türkiye toprağına- adım atabilenler bekleyen de  Azrail idi, orada da ölenlerin haddi hesabı yoktu… (1). Çar ve yardakçılarının planı sonunda gerçek oldu: İstenmeyen insanlar, Adıge ulusu ülkesi dışına atılmış, Adıge toprağı bütünüyle temizlenmiş ve o güzelim topraklar Rus istilacılar tarafından kapışılmış oldu, eski Adıge toprağı galiplerin bir yaşam alanı oldu. Umudu tükenmiş son Adıgeler ise boyunduruğa koşulmamak  için canlarını kurtarma derdine düşmüşlerdi. Çar ve yardakçıları ise, bütün bu olanlardan ziyadesiyle memnun idiler. Ancak, bir yandan da, ezeli düşman Türkiye’ye o denli sayıda insan göndermiş, düşmanı güçlendirmiş olmaktan da kaygılıydılar. Bunu, parçalı olmaları durumunda Adıgelerin  etkisiz konuma düşmüş olacaklarını düşünmüş olmalılar, bir ara Türkiye’ye göçü durdurdular…
..…1867 yılı. Büyük Prens Mihail Nikolayeviç (2), Kuban oblastı topraklarını (eski Çerkesya-hcy) dolaşıyor, teftiş ediyordu. Yurt dışına Adıge gidişlerini durdurma  kararını aldığını her yerde açıklıyordu. Bir aile ya da bir köy biçiminde oturma izinleri veriyorum, yurt dışına göç içerikli dilekçeleri ise 1867 yılından 1873 yılına değin kabul etmeyeceğim, diyordu. İstisnai olarak tek bir kişiye, Hanaheko Kımçerıy’e (3) çıkış izni verilmişti. Kımçerıy’e, 1871’de, kendi belirlediği birkaç aile birlikte yurt dışına çıkış/göç etme izni verilmişti.
......Devlet çıkış izni vermiyordu ama Yekaterinodar (şimdi-Krasnodar) ilçesindeki Bjeduğ köylüleri hayvanlarını kesmeye, toprağı sürüp ekmemeye ve göç için hazırlıklar yapmaya başlamışlardı. Yönetim bunun farkındaydı, köylülerle konuşmalar  başlatıldı. Bu durumu, P.Berje’nin “Kafkasya Dağlılarının Deportasyonu/Ülke Dışına Göçü” (Выселение горцев с Кавказа) başlıklı çalışmasında şöyle yazmıştı: “Türkiye’ye göç etmek istiyoruz, bu amaçla İstanbul’a bir elçi heyeti gönderdik. Kendimizi artık Rusya’ya  ait kişiler olarak görmüyoruz”. Devlet görevlilerinin tutumlarını da yansıtır halde, Berje şöyle yazıyordu: “Böylesine/özgürce bir yanıt, devlet yetkililerinin alışık oldukları bir şey değildi, derhal elebaşılar tutuklandılar ve  Yeysk (4) hapishanesine konuldular. Bjeduğlar, tutukluların salınmaları için Yekaterinodar’a temsilciler gönderdiler. Ancak tutukluların salınması bir yana, gidenlerden 7’si daha tutuklandı. Bu arada yönetim köylülerce belirlenmiş muhtarları/thamateleri görevden alma, muhtarları ilçeden  atama kararını da aldı (5). Yekaterinodar ilçesindeki (уезд) dört köye muhtar atandı, ancak köylüler bu muhtarları tanımadılar. Daha sonra üç köy, bu muhtarları kabule yanaştı. Ancak Hatlekuaye köyü atanmış muhtarı kabul etmemekte diretti: “Biz kendimizi artık Rusya yurttaşı olarak değil, konuk/gidici kişiler olarak görüyoruz. Bu nedenle Rus yasalarına göre örgütlenmek zorunda değiliz, dediler. Köylüler evlerini boşaltıp köyü terk ettiler, bir kısmı köy kıyısında kamp kurup konakladı, bir kısmı da  ormanın içlerine çekildi. Bunun üzerine yönetim köye askeri birlikler sevketme kararını aldı”.
......“Başaramayacağın işe kalkışma” diyor bir atasözümüz. Köy askeri birlikler tarafından çember içine alındı, bunun üzerine çocuklar ve yaşlı başlı kişiler düşünülerek çatışmaya girilmedi, atanmış muhtar da kabul edildi. Ancak yöneticiler köylülerin yola gelmiş olmalarını, kendi otoriteleri bakımından  yeterli bulmadılar. Berje’nin yazdığına göre, köylülerin “Yasaya”  karşı gelmiş olmaları olayına önderlik ettiği gerekçesiyle 10 kişi tutuklanıp götürüldü. Kimdi bu kişiler? Berje bu durumdan ne diye kaygılanmış olmalıydı?! Kendisi açısından, bunların kim oldukları değil, yasa gücünün ne demek olduğunu Dağlıların öğrenmiş olmaları, yasalara uymanın gereğini öğrenmiş olmaları önemliydi. Yasalara karşı gelmeleri durumunda yaptırıma uğrayacaklarını öğrenmeleri amaçlanmıştı.
......Berje’nin yazısında Kımçerıy dışında  bir ad geçmiyor. Tarih veriliyor, olup biten anlatılıyor ama olaya katılmış olan kişilerin adları verilmiyor. Berje’nin yazısındaki bu eksiklik, olay üzerine anlatılar olarak Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü arşivinde bulunan ve  “Hatlekuaye Sığınağı (kutur)” adı altında toplanmış olan derlenmiş belgelerden gidilerek aydınlatılabilir. Sözlü derlemelere göre, “-şimdi doğuda bulunan Bjeduğ köyü -Ğobekuay  ile –Adıgey’in en batısında  bulunan Şapsığ köyü -Pseytuk arasında yaşayan biz bütün  Adıgeler olarak, yoksul, zengin ayırımı yapmadan  Türkiye’ye (Стамбол) göç etmek istiyoruz”, diyerek ve bu işe bir çözüm bulma amacıyla köy temsilcileri Kuzerımıha denilen yerde toplandılar (6) - Toplantıda, alınan kararlara uyulması için yemin verdirildi. Yemin işini Kazanıkuaye köyünden 70 yaşındaki Hacı Hasan yaptırdı. Yemin vermeyenler de çıktı. Vermeyenler Tahtamukay köyünden idiler: Birinci kişi -T’ımıjıko oğlu Navırze Efendi (imam), ikinci kişi – Psevne Kokan,üçüncü kişi – Şığuş’eko Mıhamet Mızeğ.
......Şu konularda yemin verilmişti: İzin alacak bir heyet  Osmanlı Padişahı’nın yanına gönderilcekti. Heyete seçilen elçiler de şunlardı: İlki-Natho Hats’ats’ (Kunçıkohabl köylü), ikinci-Askalıko Şapsığ (Askalay köylü), üçüncü- Hasene-hac Ş’avko (Pç’ıhal’ıkuay köylü), dördüncü-Hakup’at’e T’eşu (Lahşukay köylü), beşinci kişi de– Hace Kıt’ıj’ (Şapsığ) idi. Masraflar için de, hemen oracıkta, toplantıda para toplandı ve elçilere verildi. Elçiler 1871 yılında Türkiye’ye gittiler.
.......Haberde anlatıldığına göre, gönderilen elçiler henüz geri dönmedikleri bir tarihte, 1872’de  Bjeduğlara  “Kendi köy yönetimlerini oluşturmanız gerekiyor biçiminde bir karar köylere bildirildi. Karar, Hatlekuay dışındaki köyler tarafından  kabul edildi”. Hatlekuayeliler, “Türkiye’ye gönderdiğimiz elçiler henüz dönmediler, onların  dönmelerini ya da mektubunu bekliyoruz, o vakte kadar  köy yönetimi kurmayız” dediler. “Görevliler/yetkililer  (Забытхэр), Hatlekuayelilerin dediğine aldırmadan, yanlarına birer yazıcı  alarak köylere geldiler.
.......Hatlekuaye’ye gönderilen görevli/thamate Hatığuhable köyünden  Karbeç Hatığu idi, bir katip de ona eşlik ediyordu”.
.......Köye gelen yetkili şöyle bir açıklamada bulundu: “İdare/muhtarlık (Праулэн) oluşturmanız karar gereğince zorunlu. Karar Türkiye’ye gitmenizi engellemiyor. Gönderdiğiniz elçiler kabul izni alıp dönecek olurlarsa, sizleri salacaklar -Türkiye’ye göç etmenize izin verilecek-. O güne kadar bir yönetiminizin olması gerekiyor… Alınan bu karara karşı gelmeniz  işe yaramayacak –kabule zorlanacaksınız-”.Köylüler Karbeç’e şu yanıtı veriyorlar: “Sen yöneticilerin (забытмэ) elçisisin, seni kınamıyoruz, sen sana söylenmiş olanı bize aktarıyorsun. Biz kendi temsilcilerimizi İstanbul’a gönderdik, onları bekleyeceğimize  yemin verdik, mektupları bize ulaşmadan, bir yönetim oluşturmamız doğru olmaz. Türkiye’ye yerleşme izni  ‘alamadık’ diye bir yazı alırsak, köy yönetimini kurarız, onlardan haber almadan öyle bir yönetim kuramayız”.
 …..Köyün kararı başkan/thamate tarafından yetkililere bildirildi. Bunun üzerine, anlatıya göre, yörenin “karakol komutanı (участкоо начальник) geldi… Ona da başkana/thameteye söylenen şey söylendi. Ardından şube/ilçe atamanı (Kazak komutan/general) geldi…”. Ancak ataman da etkili olamadı. Ataman döndü, bölge/ilin idari ve askeri şefi (хэкум иначальник) geldi, “Köy yönetiminizi kurmazsanız, Çar’ın düşmanı” olarak ilan edileceksiniz dedi. Bunun üzerine köylü şu yanıtı verdi: “Çar’a gücümüz yetmez, isterse hepimizi öldürtebilir, ancak İstanbul’a gönderdiğimiz elçilerden bir haber almadan yönetim kuramayız”. Anlatı şöyle sürüyor: “General şöyle konuştu: Bundan böyle size artık hiçbir görevli/yetkili (забыт) gelmeyecek, sadece Çar’ın ordusu  gelecek”.
.......Görüşmeler olumsuz sonuçlanınca, sözlü anlatıya göre, “bir gece vakti askerler geldiler ve köy yakınında kamp kurdular, köyü askeri çember içine aldılar.
Köylüler işin ciddiyetini kavradılar. Köyü temsilen gönderilen heyetin başında 75 yaşındaki Hace-Haç’emız Huade bulunuyordu”.
........Köyün ordu ile çevrildiğini öğrenen köylüler, hemen bir karar aldılar ve köyün iki ayrı yerinde iki sığınak/siper (кутур) yapıp içine yerleştiler…”. Savunma önlemini de aldılar: Gece ve gündüz köyü beklemek üzere dört keskin nişancıyı görevlendirdiler:  “1.Degumıko Huseyn; 2.Degumıko Hasan; 3.Hanaheko Tıv; 4.Hanaheko Amzan”.
.........Ata toprağında yaşayan, kendi elleriyle kurdukları saz çatılı damlarda (бгъагъэ) barınan, topraktan ürettikleriyle geçinen bu sade insanlara, yağmacılar, yağmaladıklarıyla yetinmeyerek yeni baştan, bir daha  çullanmış bulunuyorlardı. Yağmacılar bu insanları bir sürü  gibi gütmek, karşı gelenlere de “okkalı cezalar” vermek istiyorlardı.
.......Köylüler, sabah erkenden  hayvanlarını çobansız, başıboş olarak köy dışına saldılar. Adıgelere  “kültürü” taşıyan bu kişiler, sürüdeki en besili danaları, babalarının malıymış gibi  kesip yiyor ve diledikleri gibi davranıyorlardı.
......Köyün bu zor durumu dört bir yanda duyuldu. Başka köylerden aklı başında ve sözü dinlenir kişiler  Hatlekuaye’ye geldiler, köylülere ricalarda bulundular: “Kendinizi katlettirmeyin, ülkemizin insanlarısınız, devleti dinleyin, elçiler izin almış olarak dönerlerse, sizi engellemeyecekler, göç etmenize izin verecekler”, dediler. Bu yatıştırıcı grup askerlerin de yanına gidip “bu kişiler sıradan köylüler, bir şey yaptıkları da yok, rica ediyoruz, saldırıya geçmeyiniz” dediler. Söylentiye göre, gün boyu, sabah vaktinden akşamın karanlık vaktine değin uzlaşma yolları arandı. Sığınakta geçen dokuzuncu  gün, aracılar uzlaşmayı sağladılar. O zor anlarda  bir çıkış yolunu bulan, çözüm için hayatlarını ortaya koyarak çırpınmış olan bu akıllı kişiler kimler olabilirler?
……O kişiler canlarını ortaya koymuşlardı, çünkü onlar haklının yanında yer almayı suç sayacak birçok  kişinin Çar’ın askerleri arasında bulunduğunu biliyorlardı, hapsetmek ne ki, adam öldürmek bile o tür kişiler için işten bile değildi. Öylesine olaylara birçok kez tanık olmuşlardı o iyi adamlar. Ancak yine ellerinden geleni yapmaktan kaçınmamışlardı. Bu kişiler “Hace Seleçerıy (Tlevstenhabl köylü), Hace İshak Efendi Beguğ (Şıncıy), Ş’evmafe oğlu Hasane-hac (Şıncıy), Ahmed Efendi Yahul’ (Cecehabl) ve daha başkaları idiler”.
Hatlekuay köyünde de akıllı ve uzağı gören kişiler yok değildi. Ancak onlar sözlerini dinletememişlerdi. Bu nedenle o gibi kişiler kızıp evlerine çekilmişlerdi. Bunların adları da veriliyor sözlü anlatıda. “Sığınaklara  girmeyen, evinden dışarı adım atmayan birkaç kişi vardı köyde: İslam Huade, Paka Thal’, Ş’evefıj L’ıxas”. Başka köylerden gelen barıştırıcı kişilerle bu köylüler birlikte Rus yöneticilere ricalarda bulundular, köyü kuşatma eyleminin sona erdirilmesi konusunda uzlaşma sağladılar…
......Ancak “kızdırılan”  üst yöneticiler bu  uzlaşmayı yeterli bulmadılar. Köylüyü ayaklandıran ve sığınaklar  kazılmasına öncülük eden  dokuz direnişçiyi tutuklattılar: “Lav Huade,Şıvmen Tığuj’, Tlevstınale Sıhat, Hacebıy Huak’o, Beyslan Huak’o, Mıhamçerıy Huade, Natho Meşfeşşu, Blaçu Hut, Hace Hacemız Huade. Bu kişiler tutuklandılar” diyerek anlatı sona eriyor. Peki bu kişilerin sonu ne oldu? Özgürlük uğruna direnmiş olan bu kişilere daha sonra  ne yapıldı? Bunların akıbetini bilen/duymuş olan  kişiler ilgili köyde bulunuyor olabilir. Adıge edebiyatı ve tarihi üzerine çalışan kişilerin bu noktaya  eğilmeleri yerinde olur. Çünkü, bize ulaşmış olan bu olayın öyküsü, köyün tarihi açısından önemsiz bir olay değildir, köyün tarihi yazılacak olduğunda, bu olayın geniş bir yer tutacağı gerçeği de kuşkusuzdur. Bu konuda, o harekete katılmış olan, olayı anlatan ve bunu 1928 yılında yazdıran Bleneğepts’e Medine-hace ile bu anlatıyı yazıya aktaranlar da büyük bir hizmette bulunmuş oldular. Tarihimizin ilginç bir sayfasını bize bırakmış/ulaştırmış oldular.


.Şhalaho Abu, 01.01.1992Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız
“Sözün Gücü. Zamanın Soluğu” (Псалъэм илъэкI. Уахътэм ижьыкъащ), 
Maykop,2005,s.163-165.
Dipnotlar:
(1)-Bir ulusu, sivil nüfusun tamamını 1860’larda askeri harekat kapsamına alan ve savaşla gerçekleştirilen katliam, etnik temizlik ve deportasyon olayına, 2 milyon nüfusun 100 bine, yirmi yıl sonra da 20-30 bine düşesine yol açan bir uygulamaya  soykırım dışında hangi ad verilebilir?-hcy
(2)- Mihail Nikolayeviç (1832-1909), Çar’ın kardeşi, Grandük, Veliaht Prens. 1862-1882 yılları arasında Kafkasya Valisi olarak Tiflis’de yaşadı. Kafkas Savaşı’nın sonlarına doğru Kafkasya Orduları Başkomutanlığı’nı General Yevdokimov’dan devraldı. Şapsığ ve Vıbıhları Türkiye’ye gönderdi. 21 Mayıs 1864’te (Miladi-2 Haziran 1864) Kbaada Yaylasında yapılan Ortodoks dini ayinini ve askeri geçit törenini düzenledi. Törendeki konuşmasında dağların temizlendiğini, temizlenen bu yerlerin ebedi bir Rus, Hıristiyan toprağı olacağını söyledi.
Şimdi Kbaada (buradaki Çerkes köyünün adı-‘Atkuac’ idi) yerinde bulunan Krasnaya Polyana (Kızıl Çayır)  beldesinde 2014 Soçi Olimpiyatları yapılacaktır.-hcy
(3)-Hanaheko (Hanaxeqo) Kımçerıy- ünlü Pşı-vark Savaşı’na katılmış önder kişilerden. Tevçoj Tsığo’nun aynı adlı destanında mücadelesi anlatılıyor.-hcy
(4)-Yeysk-Azak Denizi doğusunda bir liman kenti.
(5)-Bugün de yerel birimlerde (il ve cumhuriyetlerde), seçimler kaldırılmış olup  başkanlar Moskova’dan atama yoluyla görevlendiriliyorlar. Tarih tekerrür ediyor gibi.
 (6)-Kuzerımıha= ‘Araba ile girilemeyen yer’ anlamına gelir- burası şimdiki Veçepşıye köyünün ilk yerleşim yeriydi.
Not:Tire içindekiler çevirmene aittir.-hcy
Cherkessia.Net'ten Alıntıdır.




 
 

Eşref Sencer Kuşçubaşı 
       Nam-ı diğer Kuşçubaşı Eşref. Kafkas kökenli Türk istihbaratçı, gerilla savaşçısı. Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkes Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb okulununson sınıfında iken Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden 2. Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilmiştir. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, 2. Abdülhamit'in baş yaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başarmıştır. Arabistan'da 2. Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine 'şeyh-it tuyyur' -uçan şeyh- denilmiştir.
       II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı'nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son vermiştir. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, kurulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katılmışlardır.
      1911 yılında Trablusgarb 'ta Enver bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne'nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya'da ilk Türk Cumhuriyetinin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
     1. Dünya savaşının çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey'in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).
     1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler'e karşı girişilen Süveyş Kanal Harekatı'nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber'de Faysal'ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918).
      Yakalandıktan sonra Lawrence'a şöyle dediği iddia edilmektedir: - "Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz." Kuşçubaşı'nın bu sözünün arkasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yapılanmasını örgütlemiş ve desteklemiş olmasına inanılmaktadır.
        Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta'ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan'daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır.
İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu'ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkes Ethem'in kuvvetlerinde yer almıştır (1920). Çerkes Ethem'in isyanı üzerine kendisi de 150'likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır.
       1955'te yurda dönene kadar birçok Arap ülkesinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1955-1964 yılları arasında Türkiye'de bulunmuş ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.

 
 
ATALIK VE PUR
 ***Bütün Kafkasya’da çok yaygın olarak kullanılan bir gelenek vadı. Bu geleneğe göre bir çocuk doğuştan üç gün sonra ( Bu süre 3-5 ayda olabilirdi ) Atalık denen bir aileye verilir.Yetişkin genç bir delikanlı olana kadar asla ailesini görmez ,ailesi de çocuğunun akibetini soruşturmayı düşünmez.Çünkü bunu yapmak çok ayıp karşılanır. Atalık kendisine emanet edilen çocuğu besler,büyütür ve eğitir.Kendi çocuğu gibi görür ve çok önem verir.

***Çocuğun bakımını üstlenen aileye Atalık, verilen çocuğa da Pur veya kan denilirdi,

***Pşi çoçuklari toplumun en münevverlerine verilip eğitilirdi. Başka kabilelere de pur verilirdi. Mesela Asetin çocuklar Adigelere, Adigeler Kumuklara verilirdi. Çocuk ya doğar doğmaz veya birkaç aylık iken pur verilirdi. 8 ilâ 13, en geç 17 yaşına dek atalıkta kaldıktan sonra geri iade edilirdi. Kız çocukları genellikle 12-13 yasında iade edilirdi. Mürebbi, çocuğa sınıfına uygun davranma, binicilik, atıcılık, ev idaresi, tarla isleri konusunda eğitirdi. Kız çocuklarına pur’un hanımı tarafından dikiş, nakış vs. beceriler kazandırılır, ev hanımı olmaya hazırlanırlardı. Mürebbi çocuğu at, fase, ase vs. ile süsleyip merasimle babasina iade ederdi. Bunun için büyük düğün merasimleri düzenlenirdi. Mürebbiyeye de değerli hediyeler verilirdi. Sonraları pur kalma süresi 3 -7 yıla inmiş ve iadesi esnasında yapılan merasimler de hafiflemiştir. Mürebbiye akraba addedilerek otorite kazanması sağlanırdı.

***Günün birinde, çocuğun yetişkin bir insan olduğunu düşünen Atalık, anne-babaya haber gönderir.Genci alabileceklerini yada ne yapmak istediklerini bildirmelerini ister
***Anne-baba bu haberi aldıktan sonra oğullarını almak için bir gün belirlerler.Belirlenen gün aile için çok önemlidir.Bütün akraba,eş-dost davet edilir.Üç gün üç gece düğün yapılır.

***Bell de böyle güzel bir güne şahit olmuştu. Atalık Ali bey isminde bir Abhazdı.Kan'ı da (GENÇ) Abazay dı.

***Atalık hısımlarına 40 kişilik bir kafile ile haber gönderdi. Kan ı yanına alarak yola koyuldu.Erkekler atlı,kadınlar arabalarda,gençler ise eğersiz atlarla önden gidiyorlardı.Kan'ın bindiği yağız at Atalık'ın hediyesi idi.Kafile köye yaklaştığında bir gurup tarafından karşılandı.Hep birlikte köye giren kalabalık,havaya ateşler açarak baba evine yöneldi.Evde ise büyük bir sevinç ve coşku vardı.Bütün köylü eş-dost civar köylerden de gelenler de vardı.Yaklaşık 50 kişilik bir kalabalık toplanmıştı.

***Atalık eger uzak yerden gelmişse dinlenmesi için ona zaman verilir. Misafirlerin rahat etmesi sağlanır.Atalık artık o evin en iyi akrabası olarak ağırlanır,büyük iltifat ve saygınlık görür.Gencin babası,oğlunu ikinci gün bütün davetlilere tanıtır.Atalık ve beraberinde gelen misafirler gencin anne-babasına getirdikleri hediyeleri verirler.Sofralar kurulur ve yemekler verilir.Yaşlılar sohbeti koyulaştırırken gençlerde bir yandan düğün başlatma telaşındadır.

***Ben bu halkın bu kadar neşeli, bu kadar müziğe ve oynamaya düşkün olduğunu tahmin edemezdim. Bu halkın kahramanlıklarından bahsetmeden geçmek olmaz. Delikanlılar eski Fransız şövalyelerini andırırlar. Atalarımızı (Almanlar)savaşçı ve silaha meraklı olarak bilirdim.Kafkasya Halkları da aynıdır. Bu insanlar arasında üzüntü duymak mümkün değil, İnsanın hüznünü, kederini unutturuyorlar.

***Eğlencelerinde kahramanlık şarkıları söylemeyi severler. Tarihe mal olmuş insanların hayatını anlatan şarkılarla o insanları anmadan geçmezler. O anda dahi şarkılar bestelenebilmekte (doğaçlama) bu tür becerisi olan gençler ayrıcalıklı itibar görür. Genellikle türküler hep beraber söylenir.Bjami ve Şıkeppşine (At kuyruğundan yapılmış kemençeye benzer özgün bir çalgı) çalanlar,kalabalığı coşturur.

***Elinde bayrak bulunan bir atlı düğün yerine gelir. Bu ise Bayrak kapma yarışının başladığının işaretidir. Bayrak tutan atlıya yetişen,bayrağı kaptığı gibi hızla atını sürmeye başlar. Elden ele geçen bayrak en sonunda Thamade ye sunulur.

***Gençler bu gururu taşımak için ata binmeyi çok iyi öğrenirler. Düğünün birinci günü bu şekilde geçer. İkinci büyük bir at yarışı düzenlenir Kazanana çeşitli hediyeler verilir.Bu hediyeler genellikle at,silah ve besilik hayvanlar olabileceği gibi daha başka kıymetli eşyalarda olabilir.Büyükler övgü dolu sözlerle kısa konuşmalar yapar.Ozanlar yarışı kazanan gençlere şarkılar besteler.Bu şarkılar uzun süre genç kızların hafızasından silinmez.

***Artık dönüş vakti yaklaşan misafirler hazırlanmaya başlar. Atalık ve beraberinde gelenler için hazırlanan hediyeler verilmeye başlanır. En iyi, en anlamlı, en değerli hediye ise tabi ki Atalık'a isabet eder.Duygulu anlar yaşanır.Atalık artık akraba sayılır.Kan ise asla Atalığını unutmaz hatta anne ve babasından üstün görür.

Karl Koch 1838 -1843 yıllarında Kuzey Kafkasya’da kalmıştır.
Çeviren K Akgöz
 
 


Sıradışı bir hükümet darbesi: Çerkes Hasan Olayı

TRT 1, “En Uzun Yüzyıl” adlı yeni bir tarihi diziye imza attı. Binlerce figüranın kullanıldığı ve başta Sultan Abdülaziz’in öldürüldüğü Feriye Sarayı olmak üzere, birçok tarihi mekânda çekilen dizide, dönemin şahsiyetlerinin ve kostümlerinin başarılı yansıtımı dikkat çekici. Peki kimdi Çerkes Hasan? Ve olay nasıl gerçekleşmişti?

Emre Gül/Dünya Bülteni/Tarih Dosyası

TRT 1, “En Uzun Yüzyıl” adlı yeni bir tarihi diziye imza attı. Yayınlanan fragmanda da görüleceği üzere ilk bölümde aradan 137 yıl geçmesine rağmen hala konuşulan bir olaya yer verilmekte: Çerkes Hasan Olayı. Binlerce figüranın kullanıldığı ve başta Sultan Abdülaziz’in öldürüldüğü Feriye Sarayı olmak üzere, birçok tarihi mekânda çekilen dizide, dönemin şahsiyetlerinin ve kostümlerinin başarılı yansıtımı dikkat çekici. Peki kimdi Çerkes Hasan? Ve olay nasıl gerçekleşmişti?

   
   

Çerkes Hasan kimdir?

Çerkes Hasan Bey, Çerkeslerin Zevş kabilesi beylerinden, Gazi İsmail Bey'in oğluydu. 1864 yılında Çerkesistan'dan İstanbul'a gelmiş ve Bahriye Mektebi'nde başladığı tahsilini Harbiye Mektebi'nde tamamlayarak, olaydan dört sene evvel mülazım rütbesiyle mezun olmuştu. Sultan Abdülaziz zamanında Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından "Yüzbaşı" rütbesiyle, merkezi Bağdat'ta olan altıncı orduya tayin edilmişse de himaye gördüğünden gitmemişti. "Dar-ı Şuray-ı Askeri Yaverliği" göreviyle İstanbul'da kalmış ve daha sonra Sultan Abdülaziz'in büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi'nin yaverliğine tayin edilmişti.

Olayın başlangınç noktası: Sultan Abdülaziz'in ölümü

Sultan Abdülaziz'in tahttan indirildikten beş gün sonra, 1876 Haziran'ındaki feci ölümü özellikle kendi yakınlarını çok üzmüştü. Bunlardan birisi de Sultan Abdülaziz'in eşlerinden Nesrin veya Neş'erek Kadın Efendi'nin kardeşi ve padişahın kayınbiraderi olan Çerkes Hasan Bey'di. Hasan Bey, Sultan Abdülaziz'in bir darbeyle tahttan indirilmesi ve ölümünde birinci derecede rol oynayan Serasker Hüseyin Avni Paşa'ya karşı  bir intikam hırsına kapılmıştı. Hüseyin Avni Paşa'nın,  Hasan Bey'i kendisi için tehlikeli addedip, Bağdat'taki altıncı orduya gitmesini istemesi de intikam hırsının amillerinden biriydi.

   
 Serasker Hüseyin Avni Paşa  

Çünkü Serasker Hüseyin Avni Paşa, kendisine kesin emir vererek "Bağdat'a gideceksin, artık bir dayanacak yerin kaldı mı ?" demiş ve o da cevaben "siz büyük zatsınız; böyle tebeddülat-ı azime üzerine benim gibi küçük bir zabiti Bağdat'a göndermenize teessüf ederim" diye karşılık vermişti. Ayrıca, hal' gecesi "soğuk algınlığı" sebebiyle hasta olan kardeşi Nesrin Hanım'ın, Sultan Abdülaziz'le birlikte Topkapı Sarayı'na yağmur atında götürülürken, darbeciler arasında bulunan Binbaşı İzzet Bey tarafından üzerindeki şalın alınarak yağmur altında bekletilmesi ve hakarete uğraması sebebiyle hastalığının daha da ağırlaşması ve ölmesi Çerkes Hasan Bey'i iyice bilemişti.

Baskın planı

Bütün bu sebeplerle bir plan yapan Çerkes Hasan Bey,  ayak direyip Bağdat'a gitmemiş, bunun üzerine tutuklandıysa da kardeşi Bahriye Mülazımı Osman Bey ve Hassa Müşiri Redif Paşa'nın himayesiyle serbest bırakılmıştı. Redif Paşa kendisini çağırıp Bağdat'a gitmediği için azarlamış o da: " Yarın giderim, gitmezsem tard edin, ne yaparsanız yapın demiş ve Cibali'de bulunan eniştesinin konağına gelerek eşyalarının hazırlanmasını istemişti. Daha sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa ile vedalaşmak ve özür dilemek bahanesiyle " Ben Serasker paşanın yalısına gidiyorum saat altıya kadar gelirim" demiş, orada bulunanların sabah gitsen demeleri üzerine " sabah kalabalık olur, onun için gece gidiyorum" diyerek bir kayıkla saat iki de konaktan ayrılmıştı.

---Hüseyin Avni Paşa'nın, Paşa limanında bulunan yalısına giden Hasan Bey, seraskerin o gece Mithat Paşa'nın konağında kabine toplantısında bulunduğunu öğrenince aynı kayıkla Sirkeci'ye geçmiş, bir lokantada yemek yeyip kafayı tütsüledikten sonra bir at kiralayarak Mithat Paşa'nın Beyazıt'taki konağına gelmişti. Bu sırada üzerinde 4-5 revolverle bir kama vardı.

 

--- Devletin zirvesi Midhat Paşa'nın konağında O günlerde ağır iç ve dış sorunları ve taht değişikliği meselesi olduğundan bakanların her gece bir konakta toplandıkları, olay gecesi de Mithat Paşa konağında oldukları anlaşılmıştı. Toplantıda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, Maarif Nazırı Ahmet Cevdet Paşa, Defter-i Hakani Nazırı Yusuf Paşa, Şuaray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa, Amedci Mahmud Celaleddin Paşa, Sadaret mektupçusu Memduh Bey, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ve diğer bazı kimseler dâhil olmak üzere on üç kişi vardı. Toplantıya davetli olanlar gelip  "neşeler seşar ve simalarda asar-ı ibtisam bedidar" olduktan ve yemekten sonra meclis odasına geçilmişti.

Çerkes Hasan'ın Bakanlar Kurulu'na baskını

Çerkes Hasan da konağa gelerek ikinci kata çıkmış orada bulunan ağalar "Hasan Bey hayrola" diye gelişinin sebebini sormuşlar; o da "yarın Bağdat'a gidiyorum dedikten sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı sormuş, "Buradadır" cevabını alınca: "Beni Tayyar Paşa gönderdi serasker paşayı göreceğim demişti. O sırada seraskerin ağalarından Reşid Ağa da "meclis var içeriye giremem, abdeste çıktığı vakit söylerim diye cevap vermişti. Bunun üzerine  Çerkes Hasan, salonda biraz dolaşmış, ağaların içki haliyle kumar dalgınlığı ve uyuklamalarından istifade ederek tekrar ikinci kata gelmiş ve yavaşça meclis odasının kapısını aralayıp içreye bakmış; o sırada sadrazamın ağası "aman çekil, görürlerde bize tekdir gelir" diyerek kapıyı kapatmıştı. Hasan Bey kapı aralığından baktığı sırada paşaların nerelerde oturduklarını görmüş ve kapı önündeki hademeyi aşağıdan yaver çağırtmaya göndererek bir elinde kama bir elinde revolver olduğu halde birden bire içeri dalıvermiş ve kendi ifadesiyle:

" Davranmayın dediğimde, cümlesi ayağa kalkıp Hüseyin Avni Paşa gözüme ilişti; hemen yedimdeki revolveri ateş etim; Hüseyin Avni Paşa'yı vurdum ve zannıma göre evvelce Hariciyye Nazırı Raşid Paşa'yı vurdum gibi hatırıma geliyor, sonra Hüseyin Avni Paşa'yı vurdum" şeklinde anlattığı saldırı sonucu  Serasker Hüseyin Avni Paşa''nın göğsüne ve karnına isabet eden kurşunlarla kere düşmesinden sonra meclis karmakarışık olmuş vükelanın her biri bir tarafa dağılmış kaçacak yer ararken, Hariciyye Nazırı Raşid Paşa korkusundan bayılmıştı. Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, arkasından yaklaşarak Hasan Bey'in kollarını yakalamış bu fırsat ile Sadaret mektupçusu Memduh Bey sofaya, Mithat Paşa ve Rıza Paşa harem tarafına kaçmış, Yusuf ve Cevdet Paşalar da Sadrazam Rüştü Paşa ile birlikte yanda bulunan küçük bir odaya savuşmuştu.

Herkes böylece bir tarafa kaçarken, odada Kayserili Ahmet Paşa, mücadelesine devam etmiş, Hasan Bey elindeki kamasıyla Kayserilinin parmaklarını ve kulaklarını doğramaya başlayınca yorulan Kayserili Ahmet Paşa, son bir hamle ile Hasan'ı sofaya çekip arkasından bir tekme atmış ve diğer vekillerin saklandığı odaya kaçmıştı. Bu sırada yaralı olan Hüseyin Avni Paşa'nın can acısıyla bulunduğu yerden kalkarak sofaya kadar gelip yere düştüğünü gören Çerkes Hasan, üzerine atlamış ve delik deşik ederek kama ile ağzını kulaklarına kadar açmıştı. İfadesinde " vurduğunu zannettiği" ve odada sandalye üzerinde baygın halde bulunan Raşid Paşa'yı da göğsünden vurarak, kama ile gırtlağını kesmişti.

Kayserili'yi bana verin!

Yine kendi ifadesine göre bunların ikisinin dahi öldüğünü anladıktan sonra, o sırada Mithat Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa ve Kayserili Ahmet Paşa'nın bulundukları odanın kapısını açmak üzere oraya hücum etmiş, içerdekiler oda kapısının kilitleri olmadığından arkasına bir kanepe koyup içlerinde en şişman olan Halet Paşa'yı oturtmuşlar kendileri de kapıya bütün kuvvetleriyle dayanmışlardı. Çerkes Hasan kapıyı zorlarken sadrazama; " Sen millet babasısın, ayağını öpeceğim; Rıza Paşa'da velinimetimdir, size bir şey yapmam Kayseriliyi bana verin " dedikçe Rüştü Paşa: "Oğlum Hasan Bey hiddetin üstündedir, kapıyı açmam yarın görüşürüz; bana bir şey yapmayacağını bilsem de hiddet arasında belki bir fenalık olur" gibi sözlerle yatıştırmaya çalışmış, o sırada yine Hasan Beyin ifadesine göre, "Ağalardan birisi başıma kama mıdır, nedir bilmem, bir şey ile vurdu; onun üzerine ben dahi yedimde bulunan revolveri ağaya sıkıp" onu da öldürdüm demişti.

Konakta çatışma ve Çerkes Hasan'ın teslim alınması

Daha sonra Çerkes Hasan Bey, sandalye ile mumların yandığı avizeyi düşürerek odanın perdelerini tutuşturmuş, üçüncü katta bunlar olurken aşağıda paşaların yaverleri, çavuşları ve ağaları 30-40 kişiyi bulduğu halde üçüncü katın merdiveni başında toplanıp, Çerkes Hasan'ın kurşununa hedef olmaktan korktukları için ileri gidememişlerdi. Nihayet yakındaki Hasanpaşa karakolundan askerler ve zaptiyeler gelip konağa ateş açmışlar ve yirmi kadarı, süngü ile yukarı çıkmıştı. Burada da süren kısa bir çatışmadan sonra Çerkes Hasan: "Ben askere silah atmam" diyerek silahlarını vermiş ve teslim olmuştu. Öldürülmemesi emredildiği için aşağı indirilirken Sadaret yaverlerinden Şükrü Bey, kendisini tahkir ettiği için Çerkes Hasan çizmesinden çıkardığı revolverle onu da öldürmüştü. Yakalandıktan sonra başından ve arkasından yaralı olan Çerkes Hasan, serasker kapısına getirilmiş( İstanbul Üniversitesi girişi) ve Süleymaniye'de ifadesi alınmıştı. Yarasına bakmak için gelen cerrahı: "Beni ya asacaklar yahut kurşuna dizeceklerdir; artık nafile yere yaralarıma baktırmak abestir." Diyerek göndermişti. Yarasına rağmen ifadesini soğukkanlılıkla ve açıkça veren katil, yarası ağırlaşınca bırakılmış, ertesi gün ikinci kez ifadesi alınmış ve bu işi Sultan Abdülaziz'in hal'inden ve Hüseyin Avni Paşa'ya olan kininden dolayı yaptığını, kimsenin dahli olmadığı defalarca söylemişti. Nihayette ise, Divan-ı harpte yargılanarak, rütbeleri geri alınmış ve idamına karar verilmişti. 26 Cemaziye'l-evvel 1293 (Haziran 1876) Cumartesi sabaha karşı Beyazıt Meydanı'nda bir dut ağacına asılarak idam edilmiş, cesedi iki gün orada kaldıktan sonra Edirnekapı mezarlığına defnedilmişti.

Kaynaklar:

DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4, s. 280-282, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1972.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, "Çerkes Hasan Vakası", Belleten, c. IX, S. 33, s, 89-105. T.T.K, Ankara, 1945

 

 


KURTULUŞ SAVAŞINDA ADİGELER



Hüseyin RAUF ORBAY (1881-1964)
Kafkasya-Abhazya kökenli olup Trablusgarb(Libya)Valiliği ve Ayan Meclisi (Senato) Üyeliği yapmış olan Aşharuva Mehmet Muzaffer Paşa'nın Oğludur. 1881 yılında Istanbul'da doğdu.Deniz Harb okulu'nu ve Mühendishane'yi (1899) bitirdi. Amerika, İngiltere, Almanya vs ülkelerde çeşitli dış görevlerde bulundu. Trablusgarb ve Balkan Savaşlarına katıdı. Birinci Dünya Savaşı'nda İran ve Irak'ta "Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası" nın bir görevlisi olarak askeriyede bulundu. Daha sonra Yarbay rütbesi verilerek Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı'na atandı.

T.B.M.M.'nin altıncı döneminde Kastamonudan milletvekili seçildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye yönünden büyük güven kazandı ve (1942) Londra Büyükelçiliğine getirildi. Bu görevden de 1944 yılında kendi isteğiyle ayrıldı ve birdaha devlet görevi kabul etmedi. Kendi halinde yaşadı ve 1964 yılında İstanbul'da hayatına son verdi



Tuğa FUAT PAŞA (1835-1931)
1835 yılında Mısır'da doğdu. Osmanlı Devleti'nin hizmetinde bulunan ( INCIRKÖYLÜ) Tuğa Hasan Paşa'nın oğludur. İlk ve orta eğitimini İstanbul'da gördükten sonra Mısır'da harbokulunu bitirerek Mısır ordusunda albaylığa kadar yükseldi. Daha sonra İstanbul'a giderek OsmanlI Ordusunda yer aldı. Özellikle 1877-1878 yılları arasında Osmanlı -Rus savaşında Balkanlar'da Çarlık ordusuna karşı gösterdiği büyük başarılarla büyük ün kazandı ve "Elena Kahramanı" olarak tanındı.Birinci Dünya savaşı yıllarında çerkes göçmenlerince kurulan "Kafkasya Istiklal Komitesi" veTürkiye'de "Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirleri Komitesi "(1915-1919) adlı örgütlerin başkanı olarak Çarlık Rusyası'na karşı özgür bir Kafkasya gayesine yönelik çalışmalarda bulundu. 96 yaşında iken (1931) yılnda öldü. İstanbul'da Eyüp Sultan'da gömülüdür.



Pşevu REŞIT BEY (1877-1951)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) Anadolu'ya gelerek Bandırma yöresine yerleşen bir adiğe ailesindendir. Pşevu Ali Bey'in oğlu olup (1877) yılında Emre Köyü'nde doğdu. Harbokulu'nu bitirdi.İttihat ve Terakki Partisi'nin militan kadrosu içinde yer aldı.
İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra hastalanması sebebiyle Binbaşı iken Askerlikten ayrılmak zorunda kaldı. Ürdünde kardeşleriyle birlikte ordaki Kafkas göçmenleri arasında yaşadı. Türkce, Adiğece, Fransızca ve Arapça biliyordu. 1938 yılında Türkiye'ye döndü. 1951 yılında ise Bandırma'da öldü.


Ançok AHMET ANZAVUR (1834-1921)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) Adiğey'den göç ederek Marmara
yöresine yerleşen Ançok adlı bir adiğe ailesindendir.
Osmanlı zaptiye örgütüne katılarak binbaşı rütbesina kadar yükseldi.İstanbul, Kütahya, Konya gibi önemli şehirlerde jandarma tabur komutanı olarak görev yaptıktan sonra emekliye ayrylarak Biga'ya yerleşti.
Birinci Dünya Savaşın'da "Çerkes İttihad veTeavun Cemiyeti"nin önde gelen kişilerinden Met Yusuf İzzet (Paşa) ve öğretmen Üzeyir Bey'lerin tavsiyesiyle Osmanly Teşkilat-ı Mahsusası'na alınarak Kafkas cephesinde görevlendirildi. Cesur, becerikli ve rütbesi'nin üstünde görevler yaparak tanınmış bir kişiydi. Gönen ve Manyas yöresindeki Kafkas göçmen kölerinden topladığı gönüllülerle Marmara yöresinde Kuvayı Milli'ye karşı ilk karşı ihtilal hareketini başlattı. Başarıları sayesinde aldığı güçle Ankara'ya yürümek için harekete geçtiysede Geyve Boğazındaki çarpışmalarda başarı sağlayamadı. Atından düşerek yaralandı ve tekrar İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Bir süre sonra Biga tarafına gitti. 1921 yılı şubat ayı sonunda Eskişehir İstiklal Mahkemesi'nce gıyabında idam cezasına çarptırıldı.
Bundan sonra pek etkinliği görülmeyen Ançok Ahmet Anzavur Bey, 15 Nisan 1921 de karabiga dolaylarynda bir Arnavut çetesinin pususuna düşerek öldürüldü. Biga'nın Buzağılık(TUĞUJ HABLE) köyünde gömülüdür.

Abuk AHMET PAŞA (1857-1923)
Kafkasya'nın Kabardey yöresinden Anadolu'ya göç eden bir Çerkes
ailesinin çocuğu olarak (1857) yılında uzunyayla'da doğdu. Harbokulu'nu (1879) ve Harp Akademisini (1881) yılında bitirdi. Kurmay Binbaşı rütbesiyle Osmanlı Devleti'nin Belgrat elçiliğine ataşemilitiler oldu. Çarlık Rusya'da görevli olarak bulundu. Kongreliğe kadar yükseldi. İkinci meşrutiyet'in ilanından sonra (1908) genellikle İttihat ve Terakki Partisi'ni destemekle birlikte onun yersiz uygulamalarına karşı çıkmaktan da çekinmedi.
"Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti"nin üyeleri arasında bulundu. Savaş yıllarında Kafkas Göçmenleri tarafından Çarlık Rusyası'na karşı oluşturulan "Şimali Kafkas Cemiyeti", "Türkiye' de Şimali Kafkas Siyasi Muhacirleri Komitesi" vb. kuruluşlarda rol oynadı.
Anadolu'daki Kafkas göçmenlerinin karşı ihtilal hareketlerine karışmalarını önlemeye çalıştı. Kafkasya'da Sovyet iktidarının kurulmasından sonra İstanbul'a sığıynan Kafkasyalı göçmenlere büyük yardımları oldu. 1923 yılında İstanbul'da öldü. Paşabahçe Mezarlığı'nda gömülüdür.


Sencer EŞREF BEY (1873-1938)
1873 yılnda İstanbu'da doğdu. Kafkasya'dan göç etmiş Sencer adlı bir Vubıh ailesinden olan, Sultan Abdülaziz'in kuşcubaşısı Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb okulunun son sınıfında iken yeni Osmanlılar'la ilişkisi olmakla suçlanarak Hicaz'a sürüldü. Buradan kaçarak Hindistan'a ve Avrupa'ya geçti. Sürgündeki Osmanlı liberalleri ile işbirliği yaptı. Rumeli'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütlenmesinde çalıştı. Meşrutiyetin ilanından sonra da, İmparatorluğun kaderine hakim olan bu partinin militan kadrosu içinde yer aldı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya sınırlarında, Türkistan'da, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde çeşitli eylemleri yönetti.Yemen'deki Osmanlı kuvvetlerine para ve mühimmat götüren bir kafilenin başında iken yaralanarak İngilizler'in eline düştü ve Malta Adasyna sürüldü. Mondros Silah Bırakışması'ndan sonra İstanbul'a döndü.Uzun süre çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra (1938) yılnda çıkarılan af yasasından yararlanarak İzmir yakınlarındaki çiftliğinde bir süre yaşadıktan sonra öldü.


Aziz MEKER (1877-1941)
Kuzey Kafkasya'da bugünkü Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi'nde bulunan
Biberdkuace köyünde 1877 yılında doğdu.İlk eğitimini burada ve Batalpaşinsk (Çerkesk) köyünde yaptı. Ailesinin Türkiye'ye göçerek Eskişehir yöresine yerleşmesinden sonra 1889 yılında İstanbu Sultanisi'nde okudu. Daha sonra Fransa'ya giderek tarımcılık eğitimi gördü. İstanbul'da Halkalı Ziraat Okulunda öğretmenlik yaptı(1907). Kafkas göçmenlerini oluşturan "Çerkes Teavun Cemiyeti" ve "Şimali Kafkas Cemiyeti" ile"Kafkasya İstiklal Komitesi" gibi kuruluşlarda aktif görevler aldı, konferanslar verdi, broşürler yayınladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Tuşa Fuat Paşa'nın başkanlığındaki bir Kafkas kuruluyla Avrupa'ya giderek Viyana, Berlin, Lozan vb. merkezlerde bu komite adına ve Kafkas davası lehine temaslarda bulundu. Çeşitli Devlet adamlarıyla ve bunlar arasında Cenevre'de sürgünde bulunan Lenin'le görüşmeler yaptı. Mondros Silah Bırakışması'ndan sonra Anadolu'ya geçerek Anadolu ihtilalinin saflarına katıldı. T.B.M.M.tarafından Sovyet Rusya'ya gönderilen elçilik heyetinde başkatiplik olarak görevlendirildi. 1923 yılında Ankara'ya dönerek Ziraat Okulunda öğretim üyeliği ve Ziraat Enstitüsü Başkanlığı yaptı. 1932 yılında ise Tarım Başkanlığı Müsteşarlığı'nda bulundu. Çerkezce, Abhazca, Türkce, Rusca, Fransızca ve Almanca biliyordu.1941 yılındaa Ankara'da öldü.

Ömer YAVER PAŞA (1861-1931)
Büyük Çerkes sürgününde Anadolu'ya göç eden bir adige
ailesidir.Harbokulu'nu (1880) ve Harbakademisi'ni (1884) bitirdi.Çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra Balkan Savaşı'nda (1912) Doğu Ordusu'nu oluşturan dört kolordudan birinin (12. Nizamiye ve İzmit Redif Tümeni) komutanlığını yaptı. Osmanlı ordusunun bozgunuyla sonuçlanan bu savaş sırasında esir düştü. Ünlü ve yetenekli bir Erkaniharbiye Feriki (Korgeneral) olmasına karşın Enver Paşa tarafından orduda yapılan büyük tasfiye sırasında emekli adildi (1914). Savaş süresince İzmir'de bir tür sürgün hayatı yaşadı. Mondros Silah Bırakışması'ndan sonra üçüncü Tefik Paşa Kabilesi'nde Harbiye Nazırlığı görevine getirildi(20 Ocak 1919-24 Şubat 1919).Fakat İstanbula gelen Bağlaşık Devletler temsilcilerinin davranışlarına tahammül edemediği ve Hükümetin İttihatçı kadroların tasviye politikasını onaylamadığı için kabineden istifa etti. Padişah Vahdett'in Başmabeynciliğine atandı (31 Mart 1919). Asker kökenli olmakla beraber ılımlı bir kişiliğe sahipti. Buna karşın görevinin niteliği nedeniyle bir çok olayda şimşekleri üzerine çektiğinden Ankara Bidayet Ceza Mahkemesi'nce gıyabından idam edildi ( Temmuz 1920 ). Bu nedenle Padişah Vahdetti'nle birlikte ülkeyi terketmek zorunda kalmak ( Kasım 1922 ). Lozan Anlaşması'ndan sonra 150 ilk listeye dahil edildi ve ülkeye girmesi yasaklındı. Mısır'da ve Lübnan'da bir süre yaşadıktan sonra 1931 yılında Beyrut'ta öldü.

Mehmet ŞÜKRÜ OĞUZ (1881-1953)
Büyük Çerkes sürgününde İstanbul'a göç eden bir Vubıh ailesindendir. 1881 yılında İstanbul'da yeni bahçe semtinde doğdu. Babası Albay Hacı Mustafa Bey'dir. Harbokulunu bitirerek orduya katıldı. Politikaya karışarak kardeşi Yeninahçeli Nail Bey'le birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin militan kadrosuiçinde yer aldı. Birinci Dünya Savaşı'nda ( Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusası) nda görev yaptı. Örnek bir birlik olan ünlü (Hücüm Taburu)'nun komutanı olarak çeşitli cephalerde çarpıştı. Mondros Silah Bırakışmasından sonra Taburu ile İstanbul'a gelerek yerli Rum halkını taşkınlıklarının önlenmesinde rol oynadı.

Hücum Taburu'nun terhisinden sonra Maltepe Endaht (atış) Okulu komutanlığına atandı. Bu görev sırasında İstanbul'da Karakol Cemiyeti'nin ve Kocaeli Kuvayı Milliyesi'nin örgütlenmesinde önemli rolü oldu. Kunduh Bekir Sami Bey, Sencer Eşref Bey (Kuşcubaşı), Sabancı Hakkı, Baki Bey'ler ve Pşevu Reşit Bey gibi hemşerileriyle işbirliği yaparak bir çok kişinin, silah ve cephanin Anadoluya geçirilmesini sağladı. İstanbul ve Kocaeli yöresi Kuvayı Milliye Komutanlığı yaptı. Ankarada toplanan T.B.M.M.'nin ilk dönemine İstanbul milletvekili olarak katıldı (1920-1923). Meclis'in ikinci dönemine katılamadı. Anadolu ihtilali'nin başarıyla sonuçlanmasından sonraki tavsiyelerden ve özellikle kardeşi Nail Bey'in İzmir suikastı bahanesiyle idama mahkum edilmesinden sonra politikaya karışmadı (1926 ). Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ticaret ve müteahhitlik işleriyle uğraştı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Sovyet karıştı bazı faaliyetlerde adı geçti. 1953 yılında öldü.

Maan ALİ BEY (1872-1934)
1872 yılında Abhazya'da doğdu. Ailesi 1877-78 Osmanlı rus savaşı
sırasında Anadoluya göçederek Düzce yöresime yerleşmişlerdi. Osmanlı jandarma örgütüne katılarak Binbaşı rütbesine kadar yükseldi. Balkan Savaşlarına gönüllü olarak katıldı. Sencer Eşref Bey'n komutasında Edirne'yi Bulgarlar'dan kurtaran ve batı Trakya İslam Cumhuriyeti'ni kuranlar arasında yer aldı. Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusa'sının bir mensubu olarak katıldı. Irak cephesinde, genellikle Kafkas göçmenlerinden kurulu olan Osmancık Gönüllü alayı'nın bir subayı olarak başarılar gösterdi ve sekiz yerinden yaralandı.

Silah bırakışmasından sonra Düzce'ye döndü. 1919 yılı sonrasında Kuvayı Millye'ye karşı olan Nigehban Cemiyeti yararına bazı girişimleriyle Heyet-i Temsiliye'nin dikkatini çekmişti. İstanbul hükümeti tarafından kışkırtılan karşı ihtilal hareketine de katıldı ve Düzce'de Berzeg Sefer Bey'in yönetiminde oluşturulan yerel yönetimde jandarma komutanlığı görevini üstlendi. Düzce'nin Pşevu Ethem Bey'in güçleri tarafından işgali üzerine kaçtı. Bir süre sonra çıkarılan affın kapsamı dışında bırakıldığından Düzce ve Hendek'de Abhazların oluşturduğu ikinci ayaklanmada da rol oynadı ( Temmuz 1920 ). Yunan işgal bölgesinde kurulan işbirlikci ( Şark-ı Karip Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti ) kurucuları arasında Düzce delegesi olarak yer aldı (1921). Bu ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Lozan Anlaşması'ndan sonra 150 lik listeye konanlar arasındaydı. Abhazca Adigece ve Türkce biliyordu. 1934 yılında ise Yunanistan'da Kareferye'de öldü.


 Şefik ÖZDEMİR BEY (1885-1934)
Kafkasya'dan Mısır'a göçetmiş bir adige ailesindendir. 1885 yılında Kahire'de doğdu. Camiülezher'de okudu. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti emrinde savaştı. Osmanlı ordularının yenilgisi ve çekilmesinden sonra Suriye'de Fıransız'lara karşı yapılan ayaklanmalara katıldı. 1920 yılının Haziran ayı sonunda Antep'e gelerek Fıransız'lara karşı savaşan birliklerden birine komuta etti. Halkın isteği üzerine 8 Ağustos'da Antep'deki tüm direnişci güçlerin komutanlığına getirildi. Fıransız güçlerine karşı yapılan halk savaşını başarıyla yönetti. Bölgedeki Türkmen, Kürt, Arap aşretlerini, mülteci cezayir müslümanlarını, hatta Alsas-Loren'li Alman ve Rus mültecilerini bir araya getirerek Fıransız'lara karşı mücadele etti. T.B.M.M. Hükümeti ile Fransızlar arasında anlaşma sağlanmasından sonra Musul bölgesinde İngiliz'lere karşı harekatta memur adildi. 1922 yılı ilkbabarından itibaren, Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan bu bölgede, Anaze ve diyer aşiret gönüllüleri ve Kuzey Afrika müslümanlrından kurulu bir birlikle, Kürt lideri Şeyh Mahmut'un Barzan ve Zaber gibi Kürt aşiretlerinin de desteğini sağlayarak İngilizlere karşı başarılı savaşlar verdi. İngilizlerin üstün güçlerle saldırıya geçmeleri ve gerekli yardımların gönderilmemesi sonucu yenilerek İran topraklarına ve oradanda Anadolu'ya çekildi. T.B.M.M.'nin altıncı döneminde Siirt'den, yedinci döneminde Gaziantep'den milletvekili seçildi. Ticaret ve müteahhitlik işleriyle uğraştı. Türkce, Arapca, Adıgece, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Cumhuriyet Türkiyesi'nde özellikle Gaziantep sunucusu olarak tanınır.

Ali SAİT AKBAYTUGAN (1864-1950)
Büyük Çerkes sürgününde Anadolu'ya göç ederek Manyas yöresine
yerleşen bir vubih ailesindendir. 1872 yılında Hacıosman (Hunce Hable) Köyünde doğdu. 1877-1778 Osmanlı - Rus Savaşı'na çerkes Gönüllü Kuvvetleri ile katılmış olan Hunc Kasbolet Bey'in oğludur. Harbokulu'nu (1896) ve Harp Akademisi'ni (1898) bitirdi. Osmanlı - İtalyan Savaşı'na (1911) ve Balkan Savaşları'na (1912-13) katıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda yemen cephasinde İngiliz'lere karşı gösterediği üstün başarılar nedeniyle Tümgeneralliğe yükseltildi (1915). Mondros Silah Bırakışması'nın imzalanması üzerine Osmanlı Hükümeti'nin emriyle, Aden'de kuşatmış olduğu İngiliz birliklerine teslim olmak zorunda kaldı (1918).

Esaretten döndüğünde 25. Kolordu Komutanlığı'na getirildi ve İstanbul Muhafızı oldu (1919). Bu görevi sırasında Kuvayı Milliye'yi destekledi. 14. Kolordu Komutanı Met Yusuf İzzet Paşa ( kayınbiraderidir), Maraşal Tuğa Fuat Paşa, Mareşel Berzeg Zeki Paşa, Big Ahmet Fevzi Paşa, Karzeg Salih Paşa vd. ileri gelen hemşerileriyle işbirliği içinde, Anadolu'daki Kafkas göçmenlerinin karşı ihtilal hareketlerine katılmalarını engllemeye çalıştı. İstanbul'daki birçok kişinin Ançok Ahmet Anzavur Bey'in güçlerine katılmak üzere Anadolu'ya göçmelerini önledi. Anadolu ihtilalini destekleyen tutumu nedeniyle 16 Mart 1920 de İstanbul'u işgal eden İngiliz'ler tarafından tutuklanarak Malta adası'na sürgün edildi. T.B.M.M. adına Kunduh Bekir Samih Bey tarafından imzalanan Londra Anlaşması uyarınca serbest burakıldığında Aşharuva Rauf (Orbay), Hatko İsmail Canbulat, Mürsel Baku (Paşa) vd. arkadaşları ile birlikte Ankara'ya giderek T.B.M.M. Ordusuna katıldı. Komutanlık görevi yanında Elviye-i Selase Soruşturma kurulu Başkanlığı yaptı. Abhazca, Almanca, İngilizce, Fransızca, ve Arapça'yı biliyordu."Çester Projesi Hakkında Bazı Tenkidat ve Mütealaat (1923)" adlı bir kitabıda vardır. Çerkeslerin ilk kitap yazarlarından Hayriye Melek Hunc'un ağabeyidir. 1950 İstanbul'da öldü.



 Berzeg SEFER BEY (1892-1920)
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Kafkasya'dan göç eden bir Vubıh
ailesine mensuptur.1892 yılında Düzce'de doğdu. Babası Mehmet Talustan Bey, Balkan Savaşı'na Kafkas göçmenlerinden kurulu bir gönüllü birliğinin başında olarak katılmış ve Çatalca'da Bulgarlara karşı savaşırken ölmüştü. Sefere genç yaşında bu savaşa gönüllü olarak katıldı.

Birinci Dünya Savaşı'nda da askerliğini inzibat eri olarak yaptıktan sonra Mondros Müteharekesi'nden sonra Düzce'ye dönü. Hürriyet ve İtilaf fırkası'na mensuptu. Buna karşın, üçüncü Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin Kuvayı Milliye'cilerin girişimiyle iktidardan düşürülmesinden sonra muhaliflerin Düzce ve Adapazarı yöresindeki Kafkas göçmenlerini Kuvayı Milliye ve İstanbul Hükümeti aleyhine örgütleme girişimlerine karşı çıktı. Ancak Damat Ferit Paşa'nın tekrar iktidara gelmesi ile İstanbul Hükümetince Şeyhülislam fetvaları ile de kışkırtılan Kafkas göçmenleri arasında Kuvayı Milliye'ye karşı silahlı eylemlerinde başlaması üzerine, halktan gelen bu harekete katılma zorunluluğunu duydu. Kişisel nüfusu ile Maan Koç Bey, Maan Ali Bey, Kesebiy Abdülvahab Bey gibi yöredeki Kafkas göçmenleri'nin ileri gelen kişilerini bir araya getirerek Düzce'de geçici bir yöresel yönetim kurdu ve düzeni sağlamaya çalıştı. İstanbul ile, Ankara'daki Kuvayı Miiliyeciler'in bazılarıyla ve Adapazar'ındaki Karzeg Sait Bey ve arkadaşları ile ilişki kurdu. Ankar hükümetince yöreye gönderilen Rafet Bey (Bele), Pşevu Ethem Bey gibi Kuvayı Milliye Komutanları ilede görüşerek kardeş kavgasını önlemeye çalıştı.

4000 Çerkes atlsı ile Kuvayı Milliye'ye katılacağını bildirdi ve önerisi kabul edildi. Buna karşın yapılan antlaşmalara uygun olarak ve hiçbir direnme ile karşılaşmaksızın Düzce'ye gelen Pşevu Ethem Bey tarafından, arkadaşları ile birlikte asılarak idam edildi. (27 Mayıs 1920)

Karzeg SAİT BEY (1887-1920)
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Kafkasya'nın Şapsığ yöresinde Anadolu'ya göç ederek Adapazarı'na yerleşen ve burada jandarna
komutanlığı yapmış bulunan Karzeg Kanbulat Bey'in oğludur. 1887 yılında Adapazarı'nda doğdu. Mondros Silah Bırakışması'nı izleyen iktidar boşluğu devresinde karışıklık içine yuvarlanmakta olan Adapazarı yöresine, kişisel nüfuzu ve ılımlı kişiliği ile bir denge unsuru oldu.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni ve Kuvayı Milliye hareketini destekledi. Üçüncü Damat Ferit Paşa hükümetini Kuvayı Milliyeciler'in girişimi ile iktidardan düşürülmesi üzerine Adapazarı'na gelerek yöredeki Kafkas Göçmenlerini yeni hükümet ve Kuvayı Milliye aleyhine örgütleme girişiminde bulunan Çerkes Bekir Sıtkı Bey'in girişiminin, Heyet-i Temsiliye'nin talimatlarına uygun olarak önlenmesinde rol aldı.(Ekim 1919).Ancak Kuvayi Milliye Komutanı olarak yanındaki Balkanlı çetecilerle birlikte yöreye gelen ve halkdan aşırı isteklerde buluna Sencer Eşref Beyin eylemlerinide onaylamadı.Kafkas göçmenlerinin ileri gelen kişilerinden Maan Şirin, Lakırba Kazım, Doghukhpa Şerafettin,Çegem Ali Bey vb...ile iş birliği yaparak Adapazarı'nda geçici bir yöresel yönetim kurdu. Kuvayi Milliye adına Adapazarına gelen 24.Tümen Komutanı Yarbay Kaseyko Mahmut Bey'i dostça karşıladı. Onu hendek yolunda öldürülmesinden birgün sonra Adapazarı'na yürüyen Hendek'li karşı ihtilalci Abhazlar'la görüşmeye giderken onler tarafından öldürüldü (23 Nisan 1920 ).



İlyas ZEKİ AYDEMİR (1880-1963)
Büyük Çerkes sürgününde Anadolu'ya göç ederek Bandırma yöresşne
yerleştirilen Yebjın adlı bir Vubıh ailesinden olan Canbulat Bey'in oğludur. 1880 yılında doğdu. Harbokulunu(1900) bitirerek orduya katıldıktan sonra Balkan ve Birinci Dünya Savaşalarında çeşitli görevlerde bulunarak yarbay rütbesine kadar yükseldi. Anadolu ihtilali'ne başından itibaren katıldı.

Elazığ'da 15. alay komutanı iken Heyet-i temsiliyenin emriyle, İngilizler'in desteklediği karşı ihtilalci Feyzi oğlu Ali Galip Bey ve yandaşlarının üzerine yürüyerek Sivas Kongresi'ni toplanmasını tehlikeye sokan bu eylemin bastırılmasını sağladı. İşgalci Yunan orduları'nın yenilgisi ile sonuçlanan büyük taarruza yarbay rütbesiyle 38. alay komutanlığı yaptı.Cumhuriyet döneminde de yüksek askeri görevlerde bulunarak tümgeneral rütbesine kadar yükseldikten sonra 1939 yılında emekliye ayrıldı. 1963 yılında başarısız bir hükümet darbesi girişimi sonunda idam edilen Albay Talat Aydemir'in amcasıdır.

Tanbiy ÖMER MÜMTAZ BEY (1859-1925)
1859 yılında Kafkasya'da Adığe yöresinde doğdu. Tanbiy Hacı İsmail
Bey'in oğludur. Büyük Çerkes sürgününde ailesiyle birlikte Osmanlı topraklarına göç ettikten sonra rüştiye (Ortaokul) eyitimi gördü. İdari görevlerde bulundu. Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin üçüçncü devresinde Ankara millet vekili olarak görev yaptı.

Mondros Silah Bırakışması ve Yunanlıların İzmir'e çıkması üzerine Anadolu ihtilali saflarında yer aldı. Sivas Kongresinde Heyet-i temsiliye'ye üye seçildi. Hemşehrileri Kunduh Bekir Sami, Aşharuva Rauf (Orbay), Hakkı Behiç Beylerle birlikte bu ihtilal kurulu'nun en aktif üyelerinden biriydi. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'ne de Ankarada'n Millet vekili seçildi. Meclisteki Kuvayı Miiliye'yi destekleyen Milletvekkillerince "Felah-ı Vatan" gurubu içinde yer aldı. İstanbul'un işgali ve Meclis'in dapılması üzerine Anadolu'ya geçerek Ankara'da toplanan T.B.M.M ne katıldı. 1.ve 2. dönemlerde Ankara milletvekilki olarak görev yaptı. 1925 yılında öldü.

 Zeraho BEKİR SAMİ BEY (1879-1934)
Büyük Çerkes sürgününde Anadoluya göç ederek Bandırma yöresinde
yerleştirilen bir Vubıh ailesindendir.Gubzec Hasan Beyin oğludur.1879 yılında Dümbe köyünde doğdu.Harbokulunu (1900) ve mümtaz yüzbaşı olarak Harb Akademisini bitirdi.

Çeşitli birliklerde komutanlık ve askeri okullarda öğretmenlik yaptı.Balkan savaşları sırasında (1912-13)6.Kolotdu 16. Tümen Kurmay Başkanı ,70.Alay 2.Tabur Komutanı ,İş Kodra Tümani Kurmay Başkanı,Harbiye Nezareti Makam Emir Subayı olarak görev yaptı.Satın Alma Komisyonu Başkanı olarak Almanya'da bulundu.1.Dünya savaşını 16.000 kişiden oluşan Kuvve-i Seferiye (52. Tümen)Komutan olarak katıldı.Doğuda ve Irak cephesinde Ruslara ve İngilizlere karşı başarıyla çalıştı.Özellikle Kutülammare zaferini hazırlayan Felahiye savaşı ve başarısı tek başına onun askerlik bilgisinin ve kahramanlığının eseriydi.Bu savaş sonunda genç yaşta albay oldu(1916).Mondros Silah Bırakışmasından sonra Anadolu ihtilalini ve Yuyanlılara karşı direnişini ilk örgütleyen kişilerden biriydi.Mustafa Kemel Paşanın Anadoluya geçtiği günlerde oda hemşehrisi ve arkadaşları Aşharua Rauf(Orbay) Beyin yardımıyla 56.Tümen Komutanı ve 17.Kolordu Komutan Vekili olarak Ege bölgesina geçti.Mustaka Kemel Paşa ve Heyet-i Temsiliye ile kayıtsız şartsız iş birliği yaptı.Bu çalışmaları nedeniyle İstanbul(Damat Ferit Paşa)Hükümeti tarafından idama mahküm edildi.Batı Cephesi Komutanlığının kurulması üzerine 25 Haziran 1920 de 20. Kolordu komutanlığına atandı ise de 15 Temmuzda bu görevden alındı.Bursanın Yunanlılar tarafından işgalinden sorumlu tutularak T.B.M.M'nde ağır saldırılara uğradı.Fakat hizmetlerini iyi bilen ve taktir eden Mustafa Kemel Paşa onu siddetle savundu.Bekir Sami Bey 13 Kasım 1920 de Muğla ve Antalya yöresi komutanlığına atandı.Daha sonra Sovyet Rusyaya gönderiklen kurula Kafkasya Mümessili olarak katılması emredildi ise de buna olanak bulamadı.Gözlerinden rahatsız olduğu için Viyana'ya gönderildi.Temmuz 1922'de Türkiye'ye döndüğümde açığa alındı.1934 yılında İstanbulda öldü....

Karzeg SALİH HULISİ PAŞABEY (1864-1939)
1864 yılında İstanbul'da doğdu. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'na Tuna
Filosu Komutanlığı ve Çerkes Yardımcı Birlikleri'nde komutanlık yapmış olan Amiral Karzeg Dilaver Paşa'nın oğludur. Harubokulu'nu (1885) ve Harp Akademisi'ni (1888) sınıfın birincisi olarak bitirdi.

1891-1894 yılları arasında Almanya'da askeri eğitim gördü. Çeşitli askeri görevlerde bulunduktan sonra 1901 de Genelkurmay Üçüncü Şube Müdürü ve Tuğgeneral oldu. Kayınpederi Mareşal Tuğa Fuat Paşa'nın Sultan Abdülhamit tarafından rütbesi alınarak Şam'a sürülmesinden sonra O da önce Diyarbakır'a sonra da Sivas'a sürgüne gönderildi. Beş yıl zorluklar içinde yaşadıktan sonra Meşrutiyet'in ilanı üzerine İstanbul'a döndü (1908). Genelkurmay İkinci Başkanlığı'na atandı. İkinci Ordu Komutanlığı yaptı. Tevfik Paşa Kabilesinde Harbiye Nazırı olan Mareşal Edhem Paşa'nın istifası üzerine bu göreve getirildi (1909). Daha sonra gelen Hüseyin Hilmi Paşa Kabilesinde de görevine katıldı. Kabilenin istifasıyla bu görevden ayrıldı. Ayan Meclisi üyeliğine ve dördüncü, beşinci, altıncı ordular Genel Müfettişliği'ne atandı. Bu esnada Hakkı Paşa Kabilesi'nde Bahriye Nazırı oldu. Balkan Savaşı'ndan önce Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabilesi'nde Nafıa Nazırı (Bayındırlık Bakanı) oldu. Onu izleyen Kamil Paşa Kabilesin'de ise Bahriye Nazırlığı vekaletine atanarak barış görüşmeleri için Osmanılı delegeleri arasında Londra'ya gönderildi.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar askeri bir görevde bulunmadı, sadece Ayan Meclisi üyesi olarakgörev yaptı. Savaşın son yılında eşinin hastalığı nedeniyle İsviçre'de iken kurulan Tevfik Paşa Kabilesinde -ikinci defa- Nafıa Nezareti'ne atandıysa da İstanbul'a gelme olanağı bulamadı. Damat Ferit Paşa kabileisne tekrar Bahriye Nazırlığına atandı. İstanbul Hükümetiyle Ankara arasındaki sorunların çözümü için Ahmet İzzet Paşa tarafından tutuklanarak Ankara'ya götürüldü ve orada üç ay oturmak zorunda bırakıldı. İstanbul'a dönmesine izin verilince Mustafa Kemal'e söz verdiği gibi Nazırlıktan istifa etti. Ancak son Osmanlı Kabilesinde de yine Bahriye Nazırlığına getirildi. 1922 yılında diğer bakanlarla birlikte o da istifa etti. Emekli olarak 1939 yılında İstanbul'da öldü.

Mehmet FUAT CARIM (1864-1939)
Kuzey Kafkasya'nın Vubıh bölgesinden İstanbul'a kaçırılmış ve burada
büyümüş olan İstinaf Mahkemesi savcılarından Carım Reşit Bey'in oğludur. 1892 yılında Halep'de doğdu. Babası Abdülhamit tarafından sürgüne gönderildiği için ilk eğitimin Arapça, İtalyanca ve Fransızca olarak aldı. Mülkiye Mektebi'ni (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirdi (1913).

Cenevre Üniversitesi'nde de bir süre eğitim gördü. Türkiye'ye dönüşünde Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusa'sında görev aldı. İdarecilik girerek sırasıyla Bornova Bucak Müdürlüğü, Balıkesir Sancağı Hükük İşleri Müdürlüğü (1916), Gönen ve Adapazarı Kaymakamlığı (1917) görevlerinde bulundu. 27 Mayıs 1919 tarihine kadar Adapazarı kaymakamıydı. Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından görevinden alınınca Anadolu İhtilali saflarına katıldı. Adapazarı - İzmit yöresinde Rum ve Ermeni çetelerine karşı ilk Kuvayı Milliye çetelerinin kurulmasına önayak oldu. Bu yöredeki Kafkas göçmenlerinin karşı ihtilal hareketlerine karışmalarını önlemeye ve onları Kuvayı Milliye bünyesi içinde birleştirmeye çalıştı. T.B.M.M.'nin birinci dönemine İzmit milletvekili olarak katıldı. Meclis'in en kültürlü üyelerinden birisiydi. Sol eğilimli Yeşilordu Cemiyeti içinde yer aldı. 1922 yılında milletvekilliğinden ayrılarak T.B.M.M tarafından Ali Fuat Paşa başkanlığında Moskova'ya gönderilen elçilik kuruluna katıldı. Moskova ve Kazan Başkonsolosu oldu. Bu diplomatik görevi sırasında Meker Aziz, Baj Tahsin Rüştü gibi çalışma arkadaşlarıyle birlikte bağımsız Kuzey Kafkasya ve Kafkas Konfederasyonu kurulmasını amaçlayan çalışmalara destek oldu. Bir Rus sanatçısıyla evlendiğinden 1924 yılında diplomatlık mesleğinden ayrılmak zorunda kaldı. Ancak Mustafa Kemal Paşa onu tekrar göreve çağırarak Muhtelit Mübadele Komisyonu'nda görevlendirdi. Bundan sonra da Barselona (1936), Kopenhag (1938), Milano (1939), Başkonsolosluklarına getirildi. 1940 da Merkeze alındı. 1943 de Marsilya Başkonsolosluğu'na, 1945 de Cidde Elçiliği'ne getirildi. 1948 de Dışişleri Bakanlığı Genel Skereteri oldu. Rio de Janerio Büyükelçiliğinden emekli oluncaya kadar dışişlerinde kaldı. Yayımladığı "Hür Adam" gazetesiyle T.C. devrinde ilk muhalefeti yapan Carım'ın telif ve çeviri çeşitli kitapları da basılmıştır. 1972 yılında İstanbul'da öldü.

Bekir SAMİ KUNDUH (1865-1933)
1865 yılında Kuzey Kafkasya'nın Osetya bölgesinde doğdu. Aynı yıl
Anadolu'ya göçederek Osmanlı devletinin hizmetine giren Knuduh Musa Paşa'nın oğludur.

Galatasaray Lisesi'ni ve Paris'te Siyasal Bilgiler Okulu'nu bitirdi. Petersburg Elçiliğinde katiplik, çeşitli yerlerde konsolosluk yaptıktan sonra Trablusgarp Mektupçuluğu ile içişleri görevlerine geçti. Amasya Mutasarrıflığında, Van, Trabzon, Bursa, Beyrut ve Halep Valiliklerinde bulundu. "Şimali Kafkas Cemiyeti","Türkiye'de Şimali Kafkasya Siyasi Göçmenleri Komitesi" gibi Kafkas göçmen kurulularında görev aldı. Mondros Silah Bırakışmasından sonra kurulan "Milli Ahrar Fırkası"nın kurucuları arasında bulundu (1919). 4 Mayıs Anadolu İhtilali'ne katılarak Sivas Kongresi'nin toplanmasında ve kararlarında rol oynadı. Erzurum Kongresinden başlayarak Heyet-i Temsiliye'ye üye seçilmişti ve bu kurulan en aktif üyelerinden birisiydi. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'ne Amasya'dan milletvekili seçildi. İstanbul'un işgali ve Meclis'in dağılması üzerine Anadolu'ya kaçarak T.B.M.M.'ne Amasya Milletvekili olarak katıldı.

İlk İcra Vekilleri Heyeti'nde Dışişleri Bakanlığına getirildi. Bu çalışmaları nedeniyle Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafınadn gıyaben idama mahkum edildi. Sovyet Rusya ile T.B.M.M. Hükümeti'nin ilişkilerini düzenlemek üzere Moskova'ya gönderilen kurulun başkanıydı. Sovyetlerin özellikle anayurdu olan Kuzey Kafkasya'da uyguladığı politikayı onaylamadığından Sovyetlere karşı bir tutum aldı. Bağımsız bir Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ve Kafkasya Konfederasyonu kurulması için yapılan çalışmalara destek oldu. Bu konuda çeşitli politik girişimlerde bulundu. Londra'da Ortadoğu işlerini görüşmek için toplanan konferansta da (12 Şubat - 12 Mart) aynı tezi savundu. Bu arada Ankara'ya danışmadan İngiltere, İtalya ve Fransa ile imzaladığı anlaşmalar T.B.M.M'nce onaylanmadı. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı'ndan istifa etti (8 Mayıs 1921) ve tekrar Avrupa'ya gitti. Sovyet karşıtı ve Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığı gayesini güden çalışmalar yaptı. T.B.M.M.'nin ikinci döneminde Tokat Milletvekilliğine seçildi. Başvekillikden istifa ederke ayrılmış bulunna arkadaşı Aşharuva Rauf Bey (Orbay), Hatko İsmail Canbulat Bey vd. arkadaşları ile birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na katılarak muhalefeted geçti. 1926 yılında İzmir'de Atatürk'e yapılmak istenen suikast bahane edilerek tutuklandı ise de İstiklal Mahkemesi'nde beraat ettirildi (1926). Bu olaydan sonra siyasi hayattan uzaklaştı. Osetince, Adıgece, Fransızca, Farsca, İtalyanca ve İngilizce biliyordu. 1933 yılında İstanbul'da öldü.

Hakkı HAMİ ULUKAN (1864-1938)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) Anadolu'ya göç ederek Sinop'un
İnesökü Köyünde yerleşen Trapşı adlı bir Abhaz ailesindendir. Hasan Kansav Bey'in oğlu olup 1889 yılında bu köyde doğdu. Hukuk eğitimi gördü. Anadolu ihtilali'ne başından itibaren katıldı. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nin işgal kuvvetleri tarafından dağıtılmasından sonra avukatlık yaptığı Sinop'tan seçimlere katılarak milletvekili seçildi (1920).

T.B.M.M.'nin birinci döneminde görev alan en aktif milletvekillerinden biriydi. İktisat Encümeni Başkanlığı yaptı."İkinci Gurup" içinde yer aldı. 1920 yılı boyunca Anadolu 'da oluşan karşı ihtilal hareketleri bahane edilerek Meclis'de Kafkas göçmenlerine karşı oluşturulmak istenen olumsuz havayı yumuşatan gerçekçi ve sağduyulu konuşmaları vardır. Türkce, Abhazca ve Fransızca biliyordu. T.B.M.M'ndeki görevi sona erdikten sonra politikaya karışmadı. 1938 yılında öldü.

Hakkı BEHİÇ BAYIÇ(1886-1943)
Büyük Çerkes sürgününde Vubıh yöresinden göç eden bir Çerkes
ailesinin çocuğu olarak 1886 yılında İstanbul'da doğdu. Mülkiye Mektabi'ni (Siyasal Bilimler Fakültesi) bitirdi. Çeşitli idari görevlerde ve son olarak Akka Mutasarrıflığı'nda bulundu. İttihat ve Terakki Partisinin üyesi ve bu partinin ekonomi ve Maliye ile uğraşan başlıca kişilerdendi.

Anadolu İhtilali'ne başından itibaren katılarak bu hareketin önde gelen kişilerden biri oldu. Sivas Kongresi'ne Saruhan (Delege) olarak katıldı ve Heyet-i Temsiliye'ye seçildi. Mustafa Kemal Paşa, Aşharuva Rauf Bey, Kunduh Bekir Sami Bey ve Tanbiy Ömer Mümtaz Bey'lerle birlikte bu kurulun başlıca aktif kişileri arasunda idi. Türkiye Kurtuluş Savaşı Kadrosunun en inanış, bilgili ve faal sosyalisti olarak kabul edilir. Birinci T.B.M.M.'nde Denizli Milletvekili idi. Seçilen ilk geçici hükümette Maliye Bakanı oldu (25 Nisan 1920). Daha sonra İçişleri Bakanlığı'na seçildi (17 Temmuz 1920). Fakat 7 Ağustos 1920 de bu görevinden istifa etti. Çünkü bu kısa süre içinde hakkında sekiz sözlü soru ve dört gensoru önergesi verilmiştir. Sol eğimli "Yeşilordu Cemiyeti" ile "Halk İştirakkiyyun Fırkası"nın ve resmi "Türkiye Kominist Fırkası"nın da kurucularından ve aktif yöneticilerindendi. Kuvayı Seyyare'nin organı durumunda olan " Seyyare Yeni Dünya" gazetesi Eskişehir'den Ankara'ya nakledildikten sonra bir sire onun da sorumlu müdürlüğünü ve başyazarlığını yapmıştır. İçişleri Bakanlığı'ndan istifasıdan sonra bir daha hükümete girmedi. Kuvayı Seyyare'nin ve sol akımların tasfiyesi üzereine (1921) asabi rahatsızlığının da etkisiyle politikadan ve aktif görevlerden çekildi. Emekli olarak Ankara'da yaşadı ve 1943 yılında öldü.

Pşevu ETHEM BEY (1886-1948)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) Kafkasya'nın Şapsığ yöresinden

göçederek Bandırma'ya yerleşen bir adıge ailesindendir. 1886 yılında Emre köyünde doğdu. Pşevu Ali Bey'in oğludur. Rüşdiyeyi (ortaokul) ve Küçük Zabit Mektebi'ni bitirdi. Balkan Savaşları'na katılarak yaralandı.

Birinci Dünya Savaşı'nda Sencer Eşref Bey'in yönetimindeki Teşkilat'ı Mahsusa'da çalıştı. Dr.Hanakhe Reşit Bey'in (Diyarbekir Valisi) ve Aşharuva Rauf (Orbay) Bey'in emrinde Irak ve İran'da görev yaptı. Bu arada yaralanarak Bandırma'ya döndü. Mütareke devresinin başlangıcında İzmir yöresinde bazı siyasi eşkiyalık olaylarına adı karıştı. Yunanlı'ların İzmir ve çevresini işgali üzerine Anadolu'ya geçen Aşharuva Rauf Bey'in ve Zaraho Bekir Sami Bey'in uyarılarıyla Yunanlı'lara karşı eyleme geçti. Ağabeyleri Reşit ve Yüzbaşı Tevfik Bey'lerle birlikte Bursa ve Balıkesir yöresindeki Kafkas göçmenleri arasından topladığı gönüllülerle önce Ayvalık, sonrada Akhisar ve Salihli yörelerinde Yunanlı'lara karşı savaştı. Örgütçü yeteneğiyle,diyer bazı Kuvayı Milliye çetelerini de tasviye ve kendi güçlerine katarak Yunanlı'lara karşı sağlam bir cephe oluşturdu. Yunan ilerlemesinin "Milen Hattı" üzerinde durdurlmasında en büyük rolü aldı. Emrindeki atlı güçlere 14. Kolordu Kolordu Met İzze Yusuf Paşa tarafından "Kuvayı Seyyare" adı verilmişti. 1920 yılı boyunca birlikleri, zaman zaman Yunan cephesine çekilerek Marmara yöresi ve İç Anadolu'daki karşı ihtilal hareketlerinin bastırılmasından vurucu güç olarak kullanıldı. Bu suretle T.B.M.M.'nin toplanarak ülkenin kaderini eline almasında önemli bir rol oynadı.

Düzce, Adapazarı, Çorum, Yozgat gibi ayaklanma bölgelerinden toplayarak güçlerine kattığı yeni gönüllülerle daha da güçlenerek T.B.M.M. Hükümeti'nin dayanağı en güçlü Kuvayı Milliye Komutanı haline geldi. Kendisine resmen "Milli Kahraman" ünvanı verilerek T.B.M.M.'nde ayakta karşılandı. Fakat birliklerinin kendine özgü yapısı ve genellikle Kafkas Göçmenlerinden oluşması kuşkular yarattığı gibi, ayaklanma bölgelerinde verdiği yersiz idam kararları, köyleri yaktırması ve acımasızlığı hemşerileri arasında da kendisine karşı antipati uyandırmaya başlamıştı. İç Anadolu'da Çapanoğulları'nın yönlendirdiği karşı ihtilal hareketini bastırmak için Yozgat yöresinda bulunduğu sırada, Yunanlılar'ın iki koldan saldırıya geçerek Bursa, Balıkesir ve Uşak yörelerini işgal etmeleri üzerine tekrar bu cepheye çağrıldı. Düşman saldırısının durdurulmasında büyük başarısı görüldü ve Demirci yöresindeki savaşlarda üstün Yunan güçlerine karşı büyük bir başarı kazandı (1920). Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa'nın Moskova Büyükelçiliğine atanarak yerine İsmet Bey'in getirilmesinden sonra Ethem Bey ve kardeşleri ile Mustafa Kemal Paşa ve Hükümet arasındaki anlaşmazlıklar belirginleşmeye başladı. Bir yandan Nizami Ordu'nun güçlendirilmesi için bir engel olarak görülen Kuvayı Seyyare öte yandanda Anadolu İhtilaline el koymaya çalışan sol akımlar ve Enver Paşa taraftarlarıiçin hazır bir potansiyel olarak deyerlendiriliyordu.

Pşevu Ethem Bey'in Yozgat ayklanmasının bastırılması sırasında hükümet üzerinde girştiği bazı güç gösterilerinden de kuşkulanan Mustafa Kemal Paşa sol eğimli Yeşilordu Cemiyeti gibi Kuvayı Seyyare'yi de dağıtılmaya karar vermişti. Durumu değerelendiremeyen Ethem Bey ve Kardeşleri çeşitli olaylar karşısında yaptıkları hissi ve yersiz çıkışlarla siyasi hasımalarının eline yeni kozlar verdiler. Met Yusuf İzzet Paşa, Hakkı Behiç Bey gibi aydın ve niyetli hemşerileri tarafından kendilerine yapılan bazı uyarılarıda deyerlendiremediler. Böylece 1920 yılı sonunda, Mustafa Kemal Paşa, bir yandan Pşevu Kardeşleri gelen giden kurullarla oyalarken bir yandan da Meclis'e haber vermeksizin Batı Cephesi birliklerini Kuvayı Seyyare üzerine sevketti. Diyer düzensiz Kuvayı Milliye güçlerinden de bir yardım sağlamayan ve Yunana orduları ile Türk Nizamı orduları arasında sıkışan Ethem Bey, Yunanlı'larla bir mütareke yaparak küçük çarpışmalarla geri çekilmeye başladı. Bu arada infiale kapılarak T.B.M.M.'ne hakaretamiz telgraf, T.B.M.M'nde bütünüyle aleyhine dönmesine neden oldu. Lozan Anlaşması'ndan sonra da 150 lik listeye dahil edildi. Bunun üzerine önce Mısır'a sonra da Ürdün'e giden Ethem Bey buradaki Kafkas göçmenleri arasında sesizce yaşadı. Kardeşlerinin aksine, 150 liklerin affından sonra da Türkiye'ye dönmedi. 1948 yılında Amman'da öldü ve bir Çerkes mezarlığına gömüldü.



Aşir ATLI (1881-1956)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) önce Balkanlara, daha sonra da Anadolu'ya göçetmek zorunda kalan bir adıge ailesinden olup Mehmet
Bey'in oğludur.1881 yılında Kiliste doğdu. Harbokulunu (1903)ve Harpakademisi'ni (1906) mümtaz yüzbaşı olarak bitirdi.Rumeli'nde ve yemende görev yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nda Irak cephesinde kurmay görevlerinde, tümen komutanlıklarında ve ek görevle Süleymeniye Mutasarrıflığı'nda bulundu.

Mütareke devresinde Anadolu İhtilaline katılarak İzmir Cephesinde 23 üncü Tümen Komutanı olarak Yunan güçlerine karşı savaştı. Aynı zamanda Mart 1920 den itibaren İzmir Doğu Cephesi Kuvayı Milliye Komutanı olarakta görev yaptı. Bu cephede birlikle savaştığı Kuvayı Seyyare güçlerinin Marmara ve İç Anadolu'daki karşı ihtilal hareketlerini bastırmaya gönderildiği bu devrede Kuvayı Seyyare Komutanı Pşevu Ethem Bey'le bazı anlaşmazlıkları oldu.Yunan sadırısı ve ilerlemesi üzerine Albay Zeraho Bekir Sami Bey'le birlikte Bursa'nın Yunanlılar eleine düşmesinden sorumlu gösterilmek istendi. Fakat hizmetlerini bilen ve takdir eden Mustafa Kemal Paşa'nın araya girmesi ve T.B.M.M.'nde onların savunması üzerine Antalya Valiliği ve Bölge Komutanlığı'na atandı ( Kasım 1920 - Ağustos 1921 ). Büyük Taaruz'da ve Başkomutanlık Meydan Savaşı'nda altıncı Kolorduya bağlı 16 ncı Tümen'in komutanıydı. Zaferden sonra 2.ve 3. Ordu Kurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yaptı (1925-1928). Tümen komutanlıklarında bulunduktan sonra kendi isteği ile Tümgenarellikten emekliye ayrıldı (1931). Türkce ve Adığece'den başka Almanca ve Fransızca biliyordu. 1956 yılında İstanbul'da öldü.

Çule İbrahim HAKKI (1876-1932)
1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sonunda Anadolu'ya göçederek Adapazarı yöresine yerleşen bir Vubıh ailesindendir. Mısır'da tarımcılık eğitimi gördü. İttihat ve Terakki İktidarına karşı olduğundan Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi nedeniyle takibata uğradığından ülkeyi terkedecek savaş yılları boyunca Mısır'da yaşadı. Mondros Silah Bırakışması'ndan sonra çıkarılan af üzerine geri döndü.

İzmit ve Adapazarı yöresindeki Kafkas Göçmenleri arasından topladığı altı gönüllülerle bölgeye hakim oldu. İstanbul hükümeti'nin İzmit'e gönderdiği Kuvayı İnzibatiye birliklerine de el attı. Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından İzmit'e gönderilen Ançok Ahmet Anzavur (Paşa) ile de işbirliği yaparak yörede adeta bağımsız bir yönetim kurdu ve Kuvay Milliye'ye karşı cephe aldı. İstanbul Hükümeti 7 Temmuz 1920 de kendisini görevden almak Mutasarrıfı İzmit'e sokmadı. Kuvayı Milliye güçlerinin boşaltmak zorunda kaldığı Adapazarı'nı da işgal ederek Maan Mustafa Namık Bey'i buraya kaymakam vekili olarak atadı. Adeta bağımsız bir yönetim kurdu. Yunan işgali sırasında da işgal güçleriyle işbirliği yaptığı için, 1921 yılı Haziran ayı sonlarında onlarla birlikte İzmit'i terketti. Çule İbrahim Adıgece, Abzahca, Türkce, İngilizce, Arapca biliyordu. Midilli adasına, daha sonra da Mısır'a gitti. 1932 yılında Mısır'da öldü.

Cemil Cahit TOYDEMİR (1883-1956)
Büyük Çerkes sürgününde (1864) Anadolu'ya göçeden Therhet adlı bir Vubıh ailesinden olan Mehmet Cahit bey'in oğludur. 1883 yılında İstanbul'da doğdu. Harbokulunu bitirdi (1902). Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarına katıldı.1918 yılında Met Yusuf İzzet Paşa'nın emrinde Tümen Komutanı olarak anayurdu Kafkasya'yı kurtarmak ve Bağımsız bir Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti kurmak için yapılan savaşlara katıldı.

Mondros Silah Bırakışması'ndan sonucunda Kafkasya'dan döndüğünde Aşharuva Rauf Bey'in yardımıyla 5 Kafkas Tümeni Komutanlığı'na atanarak Anadolu'ya geçti. İstanbul'daki Ali Rıza Paşa Hükümeti adına Karzeg Salih Paşa ve Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, Aşharuva Rauf ve Kunduh Bekir Sami Bey'ler arasında yapılan "Amasya Görüşmeleri" Cemil Cahit Bey'in evinde ve onun sağladığı güvence altında cereyan etti.21 Ocak 1922 de 10 uncu Tümen Komutanlığı'na getirildi ve tümeniyle Batı Cephesi'nde Yunanlı'lara karşı başarıyla savaştı. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra da Tümen Komutanlıkları, Kolordu Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı (1939), Askeri Yargıtay Başkanlığı (1942) 1.Ordu Komutanlığı gibi görevlerinde bulunduktan sonra 1946 yılında Orgeneral rütbesinden emekliye ayrıldı. T.B.M.M.'nin yedinci döneminde (1946-1950) İstanbul Milletvekili ve aynı dönemde Recep Peker kabilesinde Milli Savunma Bakanı olarak hizmet gördü.1956 yılında İstanbul'da öldü.


 
 
ABHAZYA ŞEHİTLERİ


Onlar, yakalarına kafkasya rozeti takıp çaka satmadılar, Onlar, sanal alemde video paylaşıp yorumlar yapmadılar, onlar vatanları için savaşmak gerektiğine inandılar, SAVAŞTILAR, Onlar  vatanları için şehit olmayı göze aldılar ve şehit oldular.
 
ABAĞBA BAHADIR ÖZBAĞ

1967 senesinde Eskişehir’de doğdu. Efkan, Vedat ve Zafer gibi Türkiye’den giden ilkgrupta olan Bahadır, savaşta büyük başarılar gösterdi. Fedakarlığı ve cesaretiyle büyük saygı duyulan bir isimdi. Kozba Vedat’ın şehit düştüğü çarpışmada çok ağır yaralanan şehidimiz, aylarca tedavi gördü ve 20 Eylül 1993’de Sohum’a düzenlenen son saldırıda şehit düştü. “Bazukacı” lakaplı Abağba Bahadır’ın mezarı Gudauta’dadır. Şehit Bahadır’ın Ölmeden Önceki Sözleri;
     "Ben Eskişehir`den Abagba Bahadir, Apsuwa'yım. Dünyaya Apsuwa olarak, Abaza olarak geldim. Vatanım faşist işgalci Gürcü güçleri tarafından işgal edilince üzerime vazife sayıp vatanımı savunmak için hemen buraya geldim. Burası bizim anavatanımız, ata vatanimiz…

Ben Devlet dairesinde çalışıyordum güzel bir geleceğim vardı 4 milyon maaş alıyordum. Diğer arkadaşlarımın da işi gücü vardı. Türkiye`de kalsaydık burada ölmezdik, sakat kalan arkadaşımız olmazdı, işimizle geçinirdik, akşamları kahvemizde okeyimizi oynardık, sabah işe giderdik bir de güzel bir kız bulup evlenirdik, bu imkanlarımız vardı ama içimiz rahat etmedi. Buraya gelen insanlar kendilerini buranın bu toprağın bir ferdi kabul ettiler o yüzden geldiler .Şu unutulmamalıdır ki, faşizm her zaman hüsrana uğramıştır. Gürcü faşizminin sonu da hüsran olacaktır. Burası anavatanımızdır halkımızın kaderini kendimiz belirleyeceğiz.''
 

Siz ki bilirdiniz o kır çiçeklerini
Özgürlük renginde sevgiye açarlar
Hangi rüzgar dağıtırsa dağıtsın
Düştükleri yerde yeniden çoğalırlar

Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
Asla kapanmaz yaşanan defter
Çünkü tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler!.
 


ARGUN ZAFER ALIŞ 

26 Nisan 1968’de Bursa-İnegöl’de doğdu. Savaşın çıktığı haberini alır almaz cepheyegidecekler arasında yerini alan ve silah arkadaşlarının özellikle cesaretiyle andığı Zafer, ilk grupla Abhazya’ya ulaşanlar arasındaydı. 5 Nisan 1993’de hayatını kaybeden şehidimizin mezarı Gudauta’dadır.
 Onlar bir gül yaprağı gibi düşüp toprağa karıştılar, Ve geleceğin gül bahçelerine tohum olmak için yarıştılar. Ölüme koştular onlar, ölüm onlara koştu kucaklaştılar. İki hasret sevgili gibi. Kurşuna sarıldılar onlar. Ve bombalara. Gülerek düştüler vatan toprağına. VE BİZ ONLARI HİÇBİR ZAMAN UNUTMAYACAK, VATAN UĞRUNA ŞEHİT OLANLARI YÜREĞİMİZDEN ASLA ÇIKARTMAYACAĞIZ. TAKİ O YÜREĞİ VATAN TOPRAĞINDA ONLARIN YANINA KOYANA DEK...

ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI ÖLÜMSÜZDÜR! 


YEĞOJ HANEFİ ASLAN

1966 yılında Kayseri-Pınarbaşı’nda doğdu. Mayıs 1993’de yerleşimci olarak geldiğiAbhazya’da, Pitsunda’nın Gılza köyüne yerleşen Hanefi, Sohum’a düzenlenen son saldırıda seferberlik çağrısına uydu ve çarpışmalara katıldı. 22 Eylül 1993’de Sohum girişinde Gürcü ordusunca kiralanan, Rusya Federasyonu ordusuna ait bir uçaktan atılan bombayla şehit edildi. Mücadele arkadaşlarının zor şartlara olan dayanıklılığı ve verdiği büyük moralle andığı şehidimizin mezarı Gudauta’dadır.
"Artık ne başımda kara kalpağım,  ne belimde gümüş kamam var, 
rüzgarla yarışan atlarımı da vurdular, ama hala saçlarım güneş boyalı,  gözlerim vadi yeşili
 ve bedenimin onurla taşıdığı mızıka kokulu bir dağlı yüreğim var... "



KOZBE VEDAT AKAR


2 Ekim 1967 yılında Bursa-İnegöl’de doğdu. Girdiği bütün çarpışmalardakorkusuzluğuyla dikkat çeken Vedat, istediği şehitlik mertebesine Oçamçıra’da kavuştu. Vedat’ın video kayıtlarındaki son sözü “Zafer!”di. 30 Kasım 1992’de hayatını kaybeden şehidimizin mezarı Gudauta’dadır.

Kaf Dağının nazlı çocuğu
Yüreğimin yangısı
Sarı Abreğim
Körpem benim
Özgür yaşamak adına
Vurulmuşsun
Dağların kartalı
Ölüm süzüle süzüle
İnmiş dağlı yüreğinin üstüne
VE
Kurşun sesi kulaklarında ninni
Ölümün koynuna yaslayıp başını
Usulca kapamışsın gözlerini
Özgürlük sevdasıyla
Sonsuza.

Sıcak kanın akarken
Toprak ağlamış
BİZ
Ağıtlar yakmadık sana
Gözyaşlarımızdan utandık
Hasretini zımbaladık yüreğimize
Acımızı ilmik ilmik
Dokunuk nefesimize
UNUTMADIK SENİ,SARI ABREK
Gözbebeğim benim
Unutamadık...

Bilirsin Kozba Vedat
Hepimiz sevdalıyız
Kaf dağına
Sevda türkülerini kıskandırırcasına..
Geceyi bölüşürüz,umursamadan
Kimimiz şafak sökümlerinde
Kimimiz gün batımlarında
Nöbetler tutarız,özgürlüğümüzün başında
VE
Dünyanın tüm çiçeklerini
Bırakıp insanlara
Yalnızca karanfilleri
Nakış ederiz kefenlerimize
Yine geldi Kasım'ın otuzu
Kalpağın,kaman,ve biz
SENİ HATIRLADIK...
Ölüme inat
Düşlerimizde seninle kucaklaştık
İlk kez bu Kasım'ın otuzunda
Kartal bakışlarına
Destanlar yazamadığımız için AĞLADIK
Hazanla birlikte.
Abhazya'nın sınır taşı
Ölümün nazlı çocuğu
Öksüz yüreğimizde unutmadık seni
UNUTMAYACAĞIZ...... Ö.T.:30/11/1992

TISIBA EFKAN ÇAĞLI


1 Şubat 1970 senesinde Adapazarı’nda doğdu. Abhazya işgal edildiğinde 22 yaşındaydı. Türkiye’deyken hakkında elinden geldiğince bilgi sahibi olmaya çalıştığı vatanının işgali üzerine cephede savaşmak üzere yola çıkan ilk gruba dahil oldu ve Abhazya’ya gitti. Ağustos bitmeden Abhazya’ya varan grupta bulunan Tsıba Efkan, Kasım ayına kadar olan çatışmalarda yer aldı. 3 Kasım 1992’de Şrom bölgesinde yapılan çatışmada Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a sağladığı bir helikopterden açılan ateşle şehit edildi. Şehidimizin mezarı kendi köyü olan Hendek-Soğuksu Köyündendir.
ABHAZYAM

Tahammülümüz yok ağlamana
Sileceğiz gözyaşlarını dudaklarımızla
Bileklerimizdeki zincirler çelikten
Seni saran melun surlar fersah fersah olsa da
Unutma binlerce oğlun var
Uğrunda mahvolmaya hazır
Vücutları etten bir yığın haline gelse de
Abhazyam
Ruhları seni kurtaracaktır
Buna inan
İnan ne olur ABHAZYAM!

Tsıba Efkan....



Efkanın naaşı vasiyetine rağmen Türkiyeye getirilince, silah arkadaşları cenazesinde 1000lerce insanın duygularına hitaben toplu bir vasiyetname yazar ve efkanın bedeninde Türkiyeye gönderir:

Sevgili Efkan..Can kardeşimiz, Aziz Şehidimiz

Sen, "Birgün Kafdağı tersine dönecek işte o gün tüm Kafkas Kartalları yuvalarına geri dönecek" derdin...ve yine sen "dünyada vatansız olan çingenelerdir ben çingenemiyim" diyerek insanlar ve toplumlar için vatanın ne demek olduğunu heryerde dile getirirdin...
İşgalci gürcü yönetimi Abhazyaya saldırınca, en önce bunun karşına çıkanlardan biride yine sen oldun..."Kardeşlerimiz orada katledilirken biz ne diye duruyoruz" diye isyan edişin hala kulaklarımızda...
Durmadında! korkmadan biran önce vatan savunmasına koştun...Heryerde ilk sen olduğun gibi burada da ilk sen oldun efkan...
Hepimizden önce Kelime-i Şahadeti sen getirdin, hepimizden önce sen şehit düştün kutsal Abhaz topraklarında...Bugün herzaman olduğu gibi ruhunun isyanını yine duyuyoruz..."Neden gönderdiniz beni?Neden vasiyetimi yerine getirmediniz? değişini bir vicdan azabı olarak ölünceye dek taşıyacağız...Bizi affet sevgili şehitimiz.Vasiyetini yerine getiremiyoruz, yeminimize sadık kalamıyoruz Efkan...
Düşmana yenik düşmeyen bizler şimdi yenik durumdayız...Senin kuş tüyü gibi hafif naaşını kilometrelerce taşıyan bizler sana karşı görevimizi yerine getiremiyoruz....
Ancak inanıyoruzki senin ruhun her zaman bizlerle birlikte olacak...Bizler sadece senin bedeninden ayrılıyoruz...
Sen ilk ve sonsun bizim için...
Senin şehadetin bize çok şey öğretti...
Artık daha kararlıyız...Değil bedenimizi tırnağımızı bile kimseye vermeyeceğiz...
Bizden önce cennettesin...Artık oradada ev sahibimiz sensin Efkan...
Kormuyoruz ve asla geri dönmeyeceğiz...
Abhazya Bağımsız olana dek son sözümüz hep "La ilahe ilallah" ve "Allahu Ekber" olacaktır...

Ruhun şad olsun.... Silah Arkadaşların....

Ve bize özgü bu
Genç ölmek bize özgü
Bize özgü, bir yer yatağında çenesi bağlı bir ihtiyar olmamak
ölümüyle dostlarını rahatlatmamak..
Bize özgü yalnızca kemiklerin gömülmesi toprağa, yalnızca etin çürümesi...
Ve bize özgü, hiç bir zaman silinmemek anılardan...

Tsıba Efkan....
Kaynak=  www.kafkasfederasyonu.org

 
 
        SÜLEYMAN SEBA 

        5 Nisan 1926 tarihinde Hendek'te doğan Süleyman Seba, ilkokulu Sakarya'daokuduktan sonra liseyi okumak için İstanbul'a geldi. İki yıl Galatasaray Lisesinde okuduktan sonra Kabataş Erkek Lisesi'ne geçti. Mezun olduğu Kabataş Erkek Lisesi'nin futbol takımında futbola başladı. Lisedeki ilk yıllarında Beşiktaş Genç Takımı'na girdi. Beşiktaş'ta oynadığı sırada İstanbul Üniversitesi Ede...biyat Fakültesi'ne başlamasına rağmen eğitimine devam etmedi.

        Futbolculuk kariyeri 
        Seba, 1946'da Refik Osman Top döneminde A takıma yükseldi. 1946-47 sezonunda ilk İstanbul Ligi maçına sezonun ilk maçı olan Fenerbahçe derbisiyle çıktı. 4-3 yenildikleri maçta bir gol kaydetti. İlk sezonunda 9 maçta 6 gol atmıştı. O sezon Milli Küme'de şampiyonluk yaşayarak kariyerinin ilk şampiyonluğunu kazandı.
        1947-48 sezonu Seba'nın geçirdiği en etkili sezondu. Sezona Başbakanlık Kupası'yla başlasalar da Seba o maçta forma şansı bulamamıştı. Ancak İstanbul Ligi'nde 14 maçta 8 gol atıp, takımının en golcü ikinci ismiydi. Ancak İstanbul ikincisi olmuşlardı.
        1949-50 sezonunda kariyerinin ilk İstanbul Ligi şampiyonluğunu kazandı. 14 maçın hepsinde forma giyen Seba, bir gol atmıştı. Bu sezondan sonra 1950-51 ve İstanbul Profesyonel Ligi adına geçiş yapılan 1951-52 sezonunda da forma şansı buldu. Ancak 1951-52 sezonunda sakatlığı nedeniyle sadece 3 maç forma giyebilmişti. 1952-53 sezonunda da 9 maçta forma giyip 2 gol kaydetti. 1954'de 28 yaşındayken menisküs sebebiyle futbolu bıraktı.
1947 yılında İnönü Stadyumu'nın açılışı sebebiyle Beşiktaş ile İsveç'in AIK takımı yapılan maçta bu stattdaki ilk golü atarak tarihe geçti. 1950'de Beşiktaş'ın ABD turnesinde de yer aldı.

        Milli takım kariyeri
        Süleyman Seba, kısa süren futbol hayatı nedeniyle Türkiye Milli Futbol Takımı forması giymese de 15 Mayıs 1952'de Yunanistan karşısında Türkiye Ümit Milli Futbol Takımı forması giydi. Türkiye'nin 1-0 kaybettiği maçın önemi Futbol Federasyonu'nun Milli Takım'ı temsil etme hakkını Beşiktaş'a vermiş olmasıydı.

        Yöneticilik kariyeri
        1957'de Beşiktaş'a üye oldu. Altı sene sonra 1963'de ilk kez yönetim kurulunda yer aldı. Bundan sonra çeşitli dönemlerde aralıklarla kulüpte yöneticilik yaptı. 1984 yılında çok zor bir dönemde Mehmet Üstünkaya'dan yönetimi devraldığı başkanlık görevini 2000 yılına kadar devam ettirdi.
16 yıl süren Başkanlığı boyunca 8 kongrede rakiplerine sürekli üstünlük sağladı.

       5 Süper Lig
       4 Türkiye Kupası
       4 Cumhurbaşkanlığı Kupası
       2 Başbakanlık Kupası
       6 TSYD Kupası

       Bu başarılar dışında istikrarlı bir şekilde başarıyı daim kılarak şampiyon olmadığı sezonlarda dahi futbol kulübü her zaman ilk iki içinde yer aldı. Futbol takımının altın dönemini yaşadığı bu dönemde Süleyman Seba'ya gelen eleştiri, amatör branşlara aynı ilgiyi göstermemesi olmuştur.
Sportif başarılar dışında 1980'lerin başında maddi yönden son derece sıkıntılı olan kulübü yönetimi boyunca tesis zengini ve maddi açıdan zengin bir kulüp haline gelmiştir. Seba döneminde Akaretler'deki BJK Plaza, Fulya Stadı ve Kamp Tesisleri Yeşilköy, Pendik ve Çilekli tesisleri, BJK Koleji yapılırken, BJK İnönü Stadı da, 1998'de 49 yıllığına Beşiktaş'a devredildi.
Beşiktaş'a büyük hizmetlerde bulunan Seba, 1999-2000 sezonunda futbol takımının gösterdiği kötü performans sonucu tribün ve muhalefetin tepkisini çekmesi üzerine 2000 yılı Mart ayındaki kongrede aday olmamış ve yerine Serdar Bilgili seçilmiştir. Bu kongrede kongre üyeleri oybirliği ile Hakkı Yeten'den sonra Beşiktaş'ın ikinci onursal başkanı olarak Süleymen Seba'yı seçmiştir.
Başkanlığı bıraktığı 2000 yılında anısına Akaretler ile Maçka semtleri arasında uzanan Spor Caddesinin adı Süleyman Seba Caddesi olarak değiştirildi.
Seba, spor yaşamının dışında Milli İstihbarat Teşkilatı İstanbul Bölge Müdürlüğünde görev yaptı.

       Süleyman Seba : Hakkı Yeten ile birlikte Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün iki onursal başkanından biridir.
Kaynak= çerkesler sokağı ( fecebook )



ESKİYE ÖZLEM

- Adige düğünlerinde her oyunun bir anlamı vardı bazılar savaşı, bazıları savaş sonrası dönüşü, bazıları saygıyı, bazıları tertemiz sevdaları anlatırdı. Oyuna çıkıldığında delikanlılar çevikliklerini, korumacılıklarını ve karşı tarafa duyulan saygıyı sergilerlerdi. Kızlar ise kuğu gibi süzülen hareketleri ile nezaketi, asaleti, zerafeti ve kibarlıklarını gösterirlerdi.
- Bir Adige kızını bir düğüne katılabilmesi için çok çalışması gerekirdi ve sonunda bir su bardağını başında taşıyarak jibğakerğheyi ve leperuşu oynayacak hale gelince düğünlere katılırdı.
- Tüm Adige kızlarının düğünlerde giyecek özel elbiseleri olurdu ve bu elbiselerin etekleri mutlaka topuklarına kadar gelirdi.
- Düğünlerde de zefako, leperuş, jıbğakerğho, şiriş, pğerığh, mezdeg, kıskanç, kuşeğapghe, kamerife, jesteyvu ……..gibi kendi oyunlarımız oynanırdı.
- Düğünlerimizde bize özgü olmayan etkileşim yolu ile alınmış oyunların oynan masına üzülüyorum, Kızlarımızın kot, mini etek vs gibi giysilerle zıplıya zıplaya oynamalarına da üzülüyorum.
-Biliyorum ki bu yazımı okuyan birçok kişi bana çok kızacak, sayfamı terk edecek canları sağ olsun, bu benim ilk defada başıma gelmeyecek ama ne yapalım ki öyle veya ben öyle düşünüyorum.

- Acaba diyorum bazen ben, çok mu geri kafalıyım modernleşemiyor muyum?
Orhan OCAK


 

 
        

 

 


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

GÖÇ
>>Soğuk ve yağmurlu bir ekim gecesinin sonuydu; Hava daha tam aydınlanmamıştı. Köyün 500-600 m dışında bir hayvan ağılı çakan şimşeklerin parlak aydınlığında bir moloz yığınından oluşan bir harabe gibi gözüküyordu. Çatısı yer yer çökmüş çatıyı oluşturan ağaçlar ve onların üzerindeki çorak topraklar içeriyi doldurmuştu. Akşamdan beri yağan yağmur ağılın içini yer yer gölcüklerin oluştuğu bir batak haline getirmişti. 
>> Ağılın güney köşelerinden birinde çatısı çökmemiş ve nispeten kuru kalmış yerinde bir kadın la 6 çocuk incecik iki yorganın altına sığınmışlar birbirlerine sarılmış vaziyette titreyerek bekleşiyorlardı. Altlarında eski yünden dokunmuş bir yaygı vardı. Kadın 4-5 yaşlarında ki iki kız çocuğuna sıkı sıkı sarılmıştı. Büyük yün başörtüsünü de yorganın altında sardığı halde çocuklar tir tir titriyorlar aynı zamanda da ateş gibi yanıyorlardı. Öteki üç kız çocuğu ile 2 yaşlarındaki bir oğlan ikinci yorganın altında birbirlerine sokulmuş sessiz bekliyorlardı. Oğlan elindeki kurumuş ekmek parçasını ara sıra ısırıyor kopardığı parçayı uzun uzun çiğniyordu.
>> Kadın bu köye 17 km uzaklıktaki Sarı vadi köyünün en güzel kızlarındandı. Kocası ile tanışıp bu köye gelin geldiğinde hiç kimse adını kullanmadı, güzelliğinden dolayı herkes ona Nisedağh ( Güzel gelin ) dedi ve gerçek ismi unutuldu gitti. Kocası Ahmet yiğit, mert aynı zamanda da çalışkan bir insandı. Köyün zenginlerinden Kuruağaç sülalesinin, yetim bir çocuğun mallarını elinden almasına karşı gelmesinden beri bu sülale tarafından düşman bellenmişti. Yaşadığı sürece kendisine pek bir şey yapamamışlar ama Ahmet tarlada çalışırken yıldırım düşmesi sonunda ölünce, bu isimleri gibi bu kara kalpli aile Nisedağhe ve çocuklarına her türlü kötülüğü yapmışlardı. 
>> Hayvanlarını çalmışlar, ekinlerini yakmışlar, muhtarlık kanalı ile kaldıramıyacakları miktarda salma yüklemişlerdi. Nisedağhe abisinin köylerine dönmesi için yaptıkları baskıya karşı çocuklar babalarının köyünde büyüyecek diye karşı çıktığı gibi kimse üzülmesin diye de çektiği sıkıntıları da söylememişti, En sonunda da çocuklarının kızamık çıkarmalarını bahane ederek köyün dışında ki yıkık ağıla sürmüşlerdi. Karaağaçların korkusuna yanlarına kimse gelemiyordu. Yalnız Ayşe diye hem dilsiz hem sağır bir kadıncağız hergün yanlarına geliyor her seferinde de biraz ekmekle bir parça peynir veya soğan getiriyordu.
Nisedagh bütün bunları düşünürken kucağında ki coukların hiç kımıldamadığını ve nefes almadıklarını fark etti. İki yavrusu da ölmüştü. Kadın diğer çocuklarını korkutmamak için hiç belli etmeden cansız bedenlere daha sıkı sarıldı, Hıçkırıklarını gizlerken gözünden çeşme gibi boşanan yaşları tutamıyordu.
*******
>> Mevlit Usta Sarıvadi Köyünün en sağlam ve en güzel taş duvar ören ve baca çıkan adamıydı. Bu güne kadar evlere yaptığı hiçbir baca dumanı çekmemezlık yapmamıştı. O sabah kalktığında içini acıtan, bunaltan bir sıkıntı hissediyordu kahvaltısını yaptıktan çalışmaya gitmek için duvarcı aletlerini hazırlarken birden vazgeçti mutfağa giderek azık torbasını aldı içine iki büyük somun ekmek, 2-3 kalıp peynirle bir beze sardığı kesme şekerini koydu. Dışarı çıkarken kapıdan su kovaları ile içeri girmekte olan kızına ben bacımın yanına gidiyorum annene söylersin dedi. Ahırdan atı çıkarması, sundurmada ki ambarın üstünde duran eyeri ata vurması kolanları sıkıp üzerine binerek avludan çıkması 15 dakika bile sürmemişti. 
>> Mevlit köyden çıkınca atının gemini gevşetti ve kestirme olan orman yoluna saptı. Günlerdir ahırda yem yiyerek eşelenmekten başka bir şey yapmayan hayvan önce tırısa kalktı sonrada tatlı bir dörtnalla yol almaya başladı.
******
>>Öğlene doğru hava biraz ısınmıştı hatta ağılın içeriye çökmüş çatıdaki deliklerden güneş ışıkları giriyordu. Nisedağhe bir uyuşturucu gibi benliğini kaplayan şaşkınlıktan sıyrılmış ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Birden ağılın girişinde bir karaltı belirdi, Nisedağhe kardeşi gelip yanına çökünceye kadar tanıyamadı tanimasıyla beraber de cansız çocuklarının bedenlerine kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Garip bir iç güdüyle bastırdığı göz yaşları da boşanarak başındaki yazmanın ve elbisesinin çenesinin altına gelen kısımlarını ıslatmaya başlamıştı.
>>Mevlit bir müddet kardeşinin ağlamasına izin verdi sonra yavaşça eliyle kardeşinin çenesini kaldırdı, ufacık kalmış yüzünü iki avucunun arasına aldı. Bu hareketin sonunda kadın bir arayanının bir soranının olmasından dolayı hissettiği rahatlıkla kardeşine uzun uzun baktı.
>> Hemen ertesi hafta Mevlit kardeşinin birkaç parça eşyasını at arabasının üstüne koydukları saman sandığına ( saman sandığı = saman taşımak için kullanılan 1,5 m yüksekliği olan bir nevi tahtadan yapılmış sandık ) doldurarak köyden ayrıldılar.
Mevlit kardeşini ve çocuklarını önce kendi köyüne götürdü 3-4 ay sonrada kardeşinin çocuklarımı okutmak istiyorum ısrarına dayanamadı onları ilçeye götürerek yerleştirdi ve onları boşlamadı her hafta ziyaretlerine gitti ihtiyaçlarını giderdi. 1 yıla varmadan da kadın bir bayan terzisi olarak ün yaptı. Çerkes Ebenin diktiği elbiselerin ünü ilçe dışına taştı.
>> İki büyük kız annelerine yardım ederken ufak olan Salih’le Saliha okula gönderildi. Çocuklarda kendilerine harcanan emeği boşa çıkarmadılar okuyarak iyi birer meslek sahibi oldular.
>>Yıllar yıllar sonra Salih'e, köyden sürüldüklerinde sığındıkları ama şimdi sadece birkaç yerde taş yığınlarının kaldığı harabelikte rastladım.
>>Tüm çocuklarını toplayarak o günlerin geçtiği yerlere getirmişti.
>>Salih yanındakileri kye gönderdikten sonra taşların üstüne oturduk sigaralarımızı arka arkaya ekleyerek uzun uzun anlattık.
>> ‘’ Ne olursa olsun insan köyünü özlüyor be ‘’ ağabey diye bitirdi sözlerini. 
>>Birlikte ormanlık alandan çıkıp köye inerken de 
>>Bu olanları ne eşime ne çocuklarıma hiç anlatmadım istedim ki çocuklarım köylerini sevsinler ondan kopmasınlar. 
>> Köye gelesiye kadar da hiç konuşmadı.
Orhan OCAK. 23- EKİM-2012 Eskişehir





===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

################ Sevginin gucu (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################



===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön
 
SEVGİNİN GÜCÜ

         Mezişha Çile 80 hanelik bir köydü. Dağın yamacına, ormanın en sık olduğu bir yere yerleşmişti. Kafkasya’dan göç ettiklerinde, ovada düz arazilerde yer gösterilmiş ama onlar anavatanlarında ki yerleşim alanına benzediği için burayı tercih etmişlerdi. Geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı. Çiftçilik ise devletin büyük desteğiyle yeni yeni yerleşmeye başlamıştı. Yörenin en güzel balını üretirlerdi. Çok sayıda ailenin yılkısı (Yabani at sürüsü) vardı. Çevrenin koşumluk ve binek atı ihtiyacı bu yılkılardan karşılanırdı.
        Köyün kuzey batısındaki iki dağın arasındaki boğazdan çenderek denilen bir rüzgâr devamlı eserdi. Bu boğaza girip birkaç km yüründüğünde, ormanların arasında geniş düzlüklere ulaşılırdı. Köylünün koyak dediği bu düzlükler atların en önemli yaylım yeriydi.
        İlk yapılan evlerin tamamı ağaç tomruğundan yapılmıştı. Yeni yapılan evler ise taştan yapılmıştı. Evlerin tamamının çatıları düz örtü olup, çorağın bir çeşidi olan yağlı bir toprakla kaplıydı. Evlerin içleri dışları yöreden çıkarılan bir beyaz toprakla badana edilirdi.
        Evlerin hemen hemen hepsi doğuya bakardı. Önlerinde de boydan boya haşpak denen sundurmalar vardı. Bu sundurmanın rüzgâr alan bir köşesinde, tavana yakın bir yerde ağaç kafes şeklinde sütlükler olurdu.
Soğuk bir sonbahar akşamıydı. Akşama kadar yağmur yağmıştı. İnsanlar dam başlarına çıkmışlar kanğaç (yuvak) çekiyorlardı. Ağaçtan veya taştan yapılmış bu silindirler ileri geri çekilerek damlardaki çorak sıkıştırılarak suyu geçirmesi önleniyordu. Uzaklarda bir yerlerde şimşekler çakıyor, her şimşekten sonra etraf kör edici bir aydınlığa boğuluyordu.
İşte böyle puslu bir gecede yayıldı puslu haber.”Savaş çıkmış seferberlik ilan edilmişti.   
        Muhtarın  köye saldığı  iki genç ev ev dolaşarak, köyün  büyüklerine 
muhtarın toplantı haberini ilettiler. Bir saat sonra bütün büyükler odada toplanmışlardı. Başköşede her zaman ki gibi Martıjko Aziz yerini almıştı. Martıjko Aziz Kafkasya dan göç eden kafileden yaşayan birkaç kişiden biriydi. Az konuşur öz konuşurdu. Herkesin hazır olduğundan emin olan muhtar sıkıntılı bir tonla söze başladı.
         —Komşular hepinizin az çok haberi olmuştur, devletimiz bir hafta önce harbe girmiştir, bizden de gücümüz oranında asker istemektedir, ne diyorsunuz? Diye sordu.
           Kısa bir sessizlikten sonra herkes kendisine göre bir şeyler söyledi. Kimisi hemen bir birlik hazırlanmasını, kimisi acele yapılmamasını gelişmelere göre tavır alınmasını, kimisi de ufak bir birlik gönderilmesini önerdi
          Sonlara doğru da Kanşawko Halit söz aldı. Kanşawko Halit çok gezen, çok bilen, her şeyden haberi olan biriydi. Bu özelliklerini bildiğinden, kendinden emin bir şekilde:
          —Komşular bu savaş uzun sürecek sonu olmayan bir savaş. Bu nedenle ben derim ki, acele yapmayalım devletin biz göçmenlere tanıdığı askerlikten muafiyet yıllarımız dolmadı bekleyelim düşman buralara gelirse bir çaresine bakarız dedi.
           Artık son söz Martıjko Azizindi, bütün gözler ona çevrilmişti.  Martıjko bir süre bekledi yerinden hafifce doğruldu, Kanşawko’nın dediklerine biraz içerlemiş hali vardı. Yaşından umulmayacak net bir sesle konuşmaya başladı:
           — Hepinizi dinledim, kimisinde akıl, kimisinde yürek, kimisinde haklılık payı var. Yalnız hatırlamamız ve hiç unutmamamız gereken şeylerde var. Rusya da düşman kapımıza gelsin bakarız dedik, düşman geldi, yerimizden yurdumuzdan olduk. Bulgaristan da gelsin bakarız dedik, yine yollara döküldük, Yoguslavya da aynı şey oldu. Artık yetti bu bayrak bizim bayrağımız, bu vatan bizim vatanımız. Mezarımızda burası olacak. Bu nedenle yapılması gerekeni değil iki katını yapmalıyız dedi ve sustu. 
         Konuşmadan çok yüzündeki acının, kinin, umudun karışımı ifade herkese kararını verdirmişti.  
           Hemen karar alındı.    
          Bir hafta içinde 68 kişilik bir liste hazırlandı. Liste hazırlanırken tek çocuk olanlar, hastalar, bakıma muhtaç kişisi olanlar bu listeye alınmadı. Birliğin şubeye teslim olasıya kadar Şagumde Yahya’nın komutasında olmasına karar verildi.
           Bu kararın ardından hummalı bir faaliyet başladı. Tğujular pişirildi, kuru etler paketlendi, azık torbalarına güzelce yerleştirildi. Erkeklerde silahlarını temizlediler, atların yelelerini ördüler, kuyruklarını bağladılar. Komşular, akrabalar ziyaret edildi, helâlık dilendi. Bu arada gideceklerin şerefine nisaşe ve eğlenceler de ihmal edilmedi. Nihayet ayrılık günü geldi çattı.                          
           Şhagumde Hamit gideceğini öğrendikten beri, çelişkili duygular içindeydi. Bir yanda, yeni yerler göreceği, yeni insanlar tanıyacağı için mutlu, savaşacağı için tedirgin, evinden, ailesinden, yedi aylık eşinden, doğacak çocuğundan daha görmeden ayrılacağı için ise üzgündü.
             O sabah erkenden kalktı atı Jibğa’ya safi arpadan oluşan yemini bolca verdi eğerini silahlarını kontrol etti. Bütün bunları yaparken köpeği Vüris arkasından dolaştı durdu. Fırsat buldukça ona sürtündü, arka ayaklarının üstünde dikilerek ön ayaklarını göğsüne dayadı, önünde yuvarlandı. Nihayet Hamit işlerini bitirdikten sonra, köpeğin önünde diz çöktü, boynunun altını okşadı sırtını sıvazladı. Köpek aradığı ilgiyi bulduğu için memnun kuyruğunu sallıyor, sanki olacakları tahmin etmişçesine, parlak gözleriyle sahibine bakıyordu.
             Hamit yavaşça doğrulurken başparmağını Vuris’e doğru sallayarak: 
             —Ben yokken buralar sana emanet ha dedi.
          Köyün içinden gelen sesler çoğalmaya başlamıştı. Hamit doğrulduğunda annesi ile babası avluya inmişlerdi, karısı Dane ise kapının eşiğinde duruyordu. Yavaş adımlarla yaklaştı önce babasının elini öptü. Babası duygularını belli etmeyen bir sesle:
              —Güle güle gider, sağ ve salim dönersin inşallah. Dedi.
            Arkasına hiç bakmadan avlu kapısından çıkıp meydana doğru yürüdü. Hamit anasına sarıldı, kadın onu sıkıca bağrına bastı. Acısını belli etmeyen bir sesle:
          —Allaha emanet ol oğul diyebildi.
           Oğlunu zorlukla bırakan kadın da kocasına yetişmek için hızlı adımlarla uzaklaştı. Koca ihtiyarlar genç çifti vedalaşmaları için onları yalnız bırakmışlardı. İhtiyarlar uzaklaşınca Dane koşarcasına geldi kocasına sarıldı, narin bedeni sessiz hıçkırıklardan sarsılıyordu. Uzun süre öylece kaldılar. Hamit karısının omuzlarından tutarak kendinden ayırdı, sağ eliyle çenesini tutarak hafifçe kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak:
         —A si Dane, a si gupse ağlama sana söz veriyorum, döneceğim. Kendine ve doğacak çocuğumuza iyi bak. Dedi.
Daha bir şeyler diyecekse de fırsat bulamadı.
           Dış kapıdan arkadaşı Yusuf’un sesi geldi.
          —Hamit yatıyor musun daha.
          Yusuf’la çocukluk arkadaşıydılar. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Düğünlere beraber gider, ava beraber çıkarlardı. Şoha denilen at yarışlarında hep aynı takımda olurlardı. Dane’yi abzağh köyünden kaçırırken de yanında o vardı. Dünyada hiçbir şeye aldırmaz, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir şeyi de umursamazdı. Hamit onun sesini kapının önünde duyunca karısına son bir defa baktı, hiç bir şey diyemeden ayrıldı. Atının dizgininden tuttu yavaş adımlarla avludan çıktı. Atlar yedeklerinde yan yana köy meydanına doğru yürürlerken, Yusuf ellerini, kollarını da kullanarak bir şeyler anlatıyor ama Hamit hiç birini duymuyordu.
           Yarım saat sonra birlik hazır hale gelmişti. Köyün dışına kadar atları yedeklerinde çıktılar. Köyün çıkışında atlarına binerek uzaklaştılar. Arkalarından erkekler gururla, kadınlar acıyla, çocuklar da ne olduğunu anlamadan el salladılar.
         Üç günlük sıkı bir yürüyüşten sonra, birlik il merkezindeki şubeye ulaşarak teslim olmuştu. Bir günlük istirahattan sonrada trene bindirilerek geleceklerini bitirecek meçhule yola çıkarılmışlardı.
         Hamit talim alanında verilen moladan yararlanarak sırtını bir çadır direğine vererek oturmuştu. Atların trene bindirilmesi sırasında canı kadar sevdiği atı Jıbğa ayağını vagona dayanan dayamalara sıkıştırarak kırmıştı. Atı muayene eden alay veterineri atın vurulmasından başka çare olmadığını söyleyince dünya başına yıkılmıştı. Amcasının oğlu Halil’in atın kafasına sıktığı tek kurşunu ta yüreğinde hissetmişti. Atsız kalınca da süvari birliklerine nakledilen arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalmıştı. Herkesle teker teker vedalaşmıştı. Yusuf’la uzun süre sarılmışlar ayrılırken de:
         —Benden önce köye dönersen eşim, doğacak çocuğum sana emanet demişti.
         Deli bozuk oğlan da gülerek bir yıl sonra hep beraber köyde olacaklarını söylemişti. Hatta kendi atını da vurarak onun yanında kalmak istemiş ama zorla vazgeçirmişlerdi. Şimdi bir aydır buradaydı ne tanıdığı biri vardı ne de bir arkadaşı. Talim sırasında yırtınırcasına çalışıyor, bu süre içerisinde kafası biraz dağılıyordu. Günler günleri kovaladı ve üçüncü ayın sonunda hareket emri geldi. Önce Şam’a geldiler burada birkaç Arap şeyhi ile bazı çapulcuların isyanlarını bastırdılar. Çok geçmeden de Yemen’e sevk edildiler
          Hamit ne kadar zamandır burada olduğunu unutmuştu. Her gün yoğun bir İngiliz bombardımanına maruz kalıyorlardı. Bombardıman başladı mı kendilerini kumda kazdıkları siperlere gömüyorlardı. Arada bir de saldırılar oluyor bunlara karşı saldırıyla cevap veriliyordu. Rüzgâr çıktığı zaman ise bir felaketti, kazdıkları siperlerin yanı sıra ağızlarına, burunlarına da kum doluyordu. Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise bir felaketti. Gündüz yanan çöl havası, geceleri dondurucu bir soğuğa dönüşüyordu. Cephaneleri, yiyecekleri, suları kıttı. Şöyle bol suyla yıkanmayı öyle özlemişti ki.
          Yine böyle netameli bir gündü: Sabahleyin onar mermi dağıtılmış, süngüler taktırılmıştı. Askerin arasında bir taarruz edileceği, bir geri çek ilineceği rivayetleri dolaşıyordu. Birden sessizliği top ve makineli sesleri bozdu. Daha ne olduğunu anlamadan, komutanları kolağası Ahmet siperden fırladı:
         —Haydi, aslanlarım gidiyoruz diyerek;İleri doğru koşmaya başladı. Hemen ardından bütün bölük, ne olduğunu, nereye gittiğini anlamadan besmele çekerek, siperden fırladı, kolağalarının peşinden koşmaya başladı.
         Hamit daha on adım atmadan ayağında bir yanma hissetti, aldırmadı koşmaya devam etti. Sağında solunda koşan arkadaşları birer birer yere yığılıyordu. Birden göğsünde de keskin bir bıçakla bıçaklanmış gibi bir acı hissetti. İki adım atmadan aynı ağrıyı omzunda ve baldırında da hissetti. Bir ara acı neyse de hiç olmazsa şu yanma olmasaydı diye düşündü. Önce dizlerinin üstüne çöktü sonrada yere yığıldı kaldı. Acılarda, top ve tüfek sesleri de silindi gitti. 
           Gözlerini açtığında kendini bir sessizliğin içinde buldu. Kavurucu bir rüzgârın desteklediği sıcak bunaltıyordu. Vücudunun her yanı zonkluyordu. Başını hafifçe kaldırdığında ayaklarının üstünde, sağında, solunda cesetler gördü. Anladı ki ölü sanılıp ölülerin arasına bırakılmıştı. Birisi üzerindeki cesedi çekerek yana yatırdı, cesedin ceplerini kurcaladı, hiçbir şey bulamadı. Başucundaki adam ayaklarına kadar gelen bir entari giymişti. Adam ona doğru dönüp yaşadığını görünce, nereden çıkardığını görmediğini bıçağı kaldırıp saplayacaktı ki arkadan gelen bir ses onu durdurdu. Sesin sahibi yaklaştı, eğildi, yaralarına baktı. Bu birincisinden epey yaşlı ve sakallıydı. Adam onu belinden tutarak kaldırdı sırtına vurdu ölülere basmamaya dikkat ederek yürüdü. Hamit’in gözleri karardı ve yeniden bayıldı.
         Mezişha köyünden askerlerin ayrılmasının üstünden tam yedi yıl geçmişti. Bu yedi yıl içerisinde elliden fazlasının ölüm haberi gelmişti. Kimisi Yemende, kimisi Sarıkamış ta kimisi de Çanakkale de şehit olmuşlardı. Her haberde köy yasa boğuluyor ağıtlar yükseliyordu. Ateşler düştükleri yürekleri ne kadar yaksa da zamanla insanlar normal yaşantılarına dönüyorlardı. Tarlalar ekiliyor, kışlık odunlar kesiliyor, evlilik çağına gelmiş çocukların düğünleri yapılıyordu. Geriye dönenlerden, şhagumde Rasim’in bir ayağı kalçasından kesilmişti. Yusuf’ta dönenler arasındaydı o uçarı,  şakacı hali gitmiş durgunlaşmış ve olgunlaşmıştı.
           Dane yedi yıl boyunca hiç ümidini kaybetmeden bekledi. Hamit’in ölüm haberi geldiğinde de inanmadı. Hamit kendisine söz vermişti dönecekti. Bu nedenle kendisini evlendirmek istemelerine hep karşı çıktı. Birde oğlu olmuştu, her şeyini ona adamıştı.
          Yusuf arkadaşının ayrılırken dediği, “Ben dönesiye kadar Dane ve doğacak çocuğum sana emanet” sözlerini bir türlü unutamıyordu. Gözlerini her kapadığında arkadaşının hayali gözünün önüne geliyordu. Arkadaşı ölmüştü, bu durumda ne yapmalıydı. Günlerdir beynini çatlatırcasına bunu düşünüyordu. Sonunda kararını verdi. Dane ile evlenecekti.
           Bunu ailesine açtı, onlarda uygun gördüler. Bir akşam Hamit’in annesinin babasının ziyaretine giderek Allahın emriyle gelinlerini, oğullarına istediler. Onlarda münasip gördü. Abzağh köyünden Dane’nin ağabeylerini getirterek rızalarını aldılar. Durumu da hiçbir itiraza meydan vermeyecek şekilde Dane’ye bildirdiler. Dane yıkıldı, her tarafı uyuştu. Ağlamak istedi ağlayamadı. Sonunda bir hafta zaman istedi.
Bu konuşmaların olduğunun altıncı gecesiydi. Dane evde yalnızdı. Oğlu uyuyordu. Yüreği iyice daralmıştı. Dudaklarından, geçen yıl köye gelen seyyar destan okuyucunun söylediği türkünün nakaratları dökülmeye başladı.
          Mızıka çalındı, düğün mü sandın?
           Al yeşil bayrağı gelin mi sandın? 
           Yemen’e gideni gelir mi sandın?
  Dön gel ağam, dön gel, dayanamiyrem,
  Uyku gaflet bastı uyanamiyrem,
  Ağamın öldüğüne inanamiyrem.
         Dane'nin gözyaşları yanaklarından süzülüyor, türkünün nağmeleri etrafa yayılırken onlar tek tek yere düşüyordu. Birden dışarıdan Vurisin sesi geldi. Yedi yıldır bir kere bile hav demeyen köpek ortalığı yıkıyordu. Dane yavaşça yerinden doğruldu, başörtüsüyle gözyaşlarını sildi. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Yavaşça evin kapısını açtı, Vuris dış kapıya gidiyor tırmalayıp geri geliyordu. Dane’yi ayakları elinde olmadan dış kapıya sürükledi kapının sürgüsüne uzanan eli titriyordu. Kapıyı yavaşça açtı: karanlıkta seçilmeyen bir karaltı vardı Vuris karaltının üzerine atlamış elini ayağını yalamaya  başlamıştı. 
        Adam duyulur duyulmaz bir sesle:
        —Dane, Vuris diyebildi kelimeler boğazına düğümlenmişti.
        Hamit dönmüştü.
        Haber köye fırtına hızıyla yayıldı. Bütün köylü şhagumdelerin evinde toplanırken, bir atlıda diğer taraftan köyü terk ediyordu. Buda arkadaşına derdini, düşündüklerini anlatamayacak olan Yusuf’tan başkası değildi.
 
             
  
ORHAN OCAK   17.Ekim.2007-ESKİŞEHİR


===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


################ Acemi avci (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################

===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


 ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA 
 


    
1979 yılının şubat ayıydı. Bir haftadır yağan kar yağışı durmuş, havada birden bire değişmişti. Sanki yazdan kalma bir gün yaşanıyordu. Yerdeki 30 cm lik kar olmasa kış günü olduğuna kimse inanmazdı.
      Böyle havalarda köylüler hayvanların yemini suyunu verip altlarını küredikten sonra Seydi’nin samanlığının arkasında toplanırlardı. Burası köyün kahvesi konumundaydı. O gün gene birkaç kişi toplanmış konuşuyorduk. Söz döndü dolaştı ava geldi. 
     Yahya önündeki karları ayağıyla ezerken;
     —Tam av havası, kar iyice yumuşadı, bu karda tavşan kaçamaz iyi bir köpekle 3–4 tane avlanır dedi.
     Sanki oradakiler böyle bir teklif bekliyorlarmış gibi hemen ava çıkılmaya karar verildi.
     Yalnız hiç birinin av köpeği yoktu. Hilmi bana dönerek
     — Hoca sende gel o zaman İzzet av köpeğini verir dedi.
     İzzet eniştenin de av köpeği çok meşhurdu, önüne kattığı tavşanı ya avcıların önüne sürer ya da gidebildiği yere kadar kovalardı. İyi bir gezintiyle biraz dağ havasının iyi geleceğini düşünerek kabul ettim.
     İzzet enişteye giderek tüfeğini ve köpeğini aldım, tüfekte eski ağızdan dolmadan çevrilerek kırma yapılmış onikilik bir tüfekti, altı köşe dökme demirdenmiş gibi duran, namlusu normal tüfeklerden 20 cm daha uzun bir tüfekti. Bu nedenle de menzili bir hayli fazlaydı.
     Köpek benim tüfekle evden çıktığımı görüce av olduğunu anlamış etrafımda koşuşturup oynamaya başlamıştı.
     Diğerleriyle köy meydanında buluştuk. Yahya, Hilmi, ben birde gençlerden Hayati vardı.
     Hemen sarı bele kadar gidip bir iki saat av yaparak dönmeye karar verdik.
     Sarıbel’e vardığımızda herkes iz aramak için veya bir çalının dibine sinmiş bir tavşan görebilmek için dağıldılar. Bende montumu çıkararak karların üstüne serdim, tüfeği de dipçiğinden kara sapladım. Montun üzerine oturarak sigaramı yakıp önümdeki manzaranın güzelliğini seyretmeye daldım. Buranın bitki örtüsü çoğunlukla çam ve ardıç ağaçlarından oluşuyordu. Aralarda da meşe ağacı kümeleri vardı. Meşelerin çıplak dalları üzerinde biriken karlar güneşin etkisiyle kayıp düşüyorlardı, bu nedenle sanki yarı çıplak gibiydiler. Çam ve ardıç ağaçlarındaki karlar ise olduğu gibi duruyordu. Kışın dökmedikleri yaprakların yeşilliği ile üzerlerindeki beyazlık seyrine doyum olmayan bir manzara yaratıyordu. Köy tarafına sırtını verip durduğunda karşıya doğru bir yol uzayıp gidiyordu, biraz ileride ormanın içinde kaybolup gidecekmiş gibi olan bu yol dağların arasından uzayıp giderek Peçene ve Kilise'ye çıkıyordu. 
       Yolun sağ tarafındaki dağlar sıra halinde Yazılıkaya,Yapuldak ve kümbet köylerine kadar ulaşırlardı. Sağ tarafta ise kış yaz rüzgârının hiç eksik olmadığı azametli Göktepe vardı. Arkasındaki dağlar takip edildiğinde Göl yaması, Kirazlıdere geçilerek han merasına girilirdi.
      Birden arkamdaki çalıdan bir hışırtı duyuldu, geriye döndüğümde iri bir tavşanın çalıdan fırladığını gördüm. Daha ben silaha uzanırken de ağaçların arasında kayboldu gitti. Birkaç saniye geçmeden de çakalın sesi duyuldu. Köpek nasıl fark etmişse etmiş hemen tavşanın peşine düşmüştü.
     Bir saat kadar tavşan karşı yamalarda dolandı durdu, köpekte arkasından kovaladı. Bir ara arka arkaya iki silah sesi geldi ama köpeğin sesinin kesilmemesinden tavşanı vuramadıklarını anladım. Bu silah seslerinden sonra tavşanda köpekte hızla uzaklaştılar. Köpeğin sesi yavaşlayarak kayboldu gitti. Bazen rüzgârın içinden birkaç cılız havlaması da zaman geçince kayboldu.
     Güneş batmak üzereyken arkadaşlar yamaçlardan birer birer inerek geldiler. Artık köye dönme zamanı gelmişti. Arkadaşlar köyün yolunu tutarken bende köpeğin peşine düştüm. Niyetim onu bulup en kısa zamanda dönmekti. Birkaç kere iz kestikten sonra tavşanla köpeğin gittikleri yolu bulup peşlerine düştüm. Birkaç kere silah attım. Eniştemin dediğine göre köpeğin bu silah seslerine gelmesi lazımdı ama ne gelen oldu ne giden. Birden havanın karadığını hissettim, içimi bir korku kapladı. Tam geriye dönmeye kara verdiğimde karşı yamadan köpeğin sesi belli belirsiz geldi. Bir el silah atarak o tarafa yöneldim. Bu olay birkaç kere tekrarlandı. Bu ara bende birkaç ufak dağı aşmıştım. Havada iyice kararmıştı. Açık gökyüzündeki hilal şeklindeki ayla yerdeki karlar birlikte loş bir aydınlık yaratıyorlardı. Çamlardan püsen inmeye başlamıştı. Bu püsenle hafif hafif esen rüzgârın sürüklediği karlar kısa zamanda izleri örterek yok etti. O zaman paniğe kapıldım. Bir tavşanla bir köpeğin izlerinin bile bu kadar önem taşıyabileceğine ömrümde inanmazdım.
      Artık önümde üç seçenek vardı birincisi geriye dönmek, izlerin silindiğinden çevremdeki hiçbir yeri tanıyamadığımdan dönüş yolunu bulamayacağım kesindi onun için bu seçeneği hemen geçtim. İkincisi olduğum yerde durmadan ufak bir daire üzerinde dönmek. Böylece aramaya çıkanların bana ulaşasıya kadar sağ kalmayı becermek.   Şewoşlardan Hacı Yusuf bir gece vakti Kayı dan  gelirken karaağaç mevkiinde tipiye tutulmuş bir metre önünü göremediğinden şaşırmamak için yola devam etmeyerek bu metodu uygulamıştı. Onun yeri hem köylere yakındı hem de sabaha az kalmıştı. Bu da benim durumuma uygun değildi, geriye üçüncü yol kalıyordu. Aynı yönde mümkün olduğu kadar sapmadan yürümek. Yürüdüğüm zamana, aldığım yola aştığım dağlara bakarsan kısa bir müddet sonra Yazılı, Tonra, Yapuldak köylerinden birine ulaşabilirdim herhalde.
     Bu düşünce bana yeni bir enerji verdi.
     O hızla birkaç tepe daha geçtim. Her tepeyi aşışta bir köy karartısı görmeyi bir köpek sesi duymayı beklerken her tepeye ulaştığım da karşımda yeni bir vadi ve yeni bir tepe görmek çok kötüydü. Acaba dedim kendi kendime benim için hayat buraya kadar mıydı?
     Gözümün önünden bütün geçmişim bir film gibi geçmeye başlamıştı. Film şeridi aileme gelince takıldı kaldı. Canım kadar sevdiğim üç kişi dikilmişlerdi karşıma. Bunlar eşim ve iki çocuğumdu.
     Zaman gece yarısını geçmişti. Bir ağacın altına oturup bir sigara içerek dinlendikten sonra yola devam etmeyi düşündüm. Öyle uykum gelmiş öylede susamıştım ki.
      Birden sanki hemen arkamdaymış gibi gelen kurt ulumasıyla kendime geldim. İki saat önce bu ulumalar bir hayli uzaktan geliyordu. Karşıma gelip dikilseler de umrum da değildi artık çünkü donma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Her ihtimale karşı sesin geldiği tarafa tüfeği doğrultup bir el ateş ettim.
      Birden içimi bir ümit kapladı bu kurt tanrının bir lutfuydu, ettiğim bütün  duaların karşılığıydı beklide. Eğer kurdun ulumasını duymasaydım ağacın altına oturacak anında da hiç uyanmamak üzere uyuyacaktım.
      Yorgunluktan ayaklarım beni taşıyamıyordu artık kara batan ayaklarımı çıkarmakta iyice zorlanmaya başlamıştım. Öylede uyku bastırmıştı ki göz kapaklarımı kapatsam hemen ayakta uyuyacaktım. Karamanlı çavuş geldi aklıma,  Siirt’in Kozluk ilçesinin Geyikli köyünde çalışıyordum. 1973 yılının aralık ayıydı, çok sert bir kış geçiyordu. O sabah çocuklar telaşlıydı. Ne olduğunu sordum.
     —Öğretmen Beşkonak karakolunun çavuşu öldü dediler.
     Yerini öğrendim köy girişindeki kayalıkların dibindeydi. Hemen dışarı çıktım ve o yana yöneldim. Aklıma ilk gelen eşkıya ile girdikleri bir çatışmada vurulmuş olması ihtimaliydi.
     Arkamdan birkaç köylüde yetişti, onlarında malumatı yoktu.
     Olay yerine vardığımızda baya bir kalabalık toplanmıştı. Bizim köy karakolunun jandarması tedbir almış kimseyi yaklaştırmıyordu. Çavuş sırtını kayaya vermiş oturur vaziyetteydi bir eli dizinin üstündeydi, parmaklarının arasındaki sönmüş sigara hala duruyordu. Kazadan gelirken yanındaki jandarmaları göndermiş kendiside biraz soluklanıp, bizim karakola uğrayacakmış ama o çöküş o çöküş olmuş.
     Bu hatıra beni biraz canlandırdı. Tırmandığım tepenin doruğuna bir 40–50 m vardı oraya varabilsem diye düşündüm, hoş varsam da ne olacaktı bir vadi daha, bir tepe daha çıkacaktı karşıma. Ayaklarımda sanki bir ton yük vardı, her tarafım uyuşmuştu. Kulaklarımda çocuklarımın ha gayret diyen sesleri vardı. Ölürsem de ayakta ölmeliydim, bunun için Allaha bir kere daha yalvardım. Tepeye nasıl ulaştım bilmiyorum. Tepeye ulaşmıştım ama bir şey göremiyordum, iri çam ağaçları görüşümü kapatıyordu. On M sağımda bir a
çıklık vardı son bir gayretle oraya yöneldim. Açıklığa ulaşıp aşağıya baktığımda. Karşımda bir dağ yoktu. Dağın eteğinin bittiği yerde, alaca karanlığın içinde hafif engebelerle uzanıp giden bir düzlük vardı. Biraz dikkatli bakınca da yamacın bittiği yerde ev karaltıları gördüm. Bir kaçında da çok hafif ışıklar sızıyordu. Aman Allah’ım ne kadar güzel bir manzaraydı bu. İlk işim diz çökerek Allah’a şükretmek oldu. İçimden ayağa kalkıp aşağıya doğru koşmak geldi. Davrandım ama ayağa kalkamadım.
Yılını tam hatırlayamıyordum tahminen 1950 yılının mart ayıydı. Kayı Köyünden iki avcı, öldürdükleri kurdun derisini otla doldurarak bir sopaya geçirip, köyleri dolaşarak sürü sahiplerinden bahşiş topluyorlarmış. Günlük güneşlik bir havada bizim köyden çıkıp Peçene’ye gitmişler. Dönüşte ise yakalandıkları kar ve tipiye rağmen, topladıkları buğday, arpa gibi şeyleri yükledikleri atın kuyruğundan tutarak, köyün girişindeki boğaz çeşmesine kadar gelmeyi becermişlerdi.
     Köye gelmenin rahatlığıyla çeşmenin başındaki taşın kuytusuna oturup bir sigara içmek istemişler ama donarak ölmüşlerdi. Cenaze sahipleri öldürülmüş olduklarından şüphelendiklerinden şikâyetçi olmuşlar, savcılık ve adli tabip gelmeden cenazeleri iki gün boyunca kaldırmamışlardı. Savcı ve tabip yarı yarı yola gelmeden kada mahsur kalınca cenazeler kızaklarla oraya kadar götürülmüşlerdi. Bu olay uzun yıllar iki köy arasında husumet kaynağı olmuştu, o yıldan sonra da bahar başlarında gelen kışlara bu iki adamın isimlerin den Çakır Ahmet kışı denmiştir.

     Beni de böyle bir sonun korkusu sarmıştı. Adımlarımı atamıyor adeta sürüklüyordum. Birden aşağılardan, köyün dışından köpek sesleri geldi. Bu bana güç verdi ama sadece iki adım atabildim. Olduğum yerde kazık gibi kalakalmıştım.
     Silah atayım diye davrandım uyuşmuş ellerimle fişeği namluya süremedim. Sonrasında da fişek yere düştü karların içinde kayboldu. Meydanda olsa bile eğilip alma durumum yoktu. Çaresizliğimden ağlamak üzereydim, kurtuluşa bu kadar yaklaşmışken hayatım avuçlarımın arasından kayıp gidiyordu. Aniden belimde ki silah aklıma geldi. Son bir gayretle tüfeği namlusundan yere sapladım, dipçiğini sol koltuğuma alıp yaslandım. Ama bir türlü kurşunu namluya süremiyordum. Mekanizmayı dişlerimle kavrayarak denedim ve becerdim.
     Yüze kadar sayarak bir el ateş ettim, tekrar yüze kadar saydım bir daha ateş ettim. Buna şarjördeki son mermi bitesiye kadar devam ettim. Bu hareket beynimi oyaladığından hem uyumamı önledi hem de silah seslerini duyan biri olursa yerimi bulmada kolaylık sağlayacaktı,
      Artık bu iş tamam diye dizlerimin üstüne çöktüğüm anda kuvvetli bir kolun beni koltuğumun altından kavradığını hissettim. Kolun sahibi hem beni sürüklercesine aşağıya indiriyor hem de uyumamı önlemek için devamlı bir şeyler sorarak konuşturmaya uğraşıyordu. 
      Neler dediğimi hatırlamıyorum ama adamı sesinden tanımıştım. Bu
eşimin dayısının oğlu. şevoşlardan Selahattin’di.
      Kendi köyümüze gelebileceğim den umudum hiç yoktu. Geldiğim yeri de Yapuldak köyü diye kafama taktığımdan: Allah Allah bu adamın burada ne işi var diye düşünüyordum. Bu ara ormanla iç içe olan ilk eve gelmiştik. Penceresinde ışıklar vardı. Daha Selahattin kapıyı çalmadan kapı açıldı ve Kanşaw Kasım Okay çıktı. Ben hala nerede olduğumu
kestiremediğimden  Kasım da gelmiş buraya diye düşünüyordum.
Kanşawlar eskiden beri atalarından itibaren avcı bir aileydi. Bu durumlarla birkaç kere karşılaştıklarından ne yapması gerektiğini iyi biliyordu. Beni soba yanmayan bir odaya aldılar. Kabanımı kazağımı çıkardılar, beni o halde evin içinde koltuklarıma girerek dolap beygiri gibi yarım saatten uzun bir süre konuşturarak çevirdiler.
     Sonlara doğru tatlısı biraz azca 5–6 bardak ta çay içirdiler. Sonrada sıcak odaya alıp çoraplarımı çıkararak ayaklarımı ılık suya koydular. Biraz kendime gelmiştim. Yengede bu ara sofrayı hazırlamıştı. Bir gün önce Kasım ağabeyin önezede vurduğu tavşanın yahnisiyle karnımı doyurdular. O an yemek bana o kadar lezzetli gelmişti ki, bu gün karnım acıktığın da hala o yahninin kokusu gelir burnuma. Artık iyice kendime gelmiştim ama bırakmadılar toprak sobanın arkasına bir yer hazırlayarak yatırdılar. Başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum.
  
    Uyandığımda odayı gün ışığı doldurmuştu. Bütün köy haklıda oradaydı.    Çocuklarım birer elimi sıkı sıkı tutmuş başucumda oturuyorlardı. Uyandığımı görünce geri çekilmek istediler. Adetlerimiz gereğince başkalarının yanında anne babaya yaklaşmamaları öğretilmişti.  Kızacağımı sanmışlardı belkide. Ellerini bırakmadım aksine kollarımı omuzlarına dolayıp Bağrıma bastım uzun süre öylece tuttum. Odadaki kadınların bazıları kendini tutamamış hıçkırmaya başlamışlardı.
     Gözlerimi kapattım tanrıya uzun uzun şükrettim. Toparlanıp kahvaltımı yaptıktan sonra başıma gelenleri kısaca anlattım. Benim dışımda gelişen olayları da dinledim. Ben gelmeyince köylü bizim avcı arkadaşları bir hayli fırçalamışlardı. İzzet eniştem ve Fehmi ağabeyin önderliğinde iki ayrı koldan aramaya çıkmışlar izlerin belli olduğu yere kadar takip etmişler, izler kaybolunca da çaresiz geri dönmüşlerdi. Köpeği de Hamdi Topak, kiraz derenin ağzına sabah önezesine gittiğinde bir çalının dibinde bularak paltosuna sarıp getirmişti. Bir gece içinde hiç kimsenin ölümle yaşam arasında bu kadar gidip geldiği olmamıştır.Bu gün düşünüyorumda hiç kimsenin bır saat sonrasının belli olmadığını daha iyi anlıyorum.
  
         20–02–2008 Eskişehir. Orhan Ocak

 
 
 
################ Selim-in hikayesi (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################


===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön



SELİM'İN HİKAYESİ

         Cıvıl cıvıl, güzel bir sonbahar sabahıydı. 
         Ahmet Bey’in konağında bahçeye, bahçe dışına, hatta tüm köye yayılan yoğun bir koşuşturma vardı. Özenle süslendiği belli olan gelin arabası, çok sayıda oluşan konvoyda kılavuz araçtan sonraki yerini almıştı. Gelin alıcı gideceklerin tümü yaşlarına, mevkilerine uygun biçimde araçlara bindirilmişlerdi. Konukların çoğunda iki gündür devam eden nisaşenin [düğün] mahmurluğu vardı. En sonda yer alan iki otobüste ise durum bambaşkaydı. Buradaki gençler pşine ve phaceg eşliğinde voredlere başlamışlardı bile. Sanki iki gündür çalan, oynayan, konuklara hizmet eden onlar değildi.
        Ahmet Bey, düğünün sorumlusu, thematesi olan Yahya 
        Bey’le şunları konuşuyordu.
        —Misafirlerimizin hepsine yemek yedirildi mi?
        —Tümüyle bizzat ilgilendim merak etme.
       —Gelin alıcı gidecek araç sayısı yeterli mi? Dönüşte oradan gelecekleri de düşündünüz mü? Ayıplı olmayalım sonra.
        —İçin rahat olsun Ahmet Bey, yeterince arabamız var. Allah’ın izniyle her şey yolunda gidecek, merak etme sen. 
        Ahmet Bey, Yahya Bey’in koluna girerek O’nu kalabalıktan biraz uzaklaştırdı ve şöyle dedi
        —Yahya Bey, Mafehable’nin(Uğurlu Köy] insanlarını sende en az benim kadar tanırsın, seversin. Hepsi xabzelere(adetlere) çok değer verir, hepsi xabzelere çok bağlıdır. Aman gözünü seveyim, can kaybedin ama onur kaybetmeyin, hata yapmayın, bizleri bir ayıbın altına sokarak boynu bükük bırakmayın.
        Bu sözleri söyleyen Ahmet Bey, Yahya Beyin cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla konağa yöneldi.
        Yahya Bey konvoyu oluşturan tüm arabaları tekrar kontrol edip, araçları kullanacak olanları konvoyu bozmamaları ve hız yapmamaları konusunda uyardıktan sonra bineceği arabaya doğru yürüdü. Az sonrada konvoy hareket etti. Yaklaşık iki saat süren bir yolculuktan sonra, Mafehable köyüne varıldı. Köyün girişinde bütün arabalar durdu. Gelin alıcı gelenlerin hepsi arabalardan indi. Thamateler önde, hanımlar ortada, gençler ise en arkada olmak üzere kendiliğinden bir sıralama oluştu ve grup köye doğru yöneldi.
       Mafehable sakinleri de konuklarını karşılamak üzere köyün giriş kapısına kadar gelmişler, onları bekliyorlardı. Onların da tehamateler den gençlere doğru, büyük bir düzen içinde dizildikleri hemen göze çarpıyordu.
        İki grup bir araya gelince herkes sıra ile tokalaşmaya, hal hatır sormaya başladı. Birbirini tanıyan ve aralarında samimiyet olanların tatlı şakalaşmaları da göze çarpıyordu. 
        Yahya Bey bir ara arkaya göz atmak için geri döndü ve birdenbire buz gibi oldu. Dünya başına yıkılıyor sandı. Damadın amcasının oğlu olan Jankat, ceketi omuzlarında, yaka paça açık, alkollü olduğunu belli eden bir yürüyüşle grubun dışına çıkmış, ev sahibi thamatelere doğru ilerliyordu. Yahya Bey, Jankat’a engel olmak için hemen ileri atıldı ama geç kalmıştı.
Jankat tam thamatelerin yanına gelmiş, elini uzatmaya hazırlanırken, başka bir el uzanarak O’nu geri çekti. Bu elin sahibini Yahya Bey hemen tanımıştı. Bu25–26 yaşlarında, kumral, ince ama sağlam yapılı Doğan adındaki gençti. Çevredeki herkes tarafından sevilir sayılırdı. Bileğide yüreği de sağlam bir Çerkez delikanlısıydı. Xabzelere bağlılığını bilmeyen yoktu.
        Yahya Bey içinde bir şeylerin koptuğunu, bir felaketin çok yakınlarda olduğunu hissetti. Ortaya çıkmak, bir şeyler yapmak istedi ama kıpırdayamadı.
         Doğan Jankat’ı geriye itti. Nereden çıktıkları anlaşılmayan iki genç de O’nu kollarından tuttular. Gençlerden biri ustaca bir hareketle uzandı ve Jankat’ın belindeki silahı çıkarıp aldı. Bu hareket o kadar seri olmuştu ki kimse fark etmedi.
        Doğan çekeninin önünü ilikleyerek ilerledi, saygılı ama ne yaptığını bilen bir ses tonuyla şunları söyledi:
        —Değerli thamatelerim, affınıza sığınarak konuşmak için izin istiyorum.
         Thamatelerin izin verilmiştir anlamındaki işaretlerini aldıktan sonra tok bir sesle devam etti.
         —Şu anda sizlere, bizlere ve xabzelerimize karşı büyük saygısızlık yapılmıştır. Bu güne kadar hiç kimse içkili olarak, ceketi omzunda, yakası paçası bir tarafta thamatelerin ve toplumun önüne çıkmadı. Bundan sonrada çıkmaması gerekir. Bu nedenle bizler köy gençleri olarak bu kişinin ve diğer sorumluların Adiğe Mahkemesinde yargılanmalarını istiyoruz.
         Bu sözlerden sonra Doğan sessizce geri çekildi. Doğan’ın bu sözleri thamatelerin gözlerinde pek açığa vurmadıkları bir memnuniyetin belirmesine neden oldu.  
         Kısa sürede mahkeme kuruldu, her iki köyün ihtiyarlarından oluşan bir hakem heyeti belirlendi. Tamer davacı olan Mafehable gençlerini temsil etmek için seçildi. Yahya Bey Jankat’ı ortaya çıkartıp suçlarını yeni bir ayıpla süslemek istemedi. Orta yaşlı aklı başında bir adam olan Salih’i O’nun vekili olarak çıkardı. Salih kusurlarının büyük olduğunu savunulacak bir tarafı olmadığını dile getirerek özür diledi. Verilecek her türlü cezayı itirazsız kabul edeceklerini bildirdi.
         Mahkeme heyeti kararını çok çabuk verdi ve açıkladı:
       Kusuru işleyen ve onun davranışlarından sorumlu olanlar köye alınmayacak, sorumlular yeteri sayıda hayvan keserek, gelin alıcılarda dâhil olmak üzere o anda köyde kim varsa ziyafet verilecekti.
Bu karardan sonra Yahya Bey derin bir nefes aldı. Kalabalıkta eski neşesine kavuştu. Tam o sırada gelin alıcı gelenlerden Deli Durdu lakaplı Durdu Çavuş, birkaç thamate ile bir kısım gencinde aklını çelerek ;”Bizim gelin alıcımıza bu hakaret yapılamaz, bizde bu durumda köye girmiyoruz, gelini de almıyoruz.” Diye diretmeye başladı. Yahya Bey’in ve diğerlerinin bütün uğraşları, ikna çabaları boşa çıktı. Bu grubun direnci kırılamadı.
          Bekleyiş uzadıkça uzadı, sinirler gerildikçe gerildi. O zamana kadar hiçbir şeye karışmayan, mafehablenin büyük thamatesi, Mezanko muhtarı yanına çağırdı bir şeyler söyleyerek O’nu kızın babasına gönderdi. Muhtar olan biteni ve Mezanko’nın dediklerini kızın babası Rasim amcaya anlattı. Rasim amca uzun süre düşündü, oturuşunu defalarca değiştirdi, sonra da üzgün bir sesle:
        —Kızımız hala evimizde, thamateler nasıl uygun görüyorlarsa öyle davransınlar dedi.
        Muhtar bu haberi getirdikten sonra Mezanko Yahya Bey’i kenara çekerek bu hayırlı işin burada bozulduğunu iletti ve kendilerine hayırlı yolculuklar diledi.
        Gelin alıcılar neye uğradıklarını anlayamadan, başları öne eğik üzgün bir şekilde geri döndüler.
        Ahmet Bey gelin alayının köye girişindeki garipliği hemen sezmişti. Ne bir korna sesi duyulmuş ne de bir silah atılmıştı. Hatta Nazım bile müjdeye gelmemişti. Acaba silah atılırken ölen veya yaralanan mı olmuştu? Bütün olanı biteni Yahya Bey’den öğrenen Ahmet Bey’in dizlerinin bağı çözüldü, hiçbir şey diyemeden kalakaldı. O sırada Kerim de şawovuneye(damat evi) gidip durumu haber vermekle görevlendirilmişti. Şawovunenin kapısından girer girmez damadın şawoğusesi (sağdıç) Cemil gülerek:
        —Ne o Kerim, Nazım’ı geride bırakıp müjdeye sen mi geldin? Bunun için ne yaptın? Nazım’ın arabasının lastiklerini mi patlattın?
        Kerim hiçbir şey demeden kapının yanına çöktü ve olan biteni anlattı. Biraz Jankat’a biraz Doğan’a atıp tuttu. Selim duyduklarına inanamıyordu. Tam 5 yıl Cansel’in gidebileceği her düğüne gitmiş. O oynarken yığınla mermi harcamıştı. Uzun ve zahmetli bir uğraş sonunda Cansel’in gönlünü etmiş, düğün dernek kurulmuştu. Bunlar ne diyordu şimdi? Olabilir miydi böyle bir şey?
        O günden, o saatten sonra Selim bir tek kelime etmedi, yemedi, içmedi. Sonunda bir gece sessizce köyü terk etti. O’nu bir daha ne bir gören oldu nede bir haberini duyan…
         Annesi Zahide ise yıllarca, bıkmadan, usanmadan yolları gözledi. Gördüğü herkese oğlunun geliniyle geleceğini anlattı durdu…

1993 Eskişehir  Orhan OCAK


===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

################ Aglatan kafe (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################
===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

 
AĞLATAN KAFE
        
Temmuz ayının ortalarında bir gündü. Köylü arpaları bitirmiş buğdayları biçmeye başlamıştı. Ben de yeni denenmeye başlanan Meksika buğdayı ekmiştim. Hem üzerimde hamlık olduğundan hem de bu buğdayın saplarının kalın ve sert olmasından iyice yorulmuş, tırpanı da tarlada bırakarak köye dönmüştüm. Evin önündeki kerevete oturmuş kahvemi içiyordum ki korktuğum başıma geldi. 
           Harun, “Hoca” diye bağırarak avluya girdi. Harun uzun seneler İstanbul’da çalışmış, çalıştığı iş yerinden kaynaklanan bir akciğer rahatsızlığından dolayı temiz havası için köye dönmüştü. Hemen hemen her akşam milleti toplar, gençlerle eskiler arasında voleybol maçı yaptırırdı. Beni de kurtarıcı olarak eskilerin arasına alırdı. Tabii sonunda da gençler bizi duman ederlerdi. Millet bizim gazozumuzu içmekten, şekerlemelerimizi yemekten bıkmış, Harun’un sayesinde biz ısmarlamaktan bıkmamıştık.
           Bu günde yorgunum dememe aldırmadan, yeni taktikler anlatarak sahaya sürüklemişti beni. Tam sahanın olduğu köy meydanına gelmiştik ki, ilçe yolundan bir jip tozu dumana katarak geldi ve yanımızda durdu. Jipin sahibi kavruk dediğimiz birisiydi.  Bütün dağ köylerinin gelenini gidenini otaşırdı. Sanki içimizden biri olmuştu.
          Kavruk arabadan inmiş hem konuşuyor hem de elimi tutmuş sallıyordu. Çok boş konuşan biri olduğundan dediklerini dinlemedim bile. Arabaya dönüp baktığımda baba dostumuz Ali İhsan abiyi gördüm. Hemen yanına giderek elini öptüm.
          Hoş geldin amca, dedim. 
          Üzüntülü ve kısık bir sesle:
          —Yeğenim pek hoş gelmedim, dedi.
          Harun’a dönerek kavruk’u gösterdim;
          —Benim yerime bu oynayacak biz birazdan döneriz dedim.
          Ali İhsan abiyi alarak eve götürdüm. Ben ocağa çay suyunu koyarken o anlatmaya başladı. Oğlu Seferli Köyünden bir kız kaçırmış, kızın yaşı 18’ in altındaymış, ailesi şikâyetçi olmuş, her tarafta aranıyorlarmış. Yanına oturdum, elimi dizine koyarak:
          —Tamam, amca üzülme sen hallederiz. Şimdi söyle bana kızın yanında birisi var mı?
           —Evet, dayısının oğlu var.
           — Kızın 18 yaşına kaç ayı var?
           —13 gün.
            —Neredeler şimdi?
            —Elmalı da bir arkadaşındalar.
            —Emniyetli mi?
            —Birkaç gün için evet, sonrasını bilemem.
            Bu konuşmadan sonra Ali İhsan Amcanın çayını koydum, o çayını içerken bende Sait ile Hilmi’ye haber saldım. 5 dakika sonra geldiler. Onlara:
           — Çocuklar iki günlüğüne bir işimiz var hazırlanıp gelin, dedim.
           Kalkıp kapıya doğru yöneldiklerinde de ilave ettim.
           —Sağlam gelin ha.
          Çocuklar çıktıktan yarım saat sonra hepimiz hazırdık, arabaya bindik ve yola çıktık. Bu arada çok garip bir şey olmuştu, yapılan maçta eskiler ilk defa gençleri yenmişlerdi.
İlçeye geldikten sonra doğru Ali İhsan Amcalara indik. Kavruk’ saat gece 22’de beni Kel Osman’ın kahvesinin önünde beklemesini söyleyerek gönderdim. Sait ile Hilmi’ye de taksici Raif’i bularak saat 22 de hazır olmalarını, bizi belirli mesafeden takip ederek arkamızı kollamalarını söyledikten sonra hareket saatine kadar serbest bıraktım.
            Biz Ali İhsan Amcayla konuşurken Huriye Teyzede yemek hazırladı. Yemekten sonra ise oğlu Fatih için lazım olacağını düşündüğü bir valiz toparladı. Nihayet vakit geldiğinde içlerini ferah tutmalarını, lazım olduğunda bizi nerede bulacaklarını söyleyerek valizi de alıp evden ayrıldım.
Kahvenin önüne geldiğimde Kavruk hazırdı. Şöyle bir etrafıma bakındım10 M geride bizimkileri taksinin içinde gördüm, sellektör yaparak hazır olduklarını bildirdiler.
           Hiç vakit kaybetmeden hareket ettik. Çocukları kaldığı köyden alarak 13 günü geçireceğimiz Kayalık Köyüne doğru yola koyulduk. Yolda bir ara Kavruk telaşla “hocam takip ediliyoruz “dedi. Bende aldırmamasını söylemekle yetindim.        
            Telaşlanması hoşuma gitmişti, yol boyunca da telaşını giderecek bir şey yapmadım.
            Bir saati ovada bir saati de çam ve meşe ormanının içinde geçen bir yolculuktan sonra Kayalık köyüne geldik. Vaktin gece yarısını geçmesine rağmen köye girişteki yolun iki tarafındaki harmanlarda lüks ışıkları yanıyordu. Köylüler bu köyde yalnız geceleri esen bir rüzgârdan faydalanarak harman savuruyorlardı.
            Doğruca Raşit’in evine gittik. Raşit hem uzaktan akrabamız hem de delikanlılık yıllarımda ki en iyi arkadaşımdı. Evlenmiş çoluk çocuğa karışmış, üç yıldır da Kayalık Köyünün muhtarlığını yapıyordu.
            Raşit’i uyandırıp durumu kısaca anlattıktan sonra bizim çocukları ve taksicileri geri göndermek istediysem de, Raşit hiç birini bırakmadı. Hemen taksicilerle beni bir odaya gençleri de başka bir odaya aldı.   Kısa zamanda önümüze bir sofra çıkarttı. Yemeği getiren Raşit’in kardeşi Raziye hoş geldin faslından sonra:
            —Abi bakıyorum da gene iş başındasın, diye takılmadan edemedi.
            Bende kısaca:
            —Dostlar sağ olsun, onların bize işleri düştüğü sürece biz varız, dedim.
            Yemekten sonra taksicilerle, bizim çocukları yolcu ettik. 
            Raşit hemen kızı başka bir haneye, oğlumuzu da başka bir haneye yerleştirdi. Bizde geldiğimi duyan tanıdıklarında katılmasıyla çayımızı içerek sabaha kadar muhabbet ettik.
             Zamanımız anlatılamayacak kadar güzel geçiyor, sayılı günlerimiz azalıp gidiyordu. Geceleri bir gece kızın kaldığı yerde, bir gece delikanlının kaldığı yerde olmak üzere her gece eğlenceler kuruluyor, düğünler yapılıyordu. Bu eğlencelere komşu köylerden
              Gelen kızlı erkekli gruplarda katılıyordu. Gündüz akşama kadar tarlada çalışan bu gençler akşamları böylesine bir enerjiyi nereden buluyorlardı bilmiyorum. 
Kızı misafir eden hane ona iyice sahiplenmişti. Gelin almaya gittiğimizde bize neler yapacaklarını anlatıp takılıyorlardı.
Köye geldiğimizden beri bir şey dikkatimi çekmişti. Her akşam güneş batımı ile birlikte iki mızıka sesi duyuyordum. Biri başlayınca, öbürü susuyor, o susunca öteki başlıyordu.
Sesin biri köyün bir ucundan öbürü öteki ucundan geliyordu. Nağmelerde oyun havası değildi, insanın içerisine işleyen alıp ta uzaklara götüren çok hüzünlü nağmelerdi.
             Merak ettim Raşit’e sordum. Uzun uzun anlattı.
             Mızıkayı çalanların biri erkek birde kızmış, bu ikisi birbirine sevdalıymış, sevdalıymış ama bir araya gelmeleri imkânsızmış. İki aile arasında kan husumet düşmanlık her şey varmış. Remzi bu sevdayı unutmak için köyden ayrılmış. Önce Almanya’ya sonra Suriye’ye oradan da Ürdün’e geçmiş. Uzun zaman Prens Ali’nin muhafız alayında durmuş. Prens Ali’nin babası ölüp kralın çerkes olmayan eşinden doğmuş üvey ağabeysi kral olunca oda Ürdün den ayrılmış. Bakmış içindeki kara sevda bitmemiş dönmüş gelmiş köyüne. Kendini atlara vermiş. Balıkesir taraflarından birkaç damızlık at getirmiş ve çok güzel atlar yetiştirmeye başlamış. Her akşamda mızıkasını alır sevdiğine içini dökermiş.
Gülbaharsa Remzi köyden ayrıldıktan sonra tamamen içine kapanmış, bütün taliplerini geri çevirmiş dertlerini sadece mızıkasına döker olmuş.
              Bu iki sevdalı mızıkalarıyla anlaşır dertleşir olmuşlar.
Bu hikâye beni baya etkilemişti. Ertesi akşam iş edinip Gülbaharın babasını ziyaret etmeye karar verdim ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Gülbahar’ın babası Ziya Bey çok sert ve aksi bir adamdı.
             Ertesi gün bu mesele kendiliğinden çözüldü. O akşam bizi yemeğe davet etmişlerdi. Köye geldiğimizden beri bu davetler sürüyordu. Çocuklara yemekten sonra Gülbahara mutlaka ağlatan kafeyi çaldırmalarını istedim. Akşam büyükler ayrı odada gençlerde ayrı odada yemeklerimizi yedik, bir taraftan çaylarımızı içerken bir taraftan da muhabbete başladık. Ziya Bey askerliğini Atatürk’ün muhafız alayında yapmıştı, o nedenle çok ilginç anıları vardı. Büyük zevk alarak dinledim, tek rahatsızlığım sigara içememekten kaynaklanıyordu.
            O ara gençlerin bulunduğu odadan mızıka ve wored sesleri gelmeye başlamıştı. Biraz sonrada ağlatan kefenin hüzünlü melodisi başladı. Gülbahar o kadar içten çalıyordu ki içimi titretti hüznü ta iliklerime kadar hissettim. Herkeste benim hissettiklerimi hissetmiş olacaktı ki içeride bir sessizlik hüküm sürüyordu. Melodinin sonunda sessizliği  Raşit bozdu. Bana dönerek:
              — Hocam sen bu şarkının hikâyesini biliyorsundur, dedi.
              Bu soruyu bekliyordum çünkü sormasını buraya gelmeden önce ondan ben istemiştim ama yinede tedirgin oldum.
              — Bir şeyler biliyorum ama milleti rahatsız etmeyelim, dedim.
             Ziya Bey de merakını gizliyemiyen bir ifade ile:
              —Anlatırsan seviniriz deyince, hafifçe toparlanarak, anlatmaya başladım.     
          Yerimden hafifçe doğrularak, derin bir nefes aldım ve anlatmaya   başladım.
              —Adananın dağ köylerinde ay kadar güzel olan Gurina isimli bir kız yaşarmış. Ova köylerinden varlıklı bir ailenin oğlu ile de sözlüymüş. Günün birinde bu dağ köyündeki düğünlerden birine bir grup delikanlı gelir. Bunların içinden hafif sarışına kaçan, çakır gözlü, boylu poslu, oynarken yeri titreten Şahin isimli delikanlıyla, gurina’nın gönülleri birbirine düşer. Kara sevda ikisini de kavurur, kavurur kavurmasına ama kız sözlüdür. Delikanlı ne kadar ısrar ederse etsin kız ailesinin onurunu çiğneyemeyeceğini söyleyerek ret eder. 
            Sonunda düğün günü gelir çatar. Günün akşamı bir mızıkadan çıkan hüzünlü nağmeler, gelin evinin avlusuna oradan da bütün köye yayılır. Öyle hüzünlü bir melodidir ki dinleyenlerin yüreğinin yağını eritmektedir. Gurina bütün acılarını, olacakları bu melodilere dökmektedir sanki. Kızın arkadaşları olayların gelişmesinden şüphelenirler kapıya gelirler ama kapı kilitlidir. Birden nağmeler kesilir ve ardından bir silah sesi duyulur.
           Kapı kırılıp içeri girildiğinde görürler ki kız babasının silahının tetiğini çalacağı son tuşa bağlayarak intihar etmiş. O günden sonrada bu melodi ağlayan kafe olarak anılmış.
           Sözümü bitirdiğimde içeride uzun süren bir sessizlik oldu. Önce çalınan müzik arkasından acıklı hikâye herkesi etkilemişti.
            Sessizliği yine Raşit bozdu:
            —Hatırladığıma göre değişik bir hikâyesi daha olacaktı. Dedi.
            Biraz nazlanmak istercesine:
            —Evet, var ama milleti sıkmayalım dedim.
             Ziya Bey nezaket icabı olmayan bir merakla ve kendisine mahsus o kısa ve kesin tavrıyla:
            —Üşenmezsen dinlemek isteriz yeğen dedi.
            Bunun üzerine ben de anlatmaya devam ettim.
            —Hikâye son tarafına kadar, isimler, yerler değişse de hemen hemen aynı. Burada sevdiğine kavuşamayacağını anlayan delikanlı canına kıyar, kızda mızıkasını alarak delikanlının mezarı başına gelir. Amacı ağıt yakmaktır ama elleri parmakları çalışmaz. Kızda mızıkayı mezar taşına çarparak parçalar ve oda canına kıyar. İşte o anda görülmemiş bir şey olur. Kırılan mızıkanın parçaları kendiliğinden birleşir ve kendi kendine bir melodi çalmaya başlar. Müzik o kadar acıklıdır ki oradaki herkesi ağlatır ve adı ağlatan kâfe kalır.
          İkinci defa çaylar demlendi, muhabbet koyulaştı. Gece boyunca bu konuya bir daha değinilmedi.
           Ertesi gün Raşit’le av bahanesi ile biraz dolaşalım diye hazırlanmış, tam avlu kapısından çıkıyorduk ki motosikletli bir genç hızla gelerek önümüzde durdu. Saçlarının aldığı şekle ve yüzünün rengine bakılırsa bir hayli hızlı geldiği belliydi. Delikanlı motordan inip motoru ayaklığının üstüne almaya uğraşırken, Raşit sordu.
         —Ne o Ali bu telaş ne böyle?
         Ali elleri ile üstünü silkelerken;
        —Evet, ağabey, haber getirdim hem de önemli bir haber dedi.
         Bir müttet şüphe ile beni süzdü, ancak Raşit’ten işaret aldıktan sonra  anlatmaya başladı.
          —Karakola ihbar geldi, köyünüzde kaçaklar saklanıyormuş, arama yapmaya gelecekler.
          Raşit gerisini dinlemedi bile onu yüzünü yıkayıp karnını doyurması için eve yolladıktan sonra çağırdığı gençlere talimatlar yağdırmaya başladı.
         Önce gelini ve yanındakileri ahır çeşmesindeki tarlalarda haşhaş koparanların yanına gönderdi. Bizim oğlanı da altına bir araba eline bir balta yanına da geveze Hamzat’ı vererek, rüzgârlı yamaca odun yapmaya gönderdi. Zavallı bizim oğlan dağdan inip jandarmaya teslim olmayı isteyeceği saatleri yaşayacaktı herhalde.     
     Bütün bu organizeleri yaparken Raşit’i hayranlıkla seyrediyordum.     Öğretmen okulunda da böyleydi 68–69 yıllarında Ankara’nın o puslu günlerinde bu organizatörlüğü çok işimize yaramıştı. Mezun olduktan sonra da aynı şekilde çalışmaya devam etmiş, çalıştığı köylerde de sadece eğitim alanında değil, kooperatifleşmekten tutunda hayvancılığa kadar her konuda köylülerle birlikte çalışmıştI. En son yöneticilik yaptığı okulda soğuk bir 10 Kasım sabahı çocukların üşümesine dayanamayarak Atatürk’ü anma törenlerini okulun içinde yaptığı için soruşturmalar geçirmişti. Tüm ifadelerde de tek bir cümlelik savunma yapmıştı.*Atatürk sağ olsaydı nasıl davranacaktıysa öyle davrandım.* Neticede aldığı kınama cezası ağrına gitmiş,
             İstifa ederek köye gelip yerleşmişti. Bu gün tam onun o zamanlar da düşündüğü gibi,10 Kasımlar bir yas töreni değil Atatürk’ü anma ve tanıma günü olarak uygulanmaktadır.
             Daldığım hayallerden Raşit’in bana seslenen sesiyle uyandım.
             —Abi sende Osman’ı al doğru ava, akşama boş gelirseniz yemek yok diyordu.
              Oyalanmanın âlemi yoktu hemen oradan ayrılıp dik bir yamacı kaplayarak yükselen ormana yöneldik.
              Köyden yüz yüzeli m uzaklaştıktan sonra durduk, ormanın koyu yerinden köyü rahatça görebileceğimiz ama köyden görünmeyeceğimiz bir yer belirledik. Gazellerden ve otlardan rahatça oturabileceğimiz yerler yaptık.
             Osman da niyetimi anlamış olacaktı ki hiçbir şey sormadı. Sırtımı iri meşe ağacına dayayarak oturdum, sigaramı da yaktıktan sonra Osman’a en hassas yerinden takıldım.
                —Eee Osman senin için bu zorluklara ne zaman katlanacağız, görünürde bir şeyler var mı?
               Başta biraz çekindi ama sonradan açılarak anlatmaya başladı. Biz muhabbeti koyulaştıralı ne kadar zaman geçti bilmiyorum, duyduğumuz araba sesiyle başımızı köyün girişinde ki ince yola çevirdik. Biraz sonra orman çıkışında iki araba belirdi. Öndeki bir askeri araçtı arkadaki de bir jip. Birden kan beynime sıçradı bu kavruğun jipiydi. Emin olmak için iyice yaklaşmalarını bekledim. Evet, onun jipiydi. Hain herif üç kuruş taksicilik ücreti için satış yapmıştı.

                    Arabalar gelip köy meydanında durdular, askeri cemse den inen askerler koşar adım Raşit’in evinin etrafını sardılar. Raşit ile komutan ayaküstü bir şeyler konuşuyorlardı. Kavruğun jipinden de birkaç sivil inmişti. Herhalde kızın akrabalarından birileriydi. Kavruk’un yaptığı canımı çok sıkmıştı, canını bir hayli yakacağım kesindi ama bunun kokusunu duyurmadan da rahat edemeyecektim. Gözlerini köye dikmiş oturan Osman’a dönerek:
               —Yeğenim ağabeyin bunlara en aşağıdan birer ayran içirmeden göndermez. Hemen aşağıya in şu mavi gömlekli taksi şoförüne yanaş kimseye hissettirmeden selamımı söyle ve döndüğümde oralarda arabasına bindirecek insan değil kuş bulamayacak dediğimi ilet.
               Osman aşağıya inerken askerlerde yanlarında birileri olduğu halde bazı evlerin avlularına girip çıkmaya başlamışlardı. Bir saat sonra gelenler toparlanıp geldikleri gibi gittiler. Bende beklemeden köye döndüm.
     Raşit’in neşesi yerindeydi. Komutanla araları iyiydi anlaşılan.
             —Onlar da görevlerini yapacak bizde görevimizi yapacağız diye gülerek olan biteni anlattı.
         Siviller kızın iki kardeşiyle dayısıymış. Sekiz gündür yollarda o köy senin bu köy benim,   gelen ihbarların peşinde dolaşıyorlarmış.
        O günün akşamı yemek davetine gençleri gönderip biz Raşit’le Remzi'nin yanına gittik. Bizi memnuniyetini belli eden bir ifade ile karşıladı. Saçlarına hafifçe kırlar düşmüştü. Yüzündeki çizgiler sanki çok çekmenin değil de çok şey bilmenin ifadesi gibi duruyorlardı.
           Onunla muhabbet etmek çok zevkliydi, hemen hemen dünyanın yarısını gezmişti, gittiği her ülkedeki hemşerilerimizle tanışmıştı. Bu zaman içerisinde de bir tespit yapmıştı.
            Gezdiği ülkelerdeki Çerkez toplumları içinde en rahat olanı da, en çok hakka sahip olanın da, adet ve geleneklerini de en iyi koruyanında Türkiye Çerkezleri olduğunu söylüyordu. Yalnız Türkiye de bir dil zafiyeti olduğunu da fark etmişti. Konuşmanın tadından zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Kalktığımızda horozlar ötmeye başlamıştı.
            Geriye kalan birkaç gün çok çabuk geçti. Kızın yaşı doldu. Bizimde kaçak günlerimiz bitmişti. Ayrılık günü geldiğinde köylünün hoş bir sürprizi ile karşılaştık. Gelinin artık kendi kızları olduğunu bu nedenle buradan gelin çıkaracaklarını söylediler. Geriye dönüp bu isteklerini Aliksan Amcaya ilettiğimde adamcağız o kadar memnun oldu ki o dağ gibi adam gözlerinden kopup gelen iki damla gözyaşının yanaklarına yuvarlanmasına mani olamadı.
             Bir hafta içinde davetiyeler dağıtıldı, hazırlıklar yapıldı. Kız tarafının bohçaları, hediyeleri eksiksiz tamamlandı. Arkasındanda dört dörtlük bir gelin alıcı alayıyla gelin almaya gidildi. Hikâyeyi duyan onlarca köyünde katılımıyla yıllarca unutulamayacak bir düğün yapıldı.
             Sonraki yıllarda Raşit de İzmir’e göç edince yolum oralara hiç düşmedi.
              Bu olayların üstünden yirmi yıl geçmişti. Emekliye ayrılmış özel bir dershanede müdür muavinliği yapıyordum. Yeni kayıtlarımızın başladığı günlerde kayıt odasının önünden geçerken, sıra da bekleyenler arasında yapılı, sarışın çakır gözlü bir genç gözüme ilişti. Her nedense bu çocuk bana Kayalıda ki günlerimi hatırlatmıştı.
              Odama girince çayımı getiren hizmetliye açık kapıdan onu göstererek çağırmasını söyledim.
              Biraz sonra içeri girdi. Eğilip bükülmeden. Yamulmadan ne kadar saygılı olunacağını gösterir hareketlerle birkaç adım atarak:
            —Buyurun hocam Beni çağırmışsınız dedi.
            Elimle oturmasını işaret ettim oturmadı ısrar edince koltuğun ucuna ilişti, birkaç evrakın işini bitirdikten sonra çocuğa dönerek:
            —Nerelisin oğlum dedim.
            Hiç şehir kasaba ismi söylemeden,
             —Kayalı köyündenim dedi.
             Nedense hiç şaşırmadım. Köyden civardan birkaç şey sorduktan sonra:
          —Köyünüzde, Remzi ile Gülbahar vardı sonları ne oldu? Diye sordum.
            Çocuk şaşırdı birazda utandı, ürkek ve kısık bir sesle:
          —Ben onların oğluyum dedi.
           Bu sefer ben şok olmuştum, şaşkınlığım yavaş yavaş sevince dönüştü bu sevincin içinde de biraz gurur vardı. Ağlatan kâfe mutsuzluktan doğmuştu ama böyle büyük bir sevdayı da mutlu sona bağlamıştı. Kendime geldikten sonra uzun uzun konuştuk. Bu arada annesi ile babasının köyde kaldıklarını, at beslemeye devam ettiğini kendisinden küçük ikiz kız kardeşleri olduğunu öğrendim. Sonra da evraklarını alarak kontenjandan kayıt yaptırmak üzere çekmeceme koydum. Uğurlarken de:
           — Babana çok selam söyle dedim.
          Çocuk biraz tedirgin ve çekingen,
          —Kim diyeyim hocam dedi.
          —Seni sabaha kadar uykusuz bırakan cebel başı dersin, diyerek çocuğu uğurladım. Delikanlıya benim adımı vermiş olmaları beni bir hayli duygulandırdı. O günden beri ağlayan kafeyi usta birinden dinlediğimde o günlere giderim.

   Orhan OCAK  03**O2**2008       
Yeni Kent     Eskişehir




===>
ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

################ Gurbet gelini (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################

===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


  
GURBET GELİNİ

     Şimşek çaktığında her taraf gündüz gibi aydınlanıyordu. Karanlıkta sadece sesi duyulan yağmurun, bu kısa aydınlanmada ne kadar kuvvetli olduğu görülüyordu. Akşamdan başlayan yağmur gece yarısına kadar devam etmişti hiç dineceği de yok gibiydi. Sokakların arasından seller akmaya başlamıştı. Bu seller her yağmurda oluşurdu, yağmurun şiddetine göre büyüklüğü, geldiği ve gelirken de sürüklediği çamur miktarına göre de sarının tonlarındaki rengi belli olurdu.
          Hemen hemen her selde köyün en batı ucunda ki Nenaw’un evini su basardı. Her seferinde evi düzeltmek için yeni bir ev yapacak kadar uğraşırdı. Bu güne kadar kimse anlamış değildi evinin yerini niye değiştirmediğini.
            Köyün evlerinin çoğunluğu ağaçtandı, aralarında da sonradan yapılan birkaç tanede taştan örülmüş duvarları olan ev vardı. Hepsinin istisnasız ortak özelliği çatısız düz dambaşılı olmalarıydı, bu dümdüz damların üstü yörede çıkarılan ve çorak diye isimlendirilen açık mavi bir çeşit toprakla kaplanırdı. Bu toprak yağmurlu havalarda gevşer suyu tutamaz olurdu. Bunun için yağmur sırasında bütün köylü dam başların da devamlı duran ağaç veya taş silindiri gezdirerek toprağın oturmasını böylece de evlerin damlarının akmamasını sağlarlardı.  
           Şewoş İsmail eve girdiğinde her tarafından sular akıyordu. Evlerin, ahırın, samanlığın yuvaklarını çekmiş bazı yerleri de tamir etmişti. Yağmurdan korunmak için sırtına attığı palayı kapının arkasına bıraktı, kuzu postundan dikişsiz olarak yapılan kalpağını da çıkarıp kerevetin üzerine bıraktıktan sonra ocağın başına oturdu. 
           Odayı duvara asılı bir peneşun loş ışığı aydınlatıyordu. Adam ocağın yanına çökerek odunları biraz karıştırınca odanın aydınlığı arttı. Alevlerin yansımalar yaptığı suratında derin kaygılar vardı.
           Yaptığı tahta tekneleri satmak için sık sık gittiği sürüser de tanıştığı birinin oğluna kızını vermeye söz vermiş, bu sabahta bir yaylı at arabası ile iki kadınla bir adam gelerek kızı alıp gitmişlerdi.
          Bunu ailede kimse onaylamamıştı başta karısı olmak üzere herkes gurbete kız vermeye karşı çıkmıştı.  Herkes yüzüne karşı bir şey demiyor ama davranışlarından kendisine çok kırgın oldukları anlaşılıyordu.
          Ocakta şıwanlakonın üzerindeki şivanin içindeki su kaynamaya başlamıştı. Karısı sessizce odaya girerek suyun içine biraz tarhana döküp karıştırmaya başladı. Tarhana bitti sofrayı hazırladı, yemeklerini yediler ama bu süre zarfında da hiç konuşmadılar. Yatakta da hiç uyku girmedi adamın gözüne, yaptığı işten verdiği sözden çok pişmandı. Hele kızı Misas’in ayrıldığı sırada elini öperken saklamaya çalıştığı gözyaşları ile dolu olan gözlerini unutamıyordu. Ancak sabaha karşı biraz dalabildi.
           Misas’in gelin gittiği ev Sürüsar’in sonunda sırtını kayalara vermiş bir evdi. Avlusu 2–3 m yüksekliğinde duvarlarla çevriliydi. Sokağa açılan büyük bir borda kapısı ve bu kapının içinde ayrı olarak açılabilen birde küçük kapısı bulunuyordu.
           Misas uzun yıllar bu avludan dışarı çıkarılmadı. Kaynanası ve kayın babası ile yaşıyordu, aldığı terbiye gereği etraflarında pervane gibi dönmesine rağmen her nedense bir türlü yaranamamıştı. Dışarı çıktıklarında avlu kapısını üstünden kilitliyorlardı. Misas ailesinin hasreti ile yanıp tutuşuyor her gece rüyalarında köyünü anasını kardeşlerini görüyordu. 
             Yıllar bir birini kovaladı, aradan 5 yıl geçti bu süre zarfında babası bir kere amcası da iki kere gelmiş ama yalnız bir seferinde amcası ile görüşebilmişti. Diğerlerinde evde kimse olmadığından ancak avlu kapısının arkasından konuşabilmişti.
            Misas’in 5. yılın sonunda bir kızı oldu ismini Ayşe koydular. Misas onu kimse yokken gupse diye severdi. Çocuk olduktan sonrada ailenin durumu değişmedi. Hatta eziyetlerini kız doğurdu diye arttırmışlardı bile.
           İsmail bütün bunların haberini aldıkça içi içine sığmıyor, üzüntüden kahroluyordu. Artık Sürüsar’e de tekne satmaya gitmiyordu. 6 yılın sonunda misas’in annesi hastalandı ve ölmeden evvel kızını görmek istediğini söyledi.
           İsmail de böyle bir şey bekliyordu, kaç kere sürüser yoluna uzun uzun bakmış. gidip kızını alıp gelmek istemişti. Ama gururuna yedirip yapamamıştı 
           Hemen ertesi gün en iyi atlardan birini eğerletti kamasını taktı ve yola çıktı. Atını eğerleyen oğlu Mustafa her ne kadar:
           — Baba müsaade et ben gideyim dediyse de, duymadı bile.
            İsmail sürüsar’e ertesi gün öğle üzeri ulaştı.
           Kızının evine vardığında kapıların kilitli olduğunu gördü. Allah ne verdiyse koca kapıyı yumrukladı, yumrukladı. Biraz sonra kızının korkudan kısılmış sesini duydu.
           -Kim o?
           İsmail’in içi bir hoş oldu ama kendini çabuk toparladı.
            — Benim kızım, derken sesindeki heyecanı saklayabilmişti.
          Misas
          — Baba evde yoklar, bende de anahtar yok az beklersen birinden biri gelir dedi.
          Sözünü bitirir bitirmezde avlu kapısının kalın tahtalarına yaslanarak hıçkırarak ağlamaya başladı. İsmail kızının ağlamasını duyunca ne yapacağını şaşırdı, hırsından titremeye başladı. Tam geriye çekilip kapıya yüklenecekken, kızının kayınpederi Asım Ağa çıktı geldi. Elindeki asaya dayanarak zor yürüyordu. İsmail duyulur duyulmaz bir sesle “hoş geldin” dedikten sonra belinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açtı.
         Avluya girdiklerinde İsmail koşarak yanına gelip ellerine sarılan kızına:
        —Hemen hazırlan gidiyoruz dedi.
         Misas oyalanmadan içeri girdi, çok geçmeden de bir elinde kızı bir elinde de ufak bir bohça ile çıktı. Bohçayı yere koyarak beklemeye başladı.
         Tam bu sırada olanları komşuda öğrenen Misas’ın kaynanası da söylenerek geldi, doğruca gelinin yanına giderek üzerinde birkaç altının takılı olduğu şapkayı çocuğun başından çıkararak koynuna soktu. İsmail bunların hiç birine aldırmadı kızını önüne katarak avlu kapısına doğru yürüdü. Ne nereye gidiyorsunuz diyen oldu ne de durun diyen. Tam kapıdan çıkarlarken ihtiyar kadın arkalarından yetişerek Misas’ın elinde ki çocuğu kaptı ve söylenerek eve girdi.
         İsmail sadece ”Kuzusu geride kalan koyun meleyerek dönermiş” sözlerini anlayabildi. Kızını ata bindirirken kadının da adamın da böğürlerine birer kama sokmayı öylesine canı çekti ki, kendisini zor zapttetti.
         Misas’in aklı ise geride bıraktığı kızındaydı. Üç gün süren yol boyunca hiç konuşmadılar, Misas, yol boyunca babasına hissettirmeden sessiz sessiz ağladı.
         Gelini gittikten sonra her gün asım ağa gile komşularından bir kaç kişi geldi. Her gelen de dağlıların ne kadar zalim olduklarını anlattı, hele kızlarına yapılanları öğrendikleri gibi mutlaka geleceklerdi. Asım ağa öylesine korktu ki geceleri uyuyamaz oldu. Nihayet bir gün nesi var nesi yok, ucuz pahalı demeden sattı. Bir gece yarısı da  kimseye haber vermeden eşyalarını bir arabaya yükleyerek kasabayı terk etti.
          Bu olayın üzerinden tam 30 yıl geçmişti Asım ağa Sürüser den kaçarak yerleştiği Afyon da fazla yaşamadı. Oğlu Hüsrev bir daha evlendi, evlendiği kadının hiç çocuğu olmadı. Ayşe’yi kendi çocuğu gibi bağrına bastı büyüttü. Gerçeği de hiçbir zaman söylemediler. Ayşe okudu liseyi bitirdi birkaç yıl sonrada Afyon nüfus memurluğuna memur olarak girdi, orada tanıştığı Nebi diye bir delikanlı ile de evlendi. Nebi ile Ayşe’nin birkaç yıl sonra ikiz çocukları oldu. İkisi de oğlan olan çocukların sarı saçları ve çakır gözleri herkesi şaşırtmıştı. 
         Ailede bu yapıda kimse yoktu, şaşırmayan bir tek kişi Ayşe’nin ninesi Dudu kadındı. Çünkü bir tek o biliyordu çocukların kime benzediklerini.
         Ayşe’nin hayatını alt üst eden olay 1963 yılının Mayıs ayında gelişti. Her zaman ki gibi o Pazartesi günü de daireye gitmiş evraklarla uğraşıyordu. Gelenlerin hiç yüzüne bakmıyor uzatılan evrakları imzalıyor, mühürlüyor gerekli yerlere kayıt ediyordu. Bir ara eline gelen nüfus cüzdanın da ki Sürüser yazısı dikkatini çekti. Merakla başını kaldırıp cüzdanın sahibine baktı. Karşısında 70 yaşlarında bir adam vardı. Adama:
        — Amca sen Sürüserli misin diye sordu.
        Adam duyulur duyulmaz bir sesle:
        —Evet, kızım dedi.
        Ayşe adamın istediği kopyayı hazırladı, onayladı.     Evrakları uzatırken de gülümseyerek:
         — Ben de Sürüser liyim dedi.
         Adam şaşırdı, Ayşe’ye uzun bir süre baktı, gene gayet yumuşak ve korkak bir sesle:
         —Kimler densin kızım dedi.
         Ayşe biraz düşündü, hatırlamaya çalıştı, hatırlayınca da:
         —Hacı Hüsrevlerden gömleksiz Asım’ın kızıyım.
         Adam biraz daha dikkatli baktı,sonrada:
         — Ha dedi, sen şu çerkes gelinin kızısın o zaman.
          Adam sözünü bitirince cevabı da beklemeden uzaklaştı.
          Ayşe şaşırmıştı, bu Çerkez gelin de kimdi? Birden bir şey daha hatırladı, ilkokula gittiği sıralarda, bir kış günü annesi sobaya odun atmış sonrada kapağını açarak karıştırmaya başlamıştı, birden sobadan çıkan kıvılcımlar yerdeki halının ve üzerindeki elbisenin eteğini yakmıştı. Çok korkmuş ağlamaya başlamıştı. O sıra içeri giren ninesi annesine:
         —Dikkat etsene sakar karı Çerkez gelinin halısını da, çocuğunu da yakacaksın diye bağırmıştı.
          Ayşe o gün bu sözlere bir anlam verememiş unutmuş gitmişti, bu gün aynı sözleri ikinci defa duyunca baya afalladı. Çerkez gelin cümlesi beyninde dönüp durmaya başlayınca çalışamayacağını anladı izin alarak eve döndü.  
          Ninesi kapının önünde oturuyordu, 80 yaşını geçmesine rağmen hala dinçti. Torununun zamansız geldiğini görünce baya şaşırdı. Soru dolu bakışlarını torununa çevirdi.
          Ayşe ninesine fırsat vermeden olanı biteni anlattı ve bütün bunların ne olduğunu öğrenmek istediğini söyledi.
          Dudu nine de ne zamandır bunları torununa anlatmak istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Her şeyi anlatıp torununu miras almaya göndermeyi düşünüyordu. Onun için bu fırsatı kaçırmadı olanı biteni ta baştan itibaren anlattı sonunda da;
          — Hiç vakit kaybetmeden git kızım git de hakkın olan mirası al onlardan, kocaman hükümet memurusun dedi.
          Ayşe duyduklarına inanamadı. Bir süre duyduklarının etkisinden kurtulamadı, sonra büyük bir öfkeye kapıldı ninesini parçalamak istedi bir an, sonra kendisini toparlayarak odasına gitti kendini yatağa atarak uzun süre ağladı. Kapısını da akşama kadar kimseye açmadı.
           Ertesi gün sakinleşmişti, ne yapacağını bilen insanların havası vardı üzerinde. Kocası Nedim’le konuştu ikisi de 10’ar gün izin aldılar. Bir gün sonrada çocuklarını da yanlarına alarak,
bir arkadaşlarından ödünç aldıkları bir araba ile annesini bulmak için yola çıktılar. Araba çok eski bir şavurleydi o devirde Afyon daki araba sayısı iki elin parmakları kadar ya vardı ya yoktu. Kocasının askerde şoför olması da ilk defa bir işe yarayacaktı.
          O akşam Emirdağ’ına vardılar. Gece orada kalıp aradıkları köye nasıl gideceklerini iyice öğrendiler.
          Ayşe sabahı zor yaptı, erken saatlerde de milleti kaldırarak, doğru dürüst kahvaltı yaptırmadan yola çıkardı.
          Gidecekleri yerle aralarındaki son köy olan Tenre Köyünü geçerek rampa yukarı tırmanmaya başladıklarında ikindi olmuştu. Başta yolun kıyısında görülen tek tük ağaçlar gittikçe sıklaştı, 10 dakika sonrada kendilerini sık bir ormanın içinde buldular. Yol yan yana uzanan bir tren yolunun rayları gibi gözüken iki patikadan oluşuyordu ama düzgündü. Ara sıra patikaların arasındaki otlar arabanın altına sürüyordu. Köye yaklaştıkça ağaçlar seyrekleşti ve aralarından anıza bırakılmış tarlalar gözüktü. Her tarlanın etrafı meşe ağaçları ile bir çit gibi çevriliydi. Ekilmemiş tarlalar dizi geçen otlarla kaplıydı. Bu otların arasındaki bziwulağhe (kuş tuzağı ) ile gök baş çiçekleri tarlaları bir renk şölenine çevirmişti. Tarlaların kıyılarında, bazende tam ortalarında yer alan beyaz papatyalarla, kırmızı gelincikler manzarayı daha da güzelleştiriyorlardı. Bazen de yemyeşil olmuş ekili tarlalara rastlıyorlardı.
          Yarım saatlik bir yolculuktan sonra nihayet köye ulaştılar. Köyün girişinde sağ tarafta bir mezarlık vardı. Mezarlıktan sonra hemen köye girdiler sağdaki ve soldaki ikişer katlı binaları geçerek köy meydanına geldiler. Bu evlerin yakın zamanda yapıldıkları belliydi. Çünkü çatılarındaki kiremitlerle, farklı yapılarıyla üstleri toprak örtülü ağaç evlerden çok farklıydılar.
          Köy meydanına gelip meydanın tam ortasındaki ahlât ağacının yanına gelip durduklarında arabanın etrafında nerden geldiklerini görmedikleri10–15 çocuk birikmişti.   Çocuklar fazla yaklaşmadan meraklı gözlerle bakıyorlardı. Köye senede iki veya üç kere motorlu taşıt gelirdi, Bu nedenle bu arabanın gelişi onlar için büyük bir olaydı. 
          Nedim arabadan inerek uyuşmuş ayaklarını açmak için bir iki adım attı, bir taraftan da etrafa göz gezdirdi. 20 M ilerde cami duvarının dibinde oturan birkaç adam gördü. Tam onlara doğru yürüyecekti ki, içlerinden biri kalkarak kendilerine doğru gelmeye başladı.
         Gelen adamı gören çocuklar “Yahyako emmi geliyor diyerek sağa sola kaçışarak kayboldular, evlerin kuytularına çekilerek meydanı gözetlemeye devam ettiler.
         Adam yanlarına gelerek “Hoş geldiniz” dedikten sonra onun bir şey demesine fırsat vermeden dertlerini anlattılar. Arkasındanda arabayı meydanda bırakarak adamın önderliğinde daracık bir sokaktan yukarı doğru çıkmaya başladılar. Nedim’in ikide bir geriye arabaya doğru baktığını gören Yahyako (Yahya’nın oğlu):
        —Meraklanmayın 10 yıl orada kalsa kimse ellemez diyerek onu rahatlattı.
        Çok geçmeden etrafı meşe ağacı dallarından yapılmış bir çitle çevrili bir avluya geldiler. Yahyako gene meşe ağacından yapılmış avlu kapısını açarak onları buyur etti. Avlunun kuzeyinde bütün kapıları güneye bakan bir ev vardı. Her odanın kapısı dışarıya açılıyordu ve evlerin önünde de boydan boya uzanan bir veranda vardı.
         Yahyako verandanın bir köşesinde kurulu olan halı tezgâhının arkasındaki kadına seslenerek:
         —Nise haçeğher şüeğ ( Gelin misafirleriniz var ) dedi.
        Tezgâhın arkasındaki kadın hemen kalkarak tezgâhın arkasından çıktı uzun boylu, gençliğinde çok güzel olduğu anlaşılan yaşlıca bir kadındı. Bir taraftan üzerinde kalmış yün parçalarını silkelerken:
          —Kereblâğeh, kereblâğeh. (Buyursunlar, buyursunlar) diyordu.
          Kısa zamanda haber köye yayıldı. Misas’ın 30 yıldır kayıp kızı gelmişti.
          Gece bütün akrabalar toplandı. Ayşe herkesle tanıştı, herkesi çok sevdi. Ne yazık ki dedesi ve annesi ölmüşlerdi.
          Şewoşlar misafirlerini bir hafta bırakmadılar. Bu süre zarfında her akşam bir akraba tarafından davet edildiler.   
          Gündüzleri de köyü gezdiler. Dedesin ile annesinin mezarlarını ziyaret ettiler. Her kesten bol bol annesini dinledi, dayılarının onu bulmak için ne kadar uğraştıklarını öğrendi. İkizlerse köyü çok sevmişlerdi kendi akranları bir sürü arkadaş edinmişler bir hafta boyunca da hiç eve girmemişlerdi.
           Nihayet ayrılık günü geldi tanıştıkları herkesle vedalaştılar. Ayşe kısa zamandaki gözlemlerine ve içgüdülerine dayanarak arabanın ön kısmına kocasının yanına binmedi arkaya çocuklarının yanına bindi.
            Köyden çıktıkların da Ayşe’nin yüreğinde 3 ayrı fırtına esiyordu. Akrabalarını geçte olsa tanıdığı için mutluydu. Annesini dedesini göremediği için üzgündü ve son olarak ta bütün bunlara sebep olanlara karşıda öfkeliydi.
13-EYLÜL–2008 Eskişehir.
Orhan OCAK

===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

 
 
 
 
################ Hac yolunda (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################
===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


ARABİSTAN'DA GELEN AYRILIK
        
Şapsığlar, Kuzey Kafkasya'da Karadeniz kıyısındaki en büyük gruplardan olan Adıgelerin bir parçasıdır. Jugba ve Şahe Irmağı arasındaki bir bölgede yaşarlar. Bu bölge asıl Şapsuğ veya Küçük Şapsuğ olarak adlandırılır. Kafkas Dağlarının kuzey eteklerinde Anthir, Abin, Afips, Bakan, Şips ve diğer akarsuların bulunduğu bölgeye ise Büyük Şapsuğ denir.
           Çarın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: ''Bir ay zarfında Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:" (Berkok, 526).
          işte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur kalmışlardır.

        Bu büyük zorunlu göç sırasında gemilerle İstanbul’a gelen şhapsığlar dan bir grup Adapazarı’na yerleştirilir(1864). Bir müddet burada kalan bu şhapsığların bir kısmı devlet politikası, aynı bölgedeki göçmen sıkışıklıkları nedeniyle Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağıtılırlar. İçlerinde şevoşların da olduğu bir gurupta Eskişehir le Afyon sınırında ormanlık bir alana yerleştirilirler(1880 ). Bu yerleşim alanına da Ağlarca ismi verilir.
        Ağlarca’ya yerleşen bu gurubun içinde şevoş Mehmet’te vardır. Mehmet kısa zamanda çalışkanlığı ile yerini yurdunu genişletir. Bu gün Topakların Yerleştiği alanlara, Hörü yengenin şimdi oturduğu yerlere yerleşim binaları kurar. Köyün kıyılarında birkaç yerde de hayvanlar için ağıllar yaptırır. Bu arada tıknaz boyu ve toplu yapısından dolayı çevre köylerce Topak diye anılmaya başlanır.
          Mehmet’in işleri yolundadır ama yalnızdır akrabalarından kimse yoktur. Bir gün Adapazarı’na gider ve amcasının oğlu aynı zamanda da akranı ve çok samimi arkadaşı İsmail’i ailesi ile birlikte alır gelir. İsmail ağlarca da fazla kalamaz geri döner. Mehmet bazı zorlayıcı tedbirlerle onları geri getirir ve bu günkü Hasan Yener’in oturduğu evlere yerleştirir. Soyadı kanunundan sonrada TOPAK soyadını alırlar. (İsmail’in torunları çok sonraları soy isimlerini değiştirerek YENER soyadını almışlardır.)
         Mehmet’in Hasan ve Osman isminde iki oğlu vardır. Osman hicri 1288(miladi 1870)** doğumludur ve Ağlarca ya geldiklerinde 9–10 yaşlarındadır.
        İşte haberimiz veya belgeselimizde diyebiliriz. Osman Topak’ın hayatından dramatik bir bölümü anlatmaktadır.
Osman çok çalışkan biriydi, babasının temelini attığı hayvancılığı geliştirdi. Köyün kıyısındaki ve orman içindeki ağıllar onun zamanında hayvanla doldu. Askerliğini yaptıktan sonra Ğunepezadenin kızı Kezban teyzeyle evlenir. Mehmet, Musa, Habibe, Nasibe, Mükerrem isimli çocukları olur. Oğulları Mehmet’in Gelibolu da askerliğini yaparken denizde boğulması, onlara çok dokunur. Kezban teyzenin kalbi bu olaydan sonra teklemeye başlar.
        Osman tüm çocuklarını evlendirmiş. İşleri yoluna koymuş, o arada uzak akrabalarından yetim kalmış dilsiz ve sağır(bzâko) Ayşe isimli bir kızı da evlat edinmiştir.Ayşe zamanla Osman amcayı babası bellemiş onu babası gibi sevmiştir.
80 yaşına geldiğinde yıllardır içinde bir uhde olarak sakladığı hacca gitme görevini yerine getirmeye karar verir. Yıllar önce babası ile ağabeyi Hasan hacca giderlerken onlara çok özenmiş ama bir kişinin ailenin, malın, maşatın başında kalması gerektiğinden onlarla gidememişti. Onları Afyon dan bir deve kervanı ile birlikte yolcu ederken bir gün kendisininde bu yolculuğa çıkacağı yolunda karar almıştı.
             Osman hacca gitme kararını karısına açınca o da gelmek ister her ne kadar uğraştıysa da onu bu kararından vaz geçiremez. Sonunda beraber gitmeye karar verirler. Kısa zamanda hazırlıklarını tamamlarlar. Evlatlığı Ayşe’yi de 6 aylık nafakası ile birlikte Ayşe’nin dayısı Şhagumde Kazım Balık’a (Bluğ) bırakırlar.
             Nihayet yolculuk günü gelmişti. Onları Emirdağ’ına kadar götürmek için Emirdağlı damadı  at arabasını koşarak hazırlar. Osman Topak’ın torunu Asaf Topak’ın öğretmen olan eşi Hacer Topak onlarla birlikte İstanbul’a kadar gidecek, iki ihtiyarı gemiye bindirip dönecektir.
          Eş, tost ve akrabayla vedalaşarak Han köyü üzerinden,Emirdağ’ına doğru yola çıkarlar. Daha yolculuğun başında ilginç bir olay olur: O zamanlar bu gün Akçanlar’ın evlerinin önünde dik bir rampa vardı. Köyün en kuvvetli atları bu rampayı çıkmamakta direndiler, oysa her gün kullandıkları bir yoldu.

          Sonunda geri dönerek sürüser yolu ile Erten Köyünden dolaşarak gittiler.
          Emirdağ’ın da yapılan sağlık muayenelerin de Kezban teyzenin kalbi zayıf bulunur ve gerekli raporu alamazlar. Kezban teyze o kadar israr eder ki damatları Şükrü Değerli araya hatırlı kişiler koyarak kayınvalidesinin sağlık raporunu alır.
Ertesin gün Afyon’a giderler ve valilikte pasaport işlerini hallederek, iki gün süren aktarmalı bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaşırlar. İhtiyarları bu günkü Emin önünde bir otele yerleştiren öğretmen Hacer en seri şekilde gemi bileti, yolculuk nevaleleri gibi ihtiyaçları giderir
         Bu arada otelde Adapazarlı  genç bir Çerkez hoca ile tanışırlar. Osman amca onunla yolculuk sırasında kendilerine yardımcı olması hususunda, belirli bir ücret karşılığında anlaşır.
         Birkaç gün sonra da yolcularını gemiye bindiren Hacer öğretmen geri döner.
          Osman amca ile Kezban teyze şaşkındırlar. Karadağ’ı geçince aaaaaaa Karadağ’ın ardında da köy varmış denildiği bir zaman ve ortamdan çıkarak bu kadar büyük değişikliği bünyeleri kaldıramıyordu.
         Ambarlara indiler mi bunalıyorlar, güverteye çıktılar mı deniz tutuyordu.  
         
        Günlerin sayılarının unutulduğu uzun yorucu aktarmalı yolculuklardan sonra nihayet Mekke’ye gelirler.
         Son geldikleri araçtan indiklerinde Kezban teyze kendisini pek iyi hissetmiyordu.Onu ilk buldukları bir gölgeliğe oturttular. Bir ara Kezban teyze ileriden geçen şerbetçiyi göstererek şerbet istedi. Osman amca şerbetçinin yanına gitti önündeki birkaç kişiyi bekledikten sonra bir tas şerbetle geri geldiğinde yaşadığı müddet içerisinde hiç unutamayacağı manzarayı gördü.
Kezban teyze elleri açık vaziyette,başı hafifçe yana bükülmüş yatıyordu. Başında da bir kalabalık birikmişti.
Kısa sürede sağlık görevlileri geldiler ve Kezban teyzenin kalp yetmezliğinden öldüğünü söylediler.
           
     Osman amca bundan sonra ne yaptığını bilmeden rüyadaymış gibi dolaştı. Millet nereye gittiyse o da onlarla gitti. Şerbetle geri döndüğünde Adapazar’lı hoca da kaybolmuştu. Cenazeyi bir camiye götürdüklerini defin için kendisinden 8 İngiliz altını aldıklarını hayal meyal hatırlayabiliyordu. Altına çevrilmiş paralarının çoğunluğu kezban teyzenin belindeki kuşaktaydı. Onlarda arada kaybolup gitmişti.
           Gidişteki zor yolculuktan bin kat acı ve zor bir yolculuğu tamamlayıp döndüğünde köye girmeden evvel at arabasını kullanan damadına arabayı durdurttu: Uzun uzun seyretti. O kadar gezdiği yerlerin hiç birinde yoktu bu güzellikler.
Kafasını çevirip arabanın içinde köyden çıkarken Kezban teyzenin oturduğu boş yere uzun uzun baktı. Azıklarının olduğu halı heybeyi sımsıkı kavramış olarak oturuşunu hatırladı. Şimdiye kadar zapt ettiği gözyaşları önce iki damla olarak, sonrada arka arkaya beyaz sakallarının üzerine döküldüler.
        Biraz kendini toparladıktan sonra eliyle damadının omzuna dokunarak sürmesini işaret etti.
           Hacı Osman Topak, isminin başına hacı lakabını almış, ama hayat arkadaşını kaybetmiş olarak,Uzun yıllar yaşadı. Torununun torunlarını gördü 6. kuşak nesli ile aynı köyde yaşadı. Öldüğünde 98 yaşındaydı. Allah mekânını cennet etsin.  
                                          Hazırlayan===Orhan  OCAK

===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

################ Aci Hatiralar (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################
===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


      ACI HATIRALAR 
        
 Köyden ayrılalı tam elli yıl olmuştu.
         Bu nedenle gideceğim yere yaklaştıkca, ayağım uyuşuyor, alnımda boncuk boncuk terler oluşuyordu. Ben ayrılırken tozlu bir at arabası yolu olan bu yol, sık bir ormanın içinden geçiyordu. Şimdi  İse asfaltlanmış ama etrafta gölgesine sığınılacak tek bir ağaç kalmamıştı.
       Rakım yükseldikçe hava serinlemeye başlamıştı. Arabanın camını kapattım, ayağımı gaz pedalından azıcık çektim. Sonunda köy göründü, bir an geriye dönüp kaçasım geldi. Göreceklerimle hatırlayacaklarımdan korkuyordum sanki. 
         Şimdilerde hiç insan yaşamamış görüntüsü veren yıkılmış, harabeye dönmüş evlerin arasından geçtim. Anımsadığım kadarıyla kendi evimizin bulunması gereken yere ulaştım. Gördüm ki asırlık ardıç ağaçlarından yapılmış bina çökmüş, avlu duvarları yıkılmıştı. Anlatılanlara göre dedem bu evi, evin olduğu yerdeki ağaçları keserek yapmıştı. Ardıç tomrukları uç uca getirilmiş, köşelerden de birbirine geçirilmişti. 
         Hatta hayvan ahırlarındaki direkler yerlerinden hiç kesilmeyen ağaçlardan oluşturulmuştu.
         Arabadan indiğimde ayaklarım titriyordu. Şimdi bile çok iyi hatırladığım binek taşına çöktüm.
         Bir sigara çıkarıp yaktım. Derin bir nefes çekerek gözlerimi kapattım. Köyümün elli yıl önceki halini düşündüm.  
        Köyümüz çevrenin en kalabalık köylerindendi. İçine girinceye kadar ağaçların arasından fark edilmezdi. Sokakları düzgündü. Evlerin içi ve dışı yöreden çıkarılan bir çeşit beyaz toprakla sıvanırdı. Herkes, her gün evinin önünü süpürüp temizlediğinden bütün köy tertemizdi. Her evin önünde bir bahçesi vardı. Bahçelerin evlere yakın tarafları, sundurmaların kenarları renk renk çiçeklerle donatılırdı. Bahçenin ekilen ana bölümünde mısır ve kabak yetiştirilirdi. Büyüyen mısırlar insan boyunu aşar, esen rüzgârda hışırdayarak salınırlardı. Hasat zamanı geldiğinde, toplanan mısırlar, genç kız ve erkeklerin birlikte yaptıkları çalışmayla koçanlarından ayrılır, kurutulur, el değirmenlerinde öğütülürdü. Gençler bu çalışmalar sırasında birbirleriyle şakalaşır, yüreklerini tatlı tatlı çarptıran kaşenlerine lokma göndererek duygularını belli ederlerdi. Kabaklar ise toplandıktan sonra kabukları soyularak uzun dilimlere ayrılır, kış boyunca tatlısı yapılarak yenmek için iplere dizilerek kurutulurdu. 
         Evlerin arka bahçesi ise hayvanlara, arabalara ayrılmıştı. Burada, büyük baş hayvanların damı, samanlıklar olurdu. Atların tavlası arka bahçenin mutlaka en iyi yerinde bulunur, bu tavlanın bir bölümü ise koşum takımları ve eğerler için ayrılırdı. 
         Kavak ağaçları birbirleriyle yarışarak yukarıya doğru tırmanmaya çalışırlardı. Hele gece gündüz durmadan, şarıldayarak akan köy çeşmesinin başında bir tane vardı ki! Hiç kimsenin kavağı onunla boy ölçüşemezdi.
          Birden aklıma gelmişçesine gözümü açtım, hayal dünyasından uyandım. Korkarak köy çeşmesinin olduğu yere baktım. Gördüğüm koskoca bir boşluk oldu. Bazı şeylerin simgesi haline gelmiş olan koca kavak artık orada yoktu.
          Sigaramdan derin bir nefes daha çekerek gözlerimi tekrar kapattım. Özlemle o güzelim günlere yeniden döndüm.
Bizim evimiz köyün en sonundaydı. Hemen arkasında çok gür bir orman başlar, sanki sonsuzluğa kadar uzar giderdi. Üç amcamda aynı avludaydı. Her birinin evleri ayrı ayrı ama yan yanaydı. Hepsinin önünde de sundurmaları vardı. Dedemin evi ise onlardan ayrıydı. Sokak kapısına daha yakındı. Önünde üç-dört merdivenle çıkılan bir terası, bitişiğinde de haçeşimiz yer alırdı, burada konuklarımız ağırlanırdı.
          Dedem yemeklerini kendi odasında yerdi. Misafirlerin dışında, benden  başka hiç kimse sofrasına oturamazdı. Aile bireylerinden birisi onun hizmeti ile görevliydi. Benim en büyük görevim ise; dedem abdest alacağı zaman su dolu ibriği götürmek, havluyu omzuma atarak, babam dan  gördüğüm gibi ellerimi kavuşturup beklemekti.
          Göçün ilk yıllarında komşu köyler bizleri, meralarına ortak olacak göçmenler olarak gördüler ve pek sevmediler. Bu nedenle komşu köylerle bazen çatışmalara varan anlaşmazlıklar çıktı. Ama zaman içerisinde bütün bunlar giderildi. Huzur içinde yaşam devam ederken birçok konuda köyümüz örnek alındı.
          Dedem Ale’nin, Yahya Bey’in, Delisimayilin. Sefer Bey’in isimleri yayıldı. Bu kişiler çevredeki çoğu anlaşmazlıklara aracı oldular, sevildiler, sayıldılar.
          Birde avcı Hamzat  vardı köyümüzde. Tüfeğini omzuna asıp, atına atlayarak gittiğinde dönüşü bazen haftalar sürerdi. Ağabeylerim gider onların hayvanlarına bakar, odunlarını keser, kısaca ailenin tüm ihtiyaçlarını giderirlerdi. Hamzat da av dönüşü getirdiği av etlerini köye dağıtırken aslan payını bize ayırırdı. Bir gün çıktığı avdan hiç dönmedi. Anlatıldığına göre yıllardır geyiklere pusu kurduğu yerde, tüfeği elinde ölü olarak bulunmuştu. 
         Evimizin arka bahçesindeki ahırların duvarlarının dibine yemlikler yerleştirilmişti. Avlunun diğer bir köşesine de çok miktarda büyük yassı taşlar konulmuştu. Dedem yılkının köye geleceği günleri bilirdi sanki. Köylüler dedemin yılkının başındaki şığuj “aygır” la iletişim içinde olduğunu söylerlerdi.
          Yılkının geleceği gün avluda büyük bir koşuşturma başlar, yemlikler arpayla doldurulur, taşların üstüne tuz serpilirdi. Dedemin anlattığına göre atlar en çok tuz için gelirlermiş.  
         Önce köyün kuzeybatısındaki iki dağın arasındaki boğazdan bir uğultu yükselir sonrada köyün içini at kişnemeleri, toynak sesleri ve toz bulutu kaplardı. Avlunun tahta kapıları sonuna kadar açılır, bir komutanın emrindeki askerler gibi düzenli bir şekilde avluyu doldururlardı. Onlar yemliklerin ve tuzlanın başına geçerken, en sonradan avludan içeri şığuj girerdi. O hiç yeme, tuza bakmaz, başı havada kulaklarını dikmiş atları gözetlerdi. Bu beyaz aygır benim gözüme çok heybetli görünürdü.
         Dedem, O’nu kapının girişinde karşılardı. Aygır kesik kesik kişneyerek dedemin yanına gelir, burnunu dedemin omzuna, sırtına sürer, bazen de dedemin kalpağını yere düşürürdü. Dedem de cebinden çıkardığı bir avuç kuru üzümü aygıra eliyle yedirir, boynunu okşar, onunla konuşurdu.
         Şiğuj sürüye kimseyi yaklaştırmazdı. Hayvan satılacağı, koşumluk atların seçileceği zaman, bu işi ancak dedem halledebilirdi. Şiğuj at sürüsünü bir çoban gibi güderdi. O sürünün başındayken, değil kurt kuş sürüye insan bile yaklaşamazdı.
         At hırsızlığının moda olduğu günlerde, sürümüzden at çalmak isteyen iki hırsız, kendilerinin sonradan anlattığına göre şiğujın elinden zor kurtularak bir ağaca tırmanmışlar, oldukça uzun bir sürede orada tünemek zorunda kalmışlardı.
         Köyümüzde koyun ve kuzu sesleri kesilip, o günün işleri bittikten sonra, bastıran gecenin sessizliğini pşine sesleri bozardı. Pşine sesine kimi zaman kaşenine seslenen bir aşığın voredi, kimi zamanda düğüne başlayan gençlerin neşeli dejüvleri eşlik ederdi.
          Aradan günler geçti ailedeki bazı olaylar, olayların getirdiği genç ölümler dedemi iyice yıprattı. Ailenin idaresini de büyük amcam ele aldı.
           Bir gün Şiğujı dört taraftan boynuna geçirilen iplerin arasında getirdiler. Aygır özgürlüklere vurulan zincirlere isyan edercesine şahlanıyor, sıçrıyor ama boynuna geçirilen iplerle baş edemiyordu. Amcam bir takım insanlarla görüştü, pazarlık yaptı, anlaştı. Onlarda atı alıp götürdüler.
          İşte o günü hiçbir zaman unutamam. Dedem şimdi benim üzerinde oturduğum binek taşına sırtını vermiş, sessizce oturuyordu. Yanına vardığımda, o dağ gibi adamın gözyaşlarının, bembeyaz olmuş sakallarına kadar indiğini gördüm. Olanca içtenliğimle:
          —Ne oldu tetej neye üzüldün? Diye sordum. 
          Dedem uzun uzun bana baktı, ellerimi ellerinin arasına aldı. Fark ettim ki elleri titriyordu. Zorlukla duya bildiğim bir ses tonuyla;
          —Şiğuj gitti oğul, şiğuj gitti dedi.
         Sonrada kendi kendine konuşur gibi:
          —Direniş bitti çözülme başladı, kim bilir daha ne değerlerimiz gidecek? Onlara ağlıyorum dedi.
          Hep düşünüyorum ve kendime soruyorum. Dedemin o zaman yok oluşuna gözyaşı döktüğü değerlerin bugünkü durumu bizlere de aynı gözyaşlarını döktürmüyor mu?

       Orhan OCAK
     Ağlarca ESKİŞEHİR
     3. Ekim. 1998  


 
===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön
################ Toraman (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################

===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön


TORAMAN


        1974 yılının ağustos ayıydı. Siirt’in Kozluk ilçesinin bir köyünde 4 yıl çalıştıktan sonra tayinim kendi köyümüze çıkmıştı. Eylülde okullar açılacaktı, doğup büyüdüğüm, sokaklarında ağaç dalından atımla koşuştuğum, hıdırlezlerde boyanmış yumurtalarımı çayırlarında yuvarladığım, göletlerinde çimdiğim, soğuğunda üşüyüp, sıcağında terlediğim, bahçelerinden erik, tarlalarından nohut çaldığım, dağlarından kiraz, fındık topladığım, büyüyüp delikanlı olduğumda, meralarında at koşturduğum, sokaklarında sevdalandığım köyümde öğretmenlik yapacaktım. Heyecanım o kadar büyüktü ki kelimelerle anlatamam. 
          Bu heyecanıma, bir sabah rahmetli başbakanımız Bülent ECEVİT’İN radyodan, “Bu sabahtan itibaren silahlı kuvvetlerimiz Kıbrıs’a çıkarma yapmaktadırlar, biz barış için gidiyoruz, biz yalnız Türklere değil adada yaşayan Rumlara da barış getirmeye gidiyoruz.” Sözleri ile bildirdiği haberin heyecanı da eklenmişti. 
        Tayin emrimi almak için o zamanlardaki adı İlk Öğretim Müdürlüğü olan, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne giderken askerlik şubesinin önündeki kalabalık beni çok gururlandırmıştı.
           Emri aldıktan sonra fazla oyalanmadım. Üç gün içinde hazırlanarak toparlandım. Bir Skoda tutarak eşyalarımı yükledim köyün yolunu tuttum. Kısa sürede de okulun bitişiğindeki lojmana yerleştim.
İlk iş olarak okulu düzenledim ihtiyaçları belirleyip tedarik ettim. Allah rahmet eylesin o zaman muhtar olan. Fehmi Aydoğdu”nun desteklerini çok gördüm.
           Okulun işleri bittikten sonra, o sene kaydedilecek öğrencileri belirledim, okula gelmelerini beklemeden tek tek evlerine giderek hem tanıştım, hem de kayıtlarını yaptım.
            Nihayet okulların açılacağı 21 Eylül günü geldi. Sınıfa girdiğimde, sanki 15 yıl önce, ayakkabıların tabanları dışarı gelecek şekilde cebime sokmuş merak ve kuşkuyla aynı kapıdan adım attığım günkü gibi heyecanlıydım.
           Sınıf uzunca bir sınıftı. Beş sınıfta bir aradaydı. Soldan sağa doğru birler, ikiler, üçler, dörtler ve beşler diye sıralanmışlardı. Yoklamayı yaptıktan sonra karşılıklı diyalog gerektiren konuşmalar yapıyorduk, bu çerçevede çocuklara köyün ortak malları nelerdir diye bir soru yönelttim. Çocuklar sıra ile okul, cami, çeşme, mera, köy konağı diye saydılar. Biriside koruda var öğretmenim diye ekledi. Bütün bunlar olurken üçüncü sınıflardan bir öğrenci ısrarla parmak kaldırıyordu. Ona doğru dönerek:
         —Söyle bakalım yavrum dedim.
         Çocuk ayağa kalkarak, sanki çok önemli bir şey unutulmuşçasına, heyecanla:
         —Birde Toraman var öğretmenim dedi.     
         Bütün çocuklarda bağırarak, çağırarak onu onayladılar. Şaşırmıştım. Sordum bu Toraman nedir neyin nesidir. Çocuklar büyük bir coşku içinde lafı birbirlerinden alarak anlattılar.
         Toraman köyün sahipsiz köpeğiymiş. Avlusunda köpek olmayan herkesin kapısında sırayla kalırmış.
         Bu olayı merak ettim ve en kısa zamanda öğrendim. Toraman köyde sürüsü olan birisinin köpeğiymiş, çok ta cesurmuş. Bekçilik ettiği davardan kurda kuşa hiç hayvan aldırmamış. Bir kurtla bir domuzla yalnız başına baş edebiliyormuş. Sahipleri köyden göç ettiğinde onu da götürmüşler ama o 100 km lik yolu yürüyerek geri dönmüş. O günden beride avlusunda köpek olmayan evlerin önünde kalıyormuş. Kaldığı evi o kadar sahipleniyormuş ki, bir gün önce avlusunda kaldığı, ekmeğini yediği kişiyi yeni kaldığı evin avlusuna ev sahibi göresiye kadar koymuyormuş köyden kim olursa olsun birisi, bir yere gitmek için köyden çıktığında ona gideceği yere kadar refakat ediyormuş. 
         Okulun açıldığının üçüncü günü toramanla tanıştım. O akşam bir şeyler atıştırdıktan sonra muhtarlığa gitmek için kapıya çıktığımda 5 metre karşımda gördüm. Çok iri bir köpekti, kafası bedenine göre biraz daha iriymiş gibi duruyordu. Tam bir kangal köpeği değilse de mutlak bir karışımı vardı. Duruşu ve bakışları bana korkmamam gerektiğini hissettirdi. Geriye döndüm, yarım francala ekmeği alarak tekrar dışarıya çıktım. Ekmeği birkaç parçaya bölüp yavaşça önüne koydum. Hiç acele etmeden yavaşça yedi. Yemeğini yedikten sonra usulca yanına diz çöktüm başını, boynunu okşadım. “Demek Toraman sensin ha, iki yalnız görev adamı iyi anlaşırız umarım” dedim. Yemek ten ziyade bu vücut teması daha çok hoşuna gitmişti.
          Sonraları çok iyi dost olduk. Toplantı ve maaş günlerinde veya her hangi bir sebeple ilçeye gitmek için sabahın beşinde kalkar ya 5 km lik Kayı köyüne veya 7 km lik Han-Erten yol çatrağına yaya olarak inmem gere kirdi. Her seferinde, nerden anlar, nerden duyar bilinmez daha köyün çıkışında yanımda biterdi. Devamlı 4–5 adım arkadan takip ederdi. Yolda bir davar sesi veya bir köpek sesi duyulduğunda, adımlarının hızlandırır yanıma gelirdi. Tehlike geçince de tekrar geride kalırdı. Anlatıldığına göre ona hiçbir köpek 10 M den fazla yaklaşmamış. Bunu deneyenlerin de sonu pekiyi olmamış. Kayı’ya ise yolculuğum, ben köye girince geri dönerdi eğer yolculuk Han-Erten yol çatrağı ise, ayaklarımın dibine çöker Han arabası gelesiye kadar beklerdi.
          Evlendim dostluğumuz devam etti, çocuklar oldu dostluğumuz devam etti.   Çocuklar büyüdü onların en iyi dostu koruyucusu oldu. Çocuklar çiçek, mantar, kozalak toplamaya gittiklerinde hep yanlarında olurdu. Bu gibi zamanlarda anneleri telaşlanır çocukları yalnız başlarına salıyorsun diye söylenirdi. Ben hiç aldırmazdım biliyordum ki Toraman yanlarında. 
         1982 Yılının Kasım ayının sonlarına doğruydu, toprak yumuşamış iyi bir tav vardı. Hava da yazın giderken unuttuğu sıcaklıktaydı. Günlerden pazardı okul da yoktu. Bundan istifade Karaağaç mevkiindeki kavakların altını bellemeye karar verdim. Kırda yemeğin tadını bildiğimden bir torbada azık hazırlattım bel küreğini de alarak yola cıktım. Tabii Toraman da yanımda. Vakit ikindi olmuş hiç anlayamadan ne yemek nede sigara molası vermemiştim. Hava birden kararır gibi oldu, daha ne oluyor demeden bir kar yağışı başladı ki anlatamam. Hemen her şeyi yüz üstü bırakıp köye yöneldim. 1 km lik yolu yürüyüp köye geldiğimde karın kalınlığı 10 cm yi bulmuştu.
          Akşam yemeği yemiş çayımı içmiş televizyonun karşısına oturup sigaramı yakmıştım ki: Suna yanıma gelerek!
          —Baba Toraman bize küstü mü? Diye sordu.
          — Yok, kızım niye küssün 
          —O zaman bu gün bize niye gelmedi…
          Çocuğun bundan sonra dediklerini duymadım bile. Hemen giyindim, silahımı aldım, el fenerini de alarak dışarı fırladım. Nereye diyen seslere de sadece Toramanı almaya diyebildim. Dışarı çıktığım da karın kalınlığı 30 cm yi bulmuştu, kar yağışı da hızını kesmiş serpiştiriyordu. Hiçbir şeyi gözüm görmedi o hızla bahçeye varmışım.
            Gördüğüm manzara aynen tahmin ettiğim gibiydi. Toraman ayaklarını ekmek çıkınının üstüne uzatmış kafasını da ayaklarının üstüne koymuş yatıyordu. Beni görünce ayağa kalktı üstünde eriyenler hariç bir karış kar birikmişti. Silkelenerek karları üstünden döktü, üzerinde görevini hakkıyla yapanların görüntüsü vardı. Yanına oturdum açlıktan sündüğü halde el sürmediği azığı torbasından çıkardım yiyecekleri önüne koydum büyük bir iştahla yedi. Ben de bir sigara yaktım bir taraftan da dostluk, vefa böyle bir şey mi acaba diye düşündüm. 
          Hiçbir güzelliğin, hiç iyi bir şeyin baki olmadığını ispatlayan olay bir gün gerçekleşti. Güzel bir yaz günüydü bir iş için Çifteler’e inmem gerekiyordu. Sabah yola çıktığımda Kayı arabasının gitmiş olabileceğini düşünerek Han-Erten yol çatrağına inmeye karar verdim. Oradan arabayı kaçırsam bile başka bir vesait dekkelebilirdi. Yola çıktım tabii ki Toramanla. Çatrağa geldik bir hayli zaman geçti, güneş yükseldi ama gelen giden olmadı. Sonunda Kulapaya kadar yürüyüp şansımı taş arabalarında denemek istedim. Beraberce yola çıktık Kulapaya geldiğimizde öğlen yaklaşmıştı. İyice de acıkmıştık. Yolun kenarında ki bakkaldan 1kg kurabiye aldım, çoğunu toramanın önüne döktüm, karşılıklı kahvaltının tadını çıkaralım diyordum ama baktım Toraman yiyemiyor. İyice ihtiyarladığından beri sert şeyleri yiyemiyordu. Hemen yanı başımızda ki çeşmeden musluğunda asılı olan tasla bir tas su getirip Kurabiyelerin üstüne döktüm. Anca ondan sonra kahvaltımızı zevkle yapabildik. Biraz sonrada bir taş arabası geldi. İçeride yer olmadığından arkaya taşların üstüne çıktım. Toramansa ayaklarını açmış başını kaldırmış öylece bakıyordu. Araba uzaklaştıkça ufaldı ufaldı sonunda gözden kayboldu. 
           İki gün sonra köye döndüğümde duydum ki Toraman ölmüştü. Ölüsünü ilk ev sahibinin harabe haline gelmiş yıkıntılar arasında bulmuşlardı. Köylüler de ona vefa borcunu unutmamışlar ölüsünü gömmüşlerdi.
             O gündür dostluk dendi mi Toramanı hatırlarım. Bir gün topallayarak yanıma gelmiş ön ayağını uzatmıştı, tırnakları arasında ki kıymığı çıkarıp yere bastığın da bana öyle bir bakışı vardı ki: minnet dendiğinde de o bakışı hatırlarım.
    

 
Orhan ocak ESKİŞEHİR 20 Kasım 2007  


===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön
 
 
################ Cocuk (Bunun alt sayfası: "ADiGE HiKAYELERi") ################


===> ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön

 ÇOCUK
 1945 yılında Yoguslavya prensinin bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesini bahane eden Almanya Romanya dan başlayarak Avrupa ülkelerini işgal etmiş ve 2. Dünya Savaşını  başlatmıştı. Bu durum tüm dünya dengelerini bozmuş, ekonomileri de darmadağın etmişti. Coğrafi yerinden dolayı bu olumsuz gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerden biride Türkiye olmuştu. Devletin herhangi bir savaş ihtimaline karşı, gıda stokuna gitmesi, yılın da kurak geçmesi sonunda memleket de kıtlık ve yokluk baş göstermişti
        Bu durum memleketin her tarafında olduğu gibi, Eskişehir’in bir köyü olan Ağlarca köyünde de kendini bütün ağırlığıyla hissettiriyordu. Her kesin elindeki nevale çabucak bitmişti. Varlıklı ailelerin ellerindeki zahire stokları da tüm köylüyle paylaşılmış ama onlarda suyunu çekmişti.
       Kafkasya kültüründen kaynaklanan yardımlaşma ve paylaşımcılığın etkisiyle herkes elindeki son lokmayı da paylaşarak yaşamaya çalışıyordu,
       Köylüye devlet tarafından her yıl ihtiyaç ve satış olmak üzere iki çeşit meşe odunu verilirdi. Köylüler ormandan gösterilen alanı kendi aralarında üleşirlerdi. Kesim yapıldıktan sonra kışlık ihtiyaçlarını stok ederler satış için kestiklerini de köy meydanında, kıyısında veya daha başka münasip yerlerde, sterler halinde yığarlardı. Ormancılarda gelir bunları ölçer, teskere denen izin kâğıtlarını verirlerdi. Köylü de bunları ya ocaklarda yakarak meşe kömürüne dönüştürerek ya da meşe odunu olarak yakın kasabalara götürüp satarlardı.
       Ama esas para getiren iş ise kaçakçılıktı. Yapuldak ve peçene dağlarından kesilen döşemeler köye getirilir kabukları soyulur ve güneşte bekletilirlerdi. Döşemeler çoğunlukla 7–8 m uzunluğunda olurlardı, bundan uzunları ancak sipariş olursa kesilirlerdi. Bazen de kalın çam tomrukları getirilir, samanlıkların bir köşesine kurulan iskelelerde tahta veya dilmelere dönüştürülürlerdi. İskeleler kuvvetli ağaçlardan yapılırlardı. İskelenin üzerine uzatılan tomruk: Önce siyaha boyanmış iplerle işaretlenir sonrada bir kişi iskelenin altına girer biride üste çıkar ve büyük bıçkılarla dilim dilim tahtalar kesilirdi. Bütün bunlar kaçak olduğu içinde ormancılarla büyük mücadeleler verilirdi.
       Hazırlanan bu döşeme veya tahtalar at arabalarına yüklenir satılmak üzere Sivrihisar, Polatlı bazen de Haymanaya kadar götürülürdü. Bu işi ancak atları kuvvetli olanlar yapabilirdi. Sefere çıkanlar büyük bir yardımlaşmanın içinde olurlardı. Mallarını satıp geri dönerken mevsimine göre sebze ve meyve yüklü olarak gelirler bu getirdiklerini de bütün köyle paylaşırlardı.
       Bu yıl kıtlık dolayısıyla kaçağa birkaç kere gidilmişti.
                 
       İşte hikâyemiz böyle bir sefere çıkılacağının bir gün öncesinden başlar.
       Sefer henüz 11 yaşındaydı, babası 2 sene önce öldükten sonra evin bütün yükü omuzlarına kalmıştı,
       O da bu yükü bir çocuktan beklenmeyecek bir metanetle yüklenmişti. Bu sorumluluk ona olgun bir hava kazandırmıştı. Annesinin akrabalarından Ğhune Yahya iki hafta önce evlerine uğramış Sefer’e iyi bir araba döşeme hazırlamasını onu ovaya ağaç götürecek ilk kafileyle birlikte göndereceğini söylemişti.
       O gündür canla başla çalışmış 8 m lik 9 döşeme ile 14 tane mertek hazırlamıştı.
       Yolculuk sabahı, erkenden kalkmış atlara yem vermiş, kuyruklarını örmüştü. Amcası Şaban’ın yardımıyla da ağaçları arabaya sarmışlar, araba sandığını da ağaçların üzerine sıkı sıkı bağlamışlardı. Annesi de babasının kürkünü kendi eliyle arabaya yerleştirmişti. Bu kürkler o devrin odun kaçakçılarının olmazsa olmaz aksesuarlarıydı. Kırkılmamış koyun postlarından yapılırdı. Ne soğuk ne kar ne de yağmur işlemezdi içine.
       Sefer önce annesinin sonra ablalarının elini öptükten sonra arabaya tırmanarak oturdu, dizginleri eline aldı şöyle gururla bir bakındı sonra atlara okşar gibi:
       —Haydi, yavrum deh dedi. Taylar sanki bu komutu bekliyorlarmış gibi hemen yürüdüler.
       Seferin annesi ellerini açarak uzun uzun dua etti.
       Sefer köy meydanına gelince dizginleri çekerek arabayı durdurdu.Diğer arabalarda toplanmaya başlamışlardı. Herkesin yükü atlarına göreydi. Kimisinin az kimisinin çoktu.
        En çok yük Ratko Şükrünün arabasındaydı, Şükrü orta oku iyice uzatarak arabasını 7–8 m açmış ve düzgünce dört köşe yontulmuş döşemeleri düzenli bir şekilde sarmıştı. Şükrü havalinin en namlı kaçakçısıydı ormancılar onunla hiç karşılaşmak istemezlerdi. En iyi atlar onundu, arabasının çanlarının (tekerlerin göbeğine ve dinğilin başına takılan çeşitli alaşımlardaki metal levhalar) sesini tanımayan yoktu.
       Hemen hemen her kaçakçı silah taşırdı ama o fazladan birde mavzer bulundururdu arabasında. Çok iyi baktığı İngiliz kulaklısını oturduğu minderin altına uzatmış olarak tutardı devamlı.
      Şükrü, Sefer’in yanına gelerek arabasına şöyle bir baktıktan sonra:
       —Aferin Sefer iyi yük hazırlamışsın iyide sarmışsın, dedikten sonra ilave etti.
       — Hep arkamda ol ayrılma, hadi bakalım ras gele.
       Şükrü çocuğun yanından ayrıldıktan sonra ortalığa doğru yürüdü, herkesin duyabileceği bir sesle,
       — Herkes hazır mı? Dedi.
       Milletten gelen cevapları beklemeden arabasına bindi ve sürdü. Diğer arabalar da onun ardı sıra hareket ettiler, önce mezarlığı sonra harmanları geçerek kaybolup gittiler. Arabaların çan sesleri birden başlayan yağmurun içinde uzun süre yankılandı, sonrada onlarda duyulmaz oldu.
       Arabalar kulapa’ya geldiklerinde yağmur hızını iyice arttırmıştı. Sürücüler kürklerine iyice bürünmüşler, atları da kendi hallerine bırakmışlardı.
       Önce Şhagumde Hamit saplandı çamura, arkasından da seferin tayları kaldı. Her yağmurlu havada kaçakçıların korkulu rüyasıydı Kulapanın çamuru. Arabalar dingile kadar çamura oturur sonunda da saplanıp kalırdı. Atlar yere yatarcasına asıldıkları halde arabayı milim kıpırdatamazlardı. Bazı kuvvetli atlarsa çamur mamur dinlemez çektikleri şeyi sürükler çıkarırlardı.
       Şükrü arabası çamurda kalanlara bağırarak:
       —Çocuklar kıpırdamayın dedi ve yoluna devam etti.
       Çamurdan çıkan arabalar sert zemine geldiklerinde durdular. İki çift kuvveti atı koşumlara ellemeden arabadan çıkardılar, bunları çamurda kalmış arabalara koşarak onları da düzlüğe çıkardılar. Atları bir müttet soluklandırdıktan sonra, sabaha karşı ilk mola yerleri hakim kuyusu köyüne vardılar. Arabaları Kunduracı Battal’ın yüksek duvarlarla çevrili geniş avlusuna çektiler. Atların üzerine çulları örterek yem torbalarını başlarına astıktan sonra, araba sandıklarının içinde, kürkleri üzerlerine çekerek birkaç saat sürecek uykuya daldılar.
       İki saat sonra hepsi birden sözleşmiş gibi uyandılar. Battal ağada onlara kahvaltıyı çoktan hazırlatmıştı. Battal ağanın bazı nedenlerden dolayı bu dağ köylülerine minneti büyüktü. Hali vakti de yerinde olduğundan senede bir iki kere onları ağırlamaktan memnun oluyordu.
       Kahvaltıdan sonra Şükrü çocuğu da yanına alarak çocuğun arabasına bindi ve avludan çıktılar. Şükrü arabayı doğru muhtarın evine çekti. Muhtarın avlusu da yüksek duvarlarla çevrilmiş ve genişçeydi.
       Muhtar onları avlunun borda kapısından girdikten sonra fark etti ve gülerek karşıladı.
       —Hoş geldin Şükrü ağa.
       —Hoş bulduk muhtar, Bir isteğim olacak hemen söyleyip yola çıkacağız. Dedi şükrü.
       Sonrada kendilerinin Polatlıya gideceğini ama çocuğu götürmeyeceklerini o nedenle çocuğun yükünün burada satılmasına yardımcı olmasını sonrada onu yolcu etmesini söyledi. Muhtarda:
       — O kolay dedi. Arabada ki ağaçları inceleyerek, ben alırım onun ağaçlarını zaten oğlana bir ev yapmayı düşünüyordum diye de ekledi.
       Şükrü çocuğa yapacaklarını anlattıktan sonra oradan ayrıldı, çok geçmeden de köyden ayrılan arabaların çan sesleri duyuldu.
       Muhtar çocukla tam konuşmaya başlamıştı ki, avlu kapısından iki ormancı gözüktü. Bunlar Haşim ormancı ile Ahmet ormancıydı. Haşim 50 yaşlarında saçları ağarmış suratı hep asık duran birisiydi. Ahmet se göreve yeni başlamış ormancı olamayacak kadar merhametli yapısı olan genç biriydi.
       Haşim çok azılı bir kaçakçıyken devlet baş edememiş onu ormancı yaparak yıllarca kestiği ormanları korumaya memur etmişti. Yıllarca zalimliğiyle etrafa ün saldı. Kendisine rüşvet verenler ormanı kökten kesseler görmemezlikten gelirken, ihtiyacı için bir sırt odun getirenlere kan kusturmuştu. Bu korkunç namı, içinde Şükrünün de bulunduğu dağ köylülerine rastlayasıya kadar devam etti. O gün hiçbir vatandaştan rüşvet almayacağına hiç kimsenin canını yakmayacağına yemin ederek canını zor kurtarmıştı.
       Bu günde kaçakçı arabalarının gelişini görmüş ama onlar gidesiye kadar meydana çıkmamıştı. Ahmet ormancı her ne kadar çırpındıysa da ona da mani olmuştu.
       Dağ köylülerinin bir çocuğu bırakarak gittiklerini görünce yıllardır beklediği intikam saatinin geldiğini düşündü. Bu dağ köylülerine vurulacak en büyük darbe, kendilerine emanet edilen bu çocuğun başına gelebilecek kötü bir olaydı. Haşim çok rahattı artık iki gün sonra emekliye ayrılacak İzmir'e yerleşecekti. Eşini ve çocuklarını çoktan göndermişti bile. Şükrü ve arkadaşları gelesiye kadar bu çocuğu yakalar atına arabasına el koyar tutanakları tutup muhtarlığa yedemin ettikten sonra çeker giderim kimsede beni bulamaz diye düşünüyor, bundan dolayı da ağzı kulaklarına varıyordu.
        Muhtarın avlusuna sahte bir hışımla giren Haşim doğruca  arabanın yanına gitti etrafında bir tur attıktan sonra, muhtarla çocuğun yanına gelerek.
       —Bu arabaya, atlara ve üzerindeki yüke devlet adına el koyuyorum. Muhtar tez yedemin evraklarını hazırlayalım dedi.
        Muhtar gavat gene bir şeyler koparmaya uğraşıyor diye düşündüğünden onu pek ciddiye almadı. Haşim’in koluna girerek:
       _-Tamam, Haşim ağa ağaçları ben aldım senide göreceğiz elbet dedi.
        Ama Haşim’in gözlerindeki kin ve intikam parıltısı korkutmuştu muhtarı. Haşim daha sert bir sesle bağırdı.
       —Hadi muhtar oyalanma diye.
       Çocuk ormancıları gördüğünden beri bir korkuya kapılmıştı.(Ah ülen dağda rastlayacaklardı, baltayı kaptığım gibi geldikleri yerlere kadar kovalardım ya;) diye düşündü. Ama bu yaban ellerinde yalnız başına ne yapabilirdi. Birden fırladı, arabanın önüne dikildi:
       —Atlarıma ve arabama kimse elleyemez. Dedi.
       Sesi çok kararlıydı, gözleri çakmak çakmak olmuştu.
       Haşim’in içi ürperdi birden, sonrada bir çocuk o nihayet diye düşünerek çocuğun üstüne yürüdü, bir eliyle yakasını kavrayıp öteki elini tokat atmak için havaya kaldırmıştı ki: Avlu kapısının girişinden bir ses yükseldi.
       —Ne oluyor burada?
       Avludaki dört kişi birden başını sesin geldiği yöne çevirdiler. Kapının girişinde yerinde duramayan atını zapt etmeye çalışan yamçısı sırtında dalgalanan elinde kamçısıyla onlara bakan İsmail Bey’i gördüler.
        Haşim’in çenesi titredi ayaklarının bağı çözüldü. Şükrü den korkarken daha büyük bir belaya çattığını, İsmail Beyi görünce hemen anlamıştı. Daha kendisini toparlamadan doru at yanında bitiverdi ve İsmail Beyin kırbacı suratında şakladı. Can acısı ile bir elini yüzüne bir elini de belindeki silaha uzatmıştı ki ikinci kırbaç yüzünün öte tarafında şakladı. İkinci kırbaç aklını başına getirmişti. İki eliyle yüzündeki iki kırmızıçizgiyi tutarak öylece kaldı.
       Çocukta tanımıştı  Şhagumde İsmail Amcayı. Öyle bir rahatladı ki koşup ayaklarına sarılası geldi ama kendini tuttu.
       Şhagumde İsmail o yörenin en sayılan adamıydı, hangi köye gitse krallar gibi ağırlanır, her ihtiyacı karşılanırdı. Bu güne kadar fakir fukara takımına hiç zararı olmamıştı aksine onları korur ve her konuda yardımlarına koşardı. Bir huyu vardı ferdi olarak hiç kimseye yük bindirmez yükü olay mahallindeki köyün veya köylerin hali vakti yerinde olan kişilerine eşit olarak dağıtırdı. Bir keresinde Siyah ağaç köyünde atı hastalanınca vurmak zorunda kalmıştı. Köylüler köyün en güzel atını hemen altına çekmişlerdi. O da köyün zenginlerinin aralarında para toplayarak atın sahibine verilmesini sağlamıştı.
İsmail ağa atından indikten sonra ilk iş olarak ormancıları gönderdi. Muhtarın getirdiği sandalyeye oturarak çocukla biraz konuştu. Köyden haberler sordu Ğhune Yahya’ya. Psinetğuç Ramazan'a selamlarını götürmesini söyledi.
       O arada muhtarın çocukları İsmail’in atı ile çocuğun atlarının yem torbalarını arpa ile doldurmuşlardı. Çocuğun tayları arpayı büyük bir iştahla yemeye başlamışlardı ama öteki yemek yerine taylara gösteriş yapmak peşindeydi. Sağ ön ayağı ile yeri eşeliyor, kafasını sallayarak kişniyordu.
       İsmail Bey hemen muhtara talimat verdi, bu talimat gereği de köyden 8–10 kişi gelerek arabada ki ağaçları üleşiverdiler. Çocuğun arabası buğday, bulgur gibi kuru üzüme varasıya kadar erzakla doldu. Toplanan paraları da çocuğun eline verdi. Çocuk paralara uzun uzun baktı. Hiç bu kadar parayı bir arada görmemişti, hele aralarındaki kâğıt 2,5 lirayı ilk defa tutuyordu, ama o en çok erzaklar arasında ki çay la şekere sevinmişti. Çay tiryakisi olan annesi ne kadar memnun olacaktı kim bilir. Beş aydır parti ocak başkanlarının kirpit kutusu ile dağıttıkları çayla idare etmeye çalışıyordu. Şeker desen hiç yoktu millet çayını kuru üzümle içiyordu.
       Atlar yemlerini yedikten sonra çocuk yan kayışları bağladı. Vakit ikindiyi geçiyordu, büyük bir sevinçle dönüş yoluna çıktı. İsmail Bey de atının üstünde arabanın yanından hiç ayrılmadan onu Erten köyünün çıkışına kadar getirdiğinde karanlık çoktan basmıştı. Bütün öğleden sonra ki güneş, kulapa çamurunu biraz kurutmuştu arabada boş olunca atlar dönüş yolunda hiç zorlanmamıştı.
        Erten çıkışında İsmail Bey atının dizginlerini çekerek durdu.    Çocukta arabayı durdurdu. İsmail Bey çocuğa dönerek:
        — Çâle, miş kınowjirer wugojişun arbe? Dedi.
              "Çocuk ,bundan sonrasını gidebilirsin değil mi?"
        Çocuğun cevabını beklemeden atının yönünü geri çevirerek geldiği yöne doğru uzaklaştı.
        Çocuk bu koca çerkesin arkasından bir müttet baktı görüntüsü karanlıkta kaybolunca da atlara usulca “hadi yavrum deh” dedi. Araba hareket ettikten sonra gocuğu üstüne çekti atların yem torbalarından birini de yastık yaparak uzandı ve hayallere daldı. Çok geçmeden de uyuya kaldı. Yüzünde tatlı bir gülümsemenin ifadesi vardı. Atlar köye varıp, avlularına girip ,durduklarında çocuk hala uyuyordu.
    
      *Görevlerini canla başla yapan değerlli  ormancı camiasından,(İçlerinden çıkmış yanlış bir adama yer verdiğim için )özür dilerim .                                                                 
 Orhan OCAK



===>
ADiGE HiKAYELERi  ' sayfasına dön
################ Kurt adam (Bunun alt sayfası: "ADiGE MASALLARi") ################
====> ADiGE MASALLARi '' sayfasına dön


KURT ADAM
        Bundan yıllarca önce Mezifo Dağının yeşil yamaçlarının birinde Kuşhânez diye bir köy varmış. Bu köyde de Hamit diye bir adam yaşarmış. Hamit çok çalışkan birisiymiş. Davarlarını bir çoban güdemediğinden iki çoban tutarmış. Kuzularının, oğlaklarının ise ayrı çobanları varmış. Günler mutluluk içinde geçip giderken günün birinde bir felaket çökmüş Hamit’in evine malına mülküne. Her dolunayda Hamit’in sürüsüne bir kurt girip onlarca hayvanı boğazlıyormuş. İşin garibi kurt hayvanların hiç etini yemiyor sadece şah damarlarından kanını içiyormuş. Bu aylarca devam etmiş ama ne kurdu görebilmişler nede bir çare bulabilmişler.
        Köyde çeşitli rivayetler anlatılmaya başlanmış. Bunlardan en çok anlatılanı ise vudi(vampir) hikâyesiymiş. Vudiler et yemez sadece kan içerlermiş ve dolunayda meydana çıkarlarmış.
        Bu vudileri yalnız kötülük yaptıkları, malına maşatına zarar verdikleri görebilirmiş. Hamit se bunların hiç birine inanmıyor kendisine bu kötülüğü köyden birinin yaptığını düşünüyormuş. Bu nedenle dolunayın olduğu bir gün hayvanları beklemeye karar vermiş. İlk dolunayda da kimseye haber vermeden köyden ayrılmış ağıla yakın bir yerde yolun üstündeki bir ağaca çıkıp beklemeye başlamış. Gece yarısını geçtikten sonra köyden gelen yolun üstünde bir karaltı görünmüş. Karaltı yaklaşınca hemen tanımış bu yıllar önce bir olayda aleyhine yalancı şahitlik yaptığı Mâğh muş. Mâğh ağılla köyün arasındaki ufak derenin yanına gelince etrafına bakınmış sonra da çırılçıplak soyunarak elbiselerini bir çalının içine sakladıktan sonra dereyi geçmiş.
       Hamit bu işin sonunu merak ettiğinden, çıktığı ağaçta hiç ses çıkarmadan olanları izliyormuş.
        Mâğh karşıya geçtikten sonra başlamış çimenlerde yuvarlanmaya, yuvarlandıkça da şekli değişiyor vücudunun her tarafını siyahlı beyazlı kıllar kaplıyormuş. Bir mütted sonra ise Mağh Hamit’in gözleri önünde kocaman bir kurda dönüşmüş. Kurt yüzünü ay ışığına dönerek uzun uzun ulumuş ve doğruca ağıla yönelmiş biraz sonrada ağıldan hayvanların bağırtıları yükselmiş.
        Hamit hemen ağaçtan inmiş ve Mâğh’un elbiselerini sakladığı yerden alarak bir kayanın arkasına saklanmış.
        Belirli bir zaman geçtikten sonra kurt ağıldan çıkarak çimenliğe gelmiş ve yuvarlanmaya başlamış, yuvarlandıkça şekli değişmiş tüyleri kaybolmuş ve Mâğh halini almış.
        Mâğh hiçbir şey olmamış gibi dereyi geçip elbiseleri sakladığı yere gelmiş, gelmiş gelmesine ama elbiseleri yokmuş. Telaşla oraya buraya koşuşmaya başlamış. Elleri ile edep yerlerini kapatarak sağa sola koşuştururken bir taraftan da:
        —Viiiiiiiiiiiii vuw Ther zevâğer Mağh!!! Diyormuş.
        Hamit fazla bekleyememiş saklandığı yerden çıkarak Mağh’un karşısına dikilmiş. Mağh çok şaşırmış ve korkmuş ama bir taraftan da Hamit’in elindeki elbiselerden gözünü ayıramıyormuş. Tartışmışlar, bağırmışlar çağırmışlar sonunda da anlaşmışlar. Hamit elbiseleri geri vermiş bu olayı da kimseye söylemeyeceğini ama karşılığında da zararını ödemesini ve bir daha mallarına zarar verilmememsini istemiş.
         Mağh çaresiz yaşadığım müttetçe sana, ailene, malına zarar vermeyeceğim diyerek büyük yemin etmiş.
         Olay böylelikle kapanmış. Yıllar geçtikçe de unutulmuş ve hatırlanmaz olmuş. Ta ki Mağh’un ölümüne kadar.
         Mağh ölüp cenazesinin kaldırıldığı günden itibaren Hamit’in etrafında felaketler dolaşmaya başlamış. Hayvanları telef oluyor, ailesinin fertleri çeşitli kazalar geçiriyormuş.
          Hamit’in aklına hemen, o gece Mağh’un ettiği yemin gelmiş, yaşadığım müttetçe sana,ailene,malına …….. Derken yaşadığım müttetçe yi nasılda vurgulu söylemişti, keşke öldükten sonrada diye yemin ettirebilseymiş. Artık hayıflanmanın manasının olmadığını bilen Hamit çareler aramaya başlamış.
          Bu işe çare ararken Subaşı köyünde derin bir hoca olduğunu, bu hocanın ölmüş vampirleri etkisiz hale getirdiğini duymuş. Hiç vakit kaybetmeden hocanın köyüne gitmiş. Uzun pazarlıklar sonunda hocaya bir servet ödeyerek köye getirmiş.
          Derin hoca hemen işe başlamış; Önce ardıç ağacından 7 tane sivri kazık hazırlatmış, bunları okumuş üflemiş ve dolunayın olduğu bir gece mâğh’un mezarına çakmış.
        —Artık bu kimseye zarar veremez diyerek köyüne dönmüş.
        Dediği gibide olmuş bir hafta hiç olay olmamış. Millet tam rahatlamışken Hamit’in en sevdiği torununun bir kuyuya düşmesiyle felaketler zinciri başlamış. Ne yaptılarsa çare olmamış Hamit ve ailesi hayatından bezmiş.
         Günlerden bir gün köye bir adam gelmiş. Bu adam rafhan tay arıyormuş. En iyi tayların Hamit’te olduğunu öğrenince doğruca ona misafir olmuş. Tabii ki ev sahibinin derdini de öğrenmiş.
          Misafir Hamit’e demiş ki:
         —ben seni bu dertten kurtarırım sende bana iki rahvan tay verirsin demiş,
         Hamit o kadar çaresizmiş ki her ihtimale umutla sarılıyormuş. Misafirin teklifini hemen kabul etmiş, hatta bu beladan kurtarırsa 2 değil 4 tay vereceğini söylemiş.
          Bundan sonra hiç vakit kaybetmemişler yanlarında kalabalık bir köylü grubu olduğu halde mezara gitmişler. Misafir hemen mezarı açtırarak Mağh’un cesedini çıkartmış ve çene kemiğini kırarak geri gömdürmüş. Artık bunun kıyamete kadar kimseyi rahatsız edemeyeceğini söylemiş.
Köye geldikten sonrada tayları alarak çekip gitmiş. Kimse adama inanmamış diğerleri gibi bu da Hamit’i kandırdı demişler.
         Günler geçmeye başlamış birinci gün bir şey olmamış, ikinci gün bir şey olmamış, günler geçmiş birinci hafta bir şey olmamış, ikinci hafta bir şey olmamış.
         Hamit ve ailesi geriye kalan ömürlerini huzur içinde yaşamışlar. 
                                             Orhan OCAK
                                14-07-2008     Eskişehir


====> ADiGE MASALLARi '' sayfasına dön



################ Uzun kız (Bunun alt sayfası: "ADiGE MASALLARi") ################

====> ADiGE MASALLARi '' sayfasına dön

 

 
UZUNKIZ             
         
Ağlarca, sırtını, dağların yamacına vererek kurulmuş şirin bir köydür. Doğuya doğru giden bir yol, tıku den, pinarlıktan ve kızıl bayırı geçerek Hana doğru uzanır, ikinci yolda köyün güney batısından çıkarak, sırasıyla, Harmanardı, Karaağaç, Kanakdere, Kayıtame mevkilerinden geçerek Kayı köyüne ulaşır.   
            Bir üçüncü yolda köyün mezarlığını soluna alarak köyden çıkar, nezerli, mısırlık, ertenışha mevkilerinden sonra Hanerten mahallesine ulaşır. 
            Birde boğaz denilen yerden ormanın içlerine giden bir yol vardır. Bu yol birbirini takıp eden dağların arasında uzanıp giden bir vadidir. İki taraftaki dağların sarp yamaçları çam, ardıç ,meşe ormanlarıyla kaplıdır.
            Bir zamanlar bu vadiyi yaylıma salınmış yılkıların nal sesleri ve kişnemeleri doldururdu. Sonraları ise bu seslerin yerini kaçakçı arabalarının tekerlerindeki tiz çan sesleri aldı. Şimdi ise sadece köyün sığırlarını yaylıma giderken geçtikleri,çenderek rüzgârının ağaç yapraklarına ıslık çaldırdığı bir yer oldu.
            İşte hikâyemiz bu yolun başında başlar. Bu yol takip edildiğinde, bir km sonra Sarıbel mevkiine gelinir. Burası ormanın ortasında koskoca bir çimenlik alandır. Dağlar burada üç kola ayrılırlar, aralarında ince birer vadi bırakarak, Bu vadilerin iki kenarlarına sıralanarak giderler. Vadilerden sol taraftakine girilip ilerlemeye başlandığında ormanın vadiyi de kapladığı görülür. Tüm ormanın içi hercai menekşelerle bir de hiç bir yerde görmediğim, yöre halkının kukumav çoakhe (baykuş ayakkabısı) dediği çiçeklerle kaplıdır. İlerlemeye devam edildiğinde bir fundalık alan çıkar karşınıza. Yöre halkınca şeni denen bu fundalıklardaki sert ama ince çalılar, her yaprak dökümünde köylerden guruplar halinde gelen gelin, kız ve kadınlarca toplanırdı. Köye götürülen bu çalılar kurutulduktan sonra bağlamlar halinde sıkıca bağlanır, harman yerlerinin, avluların ve sokakların süpürülmesinde kullanılırdı.
           Hemen bu fundalıklardan sonra Göktepe’nin sık ormanlarla kaplı yamaçları başlar. Tepeye çıkıldığında ise ağacın değil bir çalının bile olmadığı bir düzlük ve durmadan esen bir rüzgârla karşılaşırsınız. Bu rüzgâr hem soğuk hem kuvvetli, aynı zamanda da dört mevsim durmadan esen bir rüzgârdır.
           Düzlüğün orta yerinde bir mezar görürsünüz, normal mezarlardan biraz uzunca bir mezar.
           Bu uzun kızın mezarıdır.

           Uzun yıllar önce bu tepe,  Nurhak diye bir beyin yayla alanıymış. Bu beyin malı mülkü çokmuş. Her yaz buraya gelir yerleşir sonbahar sonuna kadar kalırmış. Beyin Sarıcakız diye dünya güzeli bir kızı varmış. Kız çok güzelmiş ama boyu normalden uzunca olduğu için ne sevdiği nede seveni varmış.
           Günlerden bir gün o çevredeki köylerin birinde çobanlık yapan Çakır’nın yolu tepeye düşmüş. Ormanda gezintiye çıkan Sarıcakız ile karşılaşmış. İki gencin gönülleri birbirine kaymış.
           Haber kısa zamanda etrafa yayılmış, tabii doğal olarak ta bey de duymuş. Köpürmüş, küplere binmiş. Her ne demiş ne yapmışsa da kızının kalbinden çobanı çıkartmayı becerememiş. Son çare adamlarını gönderip çobanı öldürtmek istemiş ama her seferinde çoban Allah’ın yardımıyla kurtulmuş. Çobanın Arap ve Çopar isimli köpekleri çobanı koruyorlarmış. Olaylar bu yolda geliştikçe beyin adı kötüye çıkıyor çoban ise efsaneleşiyormuş.
           Beyin İlyas diye bir  kölesi varmış. Bu adam beye: Hem beyin itibarını kurtaracak hem de sevenleri birbirinden ayıracak bir akıl vermiş.
           Bu akıla göre bey çobandan altından kalkamayacağı bir  başlık parası isteyecekmiş. Çoban bu istekleri yerine getiremeyeceğinden bu mesele hallolaçakmış.
           Bu aklı beğenen bey hemen haber salmış. Yüz sığır beş yüz koyunu başlık olarak getirsin kızı vereceğim demiş. Bu haberle çoban yıkılmış, bu kadar malı bulmasına imkân yokmuş. Haber çabuk yayılmış etrafa, beye kızan çevre köylüleri bir olmuşlar, beyin  istediği başlığı hazırlayarak çobanın önüne katmışlar. Çobanda ertesi gün sürüyü önüne katarak beye götürmüş. Bey gözlerine inanamamış, inanamamış ama sözünde de durmamış, yeni şartlar öne sürmüş. Çoban onu da yerine getirmiş. Bey her seferinde yeni şartlar öne sürüyor. Çobanda her seferinde tanrının ve köylülerin yardımıyla yerine getiriyormuş. Bey sonunda olmayacak bir şey isteyerek bu işe son vermek istemiş.
          Çobandan kırk günlük mesafedeki, insanların rahatça içinden geçebildikleri delikli taşı getirmesini istemiş. Çoban çaresiz yollara düşmüş kırk gün kırk gece yol almış delikli taşa ulaşmış. Ulaşmış ulaşmasına ama gördüğü şey karşısında çaresiz kalmış. Bu delikli taş muazzam bir kayaymış. Oturmuş başına kara kara düşünürken yanına beyaz sakallı bir ihtiyar gelmiş. Derdini sormuş.  O da olanı biteni ta baştan bir bir anlatmış. İhtiyar delikanlının omzuna elini koymuş. Ona kayanın yanındaki, bilek kalınlığında bir meşeyi göstererek:
           — Bak oğul, bu meşe biz bildik bileli burada durur, ne büyür ne de kurur. Bu meşeyi kes, kabuğunu soy ama ucunda yumruk büyüklüğünde kökü de kalsın, yaptığın bu sopayı on dokuz gün boyunca ateşe uzaktan göstererek kurut. Sonrada delikli taşa tak, vur sırtına git. Demiş ve uzaklaşmış.
          Çoban pek inanmamış ama çaresizlikten ihtiyarın dediklerini yapmış. On dokuzuncu günün sonunda da ya Bismillah diyerek sopayı taşa geçirmiş ve sırtına vurarak yola çıkmış, 
          Öte yandan artık çobandan kurtulduğuna inan bey onu unutmuştu bile. Bir gün adamları bir haber getirmişler, çoban delikli taşı sırtına vurmuş getiriyormuş, on güne kalmaz yetişirmiş.
          Bey bu sefer kaçamayacağını anlamış ve kızını kölesi İlyas ile evlendirmeye karar vermiş. Bu işi de çoban gelmeden bitirmek için hazırlıklara başlamış.
          Saruca kız bunu duyunca çok üzülmüş, son ana kadar Çakıroğlan’ın gelmesini beklemiş ama gelen giden olmamış. Sarıcakız İlyas ile evlenmektense ölmeyi tercih ederek, pinar yaprakları ve çeşitli otlardan yaptığı zehri içerek canına kıymış.
          İşin buralara geleceğini düşünemeyen babası çok üzülmüş, onu çok sevdiği bu dağların en şatafatlısı olan Göktepe’nin en yüksek yerine gömmüş.
           Hemen o günün akşamı da çoban  Değneğe takılı duran delikli taşla. çıkıp gelmiş ama duydukları onu yüreğinden vurmuş. 
           Değneğe dönerek:
           — Beni sevdiğime kavuşturamadınız, bundan sonra inşallah başka insanların dertlerine derman olursunuz, demiş,
           Değneğin ucundaki taşı bir tarafa, değneği bir tarafa fırlatmış.
           Delikli taş Ağlarca Köyünün merasındaki kili mevkiine düşmüş.
           Değnek ise Afyon taraflarına uçmuş gitmiş.
           Garip çobanda kendini dağlara vurmuş. O günden sonra onu kimse görmemiş ama o dağlarda kimsenin hayvanına da zarar gelmemiş.
           Göktepe'de de öyle bir fırtına esmeye başlamış ki taş üstünde taş bırakmamış. Bu sert fırtınalar sadece Sarıcakız’nin mezarına zarar vermemiş. Bey ve ailesini de o günden sonra gören olmamış.
           Bu anlatı ne kadar doğrudur, ne kadarı yaşanmıştır bilinmez ama ben bu anlatıyı dinledikten sonra çevrede yaptığım araştırmalarda şu tespitleri yaptım.
           1-  *Kili mevkiinde bir delikli taş var. İnsanlar hala ziyaret ederler. Çocukluğumuzda iki tür işlevi vardı bu delikli taşın. Birincisi: Zorda kalanlar o zorluğu atlattıklarında çocukları delikli taşa götüreceğim der adak adarlardı. Dilek gerçekleştiğinde mutlaka bir horoz kesilerek yemek hazırlanır ve delikli taşın yanında çocuklara yedirilirdi. Bu yemeklerin bir özelliği vardı, herkes kaşığını kendi götürürdü. Delikli taşın ikinci işlevinde ise, hastalar, çocuğu olmayanlar gibi dertlerden muzdarip olanlar, gene bir horoz keserek yemek hazırlar, çocukları delikli taşa götürürlerdi. Yalnız bu sefer çocuklar yemek yerken hasta delikli taştan geçirilir başındaki ağaca da bez bağlanırdı.
            2-** Çevrenin bütün çobanları değneklerini genç meşelerden yaparlar, ucunda yumruk büyüklüğünde kök bırakırlar ve değneği ateşle sertleştirirlerdi. Bu bugün de böyledir.
            3-*** Çok uzun yıllar hikâyenin geçtiği bölgede hiçbir hayvan kaybolmamış ve telef olmamıştır.
            4-****Göktepe’nin tepesinde yaz kış hızını kesmeyen rüzgâr esmeye devam etmektedir. Bu rüzgârın serinliğinin koruması altında, normal ebatlardan uzunca bir mezar durmaktadır.
       Orhan OCAK    15–01–2008 ESKİŞEHİR-YENİ KENT

====> ADiGE MASALLARi '' sayfasına dön


################ Yitirilen degerlerimiz. (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################ ===> ANiLAR  '' sayfasına dön


ESKİ BAYRAMLAR
       Ağlarca da yaşadığım o eski bayramları asla unutamayacağım. O günlerdeki bayram sevincini, coşkusu nu yaşamayan, o havayı teneffüs etmeyen günümüz insanlarına, yaşayıp ta özlemini duyanlara, o günleri dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım: 
         Bayramdan bir kaç gün önceden, köye gelen insanların yoğunluğu, arife günü son haddine varır, köyün nüfusu 5-10 mislisine çıkardı. Hatta bazı 3-5 kişilik ailelerin nüfus yoğunluğu 35-40 kişiye çıkardı.
         Böyle günlerde sefer sayılarını 3'e 4'e çıkaran Han, Kayı otobüslerinin, köy meydanına her gelişlerinde, acaba kimler inecek diye merakla bakardık. Bazıları da durak taksileriyle gelirdi. Bunlar köy meydanından durmadan geçtiklerinden kim olduklarını anlayamazdık. Ama taksinin girdiği avluya bakarak,kim olduklarını  tahmin etmekte zorlanmazdık. 
         Akşam olup herkes eve çekildiğinde, büyükler hazırlıkları son bir kere kontrol edip, eksikleri gidermeye çalışırken, çocuklarda bayramlıklarını ellerine alır, onları okşayarak yarının hayaline dalarlardı. Yatarken de kimisi başucuna koyar, kimisi de kucağına alıp yatmayı tercih ederdi. Çocuklara alınan bu bayramlıklar; Erkekler için naylon veya Afyon lastiğinden ayakkabı ile bir pantolondan, kızlar içinde basma bir entari ile ayakkabıdan oluşurdu.
       Bayram sabahı 7'den 70'e tüm erkekler bayram namazına giderlerdi. O gün cami tamamen dolardı. Bu kalabalık cemaati gören hocada vaazını biraz uzatırdı. 
        Evlerde kalan çocuklar, ellerinde torbaları. üstlerinde bayramlıkları olduğu halde ikide bir evden çıkar, cami kapısına bakar, somurtkan bir suratla döner;
        -öf ya daha çıkmamışlar diye sitem ederlerdi.
        Çünkü onların bayrama başlamaları için, cemaatin camiden çıkması gerekiyordu.
         Namazın bitmesiyle camiden çıkan cemaatin en büyüğü yolun kenarına dikilirdi. Büyükler yaşlarına göre sırayla gelir themateyle bayramlaşır ve yerlerini alırlardı. Onlardan sonra gelenler herkesle bayramlaştıktan sonra zincirin sonuna eklenirlerdi. Böylece herkes birbiriyle bayramlaşmış olurdu. Bu bayramlaşma asla eve gidilerek yapılacak bayramlaşmanın yerini almazdı.
        Bayramlaşma faslından sonra topluca mezara gidilir, yapılan toplu duadan sonra, herkes kendi ölülerinin mezarlarını ziyaret ederdi. Mezar ziyareti dönüşü, belirli kişiler, köyün yaşlılarını, misafirlerini sabah kahvaltısında sofralarında misafir etmek  için adeta yarış içine girerlerdi. 
         Bu gün bile, o günleri hatırladığımda;
         Evleri mezar dönüşü yolunun üstünde olan: Battal Çavuş'la "topak" Hüseyin amcanın "ASLAN", avlu kapısının önüne dikilerek, daha çok kişiyi misafir edebilmek için uğraşmalarını görür gibi olurum.
          Bayram gezmelerine önce çocuklar başlardı, kiminin yanında arkadaşları, kiminin yanında, ellerini sıkı sıkı tuttuğu kardeşleri olurdu. O günkü imkânlar içerisinde onları en çok memnun eden ikram; Halkalı şeker denen delikli kaba şekerlerdi.
         Günün sonunda, bu günün çocukları nasıl paralarını sayıyorsa, halkalı ve kağıtlı şekerlerini sayarlardı.
        Çocuklardan sonra yeni yetme dediğimiz 13-14 yaş gurubu dökülürdü sokağa. Bu havalı takımın bayramda mayramda gözü olmazdı. Onların bütün derdi, gönüllerini çalan kaşenlerini görebilmekti.
         Öğlene doğru ise,evlerde ev sahipliği yapacak olanların dışında kalan herkes dışarıda olurdu. Bazen ziyaret edilen evlerde bir kaç gurup birbirine rastlardı. Bu durumlarda kızlar delikanlılara;
         -Bizimi takip ediyorsunuz? diye takılırlardı.
         Delikanlılarda her ne kadar: -Sizi niye takip edecekmişiz, falan deseler de, mutlaka kızların dediğinde gerçek payı olurdu.
         Ve günün gecesi;
         Bu kadar genç bir araya gelirde düğün, toplantı olmadan olur mu? Hemen yer ve zaman belirlenir, görevlendirilen kızlı erkekli bir gurup tarafından kızlar toplanır, yakılan meydan ateşlerinin loş ışığı altında eğlence başlatılırdı. Akordionun ve tahtanın uyumlu sesi yayıldığında, genç, yaşlı herkes toplanırdı.
         Nereden haber aldıkları bilinmez, diğer köylerden gelen gurupların katılmasıyla eğlence sabaha kadar devam ederdi. 
         Günümüzde aile mezarlarının yerini unutanlara, yaşlı akrabalarını ziyaret etmeye üşenenlere, senede bir günde olsa çocuklarını toplayıp, baba ocağına getirip, bak yavrum buralar bizim yaşadığımız yerler diyemeyenlere, bayram tatillerinde, evlerinin kapısına kilit vurup tatil beldelerine GİDENLERE İTHAF OLUNUR.
Orhan OCAK
===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Koyde kis aylari (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön

KÖYDE KIŞ AYLARI
 

     Köyde kasım ayında kasım tavı ile ekilecek ekinler ekilip, koru kesildikten sonra kış hazırlıklarına başlanırdı.
     Öncelikle hayvanların ihtiyaçları tamamlanırdı. Samanlıklarda eksik varsa komşu köylerden saman alınır, dağların belirli yerlerinde de yağlı meşe yaprakları istif edilirdi.
       O zamanlar soba kullanılmadığından ocaklarda yakılmak üzere çam ve meşelerden oluşan ocaklık odunlar hazırlanır kuruluklara istif edilirdi.
      Aralığın 2. haftasında da kar yağışı başlardı. Aralıklarla yağan kar köy içinde kısa sürede 1 M yüksekliğe ulaşırdı. Her kar yağışında evlerin düz damlarından kürenen karlar evlerin boyuna ulaştığında biz çocuklar bayram yapardık. Bu üst üste yığılıp sertleşen karların içinde tüneller açmak, mağaralar oymak en zevkli oyunlarımızdı.
      Büyükler her kar yağışının sonunda ellerinde kürekler çeşmelere, komşulara, okula, camiye yollar açarlardı. Bu yollar köşe başlarında birleştikten sonra daha da genişlerlerdi. Buraları kullanmadan köy içinde bir yerden bir yere gidilmezdi.
       İlk karın düşmesi ile beraber yazın koşulan at arabaları falakaları çıkarılarak haşbak dediğimiz korunaklara çekilir, onların yerine köylülerin kendilerinin yaptıkları kızaklar hazırlanırlardı. Dört-beş ay süresinde bütün işler bu kızaklarla yapılırdı. Dağdan odun ve yapraklar onlarla çekilir, kazaya ve komşu köylere onlarla gidilirdi. Bu kızaklar bu gün bile kuyrukları bağlanmış koşumları süslenmiş atların halleriyle bazen gözümün önüne gelirler.
      Ama en unutulmayacak zamanlar Şubat tatilinin sonu olurdu. Tatil bitip de okullar açılacağı zaman, şehir ve kasabada okuyan öğrencileri götürmek üzere 4–5 kızak hazırlanırdı.
      Bu kızaklar kazaya kadar hiç yol aramadan yarışarak dağınık bir düzende giderlerdi. Böyle bir manzarayı bu güne kadar, daha bir filmin sahnesinde bile gördüğümü hatırlamıyorum. Bu günkü imkânlar olsaydı da bir resim karesi veya bir video çekimi alabilseydim diye hayıflanırım bazen.
       Biz çocuklar kardan adam yapmayı bilmezdik yalnız kar kümeleri ile oluşturduğumuz siperlerin arkasından birbirimizi kartopuna tuttuğumuz bazen de saldırıya geçerek karşı siperleri ele geçirmeye çalıştığımız bir çeşit savaş oyunu oynardık. Evlerin dambaşılarından kürenerek küçük bir tepe oluşturan karların tepesinden aşağıya yol açar buralardan kayardık. Akşam olunca da buralara su döker donmasını sağlardık. Gecenin ayazını yiyen bu kayak yerleri cam gibi buz olurdu.
        Bunların dışında her çocuğun mutlaka bir kızağı olurdu. Kimisi babasına, abisine yaptır kimisi de kendisi yapardı. Kızakları o dondurucu soğukta okul bağı gibi yerlerde ta tepelere çıkarır oralardan kayardık. Akşam eve geldiğimizde ıslandıktan sonra donarak boru gibi sertleşen pantolonlarımızı çıkarmaya epey uğraşırdık.
       Kış gecelerimizin en eğlenceli kısımları ise ferfenelerdi. Herkes evinden yağ, şeker gibi malzemeleri getirir, kendisinden rica ettiğimiz bir büyüğümüzde bize bunlardan kara helva yapardı. Bir taraftan da kavurgalar kavrulurdu. 
       Gençler ise geceleri toplantılar yapar bazen de bu toplantıları düğüne çevirirlerdi. Bizi bu toplantılara küçüksünüz diye almazlardı. Bizde toplantı yapılan evin önündeki ayakkabıları su ile doldururduk hemen donan bu sular ayakkabı sahiplerine zor anlar yaşatırlardı.
       Bu gün bu yazdıklarımı kıyısından bucağından yaşamamış veya başka birilerinden dinlememiş olanlar inanmayabilirler. Bu aynı zamanda küresel ısınma diye kendilerini parçalayan bilim adamlarının ne kadar haklı olduğunu da gösterir. Elli yıl önce böylesine kışlar oluyorduysa bu gün doğru dürüst bir kar yağışı göremiyorsak bir elli yıl sonra nasıl olur düşünmek bile istemiyorum.
 28.03.2009     Eskişehir   Orhan OCAK
===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Kaybolan akrabaliklar (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################ ===> ANiLAR  '' sayfasına dön

      KAYBEDİLEN AKRABALIKLAR

      Şubat ayının sonlarına doğruydu. Kış zahmeride yapamadığını şimdi yapıyordu. İki gün yağan kar dizi geçmişti. Evlerin damlarndan kürenen karlarla saçaklardan sarkan karlar birleşmiş dünyada hiçbir mimarın düşünemeyeceği şahane dış cephe kaplama örnekleri oluşturmuştu.
      O akşam çok sık gittiğim Şewoş Battal Amcalara gitmiştim. Rahmetli nazike teyze beni kapıda karşılayarak:
      Keblağ, keblağ siçal ( Buyur, buyur oğlum ) diyerek karşılamıştı. Biz Battal Amca ile hal hatır sorma faslındayken çaydanlığı kuzinenin üstüne, ekmek pidesini de gözüne koymuştu bile. Ben biliyordum ki bunların yanına, evin balkonunda tavana monte edilmiş sütlükteki sütten alacağı kaymağı ilave ederek güzel bir sofra hazırlayacaktı.
      Battal amca görmüş eski bir karakol çavuşuydu. Seneler geçtikçe çocuklarından yanlarında kimse kalmamış, hepsi ekmek parası peşinde dağılmış gitmişler, karı koca iki katlı kocaman evde yapayalnız kalmışlardı.
Bu nedenle bazı akşamlar çocuklarla beraber bazı akşamlarda yalnız başıma yaptığım ziyaretler onları sevindiriyordu.
      Biz biraz kıştan biraz havalardan konuştuktan sonra tam memleket meselelerini çözmeye başlamıştık ki kapı çalındı ve gel dememize fırsat vermeden açıldı. Açılan kapıdan da 5. sınıf öğrencilerinden Ömer girdi.
      Ömer, kapının yanında ki boşlukta önce ayaklarını yere vurarak sonrada üstünü başını silkeleyerek karlardan temizlendi sonrada hiç acele etmeden:
      --Öğretmenim Netağho Sefer gile Yenice köyünden misafir delikanlılar geldi, Hamit abimde beni sana gönderdi haber vereyim diye. Sözünü bitirdiğinde büyük bir iş becermiş insanların tavrı ile beklemeye başladı, bir taraftan da Nazike Teyzenin yeni kurduğu sofraya bakıyordu. Nazike Teyze sıcacık pideden bir parça kopardı arasına bolca kaymak koyarak çocuğun eline verdi onu kolundan tutup toprak dolgulama yoluyla yapılan sedirin kenarına oturttu.
       Biz bu mevsimde bu havada Yeniceden değil komşu köyden bile gelinemeyeceğimize inandığımız için birisinin şaka yaptığını düşünerek sofraya oturduk yemeğimizi yemeye başladık. Psinetğuçlardan Rıfat ile Çıçkanlardan Nurettin 74-1 tertip olarak askere gideceklerinden onlara her gece eğlence tertipliyorduk, garanti onların işidir diye düşünüyordum.
       Bu arada Ömer ekmeğini bitirmiş gitmek için davranmıştı. Merakımı yenemedim sordum:
      --Oğlum sen gelenleri gördün mü kimlermiş tanıdın mı?
      Çocuk hiç istifini bozmadan
      -- Gördüm öğretmenim ama tanıyamadım biri Ali ghe’nin oğlumuymuş neymiş. Dedi ve çıktı gitti.
      Çocuk çıkmıştı ama biz öylesine bir şaşkınlık içindeydik ki bir süre süren sesliğin ardından Battal Amca sessizce;
      -- Ali Geh’in oğluysa gelmiştir dedi.
      Yine böyle bir kış günüydü, tesadüfe bakın ki yine aynı evde aynı kişiler oturuyorduk Kapı çalınmadan sonuna kadar açılmış 2 m yi geçen boyu ile Ali geh girmişti üstü başı kar içindeydi bir karışı geçen bıyıklarından da buz parçaları sarkıyordu ayakları dibinde duran köpeğinin de ağzının etrafı buz tutmuş soludukça da buz çakıldakları büyümüştü. Ali Geh tüfeğini kapının ardına dayadıktan sonra
      -- Mi şhapsığağheme yaşha bsiğodet amirmeme moşte mezişham redısiniğha…..
      Battal Amca’da bir taraftan misafirinin kürkünü çıkarmasına yardım ederken bir taraftan da,
      -- Abzağeme yaşhağher terezime meştowo mafem ğogu tahane, diyerek gelen taşlamanın cevabını vermeye çalışıyordu.
O günler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti, işte Ömer’in geldiğini söylediği delikanlılardan birisi bu adamın oğluydu.
      Bende fazla oyalanmadan misafirlerin geldiği Netağholara gitmek üzere evden ayrıldım.
           
       Netağholerin evine vardığımda kızlı erkekli bütün gençlerin toplandıklarını gördüm. Misafirlerden Aliko Halıis enine boyuna yapılı bir çocuktu Yahya ise inadına zayıf ve uzun boyluydu.
       Gençleri birkaç gün ağırlatıktan sonra Başara köyüne götürdüm. Öyle bir yolculuğumuz vardı ki bu günkü teknik imkanlarımız olup kameraya alabilseydik izleme rekorları kıracak filmlerin hazırlanabileceği gibi, görüntüleri de günlerce haber programlarından inmezdi. Hafif erimeye yüz tutmuş kara batan ayaklarımızı kardan çıkarmaya bir hayli uğraşıyorduk. Ağlarca Başara arası yolun tam ortasındaki Han ilçesine ulaşıp ısınmak için bir kahveye girdiğimizde iki arkadaşımızın ayakkabılarının birer tekinin olmadığını gördük. Soğuğun uyuşturduğu ayaklardan ayakkabının çıkarak karın içinde kaldığını fark etmemişlerdi bile.
       Eğlenceli geçen başara ziyaretinden sonra onları Yazılıkaya köyüne de götürdüm. Allah rahmet eylesin Sarı bey’in oğlu Nazım bizi bırakmadı hem bizi hem de misafirlerimizi iki gün ağırladı ve bu süre içinde unutamayacağımız bir düğün ve eğlence ortamı sundu.
       Nihayet gün geldi bizim askerleri de alarak hepsini birden uğurlamak üzere kazaya indik. Kazaya varır varmaz Halis bana dedi ki:
      -- Ağabey burada benim iki teyzem varmış imkanı varsa uğramak isterdim. Dedi. Hiç umursamadan ‘’kimmiş senin teyzelerin’’ diye sordum.
      -- Halis biraz sıkılarak ben hiç görmedim amma annem mutlaka uğra dedi. Birisi Zelha, diğeri de Dane teyzemmiş dedi.
      Bu laf üzerine o kadar şaşırmıştım ki birkaç dakika bir şey diyemedim, kendime geldikten sonra Halis’e dönerek:
      -- Sen ne dediğini biliyor musun o dediklerinin biri benim annem biride teyzem, dedim.
      Halis sıkılganlığı biraz daha artarak;
      -- Vallahi sani aşte yioğ, diye fısıldadı.
      Eve varasıya kadar hiç birşey demedim. O sıralar Kilise Köyünde ki eniştem öldüğünden beri annemin yanında kalan Nazire Ablama Halis’i göstererek:
       --Abla bunu bir dinler misin anneme de Dane teyzeme de teyze diyor diyerek olayları kısaca özetledim.
       Ablam halisi şöyle bir süzdükten sonra:
       --Ğheti virşaw diye sordu.
       Halis biraz şaşkın vaziyette,
       --Yeniceli Ali’nin oğluyum babama uzun Ali de derler, der demez ablam Halis’e sıkı sıkı sarıldı, bu durum epey sürdü ablam gözlerindeki yaşla durup durup Halis’e sarılıyordu.
       Ablam bizi oturttu ve uzun uzun anlattı bizler teyze çocuklarıymışız. Annem bizim köye Halis’in ninesi de Yeniceye gelin gitmişler. O zamanlar sık sık görüşen teyze çocukları, hatta Sarıcaova da Dayılarının yanında büyümüşler diyebileceğimiz bu çocuklar bir aile gibi olmuşlardı. Zamanla onlar İzmir’e Biz çiftelere taşındıktan sonra bağlar kopmuş aileler birbirini unutmuşlardı.
      Ama kader yurdun iki ayrı şehrinde yaşayan iki gencin askerlik öncesi köylerini ziyareti ve büyüklerin yönlendirmesi ile bu ziyaretlerin geniş tutulması sonucunda bu tanışma olayı olmuştu.
      -- askerleri bir gece misafir ettikten ve ertesi gün gidilecek yerlere de ayaküstü uğradıktan sonra Askerlik şubesine giderek askerleri teslim ettim.
      Olaylar bundan sonra daha ilginç gelişti Çıçkanlardan Nurettin Kütahya’ya Ablamın oğlu Rıfat la Haliste Isparta’ya gittiler, Aynı bölük ve aynı takımda acemiliklerini yaptılar ve birlikte Kıbrıs’a gönderildiler. Orada da ayrılmadılar biri makineli tüfekçi biri de yardımcısı oldu. Birlikte birbirlerine güvenmekten kaynaklanan güçle iyi bir tim oluşturdular,   Beşparmak dağlarında ki mağaraların temizlenmesinde büyük yararlılıklar gösterdiler.
       Eğer böyle bir tesadüf olmasaydı iki teyze oğlu askerliklerini birbirlerini tanımadan tamamlayacaklardı.
       Çocukların askerliği bittikten sonra uzun yıllar gene görüşemedik ama Halis’i Balıkesir Susurluk dolaylarında ki yağlı güreşlerde kısbetinin bel kısmına yazdırdığı Çerkesoğlu yazısıyla ayırt ederek gururla takip ettik.
35 yıl sonra 1911 yılındaki Ağlarca Köy’ü şenliklerine çıktı geldi. Susurluk dolaylarından bir adige kızı ile evlenmiş getirdi tanıştırdı gelinimizin çatır çatır adigece konuşması xabzeyi titizlikle uygulaması beni sevindirdi.    Bende gıyabında tanıdıkları Halis Ağabeylerini çocuklara tanıttım.   Telefonlar, adresler alındı. Belki bu telefonlar adresler kullanılacak belki bir yerlerde unutulup kalınacak. Bu hikaye gibilerle çok karşılaştım birbirini tanımayan dayı yeğenler gördüm, birbirinden habersiz kaşen olan gençlere rastladım. Ne olur akrabalarımızı unutmayalım senede bir kerede olsa onları hatırlayalım ve kendimizi hatırlatalım.
    Orhan Ocak –06-01-2012 Eskişehir.

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Harman zamanı (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################ ===> ANiLAR  '' sayfasına dön

      HARMAN ZAMANI
      Her nedense anılarımın arasında en önemli yeri harman zamnı yaşananlar alır. Köyde hasat zamanı günün dönümü ile birlikte otların biçilmesi ile başlardı. Önce kıraç alanlarda ki otlar daha sonra da çayırlar biçilir ve bir kaç gün kurumaya bırakılırdı. Eğer bu arada yağmur yağarsa, hava açtıktan sonra dirgenlerle çevrilir kurumaları sağlanırdı. Otlar arabalarla harman yerine taşınır burada döğenlerle saman haline getirilerek samanlıklara aktarılırdı. Harmanın enzor işide bu ot samanı ile uğraşmak olurdu. O nedenle herkes ot işini bir an önce bitirmeye bakardı.
        Otlar bittikten sonra arpalara ve buğdaylara sıra gelirdi. Bu iş sırasında belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen HAFİ denen bir yardımlaşma sistemi uygulanırdı. Ekilmişi çok olan veya ekini olgunlaşıp hasatının gecikmesin de sakınca olanlar komşularını HAFİYE çağırırdı. Kendisine yardım edilenler yardım edenlerin ihtiyacı olduğunda yardıma gelinen gün kadar yardıma giderlerdi.
         Bir gün önceden tırpanlar çekiçlenir, ananatlar (ağaç dirgen) tamir edilir tırmıkların eksik dişleri takılırdı. Akşamdan da hafiye geleceklere haber verilmiş olunurdu.Sabahleyin at arabalarıyla tarlaya gitmek üzere çıkılırdı. Kızlı erkekli bu kafileler köyün içinden geçerken en çok tırpanlarının bıçaklarını havaya kaldırmış, saplarını da araba sandığına dayamış vaziyette tutan tırpancılara özenirdim.Tarlaya varıldığında en verimli zaman olan sabah saatlerini değerlendirmek için hızla işe başlanırdı. Önce tırpancılar tarlaya girer aralarında 3–4 m aralık bırakarak biçmeye başlarlardı. Her tırpancı 2–3 m genişliğinde biçerek giderdi. Tırpanın her sallanışında, tırpanın kalitesine, tırpancının ustalığına göre değişen ssssssııııt diye bir ses çıkardı. Her sesten sonra biçilen ekinler yere yatar tırpanın arkasından toplanarak ferkleri oluştururlardı.
          Tırpancılardan sonra ananatçılar girerdi tarlaya, tırpanlarla biçilip ferk haline gelen sapları toplarlar birkaç ananat ağzını üst üste koyduktan sonra, ananatı yukarıdan aşağıya saplayarak başlarının üstüne kaldırır destelerin oluşacağı yere taşırlardı. En son olarakta tırmıkçılar girerdi tarlaya, onlarda tarlada kalan sapları tırmıklayarak ilerlerlerdi. Bazen tırmıkçılar ananatçıları, ananatçılar da tırmıkçıları sıkıştırırdı. Bazen de tersi olurdu tırpancılar usta ve hızlı çıkarlar biçme işini ötekilerden bir hayli önce bitirirlerdi. O zaman da serin bir ağacın gölgesinde ayranlarını içerlerken arkadaşlarına takılırlardı. Ananatçılar delikanlılardan tırmıkçılarda kızlardan oluşurdu. Bu nedenle bu iki gurubun arasında devamlı birbirine takılmalar olurdu. Bazen de kaşen olanlar olurdu aralarında, onlar hiç yorulmazlar akşamın olmasınıda istemezlerdi.    Çocuklar da, gözeneklerinden çok hafif su sızdırdıklarından dış yüzleri ıslak olan, bu nedenle de içlerindeki suyu hep soğuk tutan toprak testilerle su dağıtırlardı.En zevkli an ise öğlen üzeri verilen yemek molasıydı. Bulgur pilavı, süzme yoğurttan yapılarak tulukta bekletilmiş ayran ve karpuzdan oluşan öğle yemeği benim için dünyanın en zengin sofrası ile değişilmezdi. Bazen aklıma geldiğinde tereyağlı bulgur pilavının kokusunu resmen duyarım. Ekinler biçilip desteler haline getirildikten sonra sıra harman yerine taşımaya gelirdi.Arabaların üstüne konan delice veya kanatlarla destelere yanaşılır saplar arabalara yüklenirdi. Yükleme iş ide ustalık isteyen bir işti. Eğer iyi yüklenmezse hem yeterince yüklenemez hemde yolda sapların kayarak dökülmesine neden olurdu. Bu da arabayı yükleyenler için hiçte iyi olmazdı.Sapların tamamı harman yerlerine taşındıktan sonra 1–2 gün dinlenilir ve hemen döven işine geçilirdi. Saplar daireler biçiminde yayılır, at veya öküzlerle çiğnenerek harman haline getirilirdi. Arkasındanda altında sıra sıra çakmak taşlarının(döven taşı) bulunduğu, dövenlerle harman işine başlanırdı. Dövenleri ya atlar yâda öküzler çekerdi.Öküzle harman sürmeyi hiç sevmezdik: çünkü öküzün harman yerine pislemesine izin verilmezdi. Öküz kuyruğunu kaldırır kaldırmaz hazırda olan teneke bir kabı hemen altına tutarlardı. Atlarda ise bu sorun yoktu onlara her şey serbestti. 2–3 gün süren bu işlemin sonunda saplar saman halini alır başaklarda ezilerek denelerini dökerlerdi. Sonuçta saman ve denenin karışık olarak olduğu bir yığın oluşurdu. Bu yığınlar o günlerde esecek rüzgâr tahmin edilerek, esintiye göre ince uzun, tınaz denen öbekler halinde toplanırdı. Rüzgâr esmeye başladığında hemen yabalarla tınazın başında yer alınır savurma işine başlanırdı. Rüzgâr gece cıkmışsa lüks ışıkları ile etraf aydınlatılırdı. Harman savurma çok ustalık isteyen bir işti. Saman ve dene karışımını rüzgârın geldiği yöne doğru hafifçe meğil vererek dağıtarak savurmak gerekirdi. Bu işlem sırasında samanlar yel tarafından 5–10 m uzağa götürülürken deneler oldukları yerlere düşerlerdi. Samanla denenin ayrılması bittikten sonra, deneler kalburlarla elenir çuvallanırdı. Bu safha çocukların en çok sevdiği zamandı. Çünkü deneler meydana çıktığında arpa olsun buğday olsun çocuklara anneleri veya yengeleri tarafından biraz pay ayrılarak verilirdi. Çocuklarda bunu hemen bakkala götürürler istedikleri şeyleri bolca alırlardı. En çok aldıkları şeylerse kahverengi sütlü şeker, lokum ve püsküvit olurdu.Buğdaylar daha harman yerinde tohumluk, bulgurluk, unluk olarak ayrılırdı. Geriye kalanda evlerin önündeki ağaçtan yapılmış ambarlara doldurulurdu.  Un için ayrılanları erkekler değirmene götürdüğünde, kadınlarda bulgurluk ve göcelikleri çeşmelerin ahırlarında yıkar ve kaynatırlardı. Kaynamış buğdayları da ekseri evlerin düz dambaşılarına serdikleri kilimlerin üzerinde kuruturlardı.  Çocuklarda kuşlara karşı bu sergileri beklerlerdi.İşin en zor yanı ise samanı çekmek ve samanlıklara koymak olurdu. 500–600 kg kapasitesi olan saman tahtaları arabalara konur önleri ve arkaları pala ve çullarla kapatılırdı. Bir kişi büyük saman yabası ile sandığa döker bir kişide sandıkta çiğnerdi. Saman yüklü araba samanlığın penceresine veya kapının önüne arka arkaya yanaştırılır, saman yabalarla içeriye ittirilirdi. İçerde de bir kişi olur oda bu samanları samanlığın dibine doğru aktarırlardı. İşte bundan sonra yıkanıp temizlenilir.

          —Yarabbi şükür hamim titekijiğ denirdi.

          -(Allaha çok şükür harmandan kalktık.)
          Zamanla her şey makineleşti bütün bu güzellikler de zorlukları ile birlik te tarihe karıştı.
 
         Orhan OCAK

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ ozlem (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön


*****ÖZLEM*****
       İnsan bazen geçmişe özlem duyar ya, kaybettiklerine, çocukluğuna, anılarına. Hani yaşlılar gençliklerini nasıl anlatırlar özlemle.
       Bazen bir çiçek kokusu götürür eskilere, bazen de birden bire gelir gözünün önüne hatıralar.
       Ben çok güzel bir çocukluk yaşadım. Kendimi şanslı hissediyorum en azından şimdiki çocuklara göre. Bizim zamanımızda bilgisayar yoktu, sanal oyunlar, sanal dostluklar yoktu. Oyunlar arkadaşlarla oynanırdı. Komşu oturmaları olurdu.
       Komşu köylerden gençler gelirlerdi oturmaya...
       Kışın kar yağdığı zaman hasta oluncaya kadar kartopu oynar, naylon çuvallara doldurduğumuz samanların üzerinde dağın eteğinden aşağılara kadar kayardık. Şimdi karda oynamayı bilgisayara değişir oldu çocuklar. Hasta oluncaya kadar oynardık. Anneannem hasta çorbası yapardı yoğurtlu. Miss gibi nane ve kekik kokardı. Nasıl özlemişim o kokuyu. O lezzeti ve anneannemin o bitimsiz sevgisini.
       Habibe teyze vardı nur içinde yatsın bunlar hiç unutmadığım karakterlerdir Ağlarca da. Bizi habzicikler diye severdi o zaman anlamını bilmezdim tabii)Kınalı örgülü saçları vardı. İki eli göbeğinin üstünde parmaklarını birbirine dolayarak konuşurdu. Hüseyin dede deyince hep define aklıma gelir. Bildiğim kadarıyla hayatı boyunca dağda bir yerlerde define olduğunu söylemiş ve aramış. Nur yüzlü birisiydi.
       Ases nine (dedemin kız kardeşi) başka bir Ases daha vardı sanırım köyde. Ases nine beni çok etkilerdi. Otoriter, kararlı tam bir Osmanlı kadınıydı. Gençliğinde çok güzel olmalıydı diye düşünürdüm hep. Dedeme çok düşkündü. Dedemde ona tabii. Dedem ölmeden önceki hastalık döneminde hep Ases ninenin kapısına gider ona seslenirmiş -Ases nerdesin hadi gel çay içelim diye. Çayı çok severdi Ases nine. Köydeki evinde yalnız yaşardı. Yaz akşamları dedemlerde oturur, çay içer, sohbet ederdi. Aslında pek sohbet de sayılmazdı muhalefeti severdi. Atışacak biri olurdu hep. Karaçaylılara da baya gıcık olurdu)Hep takılırdı bana da Karaçaylar şöyle, Karaçaylar böyle diye. Şalvar giyerdi hep.Çiftelerde kara örtme denir siyah uzun bir başörtüsü olurdu başında.Beyaz tenli,renkli gözlü saçlarındaki aklar bile çok yakışırdı ona.Tatlı sert bir ifade verirdi.Çayını içer bastonuna dayana dayana çıkardı yokuşu.Dedem o evine girip ışığını yakıncaya kadar beklerdi.Onun ışığı sönmeden de yatmazdı.Kardeş sevgisi ne kadar güzel bir şeydi.
       Çok uzun yıllar önce dedemin gençlik yılları köye haber gelmiş-Yahyako kayılılarla kavga ediyor diye. Ases nine karnı burnunda hamile düşmüş Kayı yoluna. Seslenmişler-Ases nereye kendini düşünmüyorsan karnındakini düşün diye.-Çocuk bulunur kardeş bir daha bulunmaz diye devam etmiş yoluna. Şimdi birlikte mutlulardır umarım.
       Yaz tatillerinde gider on, onbeş gün kalırdım Ağlarca da. Çerkezce öğrenme umuduyla giderdim ama onbeş yirmi kelimeyi geçemedi Çerkezcem. Çünkü konuşulmazdı. Ancak özel bir şey konuşacakları zaman konuşulurdu. Karaçayca konuşmayı özler Halime halaya koşardım. Necdet abinin annesine. Boylu poslu nur yüzlü bir kadındı Karaçayca konuşur hasret giderirdik. Kim bilir belki o da kendi diline duyduğu özlemi giderirdi benimle.
       Dilimiz, töremiz, adetlerimiz unutulmamalı değil mi? Hele hele özleyecek kadar.
       Çocuklarımız kim olduklarını, nereli olduklarını, ne olduklarını kültürlerini, dillerini bilerek yetişmeli ki bu güzel kültür hep yaşasın. Esen kalın.     
 
CEVHER ATEŞ    22--07--2008



===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Kaderin Boylesi (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön

  
    
KADERİN BÖYLESİ
    
Ağlarca’ya olan sevdamı,hasretimi,anılarımı anlatmaya sayın hocamın sitelerinin sayfaları yetmez.Bunları parça parçada olsa ilerde aglarca.tr.gg ailesiyle inşallah paylaşırım.
     Bu gün ben, bire bir olayın içinde olan bir dostumdan dinlediğim, Yoguslavya göçmeni bir ailenin dramını ve oğullarının gururunu anlatan bir anekdotu paylaşmak istiyorum.
     Bu aile 1950 yılında Youslavya’nın karışıklık belirtileri göstermeye başladığı sıralarda Türkiye’ye göç ederler, Balıkesir yöresindeki akrabalarının yanına yerleşirler. Daha sonralarıma İstanbul’a göç ederler. H……. isimli birde oğulları vardır. Büyütür, okutur ve yetiştirirler. Günü geldiğinde de her genç gibi askere gönderirler.
    18 ayın.540 gününü ipe boncuk dizer gibi tek tek saymaktadırlar. Bütün hayalleri çocuklarının asker dönüşü üzerindedir. Hatta birde kız bulmuşlardır.
     524. gün telefonları çalar, hattın öbür ucunda oğulları vardır.
H……. İzin kullanmadığı için erken terhis olarak eve dönmekte olduğunu söyler.
     Karı kocanın sevincine diyecek yoktur, mutluluktan birbirine sarılırlar.
     —Yalnız bir arkadaşımı da yanımda getiriyorum, der çocuk.
     Anne baba arkadaşının da başlarının üstünde yeri olduğunu memnuniyetle kabul edeceklerini söylerler.
        —Bu arkadaşım bir gazi bir kolu ile bir bacağını birlikte çıktığımız bir operasyonda kaybetti. Diye devam eder çocuk.
         Anne baba şaşkındır: gazilere devletin baktığını kendilerinin bu yükü kaldıramayacaklarını anlatırlar.
         Çocuk görüşmek üzere diyerek telefonu kapatır.
        Ertesi gün çocuklarını beklerlerken bir kurye gelir. Onları alır bir intihar etmiş bir gencin teşhisi için hastaneye götürürler. Cesedi görür görmez tanırlar. Bu biricik oğullarıdır ama onları esas şok eden şey sonradan gördükleridir. Çocuklarının bir kolu ile bir bacağı yoktur.
C. Topak

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Cocuk gozuyle (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön

ÇOCUK GÖZÜYLE 

      Yemyeşil dağların ardında rüya gibi, kartpostal gibi bir köy… Kışın başka güzel yazın başka.
       Ağlarca için yola çıktık mı bir heyecan kaplardı çocuk kalbimi. Yol bitmezdi, öğrenmiştim sırasıyla hangi köyleri geçeceğimizi. Köye yaklaştıkça yeşile yaklaşırdık,missss gibi temiz havaya, ormana.Kıvrımlı,virajlı yollar ve köyü gördüğümüz ilk an.Dağların arasından gülümserdi bize…Heyecan daha da artardı. Son virajı da dönünce köy karşımızdaydı artık.
       Eskiden tahta büyük bir kapı olurdu köyün her iki girişinde de. O kapıyı açmak için yarışırdık kardeşimle. Hızlı olan açardı tahta kapıyı.
       Anneannemi kaybetmeden önce mezarlıktan geçtiğimizi fark etmezdik bile. Kardeşimi ve beni YAVRUMUN YAVRUSU diye seven anneannemin ölümünden sonra hep Fatiha okuyarak geçtik anneanneme ve yanındakilere…
     O zamanlar köye pek sık araba gelmezdi. Araba geldiği zaman onu gören ve sesini duyan herkes köy ortasına inerdi. Gelen kim diye. Eve daha girmeden karşılanırdık sevgiyle.
        Neziha teyze koşar gelirdi bizi görünce. Kardeşimi çok severdi, kardeşimde onu. İsmail arabadan inince Neziha teyzeye, Neziha teyzede kardeşime koşar sarılırlardı.
       Dedem anneannem ve teyzem çok sevinirlerdi. Anneannem nur içinde yatsın bizi öper, sever, koklardı. Ne güzel ne lezzetli gözlemeler yapardı. Şimdi o kadar lezzetli değil yediğim hiçbir gözleme.
       Dedem YAHYAKO; önceleri anlamını bilmezdim neden Yahya, KO ne demekti. Dedemin adı ramazandı. Ben ona Ramazan dede diye hitap ederdim. Sonra öğrendim KO oğlu demekti. Yani Yahya’nın oğlu. Köydeki herkes severdi, sayardı, birazda çekinirlerdi dedemden. Çocuklar bile Yahyako emmi geliyor diye kaçarlardı… O zaman üzülürdüm. Dedemden neden korkuyor çocuklar diye. Sonra anladım ki dedem kızarmış onlara camii duvarında yakalayınca çocukları, onların düşmesinden korkardı… Çocuklara kızar, söylene söylene gelirdi. Düşüp bir yerlerini kıracak şıdıler …
        Ağlarca da sabahlar başka bir güzel olurdu. Ne kadar geç yatsak da, yorgunda olsak erkenden uyanır ve hemen dışarı çıkardık. O mis gibi odun kokusu, sabah güneşi, temiz hava… Kışın dağların üzerindeki sisin o yavaş yavaş kalkmasıyla altından görünen yemyeşil dağlar.
       Teyzem ve anneannem bize ne yapacaklarını şaşırırlardı. Annemler iki kardeşlerdi. Onlar için biz, bizim için de onlar çok değerliydiler. Anneannemin topraktan bir ocağı vardı. O hiç sönmezdi. Her şeyi onun üzerinde yapardı. Ocağın iki yanında boşluk vardı. Birine ben birine kardeşim yatardık altımıza minderler dizip. Ocak da yandığı zaman ayaklarımızı bacaya koyardık. Sıcaklık içimizi ısıtır, uykumuz gelirdi. Bir başkaydı o zamanlar... Odanın her iki tarafında topraktan alçak sedirler vardı. Üzerlerinde minderler, tahtadan büyük bir raf, birde kocaman tahtadan bir kutu. Sonradan anladım ne işe yaradığını içine erzak konulurmuş.
        Neredeyse köydeki herkes gelirdi bize hoş geldine. Yaşlılar tuttururlardı tatlı bir sohbet, kadınlar ayrı, gençler ayrı… Bir ara bize takılırlardı Karaçeymisin Çerkezmisin diye. Bazen dozu kaçardı işin pooj muhabbetine dönünce. Pooj eski şapkalı demekmiş. Karaçaylılar ve Çerkezler arasında hep bir sürtüşme olmuş, halada olmakta sanırım… Üzücü bir durum aslında. Çünkü evlilikler de çok. Karaçay gelinler, damatlar…
       Yaz akşamları köyün ortasında toplanırdı bütün çocuklar. Çocuklar iki gruba bölünür saklambaç oynarlardı. Bir grup saklanır diğer grup onları arardı. Bütün köy saklanma mekânıydı. Tabiî ki saklananları bulmakta baya zor olurdu. Arayan grup bulamazsa SES VER diye bağırırdı saklananlara. Saklananlar ses vermek zorundaydı. Yıldızlı yaz gecelerinde saatlerce oynardık.
        Yaz tatillerinde de giderdim Ağlarca’ya. 15–20 gün kaldığım olurdu. Çok istememe rağmen Çerkezceyi pek öğrenemedim. Çünkü köyde kimse Çerkezce konuşmuyordu. Ancak çok yaşlılar ya da özel bir şey söyleyecekleri zaman konuşurlardı Çerkezce. Dolayısıyla Çerkezce olarak bidiğim kelime sayısı azdır.
        Köy o zaman kalabalıktı. Şimdi ise insanın içi acıyor. Çoğu ev kapanmış, çoğunda bir ya da iki kişi var sadece.
       Geçen yaz köydeki çalışmalara çok sevindim. Camiye bakım yapılmış, abdesthane eklenmiş, dernek binası, okul, lojman onarılmış, kooperatif kurulmuş, arsalar satılmış… Sevindim.
        Bende Ağlarca’yı hiç unutmadım. Çok seviyorum, çocuklarımı da götürüyorum. Onlarda çok sevdiler Ağlarca’yı.
        Ağlarcayla gönül bağı olan herkesin tek bir oda dahi olsa orada bir evi olmalı. Ve köyünü her fırsatta ziyaret etmeli. Hafta sonları şehirde piknik yeri aramadan köyüne, toprağına, insanına gitmeli. Sadece düğünlerde. Bayramlarda ya da cenazelerde değil, yüreği ne zaman isterse.
       Dedem en son onu gördüğümde bana Arada bir gelip bu ışığı yak kızım, bu ışık sönmesin, bu kapı kapanmasın demişti.
       Sana söz veriyorum Koca Çerkez o ışığı ömrüm oldukça söndürmeyeceğim, kapını kapatmayacağım…
Cevher ATEŞ
 ===> ANiLAR  '' sayfasına dön
 
################ Cakir Ahmet kisi (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
 ===> ANiLAR  '' sayfasına dön

ÇAKIR AHMET KIŞI
      Köyümüz de yıllardır Mart ayının 20 si ile nisan ayının başları arasında, tam millet bahara hazırlanırken şiddetli bir kış yapardı. Samanlıklarda samanın kilerlerde azıkların bittiği bu dönemde bastıran kar ve tipi insanlarımızı çok zor durumlara sokardı.
      Peki, bu kışın giderken geride bıraktığı bu günlere 
 denmesinin sebebi neydi. Kulaktan dolma bazı duyumlarım vardı ama olayları tam netleştiremiyordum. Kurallarım gereği en azından ana teması tam netleşmemiş bir olayı veya bir anıyı yazamadığımdan dolayı bu köyümüz tarihinin en önemli olayını yazıya dökemiyordum.
      Ta ki bu alayı yaşamış her karesine bire bir şahit olmuş olan, Şewoş Okan Kurt’tan dinleyesiye kadar.
  1954 yılının Mart ayının sonlarından bir gündü, o gün çobanın davardan getirdiği yeni doğmuş kuzuları merkebin sırtında ki heybeden teker teker çıkarıyor kuzuluğa taşıyordum. Bu gün dört tane getirmişti, yılın bu zamanlarında hemen hemen her gün dağda kuzulayan koyunların kuzularını çobanlar eve getirir biz çocuklarda onları kuzuluğa taşırdık. Son kuzu kucağımda kuzuluğun kapısına gelmiştim ki sokaktaki çocukların:
      —tuğuj… tuğuj… Diye bağırdıklarını duydum.
      Hemen elimdeki kuzuyu kuzuluğa bırakıp sokağa fırladım. Köy ortasına geldiğimde yanlarında bir at olan iki adamın, içi doldurularak kocaman bir sırığa geçirilmiş bir kurt postunu gezdirdiklerini gördüm. Tüm köyün çocuğu da arkalarındaydı. Bende aralarına katıldım.
      Adamlar kapı kapı dolaşıyorlar postu gösteriyorlardı. Ev sahipleri de kendilerine arpa, buğday, bulgur gibi şeyler veriyorlardı, adamlar kendilerine verilen şeyleri yanlarında gezdirdikleri atın sırtındaki heybelere boşaltarak kabı geri veriyorlardı. Bazıları da kurt postunu adamların elinden alıyor avluların da bağlı olan köpeklere doğru uzatıyorlardı. Köpeklerin bazıları posta saldırıyor, bazıları da kaçacak delik arıyorlardı. Buda köpek sahiplerine sürülerini, teslim ettikleri köpeklerinin güvenirliliği konusunda bilgi veriyordu. Sonradan Kayı Köyü’nden Çakır Ahmet ve Çanakçım Hasan olduklarını öğrendiğimiz adamlar bütün köyü gezdikten sonra, atlarını terkilerine alarak Kilise ve Peçene köylerine gitmek üzere boğaz yoluna girerek gözden kayboldular.
      O gün biz çocuklar bütün gün kimin köpeğinin cesur, kimin köpeğinin korkak olduğunu konuştuk.
      Ertesi gün öğlene doğru birden bire gökyüzünü kara bulutlar kapladı, hemen ardından da tipi ile karışık bir kar yağışı başladı ki iki saat içinde karın kalınlığı 30–40 cm yi buldu. Rüzgârın savurduğu karlar kuytu yerlerde yığılarak metrelerce yükseldi. Akşama doğru ise kar yağışı kesilerek yerini kuru bir ayaza bıraktı.
      Ertesi sabah köyde boğaz çeşmesinin yanında donmuş iki adam cesedinin bulunduğu haberi yayıldı. Bu haberin ardından da bütün köylü olay yerine yığıldı muhtar Hamit Tırpan korucunun yanına iki silahlı adam daha katarak cesetlerin etrafında tedbir almış, bir taraftan da olayı yetkililere bildirmek için en iyi biniciyi nahiye ye göndermişti. Kısa bir süre sonra ölenlerin bir gün önce köyde ölü kurt gezdirerek parsa toplayan Çakır Ahmet’le Çetinkuşlar dan Hasan olduğu anlaşıldı. Yahya oğlu Ramazanla Kanşavlardan Kasım’ın izlerin üzerinde geriye dönük yaptığı araştırmalarda, avcıların Göktepe’nin yamacında tipiye yakalandıkları oradan köye kadar atın kuyruğunu tutarak çeşmeye kadar geldikleri, köy görününce de rahatlayarak biraz dinlenmek için oturduklarında da dondukları kanaatine varılmıştı.
      Ertesi gün nahiyeye gidenler geri geldi, savcı ve yanındakiler ancak Holoz Köyüne kadar gelebilmişlerdi. Kardan bu tarafa gelemedikleri için cenazeleri oraya istiyorlardı.
      Hemen kızaklar koşuldu iki köyden refakatçiler eşliğinde savcının ayağına götürüldü. Yapılan inceleme sonunda da adamların donarak öldükleri onaylandı. Buna rağmen bu olay yıllarca iki köy arasında husumet sebebi oldu. Cenazelerde köye götürülmeyerek Holoz Köyü’ne defnedildiler.
       O yıldan sonra baharın başında tekrarlanan kış günlerine Çakır AHMET kışı dendi. Bu gün hala sebebi ve kaynağı biliniyor mu bilinmez ama hala bu deyim kullanılır.
Kaynak kişi = Şewoş Okan KURT

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Yasli cinarlarimiz (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön

       YAŞLI ÇINARLARIMIZ BİR BİR DEVRİLİYOR
      Henüz yedi yaşındaydım.Ormanın kenarındaki evimizde babam hastalanmış ateşler içerinde kıvranıyor, bir taraftan da “ah keşke şöyle soğuk bir kar olsa da yesem” diye sayıklıyordu.Yaşlı ninem oğlunun başında oturmuş ona sıcak tarhana çorbası içirmek için ısrar ediyor,bir taraftan da dualar ediyordu.Elektrik olmadığı için soğuk bir şey bulmak neredeyse imkansızdı. Hava kararmış oluğundan titrek gaz lambasının ışığında ninemin silüeti yaşlı bir hayaleti andırırcasına odanın içinde koşturup duruyor,oğlunun acısını dindirmek için her çareyi deniyor,fakat o ısrarla “keşke bir parça kar olsa da yesem”diye inleyerek sayıklayıp duruyordu.Haziran sonları olmasına rağmen köyde kar vardı,ama önümüzdeki dağların zirvesinde. Ağabeylerim yatılı okulda olduğu için karı getirmek imkansız gibiydi.
     Babamın bu isteğine dayanamazdım. Kararımı verdim gecenin bu saati de olsa gidip ona çok istediği o karı alıp gelecektim.Sessizce evden çıktım.Çıkarken şu anda da evimin duvarında takılı bulunan babamın Adiğe kamasını alıp belime taktım,bakır bir tabağı elime diğer elime de düğünlerde kullandığımız mantar tabancasını alıp haznesine bir mantar taktım. Gizlice evden ayrılıp ormana doğru yola koyuldum. içimden bir çok hayal ve korku geçiyor,gördüğüm bir kütük bir çalı parçası, hep adını duyduğum canavarlara benziyor ve beni korkutuyordu.Ama bazen bağırarak bazen de sessizce yanlarından geçerek onlardan kurtuluyordum.Sonuçta karların olduğu yere ulaştım,elimdeki bakır tabağın içini iyice karla doldurdum.Sonra içime doğan büyük bir cesaret ve özgüvenle hızla eve döndüm.
    Babamın hasta oluğunu duyan  komşular da eve gelmiş ve ev kalabalıklaşmış, o ortamda da benim yokluğum hiç fark edilmemişti bile.Ninem benim elimde karla dolu tabağı görünce çok şaşırdı,bunu babama vermesini söyleyince de çok sevindi, ama bir taraftan da  yalnız oralara gittiğim için bana kızdı. Babam da benim öyle sessizce gidip kar getirmeme hem şaşırmış hem de memnun olmuştu. Bu hareketimin oradakilerin de takdirini kazanması beni çok mutlu etmişti, nitekim bu olay babamın yeri geldikçe anlatıp beni onore edeceği ilk olay olarak hatırımda kalacaktı.
           Aradan yıllar geçti çok acılar çekildi. Önce amcamı kaybettik,o zaman da çok küçüktüm, babamın evde olmayıp, annemin gelen bir haber üzerine saatlerce ağlamasından zannettim ki babam ölmüş,ben de saatlerce ağladım.Onun cenazesine beklerken öğrendim ki ölen amcamdı. Bir tarafım kopmuş gibiydi. Amcam, baba yarısı idi.
          Köydeki hayat ne güzeldi. Babam sıkça evden uzak kalıyor köyün diğer erkekleri gibi, ağaç kömür vb.işlerle(!) uğraşıyordu. Onların dönüşü ve yaşadıkları olaylar bazen hüzünlü bazen neşeliydi. Ama genelde dinleyen bizlerde hayranlık duyguları uyandırarak, uzun kış gecelerinin ana sohbet konularını oluşturuyordu. Birde genelde dönüşleri gece geç vakte geldirdi. Sabah uyandığımızda atların sesi geliyorsa bakacağımız ilk yer arabada duran heybe olurdu. Heybede mutlaka  bize göre bir şeyler olurdu. Bazen bir oyuncak,bazen de elma,portakal gibi yiyecekler. Khabzeye çok uymasa da babam gece geldiği zamanlar uyurken çocuklarını kollarına alırdı. Bazen sert kollardan oluşan yastıklar rahatsız etse de ne güzel uykulardı…
      O babasını hiç hatırlamazdı, henüz üç yaşındayken dedem vefat etmişti. Onu büyüten ve aile tarihimizde en önemli yeri tutan babamın halası Misas’dı. Son anına kadar ondan diğer amcalarım halalarım ve yengelerim gibi babam da sıkça  bahsetti.Onun her duruma uygun   Adiğece bir atasözü ve mantıklı bir yaklaşımı vardı.
     Köydeki güzel günler on yaşıma kadar devem etti. Sonra kente göç ve hayat mücadelesinin tam ortasına atıldık. Birçok köylümüz de bizim gibi kente göç etmiş ve yeni düzene uymaya çalışıyor ve o asla önem vermedikleri para için, onurlarını ve Adiğeliklerini koruyarak mücadele ediyorlardı. Babam da bu dönemde epey zorluk çekti. Maddi epey kaybı oldu, kazandı da ama hayat ve mücadele çok zordu. Buna rağmen hep dimdik ayakta, morali ve umudu yüksekti.    Çocuklarını okutmuş iş güç sahibi etmiş, ev sahibi olmuş, torunlarını görmüştü,mutluydu.Çevresinde sevip sayılan biriydi.Onun ses tonu bile insana müthiş bir güven verirdi. Ama geçen yıllarda kader annesini, iki kız iki erkek kardeşini ve eşini bu dünyadan almıştı,yıllar  ve günler hızla ilerliyordu.
           2003    Yılında, 1976 yılında köyde terk ettiğimiz evimizi biraz tamir ettirmiş doğduğumuz büyüdüğümüz evi, yeniden şenlendirmeye başlamıştık. Bahçemize de biraz fidan ekmiştik.Babam yazları köyde kalıyor fidanlarla ilgileniyordu.Biz de bunu fırsat bilerek sıkça köye geliyor o çocukluğumuzdaki nostaljiyi yaşıyorduk.Köy demek bizler için her şey demekti.Bahar kokusu,erik toplamalar,av,sonbaharda koru kesimini yeniden yaşamak, kış günlerinde bile toplanıp arkadaşlarımızla soba başında yaptığımız sohbetler ne güzel.
     2006 yılında ise ben hastaydım hem de ağır hasta. Hatalığın bazı güzel tarafları da olmuştu Yıllardır doya doya kalmaya hasret kaldığım köyümde uzunca süre kalma fırsatı bunlardan biriydi.Doktor daha ağır bir kemoterapiye başlayacağı için bir süre tedaviye ara vermişti. Köyümün havası bana iyi geliyor, dernekleşme, yeni evlerin yapılacağı eski güzel günlere dönebileceğimiz düşüncesi beni tedavi ediyordu. Babam artık yanımda hem sohbet arkadaşım,hem bakıcım hem de aşçım olmuştu.Günler güzel geçiyordu. Köylülerimizle yaptığımız akşam sohbetlerine doyum olmuyordu. Bir taraftan camide de tamirat yaptırıyorduk. Muhtar Nevzat ile sıkça görüşüyor,dertleşiyorduk. Caminin yanına gusül hane ve musalla taşı yapılıyordu. Acaba burada ilk kim yatacak, yıkanacaktı.Üç hasta vardık. Ben, Pisnethuç İzzet Amca ve Şevoj Şaban Amca.
     Kader bu son derece değerli, her biri ayrı tarih olan  iki amcamızı aramızdan aldı, ikİ koca çınarımız devrildi.Bu çınarların devrilmesi çok acı oldu ama Azrail tepemizdeydi. Sırada Hune Recep Amca varmış, onu da kaybettik.2009 yılı ise bizim ailemiz açısından çok daha sarsıcı başlamıştı. Mart ayında çok değerli aile büyüğümüz Şeveşupkhu  Mükerrem  yengemizi kaybettik. O Misas Halanın yaşayan haliydi. Örf ve adetleri uygulamakta kararlığı yanında insan sevgisi, Ağlarca sevgisi ile mükemmel bir insandı. Derken Şhagumde Mahmut Amcayı kaybetmek beklenmeyen anda bizleri özellikle de babamı çok sarsmıştı.O Eskişehir deki Adiğelerin çok saydığı özü sözü bir bir Adiğe thametesiydi. Babam bütün bu kayıplardan çok etkileniyordu. Çok da üzülüyordu. Bu durumlara katlanmak için kendini çalışmaya ve ibadete vermişti.Çok çalışıyordu.Ben ve kardeşim fırsat buldukça hemen köye koşuyor sıkça onla vakit geçiriyorduk.Onula vakit geçirmek beraber bir şeyler yapmak,çalışmak,yemek yemek çok zevkliydi. Bizimle gelmesi için ısrarlarımıza rağmen  o yalnız kalmayı tercih ediyordu. Onun mutlu, sağlı hali de şimdilik böyle devam etmesine razı olmamıza neden oluyordu. Derken o kader babamı da 6 Kasım günü yakaladı. Büyüklerinin yanına “öldüğümüzde arayı fazla açmayalım, beraber ölelim” diye şakalaştığı komşusu Mahmut Amcanın yanına gitti. Onla beraber sanki aile ve köyümüzün tarihinde bir devir kapandı. Hem de çok özleyceğimiz bir devir.O devir ki içinde hem Kafkasya vardı hem de Anadolu,hem Ağlarca hem Eskişehir,hem varlık hem yosulluk, insanlık vardı,adamlık vardı.Adam gibi yaşayıp adam gibi ölmek vardı.Ben hem babamı hem de hepsini çok özleyeceğim, eminim sizlerde.
 
    Bu yazıyı neden yazdım. İroni yapmak yada kimseyi üzmek için değil. Cevher kardeşim bir yazı yazmıştı, ondan esinlendim. Yazılacak o kadar çok şey var ki…Büyüklerimizi yalnız bırakmayalım, onlarla çokça vakit geçirelim, ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor. Onların aslında bize pek de ihtiyaçları yok, asıl bizim onlara çok, hem de çok ihtiyacımız var .Allah rahmet eylesin mekanları cennet oldun.
              01 Aralık 2009  ŞEWO’Ş Şuayip

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Cok Gec Olmadan (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################
===> ANiLAR  '' sayfasına dön 

      Çok Geç Olmadan

      
 Uzun zaman önceydi; özel tv kanallarından birinde ana haber bülteninden sonra yaşanmış hayat hikayeleri anlatan bir sunucu vardı. O hikayeler beni çok etkilemişti. Hele bir tanesi...
       Hikayenin kahramanı İzmitli bir genç. Tahsilini bitirdikten sonra İstanbul'da bir işe girer ve orada yaşamaya başlar.
        Bir gece yarısı içine adını koyamadığı bir sıkıntı girer, uyuyamaz. Bir sıkıntı vardır ; adını koyamadığı,tamda göğsünün sol yanında ince bir sızı...
        Birden babası gelir aklına;çok sevdiği,saydığı,büyük bir çınara benzettiği güçlü idolü babası.Çok sevdiği ancak geleneklerinden, kültürlerinden dolayı hiç bir zaman sıkıca sarılıp,SENİ ÇOK SEVİYORUM BABA diye sarılıp öpemediği babası.(muhtemelen çerkezdi diye düşünüyorum şimdi) Hasret mi?özlem mi? bilmez bunları yıllar sonra düşündüren.Neden bu yaşına dek söylememişti sevgisini,neden sarılıp öpememişti ellerinden,yanaklarından neden...?

        Bir anda karar verir atlar arabaya .Babasına gidecek ve ona sıkı sıkı sarılacak,öpecek ve ona onu ne kadar çok sevdiğini söyleyecekti gözlerinin içine bakarak.
        Vakit gece yarısına geldiğinde evinin önüne gelir. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlar hemen.Baba evinin bütün ışıkları yanmaktadır. Koşarak girer eve,evleri yakın akarabalarla doludur. Hepsin de bir hüzün bir matem.
       Koşar babasının yanına, içindeki sızı kalbinde bir oktur artık. Babası son anlarını yaşamaktadır,koca çınar doğrulur yattığı yerden, baba-oğul sarılırlar sımsıkı ilk ve son kez...Babasına onu ne çok sevdiğini söyler defalarca, öper ellerini,yanaklarını,koca çınar başını sallar göz pınarlarından akan yaşlar beyaz sakallarının arasında kaybolur, 
        -BENDE OĞUL BENDE ...
        Koca çınar oğlunu da görmenin huzuruyla ruhunu teslim eder. Kavuşur  yaradanına. Oğul son anda da olsa onu çok sevdiğini söylemiş ve sıkı sıkı sarılmıştır babasına ilk ve son kez ne acı değil mi?
        Ertelemeyelim sevgilerimizi, duygularımızı her fırsatta söyleyelim ana-babalarımıza,eşimize ,dostumuza,çocuklarımıza, arkadaşlarımıza yarın çok geç olabilir...Çok geç olmadan...
        Cevher ATEŞ 09.11.2009

===> ANiLAR  '' sayfasına dön
################ Hasret (Bunun alt sayfası: "ANiLAR") ################

  ===> ANiLAR  '' sayfasına dön

   
 HASRET
      An gelir özlem dayanılmaz olur ya ,hani yüreği sıkışır,içinde bir yerler acır. Çaresizliğin verdiği sıkıntı ezer,kanatır yüreği...
          Özlenen; evlattır,anadır,babadır,gardaştır,arkadaştır ya da vatan...Hangisi olursa olsun an gelir burnumuzun direği sızlar,birden bire dökülür aniden yaşlar.Yürekten akan damlacıklardır onlar.Saf,temiz,katıksız...
         Bir anneler günü mesajı beni çok etkilemişti. ''Bir çocuğun annesini sevdiği gibi değil,bir annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyorum seni anne'' 
İnsan ancak anne-baba olduğu zaman anlayabiliyor bu büyük sevgiyi.Hayattaki en değerlilerimiz oluyor onlar.Hayatlarımızı onların hayatlarına adıyor,onlar için yaşıyoruz.Kendi içimizde kalan uktelerimiz onların içinde kalmasın istiyoruz.Her şeyin en iyisini en güzelini istiyoruz onlar için.
        Yumuk yumuk ellerini öperek büyüttüğümüz,gözümüzden sakındığımız bebeklerimiz büyüyor ve bir yetişkin oluyorlar.Ama bizim gözümüzde hala küçücük onlar.
         Kimimiz askere yolluyoruz,düğünle dernekle,buruk bir sevinçle ama büyük bir gururla.Kimimiz başka şehirlerdeki okullara,kimimizde gurbet ellere;nasip mi kısmet mi bilinmez,gurbetteymiş aşı rızkı diye.Tevekkülle.
        Ana-baba yüreği ,aklı hep evladında .Duasında hep onlar.Allah herkesin gurbetlerini kavuştursun diyorum.Bizim gurbetimizden bahsetmek istiyorum.
11 yılı aşan bir hasretin son anı öyle etkiledi ki beni.Paylaşmak istedim.Biliyorum ki sevinçler paylaştıkça artar,acılar paylaştıkça azalır.Paylaştıkça artan tek şey sevinçlerdir herhalde.
          Paylaşmak istedim çünkü analar ,babalar,kardeşler bu kadar hasret kalmasın istiyorum.Ömür su gibi akıp gidiyor.Daha dün çocuktuk bizde ,şimdi hayretle kendi çocuklarımızın nasıl büyüdüğünü izliyoruz.''ne çabuk geçti  yıllar''diye.
         11 yılı geçti benim kardeşim gurbete gideli.Askerlik dönüşü o günün şartlarında beklentilerini karşılayacak bir iş bulamadı malesef Türkiye'de.(hoş bu gün de pek bir şey değişmiş sayılmaz da)
Şans mı nasip mi bilinmez ABD 'ye gitti 21 yaşında.
          Ana yüreği bilir dedik ya o zaman ben yeni anne olmuştum.Annemin hislerini yeterince anladığımı sanmıyorum .Ne yer ne içer rahat mı bir başına gurbet ellerde.?Öyle ki onun sevdiği yemekleri yaptığımız zaman boğazımıza düğümlenirdi.Erkekler duygularını kadınlar kadar ifade edemezler,örneğin özlem içlerini yaksa da ağlayamazlar,dertleşemezler arkadaşlarıyla kolay kolay.Çünkü babadır onlar,güçlü olmak zorundadırlar.Gurbet yakında olsa uzak da olsa gurbettir ama aradaki mesafe arttıkça ,onun kilometrelerce uzakta,okyanuslar ardında olduğunu bilmek ve istediği zaman ona ulaşamayacağını bilmek daha çok acı verir,çaresiz hisseder insan.
         Yıllar böyle hasretle özlemle geçti.Nasip deriz ya hep ,kardeşim bir kızı sevdi ne mutlu ki o da kendi kültürümüzden kendi toplumumuzdandı.Evde bir sevinç bir mutluluk.Düğün hayalleri...Her anne babanın hayalidir,mürvetidir çocuklarına güzel bir düğün yapmak.Yuvasını kurmak.Hazırlıklar büyük bir sevinçle başladı orda ve burda.Söz kesildi nişan yapıldı.Sıra vize almaya geldi.Düğün ABD 'de olacaktı.Büyük bir umutla gittiler konsolosluğa ve sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu.ABD konsolosluğu vize vermedi anneme ve babama.Kendi çocuklarının düğününde olamayacaklardı.Belki de bebekliğinden beri hayalini kurdukları düğünde olmayacaklardı...Şoku uzun bir süre atlatamadılar.Neyseki iki halam oradaydılar.Eş dost hısım akraba sağolsunlar çok güzel bir düğün yaptılar kardeşime.Kardeşimin düğününü kasetten izlemek öyle zor geldi ki.Annem babam ve ben kasetleri ağlamaktan izleyemedik günlerce.
           Evliliği içimizi öyle rahatlattı ki ;artık sıcak sevgi dolu bir evi vardı ve ona sevgiyle kapıyı açan bir eşi.Boş bir eve gelmeyecekti.Ona sevdiği yemekleri içine sevgisini katarak pişirecek bir eşi vardı.Artık Kaşıkbörek(kardeşimin en sevdiği yemek) yerken boğazımıza düğümlenmiyor)
           Ve 11 yılın sonunda beklediğimiz an gelmişti.Ramazan bayramından 2 gün önce geldi kardeşim.Son gece hiç uyumadık nerdeyse annem babam ve ben.Zaman durmuştu sanki saatler işlemiyordu.Sabah 10.30 da aradı -İstanbul'a geldim diye.Artık vatan toprağındaydı.Ankara'ya gelecekti uçakla kuzenim ve eşim havaalanına almaya gittiler arabayla.Bizde o uzun gün boyunca onun en sevdiği yemekleri yaptık.O gün o kadar uzundu ki bir düğün yemeği bile yapabilirdim)
           Derken telefon geldi Kaymaz'dan girdik diye.Fatoş halam -Haydi atlayın arabaya karşılamaya gidelim dedi.Araba kardeşime yaklaştıkça kalp atışlarım hızlandı,gözyaşlarım yuvarlandı gitti yanaklarımdan aşağı ,özlem bitecekti, ona sıkı sıkı sarılacaktım kalbimin içine koyarcasına.
           Yolda öylesine hızlı gidiyorduk ki onlarda bizde, gurbete inat bir an önce bitsin diye hızla geçtik biz onları onlar bizi ,sonra geri döndük .Araba daha durmadan fırladık arabadan o da bende .Karşımdaydı bir an dondum sonra ağlamalar sarılmalar öptüm doyasıya o benim bir tanecik kardeşimdi hiç ayrılamam dediğim.Canımın yarısıydı.Ben kardeşimin yanına bindim.Artık karşımdaydı inanamıyordum.Yüzünde olgunlaştığının izleri çizgiler vardı.Kimbilir neler yaşamıştı 11 yıl boyunca iyi kötü.
           Gelin arabası gibi hızla girdik avluya annem babam halam koştular.Annemle birbirlerine koştular,annem öyle bir haykırdı ki -OĞLUMMMMM diye yürekler dayanmaz.kardeşim de -ANNEMMMM diye.Sarıldılar öptüler birbirlerini ağlayarak.Bu ne kadar sürdü bilmiyorum babam bir yandan gözyaşlarını siliyor bir yandan da -Yeter artık yaww diyordu.
           Özlem bitmişti.Ağlamamalıydık artık sevinç günümüzdü bu gün.Kardeşim evi,bahçeyi her yeri herkesi inceliyordu dile kolay 11 yıl herşey çok değişmiş olmalıydı onun için.Herşeyi herkesi çok özlemişti ve o sesi; Birden bire ayağa kalktı:-Duyuyormusunuz ?dedi.-Neyi dedik ?-Ezan sesini dedi.Ve Ezan bitinceye kadar ayakta dikildi ve Allaha şükretti.Camii hemen evimizin arkasındaydı ve biz günde 5 vakit duyduğumuz için bilmiyorduk kıymetini....
          Bazı şeylerin değerini malesef kaybettikten sonra anlıyoruz.Ezan,Vatan,Bayrak,Özgürlük...
          Allah bizi vatansız bayraksız ve ezansız bırakmasın.Tüm gurbetlerimize sağlıkla kavuşmak dileğiyle...
                        CEVHER ATEŞ

===> ANiLAR  '' sayfasına dön

 
################ Sectigimiz videolar (Bunun alt sayfası: "ViDEOLAR") ################

Sectigimiz videolar

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
################ Adige kulturu (Bunun alt sayfası: "ViDEOLAR") ################

ADİGE Kulturu

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 





################ Onsöz (Ana Sayfa) ################

SİTE YÖNETİMİNİN ÖNSÖZÜ
  Dünya kültürleri içerisinde önemli bir yeri olan Kafkasya kültürünün en önemli içeriklerinden biride Kafkasya mutfağıdır. Kafkas insanının uzun ömürlü, sağlıklı ve fiziksel bakımından da gösterişli olmasında, genetiğin, hava şartlarının katkısı vardır mutlaka ama bu olguların oluşmasında en önemli faktör Kafkasya mutfağıdır. 
          Bu gün, muazzam bir lezzet ve damak zevki içeren Kafkasya mutfağının zenginlikleri, pek çok değerimiz gibi yitip gitmektedir. İçimizden kaç kişi bu yemekleri bilir, kaç ev hanımımız bunları pişirilebilir acaba?
       Bütün bunların bilincine vararak bu konudabir akademik çalışma yapan ve bu çalışmalarını bir kitap haline getirerek yayınlama  yolunda büyük aşamalar kaydeden, kendisine kızımız demekten gurur duyduğumuz, gıda teknikeri  Fatmagül SÖNMEZ'e çalışmalarını bizle paylaştığı için gönülden teşekkürler.
aglarca2007.tr.gg

***====>***====>***====>***

           YAZARIMIZIN ÖNSÖZÜ
           Yazmış olduğum yazıları yayınlama şansını ancak siz büyüklerin desteği sayesinde buluyorum. Evet abicim yazmış olduğun gibi yemek kültürümüz artık yitiyor yerini kolay ve günümüz aparatif mutfağına bırakıyor dolayısıyla kendi yemeklerimizde unutuluyor.   Kültürümüzün araştırması içinde hevesle ilerlerken kendi mesleğiminde vermiş olduğu bir yönelme ile Kafkas Mutfağı,Yemeklerimiz ve Yemek kültürümüzün fazla üzerine gidilmediği ve araştırılmadığını bununla beraberde yeteri kadar tanıtılmadığını gördüm.Kendi kendime yemeklerimize haksızlık edildiğini düşündüm.Eminimki meslektaşlarım vardır.Neden dedim böyle bir şey düşünmediler.Benim bu araştırmayı yapmaktaki maksadım kendi kültürüme kalıcı bir kaynak bırakmak.Maddi beklenti duymadan sadece kendi kültürüme ve geleceğin yeni yetişen nesline unutturmamak.Bunu yaparken farklı olmasını sıradan tarifler yerine yemeklerimizin sağlıklı beslenmeyle bağlantısını kurmak mantıklı geldi.Zira günümüzde yemekler tarifle beraber faydalarıda anlatılarak tanıtılıyor.Araştırdıkça zevkli hale geldi.Bahsetmiş olduğun gibi kitap çalışmam artık toparlama aşamasında. Son düzenlemeleriyle uğraşıyorum.Allah izin verirse en kısa zamanda hazırlayıp kitabımızı sizlerle, kendi insanımla paylaşacağım günü merakla ve heyecanla bekliyorum. Bilgi paylaştıkça anlam kazanıyor.Çalışmalarım yine devam edecek inş.dediğim gibi önce Allahın sonrada sizlerin desteğiniz sayesinde daha güzel çalışmalarda yapmayı planlıyorum. Site çalışmalarınızda başarılar diliyorum tekrar teşekkür ediyorum. 
                                                           Fatmagül SÖNMEZ - GIDA TEKNİKERİ


***====>***====>***====>***

 
################ Yoresel yemeklerimiz (Ana Sayfa) ################
 
                Zamanın birinde Adana'nın dağ köylerinin birinde bir adige ailesi yaşarmış. Tanınmış ve sevilen bir aile olduklarından gelen ile gidenleri eksik olmazmış.
                Yine bir gün şehirden hatırlı misafirleri gelmiş. Misafirleri en iyi şekilde ağırlamışlar, hele evin kızının yaptığı börekleri çok beğenmişler. Giderken de tarifini almayı unutmamışlar,Ev sahibi tarifle de yetinmemiş belki unları iyi değildir diye bir çuvalda sarı buğday unu vermiş.
                 Aylar sonra aynı ailenin yolu gene aynı köye düşmüş ve aynı eve misafir olmuşlar. Gene en iyi şekilde ağırlanmışlar. Laf arasında misafir ev sahibine dönerek:
                  Sizin verdiğiniz unla, sizin verdiğiniz tarifle bizde börek yaptık ama sizinkiler kadar lezzetli olmadı, bunun bir sırrı varmı demiş.
                  Ev sahibi hafiften gülümseyerek :
                    Biz size unu verdik, tarifi de verdik ama mutfakta ki sarı kızı vermedik ki demiş.
                 ( Fatma Girik'in Gurbet Kadını adlı dizisinden alınmıştır)

                   Söze bu anektotla başlamamın sebebi, burada tarif edeceğimiz yemeklerde miktar vermeyeceğiz,ölçü vermeyeceğiz, anamızdan ninemizden ne gördüysek ne duyduysak onları aktaracağız. Zaten bizim yemeklerimizde sunulacak kişilerin damak tatlarına göre ölçüler değişkenlik gösterecektir. Biz mutfaklarımızda ki sarı kızlara yani sizlere güveniyoruz. Zaten anlatacağımız yemeklerin de yabancısı değilsiniz, evinizdeki büyükleriniz bizden daha mükemmelini yapıyorlardır mutlaka. Amacımız unutulup giden değerlerimizin arasına mutfağımızında katılmamasıdır.
Hazırlayan G. Ocak


 
TĞUJE 
     Malzemeler:  
       Un, Maya, Tuz, Su ve süt.                      
      
Yapılışı:
      Un,maya,tuz,birçay bardağı süt karıştırılarak yoğrulur ve mayalanmaya bırakılır.  
      Hamur yeterince mayalandıktan sonra yumurtadan az küçük parçalara ayrılır, bu parçalar elle açılarak kızgın yağda kızartılır.
      Sıcak sıcak daha lezzetli olur. Soğuduktan sonra ısıtılarak servis yapılması uygundur. En iyi kaymakla gider.
       Eskiden Cuma akşamları yapılır ve dağıtılırdı. Ayrıca düğün ve cenazeler gibi kalabalıkların değişmez yiyeceğiydi.
  


       ŞİBJİYŞUĞ
         Malzemeler:
         Tuz, kırmızıbiber, pul biber, sarımsak, kişniş (koni ) ,ceviz içi, kabak çekirdeği içi, susam. Bu malzemelerin standart bir ölçüsü yoktur. Herkes damak tadına göre ayarlayabilir.
  
         
Yapılışı:
          Önce ceviz içi, sarımsak, susam, kişniş, kabak çekirdeği içi havanda veya sürtme taşında yağları çıkasıya kadar ezilir. Bu işlem mutfak robotuyla da yapılır ama aynı lezzeti vermez.
Bu ezilmiş malzemelere tuz, toz biberle pul biber ilave edilerek iyice harmanlanır, havanda veya haşhaş taşında tekrar ezildikten sonra şibjıyşuğ-umuz hazırdır artık.
         Yağ sürdüğünüz ekmeğinize dökebilirsiniz.
         Fırında pişirdiğiniz patetisi banıp yiyebilirsiniz. 
         Her türlü sosta kullanabilirsiniz.
         En çok yakıştığı yer et kızartmalarıdır. Etleri fırına sürmeden veya mangala koymadan bu şıbjıyşuğ dan sürerseniz etlere nefis bir lezzet verdiğini göreceksiniz.
         Hatta fırından yeni çıkmış ekmeği banarak bile yiyebilirsiniz.                      
 

     
     
PASTHE       
     Malzemeler:
     Mısır unu, tuz, kaynamış su. 
    
   
Yapılışı;
     Mısır unu bir tepside rengi değişesiye kadar fırında veya ocağın üstünde kavrulur.
     Unun karıştırılması sırasında sık sık karıştırılarak tamamının kavrulması sağlanır.
      Kavrulmuş un ateş üstündeki tencereye konur. Yavaş yavaş sıcak su ilave edilerek, tahta kaşıkla karıştırılarak pişirilmeye başlanır. Bu karıştırma sırasında tuzuda ilave edilir. Karıştırma iyi yapılmalı ki lapanın içinde hiç un topağı kalmasın.
      Karışım lapa halini aldıktan sonra su ilavesi kesilir. Elimizi koruyacak kalın bir bezle tencerenin kenarın dan tutularak tahta kaşıkla karıştırmaya devam edilir, karıştırma sırasında oluşmaya başlayan lapa kaşığın tersiyle iyice ezilerek kalabilen un topakları da yok edilir. Sık sık kaşıkla tencerenin dibi sıyrılarak lapa ters yüz edilir.
        Pasthe tencerenin dibine tutmayacak kıvama geldiğinde pişmiş demektir. 
 
      
Servisi;
       Pasthe hoşaf tabağına sıkıştırılarak konur, ters çevrilerek servis tabağına aktarılır. Üstü kaşık tersiyle düzgün bir şekilde çukurlaştırılır. Çukurlaştırılan bu yere pasthenin katığı ne olacaksa konularak servis edilir. Katıkları şöyle sıralayabiliriz. Şipsi, bal ve ceviz, tuzlu tereyağı, ağda, kavurma, pekmez, kaymak. Bunların içinde en yakışanı ve yaygın olanı şipsi, tuzlu tereyağı ve kavurmadır.
Afiyet olsun.

 
METÂZ
Malzemeler:
Hamur malzemeleri.
—Un, su, tuz.
İçinin Malzemeleri:
—Yoğurt suyu ile kestirilmiş sütten yapılmış peynir.
—Tuz.
—Karabiber                                       .
—Kırmızıbiber.
—Taze yeşil soğanın yeşil yaprakları.
—Çok az yağ.
    Hamurun hazırlanması.
    Un, su, tuz karıştırılarak hamur yoğrulur. Yoğrulan bu hamur ne katı ne de yumuşak olmamalı, kulak memesi kıvamı dedikleri kıvamda olmalıdır.
     
     
İç malzemesinin hazırlanması:
     Yeşil soğanın yeşil yaprakları doğranarak yağda kavrulacak. Kavrulmuş bu soğanlar, tuz, karabiber, kırmızıbiber ve peynirle karıştırılacak.
    
    
Yapılışı:
     Bu karışım hazırlanasıya kadar bekleyen hamurdan yumurta büyüklüğünde bezeler yapılacak. Bu bezeler elle açılacak, hazırlanan iç malzemesi konularak hamur kapatılıp yassılaştırılacak, kaynamış suya atılarak kaynatılacak.
     Kaynatma süresi damak zevkine göre ayarlanabilir.
     Yeterince kaynatıldıktan sonra sudan çıkarılan METÂZ ler sıcak sıcak servis yapılmalıdır. Herhangi bir sebepten dolayı sıcak servis yapılamadıysa ısıtılıp servis yapılmalıdır.
     Yanında sunulacak en uygun içecek çay veya soğuk süt olacaktır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
################ Mutfak kulturumuz (Ana Sayfa) ################
MUTFAK KÜLTÜRÜMÜZ
 
Okuyucularımıza güzel günler dileyerek başlamak istiyorum.
"Sözün önü bilinmeden sonuda anlaşılmaz." anlamında bir söz vardır. Burada mevzu edilen Çerkes mutfağı ve sofra adabıdır. Kültür, bir bütündür. İçinden bir bölümünün alınarak anlatılmasından fazla bir şey anlaşılamaz. O bakımdan kısa da olsa bazı temel özelliklere değinmekte fayda vardır. 
 
        Bizler adigeyiz öyle değil mi? Ama ben kendi şahsım adına kendi kültürümü pek yaşayamadım çünkü doğup büyüdüğüm şehirde çerkes yoktu ve sadece annemden ve anneannemden duyduklarımla bişeyler kulağıma girmeye başlamıştı. Ben bunun üzerine madem uygun bir ortamda büyüyemedim. Kendi kültürümü araştırmalıyım diye düşündüm. Uzunca bir süredir araştırıyorum çok fazla ADİGE arkadaşlarım oldu çok değerli ADİGELER tanıdım görüşüyorum. Onlar sayesinde çok şeyler öğrendim ve halen öğrenmeye devam etmekteyim.
Şimdi birkaç tane kendi mutfak gelenek göreneklerimizden örneği sizlerle paylaşmak istedim ve siteye yazmaya karar verdim. Özelikle yeni yetişmekte olan gençlerimize faydalı olabilir diye düşündüm. 

Çerkesler, dede-nene, anne-baba, amca-hala, bacı ve kardeşlerin, gelinlerin; hatta aileye bağımlı yardımcıların bir arada yaşadığı büyük ailelerdi.
 
Mekân düzenleri o günün şartlarına göre ileri denecek düzeyde eşyalarıyla birlikte ihtiyaçlara cevap verecek durumdaydı. Aynı avlu içerisinde ağılı, ahırı, samanlığıyla, ambar, kiler, işlik, sütlük, mutfak ve misafirhane gibi ayrı ayrı birimlerden oluşan; gelinlerin, kızların, kaynana ve gençlerin, yardımcıların kendi adlarına kalacakları yerleri odaları vardı.
 
Ailenin çoğalmış olmasından dolayı ayrılmış olsalar dahi, aynı adla anılan bu sülale bireyleri birbirlerine karşı sorumluluk duyar, topluma karşı yükümlülüklerinde hassas olurlardı. Sülalede en üst otorite en yaşlı olandı. Bu, kendi sülalesinde olsun toplumda olsun görevlendirme ve denetleme yetkisine sahip olan doğal "Thamade-Ğahbe" idi. Bu yetki devredilemezdi ve kendi sülale adından bir büyüğü hayatta olan hiç kimseye, hiç kimse tarafından geçici olarak ta olsa bu paye verilemezdi. İkinci derecedeki yetkili, doğal Thamade`nin evde olan yaşlı kız kardeşi veya eşi idi. Bunlar gerektiğinde bazen Thamade`nin yetkisini de aşabilirlerdi.
 
Çerkesler, sahiplenici değil, düşmanına dahi ekmek verecek kadar ileri derecede paylaşımcı bir zihniyete sahipti. Birlikte yaşama sistemleri saygı esasına dayanır. Küçüğü büyüğüne itaat eder. Büyük küçüğünü gözetir. Bağlayıcı unsur "utanma" ayıp kazanmama hissi ve kararlılığı olurdu.
 
Çerkeslerde hangi vesileyle olursa olsun bir araya geldiklerinde (ölüm hariç) yeme içme yönünden mutlaka bir ağırlama tarafı olur. Bu da konunun şekli ve mahiyetine göre uygulamada bazı farklılıklar gösterirdi. İlk dünyaya gelen erkek çocuk için yapılan merasimler ve yaralıya yapılan eğlentiler de olduğu gibi.
 
Müjde yemeği, tazır yemeği, misafire davet, yeni gelini komşuların evlerine alma ağırlama yemeği ayrı ayrı şeylerdi. Eve getirilenden, hediye gelenden evde pişirilenden, şeker katılarak hazırlanan ilk ağızdan, ilk elde edilen diğer yiyeceklerden komşular nasiplendirilirdi.
 
AİLEDE YEMEK
 
Geleneksel Adige kültüründe evin en büyüğüne ayrı bir sofra kurulur, evin kızı ya da delikanlısı ona hizmet ederdi. Kimse olmadığı zamanlarda kardeşlerde ağabeyleriyle sofraya oturabilirdi.
 
Amca ve yeğenler birlikte yer, hala da onlara refakat edebilirdi. Kız ya da evin eski gelini hizmet ederdi.
 
Nine ya da kayınvalide, hala, torunlarıyla birlikte yer, gelinler onlara yardım ve hizmet ederlerdi.
 
Evin kızları ve gelinleri ayrıca birlikte yerlerdi. Hanımların sofrasına ve mutfağına çocukların dışında erkek alınmazdı. Haliyle erkeklerin sofrasına da çocuk ve hanımlar oturmazdı.
 
Yapılan yemeklerden, değişiklik olur, belki de canı çeker diye; yaşlısı ve hastası olan komşuya, bir de muhtaç olanlara pay gönderilirdi.
 
Eskiden sabahları et suyu, süt içmek gibi kalmuk çay içme alışkanlığı da vardı. Bunu içmek için "Hup" dedikleri, baş kısmı kahve fincanına benzer (bir nevi küçük kepçe) şimşir ya da meşe ağacından yapılmış kaşıklar kullanılırdı.
Bu arada yeri gelmişken KALMUK ÇAYI ndan bahsetmek isterim.
Orta Asya ve Sibirya'nın sert ve uzun kışlarından dolayı beslenmede sıcaklık ve sindirim kolaylığı için proteinli ve yağlı yemeklere ağırlık verilmiştir. Bu sütlü, tuzlu çay Kafkasya bölgesinde Karacay/Malkar'ların Kalmuk Çayı olarak bilinirken Tatarlar Kalmak Çay diye adlandırmışlardır. Kırgız ve Uygurlarda ise Atkan Çay olarak biliniyor. Özbekler kaymak veya yoğurtlu kaymak (sour cream) eklerler ve Şirin Çoi diye adlandırırlar. Tuva Türkleri ise Suttug Şay, Tibetliler, Po Cha ve Moğollar Suute Tsai derler. Hem Tibetliler hem Moğollar olsun yak sütü ile bu çayı yaparlar.
Kalmuk çayı; Kuşburnu ağacının ufak dallarının ucundan küçük parçalar kesilir. Bu parçalar çaydanlıkta kaynatılır.
 
2- Süt, karabiber, tereyağı, tuz başka bir kapta karıştırılır ve süzülür.
 
3- Buna çaydanlıktaki su eklenir ve tekrar kaynatılır ve içime hazır hale getirilerek yapılır.
 
YEMEKLERDE UYULAN GELENEKSEL KURALLAR

Yemeklerde sofraya herkes kendi konumuna uygun olan yere oturtulur. Serviste ona göre yapılırdı. Ev içi yemeklerde herhangi bir ön konuşmaya gerek duymadan yemeğe başlanırdı.
 
Misafir genç ve büyüğün sofrasına oturtulmuşsa, ev sahibinin buyur demesiyle yemeğe başlanırdı. Yemekte uygun (aile dışından) üçüncü bir şahıs varsa temenni konuşmasını o yapar ve yemeği ilkin ev sahibi başlatırdı. Misafirin, sofraya oturanlardan çok yaş farkı yoksa temenni konuşmasını misafir yapardı.
 
Misafir ve yaşlı sofradan çekilmeden daha küçük olanlar yemeği bırakmaz ve sofradan kalkmazlardı.
 
Sofranın çok olduğu, toplu yemeklerde, başka odada olanlarda büyüklerinin temennilerine, kabül olsun diye katılarak yemeğe başlarlardı.
 
Bu nevi toplu yemeklerde ayakta bekleyen gözlemci durumda olanlara da ekmek arasında, ayakta yiyebileceği ufak bir pay verilmesi de adettendi.
 
Yemek servisi sonuna doğru, yarım baş getirildiğinde bir kenarda bekletilir ve yemek bittiğinde, Thamade ve misafir dışında yaşça daha büyük ve ehil olan birisi tarafından yarım baş kırılarak herkese tabakta birer parça sunulurdu.
 
Yemeğe raslayanın yemeği reddetmesi, akşam yemek varti evin terk edilmesi görgüsüzlük sayılır, teklifsiz sofraya oturulması ve fazla nazlanılması da yadırganırdı.
 
İşte sizinle birkaç geleneğimizi paylaştım. Tabi mutlaka ve mutlaka geleneklerimizin sürmekte olduğu yerler vardır olduğunuda bazı arkadaşlarımdan duyuyorum. Bilenlerde belki kimisi zevkle yapıyor kimiside artık devir değişti biraz daha zamana ayak uydurarak yaşayalım diyor. Mutlaka zamana ayak uydurmamız gerekiyor ama bunlarıda unutmadan bazı zamanlarda ön plana çıkartmamız gerekir diye düşünüyorum. Söylediğim gibi özellikle yeni yetişmekte olan GENÇ ADİGELERİMİZE kültürümüzü devam ettirmek için unutturmamamız gerekir diyorum.
Atalarımıza bizlere bıraktıkları bu değerli KÜLTÜR GELENEK VE GÖRENEKLER için minnettarız diye düşünüyorum ve çok TEŞEKKÜR ediyorum.
GÖRÜŞMEK DİLEKLERİMLE ŞİMDİLİK HOŞÇAKALIN VE KÜLTÜRÜMÜZÜ UNUTMAYALIM DİYORUM.
 
Fatmagül SÖNMEZ
GIDA TEKNİKERİ

 
################ Etin onemi (Ana Sayfa) ################

E
TİN BESLENMEMİZDEÖNEMİ
 VE
ET YEMEKLERİMİZDEN CARKOY

 
            Etler beslenmemizde iyi bir protein kaynağı yer alırlar.Proteinin yanı sıra bazı vitamin ve mineraller bakımından da zengindirler.Sağlıklı beslenmemizde temel yeri olan et; hayvanların yenebilen kas dokularından oluşur.A ve B grubu vitaminleri ile Demir, Çinko, Fosfor ve Magnezyum mineralleri bakımından da zengindir.Protein sudan sonra, vücudun büyümesi, gelişmesi ve vücudun hastalıklardan korunması için gerekli olan en önemli besin maddesidir.
          Protein organizmanın su dengesini, asit baz dengesini kontrol ederken hormonların oluşumunada yardımcı olur.Diğer önemli görevide hemoglobin oluşumunu sağlamaktır.Hemoglobin hücrelere oksijeni taşıyıp karbondioksiti alan kan proteinidir.
            Etin proteini biyolojik değeri yüksek olan bir proteindir.Proteinlerin kaliteli olmasının nedeni insan beslenmesinde önemli rolü olan eksojen aminoasitleri bünyesinde bulundurmasıdır.Vücutta emilimleri ise %97 ila 98 civarındadır.Yani nerdeyse tamamını vücut kullanır.Bitkisel proteinler eksojen aminoasitler bakımından yeterli olmadığından vücut için gerekli aminoasitleri sağlayamazlar.

            Diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ülkemizde et tüketimi seviyesi oldukça düşüktür.Buda gelişme bozukluklarını ve sağlık problemlerini beraberinde getirir.Büyüme geriliği yeterli protein alamamaktan dolayı ortaya çıkmaktadır.Beyin gelişiminin %90 oranı 3yaşına kadar tamamlandığından enerji ve protein yetersizliği zeka gelişimini de olumsuz yönde etkiler.İlerleyen yaşlardan sonra da yağsız kırmızı etlerle beraber, beyaz etleride beraberinde almak gerekir.Fakat çocukluk ve gençlik dönemlerinde etin fazla miktarda tüketilmesi gerekmektedir.
            Etin kimyasal bileşimi ise %75’ i su, %25’ i protein, %32 ü yağ, %1’i karbonhidrat ve %1’i vitamin ve mineral maddelerden oluşmuştur.
            Etlerin yağ oranlarının birbirinden değişik olmalarının sebebi hayvanın çeşiti ve yaşından kaynaklanmaktadır.Bileşimlerinde A, D, B12 vitaminlerini yüksek oranda bulundurması bu vitaminler bakımından önemli bir kaynak olduğunu gösterir.Özellikle Demir ette organizmanın kolay özümseyeceği şekilde bulunur.Bu yüzden kansızlık tedavisinde et fazlaca önerilen bir temel besin maddesidir.Tamamen sebzeler beslenen insanlar olduğu gibi, tamamen etle beslenme uygulayan insanlarda bulunmaktadır.Fakat bu yöntem tek yönlü beslenme yöntemi olduğu için çeşitli hastalıkların oluşmasına da davetiye çıkartır.Bundan dolayı en uygun olanı yeterli ve dengeli olarak tüm besin maddelerinin tüketilmesidir.
            Son zamanlarda etin sağlık üzerine olumsuz etkilerinden söz edilmiştirEtin sağlığa zararlı olduğu ve aşırı şişmanlığın sebebi olduğu, kalp ve damar hastalıklarına sebep olduğu ve kanserojen tehlikeye sebep olacağı gibi tehlikelerden söz edilmiştir.Buda toplumumuzun kırmızı etin az kullanılması gerektiği kanaatini uyandırmıştır.Yukarıda açıkladığım üzere kırmızı eti yeteri miktarda  ve bilinçli tükettiği taktirde kişi sağlıklı beslenmeyi başarabilir.
            Tüm bu bilgilerden sonra yine Kafkas mutfağımızın yemeklerinden biri olan et yemeğimiz CARKOY’ un Hanipa TAVKUL / KARAÇAY MALKAR tarafından verilmiş olan tarifini vermek istiyorum.
 
             CARKOY
            Malzemeler :
            Kuş başı Koyun Eti     :  1 kg.
            Patates                       :  1 kg.
            Domates                     :  3 Orta boy
            Soğan                        :  2 Orta boy
            Kırmızı Biber              :  1 Çorba kaşığı
            Karabiber                  :   1 Şeker kaşığı
            Tuz                            :  Yeteri kadar
            Tereyağı                    :  100 gr.

            Yapılışı :
1-     Patatesler yıkanır, soyulur, ince dilimler halinde doğranır ve tepsiye dizilir.
 Üzerine domates ve soğanlar dilimlenir,kırmızı biber, karabiber ve tuz gezdirilir.
 En üste kuşbaşı doğranmış etler konur.Yağı ilave edilir ve fırında pişirilir.

Not: Kırmızı et yerine tavuk eti,domates yerine salça kullanarak ta bu yemek yapılabilir.
 
 Kaynak : Hanipa TAVKUL / KARAÇAY- MALKAR
 Fatmagül SÖNMEZ   ----  GIDA TEKNİKERİ

 
################ Besinlerdeki kaloriler (Ana Sayfa) ################
BESİNLERİN KALORİ DEĞERLERİ

Sağlıklı beslenmenin temeli doğru ve düzenli beslenmektir.Düzenli beslenmenin doğru şeklide hangi besinleri ne miktarda tüketmemiz gerektiğidir.Bu konuyla ilgili her geçen gün verilen bilgiler artmakta ve insanımıza doğru beslenme şeklinde yardımcı olmaktadır.Fakat sürekli yazılarımda da değindiğim üzere mümkün olduğu kadar organik besinlerin temini yoluna gitmeliyiz.

Ayrıca tükettiğimiz besinlerin gruplarına ve kalorilerine de dikkat etmeliyiz.
Başlığımızdan da anlaşılacağı üzere iki konuya değinmek istedim bu yazımda.İlk başlığımda Sağlıklı Beslenmenin İlkeleri dedim.Dünya Sağlık Örgütünün araştırmaları sonucu ulaştığı doğru ilkeleri kısa cümlelerle sizlerle paylaşmak istiyorum.Oldukça kapsamlı bir konu olan sağlıklı beslenme noktasında Dünya Sağlık Örgütünün 11 başlıkta toplamış olduğu maddeleri sizlere rehber olması açısından paylaşmakta fayda görüyorum.

1-Besleyici bir diyet,hayvansal kaynaklı besinler yerine bitkisel kaynaklı besinlerden oluşmalıdır.
2-Günde birkaç defa tahıl grubu besinler (ekmek,makarna,pirinç,patates gibi) tüketilmelidir.
3-Günde birkaç defa bölgesel olarak bulunabilen çeşitli taze sebze ve meyvelerinden tüketilmelidir.
4-Diyetle yağ alımı kontrol edilmeli, doymuş yağlar (sature) yerine, doymamış yağlar (ansature) tercih edilmelidir.
Doymuş Yağlar : Tereyağı . Kuyruk Yağı vb.
Doymamış Yağlar:Ayçiçeği.Mısırözü,Soya.Fındık ve Zeytinyağı gibi.
5-Yağlı kırmızı etler ve kırmızı etli ürünler yerine kurubaklagiller (mercimek,nohut,kuru fasulye gibi),balık,tavuk ve yağsız etler tüketilmelidir
6-Süt ve Süt Ürünleri kullanılmalı ( yoğurt.peynir gibi ).Ancak bunlar az yağlı ve az tuzlu olmalıdır.
7-Seçilen besinler düşük şekerli olmalı,basit karbonhidratlar ya da basit şekerler yerine ( çay şekeri gibi ),kompleks karbonhidratlar ( tahıllar ve baklagiller gibi ) tercih edilmeli,şekerli içeceklerin ve tatlıların tüketim sıklığı azaltılmalıdır.
8-Eğer alkol tüketiliyorsa günde iki kereden fazla alınmamalıdır.(Her alınan içki miktarındaki alkol değeri 10 gramı geçmemelidir.)
9-Az tuzlu diyet tercih edilmelidir.Günlük toplam tuz tüketimi (yemeklerde,ekmekle ve içeceklerle aldığımız tüm tuz miktarı)bir tatlı kaşığını geçmemelidir.Kullandığımız tuz iyotlu olmalıdır.
10-Yemekler güvenli ve hijyenik bir şekilde hazırlanmalı;haşlama,fırında pişirme,ızgara ya da mikro dalga fırında pişirme gibi yöntemler kullanılarak yemeğe eklenecek yağın azaltılması sağlanmalıdır.
11-Bebeklerde tek başına ilk 6 ay anne sütü verilmesi sağlanmalı ve 6.aydan sonra güvenli ve yeterli miktardaki ek besinlere başlanılmalıdır.Yaşamın ilk yılında emzirmeye devam edilmelidir.

İkinci ele aldığımız başlık konumuz ise günlük tükettiğimiz besinlerin adetleri ve içerdikleri kalori miktarladır.Gruplara ayırarak hangi besin ne miktarda tüketildiğinde kaç kalori alınmasına neden olur sizlerle paylaşmak istiyorum.

1) İlk Besin Grubumuz Tahıllar :

* 1 Dilim Beyaz Ekmek 28 gr. 90 kalori
* 1 Dilim Kepek Ekmek 28 gr. 60 kalori
* 1 Dilim Kızarmış Ekmek 15 gr. 35 kalori
* 1 Dilim Krausan 200 gr. 200 kalori
* Bisküvi 100 gr. 470 kalori
* Mercimek 100 gr. 314 kalori
* Arpa 100 gr. 367 kalori
* Bulgur 100 gr. 371 kalori
* Kuskus 100 gr. 367 kalori
* Mısır 100 gr. 342 kalori
* Buğday 100 gr. 364 kalori
* Susam 100 gr. 589 kalori
* Makarna 100 gr. 339 kalori
* Makarna (haşlanmış) 100 gr. 85 kalori
* Pirinç 100 gr. 357 kalori
* Pirinç (haşlanmış) 100 gr. 125 kalori

2) İkinci Besin Grubumuz Süt Ürünleri ve Yumurta :

* Yoğurt 100 gr. 95 kalori
* Süt (yağlı) 100 gr. 68 kalori
* Yoğurt (meyvalı) 100 gr. 125 kalori
* B.Peynir (yağlı) 100 gr. 275 kalori
* K.Peyniri (yağlı) 100 gr. 413 kalori
* Parmesan (yağlı) 100 gr. 440 kalori
* Yumurta 1 Adet 80 kalori
* Yumurta Akı 1 Adet 15 kalori
* Yumurta Sarısı 1 Adet 65 kalori

3) Üçüncü Besin Grubumuz Yağlar

* Tereyağı 28 gr. 206 kalori
* Margarin 28 gr. 204 kalori
* Sıvıyağ 28 gr. 130 kalori

4) Dördüncü Besin Grubumuz Etler

* Biftek (ızgara) 100 gr. 278 kalori
* Tavuk (ızgara) 100 gr. 132 kalori
* Tavuk Göğüs Eti (Haşlanmış) 100 gr. 150 kalori
* Kuzu (yağlı ızgara) 100 gr. 282 kalori
* Kuzu Ciğeri (yağda) 100 gr. 232 kalori
* Salam 100 gr. 446 kalori
* Sosis 100 gr. 295 kalori

5) Beşinci Besin Grubumuz Deniz Ürünleri

* Midye 1 Adet 9 kalori
* İstiridye 1 Adet 6 kalori
* Karides 1 Adet 144 kalori
* Somon Füme 100 gr. 171 kalori
* Ton Balığı 100 gr. 121 kalori

6) Altıncı Besin Grubumuz Sebzeler

* Domates 1 Adet 14 kalori
* Enginar 1 Adet 10 kalori
* Salatalık 1 Adet 11 kalori
* Marul 100 gr. 15 kalori
* Mantar 100 gr. 14 kalori
* Patlıcan 1 Adet 28 kalori
* T.Fasulye 100 gr. 90 kalori
* Brokoli 100 gr. 35 kalori
* Brüksel Lahanası 100 gr. 35 kalori
* Kabak 100 gr. 25 kalori
* Havuç 100 gr. 35 kalori
* Karnabahar 100 gr. 32 kalori
* Kereviz 100 gr. 18 kalori
* Soğan 100 gr. 35 kalori
* Bezelye 100 gr. 89 kalori
* Taze Yeşil Biber 120 gr. 15 kalori
* Patates (haşlanmış) 100 gr 100 kalori
* Ispanak 100 gr. 26 kalori
* Lahana 100 gr. 20 kalori

7) Yedinci Besin Grubumuz Meyveler

* Elma 1 Adet 60 kalori
* Kayısı 1 Adet 8 kalori
* Muz 1 Adet 100 kalori
* Kiraz 100 gr. 40 kalori
* Hurma 1 Adet 15 kalori
* İncir (kuru) 100 gr. 59 kalori
* İncir (taze) 100 gr. 41 kalori
* Greyfurt 1 Adet 43 kalori
* Portakal 1 Adet 50 kalori
* Kivi 1 Adet 34 kalori
* Mandalina 1 Adet 50 kalori
* Karpuz 100 gr. 19 kalori
* Kavun 100 gr. 18 kalori
* Şeftali 1 Adet 60 kalori
* Armut 1 Adet 70 kalori
* Erik 1 Adet 8 kalori
* Üzüm 100 gr. 57 kalori
* Çilek 100 gr. 26 kalori
* Ayva 1 Adet 63 kalori
* Limon 1 Adet 38 kalori

8) Sekizinci Besin Grubumuz Kuruyemişler

* Badem 100 gr. 600 kalori
* Kabak Çekirdeği 100 gr. 571 kalori
* Hindistan Cevizi 100 gr. 603 kalori
* Fındık 100 gr. 650 kalori
* Fıstık 100 gr. 560 kalori
* Çam Fıstığı 100 gr. 600 kalori
* Ceviz 100 gr. 549 kalori
* Patlamış Mısır 100 gr. 478 kalori

Son Olarak Bazı İçeceklerin Kalori Miktarları Şöyle

* Limonata 105 kalori
* Gazoz 105 kalori
* Meyvalı Gazoz 105 Kalori
* Kola 89 kalori
* Diyet Kola 2 kalori
* Maden Suyu 0 kalori
* Soda 0 kalori

Sağlıklı beslenmede tükettiğimiz besinlerin ne kadar kalori içerdiğini bilmekte fayda var.Sağlıklı ve bilinçli bir beslenme alışkanlığı edinmek temennisiyle.

Fatmagül SÖNMEZ
GIDA TEKNİKERİ 

 
################ kkk (Bunun alt sayfası: "11111111111111111") ################

  Sectigimiz videolar
 
  Adige kulturu
 
   ayıraçlar ile ilgili görsel sonucu
 
  Danef Sozluk
 
  Adige Sozluk -2-
 
  Dilden Dile
 
  B. Turkce Sozluk
 
  Bulmaca Sozlugu
 
   ayıraçlar ile ilgili görsel sonucu
 
  Adige Muzikleri
 
  Kafe Muzikleri
 
  Telefon müzikleri
 
   ayıraçlar ile ilgili görsel sonucu
 
  Ziyaretci defteri
 
  İletişim
 
 
Ayın şiiri


YÜREĞİMİZDE Ki SEVDA

Bir zamanlar bir vatanımız vardı,
Adı; Kafkasya...
Dağları vardı
Yemyeşil ormanların kapladığı,
Bulutlara erişmek istercesine,
Gökyüzüğne yükselen,
Aralarında billur ırmakların aktığı.
At koştururlardı gençlerimiz yamaçlarında,
Özgürlük şarkıları söylerlerdi rüzgarları.

Düğünler kurulurdu,
Gecelerin karanlığını mızıka sesi ile parçalıyan.
Çok görüldü bu güzellikler biz,
Göz dikmişti düşmanlar vatanımıza.
Dünya'nın en büyük orduları ile,
Saldırdılar kartal yuvalarına.
Yıllarca kan kusturduk,
Dağlarımıza adım atan düşmanlara.
Ne yazık ki......
Koca orduların koca silahlarına
Gücü yetmedi kamanın.

Sürüldük vatanımızdan
Kırk ayrı koldan kırk ayrı ülkeye.
Törelerimizle adetlerimiz sırtımızda,
Vatan sevdası göz bebeğimizde.
Sınırlarını bekledik ülkelerin,
Hanedanlar koruduk, Ürdün de, Suriye de.

Törelerimizi yaşattık,her gittiğimiz yerde.
Dostluklar kurduk ölesiye.
Acılarımızı unutup;
Yarınlara umutla baktık.
Hasreti yüreğimize,
Sevdayı göz bebeğimize yazdık.
Yeni nesiller yetiştirdik,
Hayallerimizi geleceğe taşısınlar diye.

Adetlerimizle geleneklerimizle var olduk,
Dünya durdukça da var olacağız.

Orhan OCAK


 

 

Ziyaretci sayısı
4
Tıklama sayısı
6
Toplam ziyaretci
15253
Toplam tıklama
55393
Ziyaretcinin ülke kodu
us
Ziyaretci ülke bayrağı
us
İp adresiniz
18.119.125.7
################ Tukettigimiz besinler (Ana Sayfa) ################
  
ÇERKES TOPLUMU OLARAK TÜKETTİĞİMİZ 
GELENEKSEL BESİN  MADDELERİNİN FAYDALARI  

      Biz insanların geleceği yiyeceklerine bağlıdır bunu hepimiz biliyoruz.Sağlığımızı korumanın baş etkenlerinden biride yemeklerimizdir.Bizi ortamımıza bağlayan ilk temel etkende yemeklerdir.  Her toplumun kendi kültürü içinde benimsediği , yüzyıllar içinde ürettiği ve tükettiği,geliştirdiği gıdaları vardır.Gıdaların kaynağı, üretimi , yeniş ve yapım şekilleri yiyecek sistemini oluştururlar. Her halkın ve toplumun yiyecek grupları o bölgenin etnik yapısı,iklim şartları,dini inanışları ve sosyo ekonomik durumlarına bağlıdır. Sağlığımızda tükettiğimiz besin maddeleriyle bağlantılıdır.Sağlık için önemli olan alınan besin maddelerinin miktarları değil, o gıdanın oluşumunda yer alan sağlığa yararlı maddelerin varlığıdır. Burada bahsetmek istediğim konu biz ÇERKESLERİN yemeklerimizde bulunan sağlığa yararlı maddelerdir. Biz Çerkesler genellikle et ve süt ürünlerinden yapılan gıdalara öncelik vermekteyiz.Etli yiyeceklerin yanında darı ve mısır unundan yapılan pastalar yenmekte.Bu yiyecekler içinde bulunan albüminler birbirine uygun ve sağlığımız açısından son derece faydalıdır.Tavuk eti,hindi eti,sığır eti ve süt ürünlerinden yapılan yiyecekler albümin açısından oldukça zengin besin maddeleridir. Biz Çerkesler daha çok sütün kaymağından yapılan tereyağına daha fazla önem vermekteyiz.Taze ve kuralına uygun şekilde yapılmış tereyağı sağlık için son derece faydalı bir besin maddesidir.Tereyağı; krema veya yoğurttan fiziksel yolla elde edilen ve içinde süt yağından başka bir yağın bulunmadığı bir süt ürünüdür.Tereyağı arzulanan lezzet ve aromaya sahip olmasının yanısıra kolay sindirilebilmesi,yapısında bazı temel yağ asitlerini (linoleik , linolenik , araşidonik ) yağda eriyen vitaminler ( A,D,E,K ) bulundurması ve önemli bir enerji kaynağı olması nedeniyle insan beslenmesinde önemli bir yer tutar. Sütten yapılan yiyeceklere yoğurt,kuru ve yaş peynirleri ve gene bize has olan daha önce detaylı bilgi verdiğim kefiri de ilave edebiliriz.Eskiden çerkesler şeker kullanmayıp bu eksikliği bal ile takviye ederlerdi.Bildiğimiz üzere balda sağlığımız için oldukça önemli bir doğal besin maddesidir.Bal her türlü hastalık tedavisinde kullanılan ve herhangi bir yan etkiye sahip olmayan bir besin maddesidir.Bağışıklık sistemini güçlendirir,artrit hastalığında iyileştirici rol oynar,diş ağrısı,hazımsızlık,grip,idrar kesesi enfeksiyonları,kanser,kalp rahatsızlıkları,kısırlık,kolesterol,mide ağrıları,gaz,saç dökülmesi,sivilceler ve deri,soğuk algınlığı,yaşlılık ve son olarakta zayıflama da etken bir besin maddesidir. Karbonhidrat içeren besin maddeleri ise darı ve mısır unundan yapılan pastalardır.Pasta sağlığa çok yararlı bir yiyecektir çünkü mısırda bulunan lifler bağırsakların iyi çalışmasını ve et ile sütte bulunan albüminlerin hızla vücuda dağılmasını sağlıyor. Yiyeceklerde vitamin ve minerallerin bulunmasının da sağlık bakımından önemi büyüktür. Burada demir, fosfor, kalsiyum ve A vitamininin Çerkes yiyeceklerinde yeterli miktarda mevcut olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu yiyeceklerin zamanla kullanılması sonucu vücut üzerindeki olumlu yanları görülmüş ve tespit edilmiştir. Bizler sürekli kültürel yiyeceklerimizden tüketiyoruz.Fakat sağlığımız açısından ne kadar önemli olduklarını acaba ne derece de biliyoruz.Yemeklerimizde kullanılacak malzemelerde heran heryerde kolaylıkla bulabileceğimiz ve maddi açıdan masraf gerektirmeyen malzemelerdir.Ucuzdur . Evet bir toplumun varlığını sürdürmesi kültüre,inanışa,dilini koruyabilirliğine,kısacası gelenek ve ananelerine bağlıdır diyorum.Bizlerde lütfen gelecek nesillerimize bu güzel faydalı besin maddelerimizi unutturmamaya çalışalım.Özellikle hazır gıdaların içerisinde katkı maddelerinin had safhada yeraldığı günümüz yemeklerinin arasında bizim gıdalarımızın ne kadar önemli olduğunu bilmeliyiz. Ve çocuklarımıza küçük yaşlarda yemeklerimize alıştırmalıyız. Aksi halde kültürümüzün devamını nasıl sağlayabiiriz ki? diyerek yazıma son noktayı koyuyorum. Tekrar herkese sağlıklı günler diliyorum...  

Fatmagül SÖNMEZ GIDA TEKNİKERİ 

 
################ Nertucise (Ana Sayfa) ################
 
 
> NERTUHCISE ( DARI ÇORBASI ) 
BESLENMEMİZDEKİ ÖNEMLİ ROLÜ 

> NERTUHCISE (Darı Çorbası )biz Çerkeslerin mutfağında yer alan kolay yapımlı ve beslenmemiz üzerinde oldukça faydalı bir kültürel çorbamızdır.Ben çorbanın tarifini vermeden önce önce bize has olan NERTUHCISE ( Darı Çorbası ) içinde kullandığımız malzemelerin içeriklerinden bahsetmek istiyorum.Çorbanın yapılışını bilen pek çok okuyucumuz vardır fakat yapımında kullandığımız malzemelerimiz bizim metabolizmamız üzerinde ne kadar önemli bir yere sahip? İşte ben bunun üzerine detaylı bir bilgi vermek istedim bu yazımda.

 
 > Öncelikle çorbamıza ismini veren Darıdan bahsetmek istiyorum.Buğdaygillerden biri olan darı içerisinde B GRUBU VİTAMİNLERİN pek çoğunu bünyesinde bulundurur.B GRUBU (B1 , B2 , B6 , B12 ) VİTAMİNLERİNİ içine alır.Bu grup vitaminler iştah , sindirim ve sinir sistemi için gereklidir.Tahıllarda bol miktarda bulunur.B grubu vitaminlerini darı içinde açmak gerekirse ki bu çok önemli. 
> B1(THIAMIN ) vitaminini bünyesinde bulundurur.B1 vitamini eksikliğinde vücutta iştahsızlık , yorgunluk , kusma , baş dönmesi ve beriberi hastalığı görülür.
> B6 vitamini aminoasit metabolizmasında görev yapar.Tahıl ve kuru baklagillerde bulunur.
> FOLİKASİT aminoasit metabolizması ve kan hücrelerinin yenilenmesinde rol oynar.Tahıl tanelerinde bulunur.(BULUNDUĞU DİĞER BESİNLERİ YERİ GELDİKÇE DİĞERYAZILARDA BELİRTECEĞİM İÇİN BURADA SADECE TAHIL VE KURU BAKLAGİL GRUBUNU ELE ALIYORUM.)
> Ayrıca gene E VİTAMİNİ bakımındanda darı zengindir.E vitamini, başta göz sağlığımız olmak üzere vücudun hayati fonksiyonları açısından büyük önem taşıyor.E vitamini yağda eriyen vitamin türlerindendir. Bileşiminde önemli miktarda alfa, beta, gama ve delta tokoferolleri bulunuyor. Dirençli bir vitamin olarak tanınan E vitamini, ısıya ve yoğun pişirmeye karşı dayanıklı bir yapı sergiler. E vitamini dışında diğer çoğu tokoferoller gıdaların ısıtılma, pişirme, dondurulma, işlenme esnasında tahrip olurlar.
> E Vitamini bağırsaklardan önce lenf sistemine sonra ele kan yoluyla karaciğere gelir. Kullanılmayan miktarın fazlası genellikle dışkı ile atılır. Depo edilebilen kısmın çoğu yağ doku ve karaciğerdedir. Daha az miktarda da kalp, adale dokusu, testis, rahim, böbrek üstü bezi, beyin ve kanda depo edilir. Ayrıca deriden ele emi-lebilme özelliği vardır.Retina gelişimi için önemli bir oynar. Katarak yapıcı etkilere karşı önemli bir koruyucudur. Vücuda alınan ağır metaller, zehirli bileşikler, radyasyon ve bazı ilaçların yarattığı toksinlere karşı koruma sağlar.
> Virüslerden kaynaklanan hastalıklara karşı vücudun direncini yükseltir. Timus bezi ve alyuvarları korur.
> Bağışıklık sistemi için önemli vitaminlerden biridir.
> Yapılan araştırmalar E vitamininin yaşlanmaya bağlı hafıza kayıplarının önlenmesinde olumlu etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca yaşlanmaya karşı koruyucu etkisi de bulunur. Toksin maddelerin vücutta yarattığı tahribatı da azalttığı ortaya çıkmıştır.
> Kırmızı kan hücrelerinin sağlıklı gelişimi ve çoğalması için gereklidir. Kalbe yararlı olan HDL kolesterol oranını yükseltip, zararlı olan LDL kolesterolünü azaltır. Kandaki kolesterol oranını dengeye sokar. Kaslar ve cilt sağlığı için de önemli bir vitamindir.
> Hava kirliliğinden dolayı akciğerde ve ağızda oluşan olumsuz etkiyi azaltır.
> Kalp krizine, kansere, Alzheimer’e, katarakta karşı koruyuculuğu olduğu üzerinde ciddi veriler toplansa da, henüz bu konudaki yararları kanıtlanmamıştır. Her vitamin gibi E vitaminin de uygun miktarda alınması gerekir.
> Çok fazla alındığı takdirde, uyuşturucu kullanılmış gibi kişinin hareketlerinde değişikliklere yol açabilir.
> Darı ayrıca DEMİR yönündende zengindir.Darının vücutta demir olarak emilim değeri 100gr 'da 6.8mg ' dır.Demir vücudun dışarıdan aldığı, az miktarda ancak mutlak ihtiyaç duyduğu bir maddedir. Günlük en az 1,0 mgr. Demiri yiyeceklerle dışarıdan almak gerekir. İnsan vücudunda demir, yapı taşı olarak görev yapmaktadır.Tipik demir eksikliği belirtileri ortaya çıktığında, mesela; uyku hali, halsizlik, dudaklarda çatlak vb... meydana gelir.
>
> Darı çorbasında kuru baklagilleride kullanıyoruz.Kuru baklagillerde bulunan THIAMIN (B1) vitamini karbonhidratları enerjiye çevirir.Kurubaklagillerde gene B Grubu vitaminlerinden biri olan B2 ( RİBOFLAVİN ) bulunur.Eksikliğinde gözü besleyen kan damarları genişler ve gözde yanma hissi duyulur.Ciltte yaralar , özellikle dudak , yanak , burun ve göz kenarında beyazlık , kuruluk hatta yara görülebilir.Ve gene sinir sistemi bozuklukları ve kansızlık görülür.
> Bir başka vitamin kaynağı NIACİN ( NİKOTİNİK ASİT , VİTAMİN PP )kuru baklagillerde bulunur.Niasin, vücutta enerji üretimi, beyin fonksiyonları ve cilt sağlığı için gerekli olan vitaminlerden birisidir. Ayrıca kan şekerini dengeler ve kolesterol seviyesinin düşürülmesine yardımcı olur. Ayrıca Niasin, sindirim sisteminin de düzenli çalışmasında oldukça önemli etkisi vardır.
> Niasin içeren besinlerden yetersiz tüketildiği zaman, haksizlik, ishal, uyku sorunları, baş ağrısı, bellek zayıflığı, gerginlik, dişeti kanamaları veya diş etlerinde hassasiyet, sivilce, egzama gibi çeşitli cilt sorunları görülebilmektedir.
> B6 Vitamini aminoasit metabolizmasında görev yapar.B6 vitamini, vücutta protein sindirimi, beyin fonksiyonları, depresyona karşı oldukça olumlu etkisi olup, vücuttaki alerjik reaksiyonları da engellemektedir.Tahıl ve kurubaklagillerde bulunur.
>
> Çorbada kullandığımız büyük öneme sahip ürünümüz olan SÜT,faydası tartışılmaz bir süt ürünümüzdür.
> İnsanoğlunun yaşamında beş bin yıldan beri yer alan süt, yaşam mucizesi olarak da adlandırılabilecek bir besin grubumuz. Süt, içerdiği kalsiyum ve vitaminlerle birçok hastalığı önler, hatta tedavi eder. Sağlık açısından yeterli miktarda süt tüketilmesi gerekmektedir. Kanser düşmanı olarak da adlandırılan süt, özellikle bağırsak kanserini önlemeye yardımcı olur. Sütte bulunan kalsiyum, bağırsaklardaki kansere yol açabilen fazla asitleri yok ederek sindirim sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlamaktadır. Dünyanın en sağlıklı içeceği süt, insanların doğumlarından itibaren ilk aldıkları besindir. İlk günlerinde annelerinin sütüyle beslenen bebeklere, daha sonraları hem anne sütü hem de hayvani sütler verilir.
>
> FAYDALARI ; Kemik erimesini önler, sütte bulunan fosfor kemik oluşumunda önemli rol oynar.
>
> • Laktoz enerji sağlarken galaktoz beyin ve sinir dokularının oluşumunda rol oynar. Süt yağındaki fosfolipitler, beyin ve sinir hücrelerinin hayati önem taşıyan kısımlarını oluşturur.
> • Mikrobik enfeksiyonlara karşı etkilidir. İshali tedavi eder.
> • Büyüme ve gelişmeyi sağlar. Saç ve tırnakların oluşumunda büyük rol oynar.
> • Özellikle zeka gelişimde etkili olan, deri ve göz sağlığında gerekli B2 (riboflavin) vitamini için süt en iyi kaynaktır.
> • Mide rahatsızlıklarını giderir, sindirim sistemini düzene sokar ve ülseri önler.
> • Beyine enerji verir.
> • Diş çürüklerini önler.
> • Kronik bronşiti önler.
> • Kanserin önlenmesine yardımcı olur.
> • Tansiyonu düşürür.
> • Vücutta ödem yapan şeylerin toplanmasını önler.
> • Bağırsaklarda işlenmeyen mikroorganizmaların gelişimini engeller ve tipik bağırsak florasını geliştirici etki yapar.
> • Hastalıklara karşı direnci artırır.
> Ve en son kullandığımız kuru üzüm hakkındada kısacık bilgi vermek istiyorum.
> Üzüm ürünlerindeki demir, kalsiyum ve potasyum minerallerinin, kemik gelişimi yanında kansızlığı, halsizliği, zayıflığı ve ishali tedavi edici özelliği bulunmaktadır.
> Kilo almak isteyen de rejim yapmak isteyen de üzüm yemelidir çünkü enerji verir.
>
> Protein ve karbonhidrat kaynağıdır. A,B1,B2,B6, C vitaminleri ile fosfat, kalsiyum, demir, fosforik asit, organik asitler, formik asit minerallerini içerir. Günlük kalsiyumun 1/5’ini ve demirin ise 1/3’ünü karşılar. Mineraller halsizliği, kansızlığı, ishali ve zayıflığı tedavi eder. Ayrıca karaciğer zaafiyetine, öksürüğe, bronşite de iyi gelir.

> NERTUHCISE (DARI ÇORBASI ) nın yapımında kullandığımız malzemelerin içerdiği besleyici değeri gördükten sonra sanırım daha büyük keyifle ve zevkle ne yediğimizi bilerek yapıp tüketmeye devam edeceğiz diye düşünüyorum.Ve yazımı çorbamızın tarifini vererek noktalamak istiyorum.

> NERTUHCISE (DARI ÇORBASI)

> MALZEMELERİ :

> DÖVÜLMÜŞ DARI : 1 Su bardağı
> NOHUT : 1/3 Su bardağı
> MERCİMEK : 1/3 Su bardağı
> KURU FASULYE : 1/3 Su bardağı
> KURU ÜZÜM : 1 Yemek kaşığı
> SÜT : 10 Su bardağı
> TEREYAĞI : 2 Yemek kaşığı
> Kırmızı biber : 1 Tatlı kaşığı
> Yeteri kadar tuz.

> Nohut , kuru fasulye bir gece ıslatılarak bekletilir.Dövülmüş darı,kuru fasulye,mercimek,nohutla beraber kaynatılır.Süt, kuru üzüm ve biraz tuz gezdirilir.Bir müddet daha kaynatıldıktan sonra üzerine eritilmiş tereyağı ve kırmızı biber gezdirilir.

>Bu son derece faydalı kültürel çorbamıza sofralarımızda bol yer verelim derim ben.Tekrar görüşmek üzere unutmayalım YEDİKLERİMİZ ÖZELLİKLE GÜNÜMÜZDE OLDUKÇA ÖNEMLİDİR.NE YEDİĞİMİZİ BİLELİM.

> Fatmagül SÖNMEZ
> GIDA TEKNİKERİ

 
################ Kheb Eş'u (Ana Sayfa) ################

Kheb Eş'u ( BALKABAĞI TATLISI )

Yine Kafkas Mutfağımızda yer verdiğimiz bir tatlımızdan bahsetmek istiyorum sizlere.Yerini günümüzde farklı tariflerle yapımı ve sunumuna bırakmıştır balkabağı.Günümüzde balkabağından yapılan klasik tatlı tarifininde yanında farklı yapımları da mevcuttur.
Ben bu yazımda diğerlerinden farklı olarak, öncelikle sizlere tatlımızda kullanılan malzemeleri ve tatlımızın hazırlanış şeklini anlatacağım.Sonrasında beslenmemizde sağladığı faydaları sizlerin paylaşımına sunacağım.

Malzemeler :

Balkabağı : 1 Adet


Kaymak : 250 gr.

Ceviz İçi : 1 Su Bardağı

 
 
 
 
Tereyağı : 2 Yemek Kaşığı

Yapılışı :

1- Balkabağının kabukları soyulur.

2- Dilimlenir, yıkanır.

3- Su konulmadan kabaklar kendi suyu ile yumuşayana kadar pişirilir.

4- Ateşten indirilir.Üzerine tereyağı gezdirilir.

5- Kaymak ve ceviz döşeyerek servise sunulur.( Ben servisimde özellikle kaymak kullanmadım.İsteyen servis esnasında alıyor. )


Tatlımızın, beslenmemizde ne kadar faydalı olduğunu daha akılda kalması açısından

anlatabilmek için tarifinde vermiş olduğumuz malzemeleri teker teker ele almak istiyorum.

Tatlımızın ana malzemesi olan balkabağı öncelikle yüksek miktarda Beta Karoten içerir.Karoten tüm beden boşluklarını döşeyen yüzey dokunun kendini yenilemesi ve onarması için gerekli bir vitamindir.Sağlıklı bir bağışıklık sistemine sahip olmak içinde Beta Karoten almak
gereklidir.Çünki bağışıklık sistemimiz bizi hem mikrobik hastalıklardan hem de kanserden koruyan en önemli savunma sistemidir.

Turuncu renge sahip olan bu sebzemiz mineral bakımından da oldukça zengindir. Balkabağı, Demir, Potasyum,Sodyum,Fosfor.Kalsiyum ve Magnezyum içermektedir.

Çocuklarda sağlıklı kemik gelişimine katkıda bulunur.Demir ihtiva etmesiyle de kansızlığı önler.

Balkabağı bilinen en güçlü antioksidanların çoğunu bünyesinde bulundurmaktadır.Bilindiği gibi Antioksidanlar vücudumuzun paslanmasını önleyici maddelerdir.Birçok tekrarlanan hastalığa,Alzheimara, erken yaşlanmaya ve kansere karşı koruyucudur.Yine içerdiği yüksek oranda BetaKaroten maddesi sayesinde gözlerde görme keskinliğini artırıcı bir etkiye sahiptir.Alzheimar dan koruyucu etkisi ile de bilgisayar başında uzun süre çalışanlar içinde kurtarıcı durumundadır.Yani hem göz hem de beyin için muhteşem bir güç kaynağı rolündedir.

Şeker içermesine rağmen kalorisi yüksek olmadığı için şeker hastalarının da az miktarda tüketebileceği bir besin maddesidir.Bol miktarda lif içermektedir.Lifler gıdalarla alınan toksinleri,zararlı yağların bir kısmını sünger gibi emer ve kolesterolün yani kandaki zararlı yağ oranının düşmesine yardımcı olur.Lifler bağırsaklarda su tutma etkisiyle bağırsak hareketlerini hızlandırıcı etkiye sahiptir.Toksin emici etkisiyle balkabağı mide ve bağırsak kanserlerine karşı koruyucu kalkan oluşturur.Kabızlık ve Hemoroid sorunu olanlar içinde faydalı bir sebzedir.

Pişen kabaklarımızın üzerine eriterek ilave ettiğimiz tereyağına gelince.Tereyağı ile ilgili bir kısım bilgiyi daha evvel yazmış olduğum Yoğurt Çorbamızda paylaşmıştım.Kısaca tekrar değinecek olursak; Tereyağı diğer yiyeceklerdeki besin ögelerinin emilimini artırır.En iyi A Vitamini kaynağıdır.Yüksek oranda antioksidan( A Vit., E Vit. Ve Selenyum )içerir.Lesitin yönünden zengindir.Diş çürümesini ve osteoporoz(kemik erimesi) riskini azaltır.İyi bir iyot kaynağıdır.Bilinen klasik bilgi tersine miktarı ayarlandığı sürece kolesterol düşürücü etkiye sahiptir.Çinko ve Magnezyum oranı yüksektir.Omega 3 açısından zengindir. D, K vitaminleri, demir, riboflavin, ve niasinden zengindir.

Tatlımızı hazırladıktan sonra servis sırasında üzerine cevizle beraber ekleyeceğimiz kaymak süt yağının yoğunlaştırılmasıyla elde edilen bir süt ürünüdür.Fakat kaymağın üretim zorluğu ve saklama koşullarının güçlüğü insanları muhafazası kolay endüstriyel yağlara yöneltmiştir.Kaymak en fazla tatlılara eşlik eden bir tat olmuştur.Damaklarda oluşturduğu lezzetinin yanında içerdiği yüksek oranda kuru madde ve yağ oranıyla dikkat çeker.Kaymak cildi yumuşatıcı,nemlendirici ve elastikiyet kazandırıcı özelliği ile kozmetik sektöründe tercih edilir.

Tatlımıza servise sunumu sırasında kaymaktan sonra ekleyeceğimiz son malzememiz ceviz ise; diğer sert kabuklu yemişler arasında Omega 3 ve Omega 6 gibi çoklu doymamış yağ asitlerini yüksek oranda barındırması ile kendini bir adım öne çıkartıyor.Yine cevizin içerisinde bulunan E Vitamini şeker hastalığının oluşumunu önler ve lifler sayesinde kalbi yağlanmaya karşı korur.Kalp,Damar,Beyin ve Sinir Sistemini düzenleyici etkiye sahiptir.Yaraların çabuk iyileşmesine yardımcı olur ve Prostat Kanserine karşı koruyucudur.

Görüldüğü üzere Kheb EşIu, kolay yoldan enerji alabileceğimiz, un ve fazla oranda yağ içermeyen,hafif, bir o kadar da beslenmemiz açısından büyük önem taşıyan tatlılarımızdan biridir.

Doğru ve bilinçli beslenmenin öneminin arttığı bir dönemde olduğumuzdan dolayı sağlıklı beslenmeyi hedef alan anlayış içinde olmalıyız diyorum ve sağlıklı günler diliyorum.

Fatmagül SÖNMEZ GIDA TEKNİKERİ

 
################ Yeşil mercimek çorbası (Ana Sayfa) ################

===> KAFKAS MUTFAGi  Sayfasına dön


         
  LAHSE(ERİŞTELİ MERCİMEK ÇORBASI )

 Sağlıklı beslenme ana temamız olduğu için bu yazımda besleyici değeri yüksek bir çorbamızı tanıtmak faydalı olur diye düşündüm.Yeşil mercimek ve eriştenin birbiriyle uyumunu mükemmel tadında ve görüntüsünde gösteren lahse çorbamız benim  de severek yaptığım çorbaların başında geliyor.

Çorbamızın ana malzemesi yeşil mercimek ve eriştedir.Öncelikle yeşil mercimeğin beslenmemizdeki önemi üzerine bilgi vermek istiyorum.Yeşil mercimek önemli bakliyatlarımız arasında yerini alır.Kuru bakliyatlar da bildiğimiz gibi sağlığımız üzerinde oldukça büyük öneme sahiptir.Son zamanlarda yapılan çalışmalar bakliyatların yüksek besleyici ve bitkisel proteinleri içermesi, B Vitamini ve bazı mineraller açısından zengin olması, faydalı olduğunu kanıtlamaktadır.Aynı zamanda bununla da kalmayıp yükesek oranda lif içermesi,bünyesinde çok az miktarda yağ içermesi de bu kuru bakliyatımızın önemini yine gösterir.Az yağ içeren bakliyatlar sağlıklı beslenme açısından vazgeçilmez besin maddeleri arasında yer almaktadır.

Yeşil mercimeğin içerisinde %24 oranında protein bulunmaktadır.1 kg. Mercimek .etteki ve .buğday ekmeğindeki albumin, karbonhidrat ve madenleri rahatça karşılayabilmektedir.Ayrıca A, B1, B2, C Vitaminleri, kalsiyum, sodyum, potasyum, demir, fosfor,kükürt, çinko, klor, bakır, iyot ve karbonhidtar içerir.Özellikle kansızlık, halsizlik ve sinirlilik gibi hallerde fayda sağlar.İçine ayrıca et veya kıyma konulmasına da gerek olman bir kurubaklagildir.Az sıvı yağda pişirilirse daha sağlıklıdır.Kolesterolü olan kişiler için risk taşımamaktadır ve rahatlıkla tüketebilecekleri bir besin maddesidir.

İkinci ana malzememiz erişte karbonhidrat açısından oldukça besleyici değere sahiptir.Lifli gıdalar sağlıklı beslenmenin temelini oluşturur

Mercimeğin olduğu gibi eriştede lif bakımından oldukça zengin bir besin maddesidir.Eriştenin kaynağı buğday olduğu için kısaca buğdayın faydalarıyla birleştirmek yerinde olacaktır.Buğday tanesinin özü mükemmel bir besleyici özelliğe sahiptir.Vücudun özümsediği kalsiyum, demir ve çinko burada depolanır.Besin değeri potansiyel olarak yulaf ve mısırdan daha yüksek olan buğday, bağırsak ve rektum kanserini önleyici faktöre sahiptir.Tam tahıl unundan yapılan erişte, B Grubu vitaminler ve mineraller açısından posa kaynağı durumundadır.Bağırsak fonksiyonlarının düzenlenmesinde, kan lipitlerinin kontrolünde, diyabette kan şekerinin düzenlenmesinde önemli fayda sağlamaktadır.Daha az enerji  verirken daha fazla tokluk hissi uyandırır.Ayrıca tahıl ürünleri ile yapılan erişte ile alınan magnezyum glikoz kullanımını olumlu yönde etkilemekte bunlarda bulunan E Vitamini ve diğer anitoksidanlar metabolik sendromun önlenmesinde katkı sağlamaktadırlar.

Tereyağı ile ilgili bilgileri daha evvelki yazılarımda detaylı bir şekilde vermiştim.Yine de kısaca birkaç cümle ile belirtmekte fayda görüyorum.

              Tereyağı, tadının güzelliği ve besin de­ğerinin yüksekliği nedeniyle en çok tercih edilen

hayvansal yağdır.Yasal olarak tereyağı yüzde 18den fazla su içermemelidir ya da yağ miktan yüzde 82inin altına düşmemelidir. Orta­lama olarak 100 gramında 760 kcal (ki­lokalori) vardır. Taze çiğ tereyağı olduk­ça iyi sindirilebilirözelliğe sahiptir. A vitamini ve D vitamini yönünden oldukça  zengindir. Büyük oranda doymuş yağ asiti ve bol miktar­da kolesterol içerir; bu nedenle de kan­daki kolesterol düzeyi yüksek olan ya da yükselme eğilimi olanların uzun sü­reli ve bol miktarda kullanması öneril­memektedir.

                Soğanda bol miktarda A. B ve C vitamini, fosfor, iyot, silis, kükürt, gibi vücuda faydalı maddeler, antibiyotik görevi gören esanslar ve hazmetmeye yardımcı fermentler bulunmaktadır.Kalp ve prostat bozukluğu, pankreas tembelliği, sinir, romatizma,cilt rahatsızlıkları, mide rahatsızlığı gibi durumlarda fayda sağlamaktadır.Bol idrar söktürmesi ve vücutta birikmiş su ve üreyi  ilave olarak vücutta bulunan fazla tuzu dışarı atmada yararlı olduğu bilinmektedir.Soğan vücudun bağışıklık sistemini güçlendirir.Soğuk algınlığı, öksürük, bronşit ve gastrit gibi enfeksiyon hastalıklarına faydalı olmaktadır.Soğan yağlı yemeklerden sonra vücutta kolesterol yükselmesi ve kanın pıhtılaşması olayını da önleyici özelliktedir.Kötü kolesterolü ve tansiyonu düşürmede de etkili rol oynar.Güçlü bir antioksidan özellikte olması sebebiyle kanserli hücrelerin oluşumunun engellenmesinde yardımcı bir gıda maddesi durumundadır.

                Bu temel bilgilerden sonra lezzetli çorbamızın Süreyya UTKU tarafından bizlerle paylaşıma sunulmuş tarifini vermek istiyorum.

                LAHSE ( YEŞİL MERCİMEKLİ ERİŞTE ÇORBASI )

 

                KULLANILAN MALZEMELER :

               

                Yeşil Mercimek:  1 Su Bardağı

Buğday unu:        2 Su Bardağı

Su:                      Aldığı kadar

Tuz:                    Yeteri kadar

Tereyağı:            2 Yemek Kaşığı

Kuru Soğan:       1 Orta Boy Soğan

Kırmızı toz biber: 1 Tatlı Kaşığı

           

            YAPILIŞI :

 

1- Yeşil mercimek haşlanır.

2- Un, su ve tuz ile hamur hazırlanır, bir yufka açılır, erişte gibi kesilir.

3- Kaynayan suya mercimek ve ince kesilmiş hamur atılır, birlikte pişirilir, tuz ilave edilir.

4- İnce doğranmış soğan yağla kavrulur, kırmızı toz biber eklenir ve bu karışım çorbanın üzerine gezdirilir.

Kaynak: Süreyya UTKU / ABZAH

GIDA TEKNİKERİ Fatmagül SÖNMEZ

===> KAFKAS MUTFAGi  Sayfasına dön
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
################ Saglikli beslenme (Ana Sayfa) ################

SAĞLIKLI BESLENME- BÖLÜM-1-

Sağlıklı beslenme; vücudumuzu oluşturan hücrelerin yeterli ve dengeli bir şekle çalışabilmesi için besin öğelerinden yani; protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve mineral maddelerden yeteri miktarda alınmasıdır.Vücudumuzun tüm bu maddelere ihtiyacı vardır.Tek taraflı beslenerek, yani sadece proteine, karbonhidrata yüklenerek uygulanan beslenme şekli doğru beslenme şekli değildir. Zaman zaman basında tek yönlü diyetler verilmektedir.Belirtilmesi gereken en önemli nokta sağlıklı beslenmeyi yaşam standartı haline getirebilmektir
Obezite yani şişmanlık ise; son yıllarda özellikle gündemden düşmeyen bir hastalık haline gelmiştir.Tanımlamak gerekirse Obezite; vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.Ve eğer tedavi edilmezse gittikçe kötüye giden bir hastalık halini alır.Obezite insan vücudunda bulunan tüm sistemleri; kalp damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem ve sindirim sistemi gibi içten etkileyen ve bir çok rahatsızlığa neden olan bir hastalıktır.
Kalp rahatsızlıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem rahatsızlıkları, adet düzensizlikleri, iktidarsızlık, kısırlık, safra kesesi rahatsızlıkları, taş oluşumu ve bazı kanser türleri obeziteyle direk ilgili belirgin hastalıklardandır.Bundan yola çıkarak obezite, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalık durumundadır.Ayrıca obezite 21.yüzyılın en önemli 3 hastalığı arasında da yer almaktadır.
Kilo kontrolü normal şartlarda da basit bir matematiksel işlemle yapılabilir.Kişi bu işlem sonucunda kendi vücut yapısı hakkında bir bilgiye sahip olabilir.Beden Kitle İndeksi ( Body Mass Index )diye adlandırılan oranlama yoludur.
Beden Kitle İndeksini kişi, vücut ağırlığının( kg )olarak, boyun metre cinsinden karesine bölerek, çıkan rakam sonucu değerlendirebilir.Tüm dünyada kabul edilen sınıflamaya bağlı olarak sayısal değerleme şu şekildedir.
18.5 kg/m2 nin altında olanlar ; ZAYIF
15.5 – 25 kg/m2 arasında olanlar ; NORMAL KİLOLU
25 – 30 kg/m2 arasında olanlar ; FAZLA KİLOLU
30 – 40 kg/m2 arasında olanlar ; OBEZ ( Şişman )
40 kg/m2 üzerinde olanlar ; İLERİ DERECEDE OBEZ

Çıkan sonuçlara göre değerlendirmede eğer 18.5’in altında ise zayıftır.Bu durum belki kişi olarak memnun edici olabilir.Fakat yine de vücut direncinin düşmemesi açısından beslenmeye dikkat edin sinyalini veren bir değerdir.
18.5 – 25 arasında bir değer çıkmış ise gerçekten ideal kiloya sahip olunduğu bilgisini net olarak verir.Büyük olasılıkla dengeli ve yeterli beslenme uygulanıyordur.
25 – 30 arasında bir değerde harekete geçmekte fayda vardır.Kişiyi bulunduğu kilo rahatsız etmeyebilir fakat vücutta zamanla biriken yağlar kişiye ileride rahatsız edebilir.Örneğin ufak boyutlu bir yürüyüş esnasında çabuk yorulabilir kişi.Bir iki kat merdiven çıkma sonucunda nefes alıp vermede zorluklar yaşayabilir.Kişide daha fazla terlemeye neden olur.Fakat bunlar ufak sinyaller olduğu için vücut tarafından uyarı olarak kişiye yansıtılmaktadır.Yapılması gereken ilk şey, kişinin günlük beslenme şeklini gözden geçirmesi olmalıdır.Buna bağlı olarak aktif hareketlerini değerlendirmelidir ve öncelikle bir doktordan yardım istemelidir.
Bulunan değer 30 – 40 arasında ise zaten Obez olunduğu ortaya çıkartılmıştır.Bu sonuçla beraber kişi doktoru aracılığı ile bir diyetisyenden kendine has bir diyetle düzenli beslenme sistemine geçebilir.Kısa süreli ve tek yönlü uygulanan diyetler kalıcı sonuç vermemekle beraber metabolik sistemi otomatik olarak bozacaktır.Araştırmalar göstermektedir ki verilen ama geri alınamayan 3-5 kg bile olsa kişinin yaşamının daha rahat ve mutlu olmasını sağlayacaktır.
Kilo kontrolü kilo vermek anlamında anlaşılsa da halk arasında, aslında öyle değildir.Kilo kontrolü, gerçek manada vücut kontrolünün kişinin eline geçmesi anlamını taşır.Yani ulaşmak istenilen sonuca ulaşıldığında o kiloda kalabilmek ve ulaşılan kiloyu uzun yıllar muhafaza edebilmek başarılı bir yaşamı ifade eder.Bunu yaparken çıkan değere göre korunabilir hedef kilo belirlemek doğru olanıdır.Yani ne çok düşük nede çok yüksek değerde olmamak gerekmektedir.
Kilo kaybı bir haftada 1kg.’ı geçmemelidir.Haftada 0.5-1kg normal verilmesi gereken kilodur.Yavaş ve kararlı olarak verilen kilolar da daha sağlıklıdır ve daha kalıcıdır.
En katı diyet bile kısa süre uygulanamaz.Doktor ve diyetisyen beraberliğinde sağlıklı ve doğru bir diyet uygulanması en doğrusudur.
1 kg = 8000 kaloridir.
Yani alınan 1kg.’ın verilebilmesi için 8000 kalorinin yakılması gereklidir.Bununla beraber günlük kalori miktarını karşılamak için yenerek alınan enerjinin 600 kalori azaltılması durumunda bir haftada 0.5kg. ve 6 ay süre içinde yaklaşık olarak 13 kg. verilmiş olur.
Yardımcı ve önemli noktalar ise;
1-Aralarda atıştırmalar yapılmamalıdır.
2-Karın acıkma hissi belirmeden yemek yenilmemelidir.
3-Hızlı ve çabuk yemek yenilmemeye dikkat edilmelidir.
4-Öğün atlanılmamaya dikkat edilmelidir.Yani günde muhakkak 3 öğün yemek alışkanlığı sağlanmalıdır.
5-Yemeklerde yağ oranları azaltılmalı, özellikle düşük kalorili yiyeceklere yer verilmelidir.
6-Daha az kırmızı et ( Etten alınması gereken günlük Protein Miktarı : 40 gr. ) tüketilmeli, buna oranla daha fazla miktarda tavuk eti ve balık eti tüketimine yer verilmelidir.
7-Meyve sebze tüketimine günlük olarak daha fazla yer verilmelidir.
8-Fiziksel aktivite artırılmalıdır.Her gün en az 10 ar dakika yürüyüş alışkanlığı edilmelidir.

Sağlıklı beslenmenin yaşam tarzı olarak benimsenmesi ve kontrolün kişinin kendine geçmesi en önemli noktadır.


SAĞLIKLI BESLENME- BÖLÜM-2-

Bir önceki yazımın devamı niteliğinde olan bu yazımda kilo kontrolünün nasıl muhafaza edilebilir olunacağı hususlarından bahsetmek konuyu tamamlayacaktır.
Kişinin bulunduğu vücut ağırlığı ne olursa olsun kilosu ile ilgili bir düşüncesi mevcuttur.Bu düşünceler kişiden kişiye göre farklılaşır.Kimi insan Şişman olunduğunda güçlü olunduğu fikrini, kimisi de zayıf olunduğunda zarafet ve sağlıklı olunduğu ve ya tam tersi, hastalıklara meyilli olunacağı fikrini öne sürer ve kabul eder.Fakat bu yorumların karşılığında düşünülmesi gereken en doğru şey bulunulan kiloda ne kadar sağlıklı olunduğudur.Sonuçta kabul edilecek sonuç ise; herkes için sağlıklı bir kilo aralığının olduğudur. Bu sonuçlara da önceki yazımda belirtmiş olduğum Beden Kitle İndeksini hesaplayarak ulaşılabileceği idi.Eğer çıkan sonuçta bir problem görünmüyor ise yani kişi bulunduğu kilodan memnunsa, belirlenen sınırlar aşılmadan, yani ne ulaşılan değerin altına düşmeden ne de ulaşılan değerin üzerine çıkmadan kendi vücut ağırlığını koruyabilmelidir.Zaten sağlıklı yaşam da sadece kilo vermek anlamında anlaşılmamalıdır.Bulunduğun kilonun kontrolünü ele geçirmek ve sabitlemek önemli olanıdır
Günlük yaşamda farklı ortamlarda zaman geçiren kişiler içinde bulundukları koşullar çerçevesinde kendilerini kontrol etmek durumundadırlar.Yenilen yiyeceklerin tamamen kişinin kontrolünde olduğu tek rahat yer evleridir.Kişinin kilo kontrolünü sağlayabilmesi için bazı genel kurallara değinmekte fayda vardır.Birkaç bölüme ayırdığım kurallar şunlardır:
Genel Kurallar:
1-Sebze ve meyve tüketimini artırmak.
2-Öğün atlamayı günde 3 ana ve 3 ara öğün yemek yemek.Ağır menülerden uzak durmak.
3-Hızlı yemek yememek, yavaş ve tada varacak şekilde yemek yiyebilmek.
4-Alkol kalori değeri bakımından oldukça yüksek olup, besleyici değildir.Yağ depolanmasını kolaylaştırır ve yemeye karşı iradeyi zayıflatır.
5-Su tüketimini artırmak gereklidir.Günde 1.5 – 2 Litre su tüketme alışkanlığı edinilmelidir.Yemeklerden önce alınan 1-2 bardak su iştahın açılmasını önleyecek ve az yenmesini sağlayacaktır.
6-Yemeğe muhakkak 1 kase sıcak bir çorba ile başlanmalıdır.Bu şekilde bir başlangıç hem daha yavaş yemek yenmesini sağlayacak hemde tokluk hissi verecektir.
7-Nefse karşı konamayacak yiyeceklere sofrada yer verilmemelidir.
8-Abur cubur diye tanımlanan yiyeceklerin uzak tutulması gerekmektedir.Aksi taktirde kalori hesabı yapmak güçleşir.
9-Balık, Tavuk ve Hindi eti tercih edilmeli, kırmızı etten mümkün olduğunca az yenilmelidir.
10-Tokluk hissi belirmişse yemek esnasında, tabakta kalan yemeklerin bitirilmesi şart değildir.

Alışveriş İçin Tavsiyeler:
1-Alışverişe aç karna çıkılmamalıdır.Aksi taktirde almak istenilen yiyeceklerin sınırı olmayabilir.
2-Muhakkak hazırlanmış olan liste dahili alışveriş yapılmalıdır.
3-Alışveriş esnasında yenilmemesi gereken yiyeceklerin reyonlarına uğranılmamalıdır.
4-İşlenmiş ya da hazır gıdalardan uzak durulmalıdır.Zira bu tür gıdaların kalori değerleri oldukça yüksektir.Yiyecek paketlerinin üzeri muhakkak okunmalıdır.Yağ ve kalori değerleri göz önünde bulundurularak alım gerçekleşmelidir.
5-Mutlaka ihtiyaç olan kadarının alınması gereklidir.Unutulmamalıdır ki alınmazsa yenmeyecektir.

Yiyeceklerin Hazırlanması Esnasında Dikkat Edilecek Noktalar:
1-Basit yemekler hazırlanmalıdır.Yani tavuk, balık gibi etler sos olmadan hazırlanmalıdır.Sebze eşliğinde tüketilmelidir.
2-Yemek hazırlanması esnasında ufak atıştırmalar olmamalıdır.Taze sebze hariç.
3-Dibini tutmayan tencere ve tavalar tercih edilmelidir.Bu sayede daha az yağ tüketimi sağlanacaktır.
4-Kullanılacak yağ muhakkak sıvı yağ olmalıdır.
5-Et pişirilirken muhakkak üzerindeki yağlı kısımlar alınmalıdır.
6-Bir bütün yumurta yerine iki adet yumurtanın beyazı yenilebilir.
7-Yemek yapım esnasında küçük bir tutam peynir ilavesi kalorisi az olan yemeğe hoş bir aroma katar.
8-Pişirme yöntemi olarak haşlama, ızgara ya da fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir.
9-Çorba ve soslara krema yerine patates püresi kullanılabilir.
10-Tariflerde verilen yağ oranlarından yarı yarıya daha az oranda yağ kullanılmalıdır.Bu yağ miktarı lezzeti etkilemez ama bağırsaklardaki emilimi esnasında büyük kolaylık sağlar.
11- Yemeklerdeki yağ oranının azaltılması taktirde bu eksiklik değişik baharat ve otları kullanarak daha fazla lezzetli hale getirilerek giderilebilir.Değişik yörelere ait yemekler ve çeşniler denenebilir.

Evde Yemek Yerken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar:
1- Gözden uzak olan gönülden uzak olur sözü bu kısımda uygulanabilir.Fazla yağlı ve kolesterol artırıcı yiyecekler mükün olduğunca kolay ulaşılamayacak bir yerde muhafaza edilmelidir.
2-Yemek yerken televizyon izlemek farketmeden fazla yemeye yol açabilir.
3-Kural olarak yemek, yemek masasında yenir fikrinin yerleşmesi gerekir.Asla ayakta atıştırma yoluna gidilerek yemek geçiştirilmemelidir.
4-Yemekler yenecek miktarda tabağa alınmalıdır.
5-Porsiyonlara dikkat edilmelidir.Yemek tabağı haricinde masada sadece salata ve sebze bulundurulmalıdır.Salata oranı sınırsız olabilir.Zira kalorisi olmayan tek şey salatada bulunan sebzelerdir.

Öğün Aralarında Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar:

Ana öğünlerin arasında az kalorili olan kraker, grissini ve kepekli bisküviler tercih edilmelidir.Bu gibi aparatifler tüketmek iştahı azaltmaya ve tokluk hissi vermeyi sağlar.Aynı zamanda gün boyu enerjiyi korur, halsizliği önlemiş olur.Ancak yinede unutulmamalıdır ki bu yiyeceklerde de kalori var.Tüketilecek miktar ara öğünlerde birkaç taneyi geçmemeli.
Bunların yanında meyve veya meyve salatası, yağsız yoğurt, kremasız çorba, fırında patates, yağsız peynir, mısır gevreği gibi gıdalardan da az miktarda alınabilir.

Uzak Durulması Gereken Çok Yağlı Olan Besinler:

1-Salam, Sosis, Jambon
2-Tam Yağlı Peynirler
3-Dana Eti
4-Pirzola
5-Tereyağı ( Günde en fazla 3 Çay Kaşığı )
6-Sıvı Yağ ( Günde en fazla 3 Çay Kaşığı )
7-Mayonez ( Günde en fazla 3 Çay Kaşığı )
8-Salata Sosu ( Günde en fazla 3 Çay Kaşığı )

Tüm bunların yanında egzersiz hareketleri ihmal edilmemelidir.Kilo kontrolü için bu muhakkak
şarttır.Egzersiz hem sağlık için faydalı hemde günlük stresin insan üzerinden atılımı için faydalıdır.Aynı zamanda kemiklerin güçlenmesi için egzersiz faydalıdır.Yapılacak en başta gelen şey ise bünyeye uyacak egzersiz hareketlerini belirlemektir.Özellikle tercih edilmesi gereken aerobik egzersizleridir.Bu tarz egzersiz biçimi özellikle bacaklar ve uzun kasların çalışmasını sağlar.İlave olarak yürüyüş yapmak, koşmak, bisiklete binmek, gibi hareketlerde bu gruba eklenebilir.Kalp damar sistemini güçlendirir.İstirahatte de vücudun harcadığı enerjiyi artırır.Bu egzersizlerin süresi ile günde en az 30 dakika olmalıdır.Bu zaman konusunda en sağlıklı süre ancak bir doktor yardımıyla alınabilir ve bu şekilde belirlenmelidir.

Unutulmamalıdır ki herşeyin kontrolü kişinin kendi elindedir.

Fatmagül SÖNMEZ
GIDA TEKNİKERİ 


 
################ Psi helive (Ana Sayfa) ################
 PSİ HELİVE
          Uzun bir sürenin ardından okuyucularımıza tekrar merhaba demekten mutluluk duyuyorum.Malum hayatımızın koşturmacası çoğu zaman zorunlu olarak bizi o yoğunluğun içine alıyor.
          Epey zamandır bizim en sevilen yemeklerimizin başında gelen ve farklı boylar arasında farklı isimlerle anılan Psıhalıve(Metaz) yemeğimize bilinen tarfinin yanında,diğer yazılarımda olduğu gibi beslenmemiz açısından ne gibi etkilere sahip ,değinmekte fayda gördüm.
           Psıhalıve lezzetinin,kendine has görünümü ve sunumuna ilaveten metabolizmamız üzerinde de büyük öneme sahip.Ben yapımında kullanılan malzemeleri , aynı zamanda genel bir bilgi mahiyetini taşıyacağınıda düşündüğümden dolayı tek tek tanıtmak istiyorum. Bakalım bu güzel yemeğimizin bize sağladığı faydalar nelermiş?
           Öncelikle unun kaynağı olan buğdayı ele almak istedim.
 
           BUĞDAY: 
           Lifli gıdalar sağlıklı bir beslenmenin temelidir. Buğdayın dış kabuklarından elde edilen kepek de, genellikle mısır gevreği türü yiyeceklerle tüketilir. Kepekli buğday unundan yapılan kurabiye vb. bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar ve kabızlığı önler. Buğday tanesinin özü olağanüstü besleyicidir. Vücudun özümsediği kalsiyum, demir ve çinko burada depolanır. Besin değeri, potansiyel olarak yulaf ve mısırdan daha yüksek olan buğday, bağırsak ve rektum kanserini önleyici faktörler içerir. Ama, yulaf ve mısıra kıyasla sindirimi biraz daha zordur. Buğday, insan sağlığı açısından çok faydalı olan B2 ve B6 vitaminleri ile niasin, folikasit, demir ve çinko içeriyor. Bu maddelerin daha çok yoğunlaştığı buğdayın dış kabuğu un yapımı sırasında ayrıştırılıyor.
           UN :
           Buğday çekirdeklerinin öğütülmesiyle elde edilen üründür. Buğday unu, kompleks karbonhidratların önemli bir kaynağıdır. Gluten unu haricinde, buğday ununun tüm çeşitleri kalorilerinin %80'ini karbonhidrattan alırlar. Unun türüne bağlı olarak, proteinden gelen kalori yüzdesi 9-15 arasında değişir. (gluten hariç-%45). Yağlardan gelen kalori %5'i geçmez. 
           Buna ek olarak, yediğimiz her 1 tabak buğday unlu yemek 3-15 g besinsel lif ihtiyacımızı sağlar. Buğday unu, B Vitamini çinko,kalsiyum,folikasit,demir,fosfor,magnezyum,potasyum az miktarda sodyum ve diğer geçiş elementlerini içerir.

           PATATES :
           Patates önemli nişasta kaynağı olmakla birlikte, yüksek oranda protein bulunmaktadır. Patates proteinin içerdiği amino asitler beslenme açısından son derece önemlidir. Bu amino asitlerin hemen hepsi bebek beslenmesi ve tedavide ilaç niteliğindeki maddelerdir. Patateste bulunan proteininin faydalanma değeri ise yüzde 71 oranındadır. Çok miktarda tüketildiğinde günlük C vitamini ihtiyacını karşılaması bakımından önem taşır. Patates, içinde barındırdığı karbonhidrat, B ve C vitaminleri, protein, kalsiyum, demir ve potasyumla besin değeri hayli yüksek bir sebzedir. Turunçgillerden sonra en çok vitamin içeren besin olma özelliğine sahiptir. Patatesin yüzde 20'si karbonhidrattır. Kolesterol içermez, kalori değeri de oldukça düşüktür. 100 gram patates 40 kalori içerir."
            Bağırsak florası ve kılcal kan dolaşımı sağlıklı yaşayabilmek için çok önemlidir. Çünkü vitamin, mineral, aminoasit, enzim, glikoz, vb, besleyici maddenin hazırlanması, hücrelere ulaşması ve de mikroorganizmalarla mücadele eden makrofaj, T ve B- Hücreleri gibi savunma mekanizmalarının hücre aralarında dolaşması buna bağlıdır.Diyabet hastalığına karşı faydalıdır.Susuzluğu giderir.Mide ve oniki parmak bağırsağı ülserinde faydalıdır.Yorgunluğa karşı birebirdir.Vücuda enerji vermesi başka bir özelliğidir. 
            TEREYAĞI :
            Tereyağının hammaddesini süt yağı oluşturur. Tereyağı bir çeşit hayvansal (İnek veya koyun) yağdır. Yağın bileşiminde %82 oranında süt yağı, su, süt şekeri, mineraller,kolesterin, suda çözülmüş vitaminler, protein, asitler,aromalar ve proteinlerle bir araya gelmiştir. Tereyağının fiziksel özelliğini ise kısa bağlı doymuş yağlarla, yağ asitleri oluşturur. Gıda ve kozmetik sanayisinde vazgeçilmez ve yedeksiz bir hammaddedir.

Besin değeri yaklaşık 740 kcal/100 gram'dır.
           Tereyağı; En iyi A
Vitamini kaynağıdır. Lesitinden zengindir. Yüksek oranda antioksidan (kolesterol, A vitamini, E vitamini, selenyum) içerir. İyi bir iyot kaynağıdır. Konjuge linolenik asitten (CLA)zengin olduğu için, antienflamatuvar, antiallerjik ve antikansorejenik etkileri vardır. Diş çürükleri ve osteoporoz riskini azaltır. Maküler dejenerasyonu azaltır (lutein) Yüksek kolesterolü azaltır (kolin) Bellek ve öğrenme kapasitesini artırır (kolin)
Asetilkolini artırır. Çinko içeriği yüksektir.Magnezyum içeriği yüksek (migren, fibromiyalji vb. Antioksidan ve antienflamatuvardır. Omega-3'ten zengindir. A, D, K vitaminleri, demir, selenyum, riboflavin, ve niasinden zengindir").(İHA) 
            KURU SOĞAN :
            Fazla konuyu uzatmadan söyleyebileceğimiz en büyük özelliği antibakteriyel(antibiyotik) ve ağrı kesici(analjezik)özellikte olmasıdır.Kuru soğan, Polikistik Over Sendromu (PCOS) yaşayan kadınların imdadına yetişen mükemmel bir destekleyici ve yardımcı tedavi imkânı sunmaktadır.Erkekler üzerinde ise prostatite (prostat içi iltihaplanma) bağlı ağrı çekilen durumlarda tedavi edici rolü olduğu belirlenmiştir.
             KIRMIZI BİBER :
             Acı kırmızı biberde yoğun olarak bulunan alkaloid madde "kapsaisin"in, kanser başta olmak üzere birçok sağlık sorununda olumlu etkiye sahip olduğu yine bilimsel çalışmalar sonucu tespit edilmiştir. Prof. Dr. Necat Yılmaz, "Örneğin ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisini P- maddesi yok ediyor, kanser önleyici etkisini ise içindeki kırmızı karotenoid maddesi sağlıyor. Ayrıca kırmızı biberin kolesterol düşürücü, mide asidini düzenleyici ve mikrop öldürücü etkilere sahip. Sanıldığının aksine kırmızı biber zayıflatıcı etki de gösteriyor"sözüyle yaptığı araştırması sonucu bilgi veriyor.
              Yemeğimizde kullandığımız malzemelerimizden temel olanların metabolik etkilerini sizlerle paylaştım.Her zaman belirttiğim gibi sağlıklı beslenme hedef ilkemiz olmalı.Yeter miktarda her besin grubundan hergün tüketmemiz şart.Çerkes toplumu olarakta kendimize özgü oldukça geniş bir yemek kültürümüz mevcut.Bu kültüre sahip çıkalım ve atalarımızın ne kadar sağlıklı yaşam sürdüklerinide aklımızdan çıkartmayalım diyorum ve son olarak Gönül KARAÇAY tarafından verilen yemeğimizin tarifini sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
  PSIHALIVE
  MALZEMELER

  Hamuru:
  Buğday Unu : 5 Su Bardağı
  Su : Aldığı Kadar
  Tuz : Yeter Kadar
 
  İçi İçin :
  Patates : 5 Orta Boy
  Tereyağı : 4 Yemek Kaşığı
  Kurusoğan : 1 Orta Boy
  Tuz : Yeteri Kadar
  Kırmızı Biber : 1 Tatlı Kaşığı
 
  YAPILIŞI :
  1- Un, su ve tuz ile orta sertlikte hamur yapılır.
  2- Hamur dinlenirken patatesler haşlanır, soyulur, çatal ile ezilir.
  3- Bir tavada ince doğranmış soğan bir kaşık yağ ile hafif pembeleşinceye dek kavrulur. Kırmızı biber katılır.
  4- Patatesler ve bir tutam tuz ilave edilir. Patatesleri macunlaştırmadan yağ yedirilir.
  5- Hamur üçe bölünür. Parçalardan herbiri yufka halinde açılır. 5 cm lik kareler kesilir. Hazırlanan harç içine konularak üçgen kapatılır.
  6- Tuzlu suda haşlanır. Süzülerek bir tabağa alınır.
  7- Bu arada tereyağı kızdılır, içine kırmızı biber atılır. Mantıların üzerine gezdirilir. Sıcak servis yapılır.
  8- Mantının haşlama suyuyla (thavıps) ya da ayranla birlikte sunulur.
  Sağlıklı ve huzurlu bir yaşamın bizimle beraber olmasını temenni ediyorum ve görüşmek üzere diyorum.
 
   Fatmagül SÖNMEZ
   GIDA TEKNİKERİ

 
################ Boza (Ana Sayfa) ################
 
BOZA
 
         Kış ayının gelmesiyle ve soğukların etkisini iyiden iyiye göstermesiyle beraber sıcak içeceklere karşı duyulan ilgi oldukça arttı.İşte bu zamanda toplumun çok tercih ettiği yaygın olan en belirgin içecekler çayın dışında ıhlamur ve bitki çaylarıdır.Fakat tüketmekte geride kaldığını ve gerçektende haksızlık yapıldığını düşündüğüm eskilerden günümüze kalan BOZA ya burada yer vermek istedim.
     Anlatımının yanında diğer yazılarda üzerinde hassaslıkta durduğum ve önemli gördüğüm bu besinlerin insan metabolizması üzerinde gösterdiği faydalarıdır.Özellikle her şeyin olduğu gibi besinlerinde üretim esnasında doğallığını yitirmeye başlamasıyla akabinde gelen bu besilerin fazlaca tüketilmesinden kaynaklanan önemli rahatsızlıklar büyük bir tehlikenin göstergesi diye düşünüyorum.Şimdi sizlere bu faydalı içeceğimiz hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.
      En eski Türk içeceklerinden biri olan bozanın tarihi Orta Asya Türklerine,Kafkaslara kadar uzanıyor. 900’lü yıllarda yapılmaya başlanan boza zaman içinde lezzetine lezzet, şöhretine şöhret katarak günümüze kadar gelmiş durumda. Kimi zaman tatlı, kimi zaman ekşi çeşitlerine rastlamak mümkün. Bozayı sadece bir içecek olarak düşünenler varsa, yanılıyorlar. Darı irmiği, su ve şekerden üretilen bozanın faydaları oldukça fazladır.
      Mayalama esnasında ürettiği laktik asit ile hazım kolaylaştırıcı olan boza, hamileler için de süt yapıcı özelliğiyle tavsiye ediliyor. A ve B vitaminlerinin dört türü ile C ve E vitaminleri içeren boza, tam anlamıyla bir vitamin deposu. Ayrıca boza, neredeyse hiç yağ içermiyor.
      Bozayı, yapıldığı yerde içmek gerekiyor. Depolama ısılarının farklılığı, mayanın tadını da değiştiriyor. O zaman da ortaya birbirinden farklı lezzette bozalar çıkıyor. 6-7 gün süresince içilebilecek kıvamını koruyan bozayı, kısa zamanda tüketmek en lezzetlisi...
      Bol bol tarçını serpin üzerine, içine isterseniz birkaç leblebi atın... Bozanızı afiyetle için!
      Şimdi bozanın bünyesinde bulunan besin öğelerini sizlere oranlarıyla aktarmak istiyorum.Kışın soğuk günlerinde bozaya yer verelim ve sağlığımaza beslenmemizle beraber dikkat edelim diyorum.

BESİN DEĞERİ (Yaklaşık 100ml de)

Enerji : 242 cal
Protein : 3.5gr
Yağ : 0.5gr
Karbohidrat: 57.5gr
Kalsiyum : 29mg
Demir : 1.3mg
Fosfor : 97mg
Çinko : 1mg
Sodyum: 1mg
A Vitamini : 6.9iu
Tiamin : 0.09mg
Riboflavin : 0.05mg
Niasin : 1.16mg
Kolesterol : 1mg

BOZANIN EVDE YAPILIŞI (1) :
Malzemeler
3 bardak bulgur
2 kahve fincanı pirinç
3 bardak tozşeker
1 bardak eski boza ya da kibrit kutusu büyüklüğünde maya geniş bir kap
      Yapılışı
       Bulgur akşamdan bol su ile ıslatılır. Ertesi gün bulgur ve pirinç iyice ezilinceye kadar pişirilir. Mikserle çırpılır ve ince süzgeçten geçirilir. Bu karışım hafif ateşe konulur. İçine şeker katılır ve eriyinceye kadar karıştırılır. Sonra ateşten alınır. Bir yerde ılınmaya bırakılır. Arada bir karıştırılır. Ilındıktan sonra içine eski boza ya da ılık suyla ezilmiş maya katılır. İyice karıştırılır. Bu karışımın ağzı kapatılarak, 20-25 derecelik bir yerde, ara sıra karıştırılarak 2-3 gün bekletilir. İçinde göz göz hale gelmiş kabarcıklar görülürse olmuş demektir. Serin bir yere alınır. Soğuk servis yapılır. İsteğe bağlı olarak üzerine sarı leblebi ve tarçın ilave edilir.
 
ÇERKESLERDE BOZANIN YAPILIŞI(2) :
Mısır unu: 1 Kg
Buğday unu: 200 Gr
Su: 8 Litre
Şeker: 1/2 SB
Boza (maya için): 1 SB
1- Mısır unu elenir, buna elenmiş 200 gr. buğday unu konur.
2- Soğuk suyla bulamaç haline getirilir.
3- 8 litre su kaynamaya başladığında, bu bulamaç karıştırılmak suretiyle koyu bir tarhana çorbası haline gelinceye kadar kaynatılır.
4- Pütür kalmaması için elekten geçirilir.
5- İçine az bir şeker ve boza eklenir.
6- 1-2 gün bekletildikten sonra istenilen miktarda şeker eklenir ve içime hazır olur.
Not : İstendiğinde bu ölçüler yarım olarak yapılabilir.
Kaynak: Makbule BERKOK / ŞAPSIĞ

Fatmagül SÖNMEZ
GIDA TEKNİKERİ
 
 
################ ADİGE RESiMLERi (Ana Sayfa) ################




################ ADiGE iSiMLERi (Ana Sayfa) ################
 




Kız İsimleri
Adiyef..........Mitolojik
Albina
..........Kafkasya’da bir ırmak ismi
Bilana
..........Ceylan
Dane
...........Ipek
Denef
..........Ipek
Dijan
...........Janimiz
Dinemis
......Gözümüzde
Dişeps
........Altin suyu
Goşemef
... .Uğurlu kadin
Goşeney
.....Tarihi
Gunef
.........Aydinlik kalp
Gupse
........Canan, akraba
Gupset
........Kalbini veren, içten, candan
Guşef
........Kalp alan, kalp kazanan
Janserey
.....Tarihi
Janseri
....... Tarihi
Janset
........Tarihi
Jineps
........Çiğ damlasi
Labe
....... Kuban Nehri'nin kolu-Bereket bolluk getiren
Laşin
........Mitolojik
Mafe
........Uğur, aydinlik
Maze
........Ay
Mezguaşe
.....Orman kızı/tanrıçası
Mizağo
.....Dolunay
Nefin
........Aydinlik
Nejan
.......Keskin gözlü
Nelit
........Parlayan göz
Neris
.......Gözde
Nesij
........Ulaş
Raşa
........Abazaca kiz ismi
Ridade
.....Mitolojik
Seteney
.....Mitolojik
Sine
..........Gözüm
Sinef
.........Aydinliğim
Sinem
.......Gözüm
Sinemis
.....Gözümde
Sipse
........Canim
Tameris
.....Yüceltilmiş
Tijan
..........Janimiz
Tijin
..........Gümüş
Zişan
........Bir tek Jan






Erkek İsimleri
Abrek ............Savaşçi, direnişçi
Akanda
......... Abazaca erkek ismi
Aşemez
......... Nart ismi
Azemet
.......... Usta, becerikli
Berkan
.......... Mitolojik
Berkuk
.......... Misir Çerkes Memlükleri’nde kral ismi
Bersis
.............Misir Çerkes Memlükleri’nde kral ismi
Beslan
........... Tarihi
Bislan
............ Tarihi
Çelekan
........ Xabze’ye göre eğitilmiş çocuk
Çelemet
......: .Yüce çocuk
Çeleşav
........ Erkek çocuk,iyi çocuk
Daryal
...........Kafkasya’yı kuzeyden güneye bağlayan geçitin ismi
Elbruz
........... Kafkasya’da dağ ismi
Emef
............ Uğurlu, aydinlik
Guşan
.......... Atak, çevik
Guşav
.......... Kalbin oğlu
Jabaği
.......... Mitolojik
Jan
...............Atak, çevik, becerikli
Janberd
........Tarihi
Janberk
....... tarihi
Jankat
......... Mitolojik Kafkas
Kambot
.......Tarihi
Kanbolat
..... Tarihi
Kanşav
........Xabze’ye göre yetiştirilmiş çocuk
Kuban
..........Kafkasya’daki bir nehrin, ovanin ve uygarliğin ismi
Metkan
........Eğitilmiş, yüce kişi
Nart
............Mitolojik
Nartan
.........Mitolojik
Narter
.........Mitolojik
Nartkan
......Nartlar’in eğittiği
Nerit
..........Gözde
Nesij
..........Ulaş
Nesren
.......Mitolojik Perit...........Önder
Psefit
..........Özgür
Psınef
........Berrak Su
Savsur
.......Mitolojik
Soslan
........Mitolojik ( Asetince )
Sumaf
........Çerkes Savaşçısı
Timaf
........ Aydinliğimiz, uğurumuz
Yelkan
.......Mitolojik
Yelmis
.......Mitolojik
Yenal
...... ..Mitolojik
Yetal
..........Mitolojik




 
################ CERKES KoYLERi (Ana Sayfa) ################
 
ADANA

CEYHAN
Adapınar (Çerkes Karamezar)
Ağaçlı (Çeçen Anavarza) Chechen, İngush
Büyük Mangıt Shapsugh, Abaza, Nogay
Ceyhan Kasabası Chechen, İngush
Çokçapınar (Çokça) Wubıh
Değirmenli (Şevkiye) Wubıh
Değirmenli (Şevkiye) Wubıh
Dikilitaş Abaza, Abhaz, Karachay
Günlüce (Sadiye,Karamezar)
Hamdilli Abaza, Abhaz
Hamidiye (Yerguvat)
Köprülü
Küçük Mangıt Shapsugh, Abaza, Nogay
Sarıbahçe Karachay, Shapsugh
Çınar Karachay, Abaza 
 KADİRLİ
Kadirli Karachay, Abaza
Akpınar Abaza 
TUFANBEYLİ
Akpınar Abaza
İğdebel Abaza
Karakoyun Karachay
Kayapınar
Kabardey
Koçcağız (Koçağız) Kabardey
Mağara (Tufanbeyli) Abaza
Polat Pınarı Abaza   




ADIYAMAN
 
 
MERKEZ 
Küçük Çerkezi 
Uzunpınar (Çerkezibüyük)



AFYON

SULTANDAĞI
Akbaba Abzegh
BOLVADİN
Bolvadin Kasabası
DİNAR
Gencalı (Genceli) Shapsugh
Yapağılı Shapsugh
İHSANİYE
Sarıcaova Abzegh
Yenice Abzegh, Shapsugh, Bjedugh
ŞUHUT
Başarap (Başara) Bjedugh
 
 

AMASYA

GÖYNÜCEK
Göçeri Besleney
Hamamözü Shapsugh, Abaza
Konuralan Shapsugh
 GÜMÜŞHACIKÖY
Kutu Shapsugh
Yeniköy
Abaza
MERKEZ
Eskikızılca (Kızılcaiatik) Abaza
Gözlek Abaza
İlgazi Shapsugh
Musaköy Abaza
Selimiye 
Yeşiltepe (Kürtlercerit) Abaza
 
 
 
MERZİFON
Aşağıbük (Şucaiye) Besleney
Çayırköy Abaza
Esentepe (Yuvala) Abaza
Ortabük (Ferahiye) Besleney
Yenice (MuhacirYenicesi) Abaza
Yukarıbük (Küşadiye) Besleney



ANKARA

MERKEZ

Bala
 ÇUBUK
Bozca (Samut)
Karadana 
 HAYMANA
İkizce Abzegh
YENİMAHALLE
Dağyaka (Teşrek) Shapsugh
ŞEREFLİKOÇHİSAR
Merkez Abzegh, Besleney, Shapsugh
GÖLBAŞI
Yağlıpınar Karaçay
Hacımuratlı Kabardey

Çerkezhöyük Besleney


ANTALYA 
KORKUTELİ
Beşpınar (Yeleme) Abzegh
Bozova (Zivint) Abzegh
 
 
 
AYDIN 
 BOZDOŞAN
Osmaniye (Çerkezköy) Shapsugh
 KOÇARLI

Tekeli (Tekeli Kahvesi ) Shapsugh
KUYUCAK

Azizabat (Darıtepe) Shapsugh
MERKEZ

Çeştepe Shapsugh
Şevketiye Shapsugh
Sınırteke Shapsugh
NAZİLLİ

Hamidiye Shapsugh
SÖKE

Sazlı (Söke Kemeri) Shapsugh
Söke Kasabası Shapsugh
SULTANHİSAR

Salavatlı Shapsugh
YENİPAZAR
Direcik Shapsugh


BALIKESİR  
 
 BALYA
Söbücealan Abzegh
BANDIRMA
Aksakal (Sığırcı ) Kasabası Shapsugh
Bandırma Kasabası Shapsugh, Chechen
Cinge Wubıh
Emre Shapsugh
Ergili Shapsugh
Erikli Shapsugh
Karaçalılık Shapsugh
Yenisığırcı Kabardey
Yeniziraatlı Shapsugh
BİGADİÇ
Çaldere (Dereçerkes) Shapsugh
Çamköy Shapsugh
Hamidiye (Çerkes Hamidiye) Shapsugh
Kargın Shapsugh
Orhanlı (Orhaniye) Shapsugh
  DURSUNBEY
Çınar
Dereköy Abzegh, Shapsugh
Mahmudiye Shapsugh
GÖNEN
Armutlu (Sızıköy) Wubıh
Ayvalıdere Abzegh
Balcıköy Abzegh
Bayramiç Abaza, Shapsugh
Çalıoba Abzegh
Çifteçeşmeler
Dereköy (Keçidere) Wubıh
Ekşidere Wubıh
Gönen
Hacımenteş Abzegh
Hacıvelioba (Obaköy) Abzegh
Karalarçiftliği Wubıh
Çınarlı
Köteyli
Muratlar Abaza
Ortaoba Abaza
Taştepe (Çalıoba,Çerkes)
Tuzakçı Abzegh
Üçpınar Abzegh
  İVRİNDE
Çarkacı Shapsugh
Gökçeyazı (Ergama)
KEPSUT
Dereli Abzegh
Durak (Hamidiye)
Keçidere
MANYAS
Boğazpınar (Mürvetler)
Bölgeağaç Wubıh
Çakırca Abzegh
Çamlı (Gurafa) Dağ,Lez
Çavuş Abzegh
Cumhuriyet (Sultaniye) Wubıh
Darıca Wubıh
Değirmenboğazı Wubıh
Dere (Aleksi) Wubıh
Dura Abzegh, Wubıh
Eşen Abzegh
Eskiçatal
Hacıosman Wubıh
Hacıyakup Wubıh
Haydar Wubıh
Işıklar Wubıh
Kızık Shapsugh, Abzegh
Kızılköy (Kızıksa) Abzegh, Shapsugh
Kulak Wubıh
Salur Wubıh
Soğuksu (Eskimanyas) Wubıh, Shapsugh Süleymanlı Wubıh
Tepecik (Dünbe) Wubıh, Shapsugh, Daghestan
Yeniköy Wubıh
MERKEZ
Alacabayır Shapsugh
Boğazköy Wubıh
Ortaca (Kirne) Daghestan
Yağcılar Abzegh
Yaylacık (Dikilitaş Yaylacığı) Abzegh
SINDIRGI
Mandıra
SUSURLUK
Aziziye Abzegh
Balıklıdere Shapsugh
Demirkapı (Hamideye)
Gökçedere Shapsugh
Ilıcaboğazı Shapsugh
Kadıkırı Abzegh
Karapürçek
Kepekler Shapsugh
Muradiye Shapsugh, Abzegh
Söğütçayırı Karachay
Sülecik
Abzegh
Sultançayırı Abzegh
Ümiteli Shapsugh
Yahya
Yıldız Abzegh
 

BİLECİK 


BOZÜYÜK
Akçapınar Abzegh
Akpınar
Abzegh
Alibeydüzü Abzegh
Karaağaç Abzegh, Shapsugh
Karaçayır
Abhaz
Kovalca Abhaz
Poyra
Abzegh, Hatukuay, Shapsugh
Yeniçepni (Çerkezçepni)
MERKEZ
Elmabahçe Abhaz
Hasandere Abhaz
Künceğiz Abhaz
PAZARYERİ
Alınca (Çerkezalınca) Abzegh
Sarnıç Abzegh 
SÖĞÜT
Düzdağ Abzegh
Guyemcik Abzegh
Kanlıkonak Abhaz
Nanedere Abhaz



BİNGÖL 

  KİĞI
Dolutekne (Yekmal) Abzegh
Eskibalta (Himsor,Humsor) Abzegh
Güzgülü (Arnis) Abzegh
Karapolat (Polatkan) Abzegh
Yedisu (Çerme,Çermekarakol) Abzegh
 
 

BİTLİS 
 
ADİLCEVAZ
Yolçatı, Yolaçtı (Koğuş) Shapsugh 
AHLAT
Akçaören (Ağcaviran) Asetin
Çukurtarla (Hanik) Shapsugh
Yoğurtyemez Shapsugh
Hulik (Otluyazı) Asetin


 
BOLU
 MERKEZ

Elmalık (Petsiye Hable) hatukay 
  AKCAKOCA
Ağaköy Shapsugh
Akçakoca Abhaz 
GEREDE
Nuhören (Nuhveran)



BURDUR 

YEŞİLOVA
Gencalı



BURSA 
KARACABEY
Akçasusugırlık Abzegh
Cambaz
Ekinli (Arapçiftliği) Shapsugh
Gönü
Hayırlar (Hayırsız)
Karacabey Wubıh
Ulubat Abhaz, Karachay
Yolağzı (Dümbe) Abzegh
Kurşunlu
Ekmekçi
MUSTAFAKEMALPAŞA
Adaköy Shapsugh
Boğazköy (Eskimezarlık) Shapsugh
Bostandere
Döllük Abzegh
Güllüce Abzegh
Güvem Abzegh
Kadirçeşme Shapsugh
Karaorman Abzegh, Karachay
Ormankarı Abzegh
Soğucak Abzegh
Taşköprü Shapsugh
Tepecik Karachay
Yalıntaş (Mineviz) Abzegh
Söğütalan
ORHANELİ
Söğüt
YENİŞEHİR
Boğaz
İNEGÖL
Fındıklı Shapsugh
Güneykestane Abhaz
Hacıkara Shapsugh
Kavaklı Shapsugh
Kestanenalanı Abhaz
Mezit (Uzunbarış) Abhaz
Osmaniye (Kanlıkonak) Abhaz
Rüştiye Abhaz
Sulhiye (Uzunbarış) Abhaz
Kuşuboğazı Daghıstan 



ÇANAKKALE 

BİGA
Akköprü Kumugh
Aşağıdemirci (Çerkezdemirci) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Bahçeli (İhsaniye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Bakacak (İpkaiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Cihadiye (Buzalık) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Çınardere Chechen
Dereköy (Şevketiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Doğancı Kumugh
Eminorman (İhvaniye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Geyikkırı (Gemicikırı) Kumugh
Hacıköy (Maksudiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
İdriskoru (Tevfikiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Kahvetepe (Şerefiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Karabiga Tokatkırı (Ahmetpaşa)
Osmaniye Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Savaştepe (Lütfiye) Bjedugh, Abzegh, Shapsugh
Tepeköy Kumugh  



ÇORUM 
ALACA
Altıntaş Kaberdey, Kumugh
Gökören Abhaz
Kapaklı Kaberdey
Karaçal Abzegh
Körpınar Abzegh
Mahmudiye (Çerkezkalehisar) Abzegh
Seyitnizam Abzegh
Sincan Shapsugh, Kumugh
Sultanköy Abhaz 
İSKİLİP
Kavak
Saraycık Besleney
MECİTÖZÜ
Fakıahmet Shapsugh
Söğütyolu (Zennun) Besleney
Vakıflar Abzegh
MERKEZ
Çorak (Cemilbey) Shapsugh
Doğanlar (Hamidiye) Shapsugh
Elköy Kaberdey
Ertuğrul Abzegh
Feruz (Feriz)
Gökdere Besleney
Kırkdilim Besleney
Kuşsaray Abzegh
Mecidiyekavak
Abzegh
Osmaniye (Enbiyapınarı) Abzegh
Sazdeğirmeni Besleney
Toçluburun Besleney
Yakuparpa (Yakupağa) Shapsugh
Yeşilpınar (Karapınarmuhacir) Abzegh
Yeşilyayla (Kuduzlar) Kumugh, Nogay 
ORTAKÖY
Oruçpınar Abzegh
SUNGURLU
Gafurlu Besleney
Gökçeköy (Hamallıçerkez) Abzegh
Tuğcu Shapsugh
Yenihacılarhanı (Hacılarhanıçerkez) Shapsugh
Yenikadılı (Kadılıçerkez) Abzegh
Saraycık Besleney   



DENİZLİ 

MERKEZ
Akköy (Aziziye) Shapsugh, Daghıstan
 SARAYKÖY
Sığma Shapsugh
ÇARDAK
Hayriye- Shapsugh



DÜZCE 


 
MERKEZ
Ağaköy Shapsugh
Aksu (Elbüzbey,Elbruzbey) Abhaz
Aydınpınar (Şaguş)
Aynalı (Çerkezaynalı) Abzegh
Ballıca Shapsugh
Batakçiftlik Shapsugh
Beslambey (Akınlar) Wubıh
Bıçkıyanı (Bıçkı) Abhaz
Bostanyeri Shapsugh
Büyükaçma Shapsugh
Çakarlar Wubıh
Çakırlar Shapsugh
Çalılık (Hatipköy) Shapsugh
Çam Shapsugh, Abzegh
Çamoluk (Kasbeykköyü) Abhaz
Çay (Efteniçay) Abhaz
Çınarlı Abzegh
Dağdibi Abzegh
Darıyerihasanbey Abhaz
Değirmenbaşı Shapsugh, Abhaz
Develi Besleney
Doğanlı Abzegh, Shapsugh
Dolay (Derdin) Abhaz
Elmacık Shapsugh
Esenköy Wubıh
Esenköy (Mergic) Wubıh
Esmahanım Abhaz
Gökçe Shapsugh
Gülormanı (Haıcımusa) Bes,Shapsugh
Gümüşpınar Abzegh, hapsugh
Günlü (Aziziye) Abzegh
Güven Abhaz
Hacısüleymanbey Abhaz
Halilbey Abhaz
Harmankaya Abhaz
İstilli Besleney
Kaledibi Abhaz
Karaçalı Shapsugh
Karahacımusa Shapsugh
Kazıkoğlu Shapsugh
Kirazlı (Siyokoğlu,Hacıismail)
Kiremitocağı (Hüseyinbey) Wubıh
Kızılcık (Şuruhefendi)
Konaklı (Bayramcı) Shapsugh
Köprübaşı (Ömerefendi) C'emguy
Küçükahmet Shapsugh
Küçükmehmet (Sıracevizler) Shapsugh
Kurak Abhaz
Kuşaçması (Hacıtalustanbey) Shapsugh
Kutlu (Amcahasanbey) Wubıh
Kuyumcuhacıali Shapsugh
Muncurlu Bes,Shapsugh
Muratbey (Muratlar) Abhaz
Paşaormanı (İbrahimbey) Wubıh
Pınarlar (Hanpinas) Shapsugh
Sarayyeri Shapsugh
Sarıdere Karhacay
Sazköy Abhaz
Şıralık (Kasapköy) Shapsugh
Soğuksu Abhaz
Taşköprü (Çerkeztaşköprü) Shapsugh, Abzegh
Tavak Abhaz
Üçköprü (Darıyeri,Süleymanbey) Abhaz, Abzegh
Uzunmustafa Abhaz
Yayakbaşı (Yeniköy) Shapsugh
Yenikaraköy (Çerkezkaraköy) Shapsugh
Yeşilyayla (Hüçaçbey) Abhaz
Yongalık Shapsugh
Zekeriya Abhaz    



 ESKİŞEHİR

ALPU
Çukurhisar Abhaz, Shapsugh, Besleney
Karacaören Abhaz
ÇİFTELER
Ağlarca Shapsugh
Başara  bjeduğ 
Belpınar Karachay
Yazılıkaya Karachay
  HEKİMDAĞ
Bektaşpınarı Abhaz
Hekimdağ, Taşköprü Abhaz
Sulukaraağaç, İmraniye Abhaz
Tandır Abhaz
 
İNÖNÜ
Kümbet, Kümbetakpınar
Kümbetyeni
Oklubalı Abzegh, Kabardey
  MAHMUDİYE 
 
MERKEZ
Ağalar Abzegh
Ağapınar Abhaz
Ahılar Abhaz
Akpınar Abhaz, Besleney
Aşağıkartal, Çerkezkartal Kabardey
Cavlum
Abzegh
Gökçeışık Besleney
İmişehir Abhaz
Karaalan Abhaz
Karaçay Abhaz, Karachay
Kireçköyü Bes
Kızılcaören Abhaz
Kozlubel, Margı Abaza (Asuwa)
Musaözü, Abaza (Asuwa) 
Nemli, Abaza, Kabardey 
Abzegh, Kabardey
Sultandere
Uluçayır Bjedugh, Abzegh 
Zincirlikuyu (Hamidiye) Chechen
MİHALIÇÇIK
Akgüney,
Rahmiye Kabardey, Besleney
SEYİTGAZİ
Beşkışla, Beykışla
Gümüşbel, Maabaşı
Yenikent, Yeniköy, 
SİVRİHİSAR
Ertuğrul, Yakapınar Karachay



GÜMÜŞHANE 

 ŞİRAN
Dumanoğlu Abzegh
Günbatır Abzegh
Sellidere Abzegh
Şiran Kasabası Abzegh


HATAY

 İSKENDERUN
İskenderun Kasabası
MERKEZ
Serinyol (Bedirgeçerkez)
 REYHANLI
Bayır Mahallesi Abzegh, Shapsugh
Kavalcık (Kaval, Hayran) Abzegh, Shapsugh
Yenişehir Mahallesi Abzegh  
 
 
 
İSTANBUL 
 
ŞİLE
Avcıkoru (Hamidiye) Abhaz
Darlık Abhaz
Heciz (Hiciz) Abhaz
Kuşbaşı (Kaşbaşı) Abhaz  



İZMİR
BAYINDIR
Arıkbaşı Shapsugh
Canlı (Hamidiye) Shapsugh
ÖDEMİŞ
İlkkurşun (Burhaniye, Hacıilyas) Shapsugh
Ertuğrul 
TİRE
Turgutlu  
 

KAHRAMANMARAŞ 

 
AFŞİN
Aşağı Karabük Kaberdey
Deveboynu Kaberdey
Kabaağaç
Karagöz
Yazıköy Abzegh
Yukarı Karabük Kaberdey
  ANDIRIN
Akifiye Wubıh, Abzegh
Altunboğa Kaberdey
Yeşiltepe Kaberdey
  ELBİSTAN
Gözecik, Çerkezuşağı Chechen, Kaberdey
Gücük Kasabası
Soğucak Kaberdey
  GÖKSUN
Büyükçamurlu Wubıh, Shapsugh, Abzegh
Çardak Chechen
Çardak, Süleymanlı Chechen
Fındık Kaberdey
Göksun Kasabası Kaberdey, Abzegh, Chechen, Abhaz
Kaleköy, Kaleseğleyen Kaberdey
Kamışçık Kaberdey
Karahmet Kaberdey
Korkmaz, Kırkmaz Kaberdey
Küçüksu Chechen
Mahmutbey Abzegh
Mehmetbey Abzegh
Saraycık Kaberdey
Tahirbey Abzegh
Tahirbey Abzegh
Yağmurlu Kaberdey
Yantepe, Yusufefendi Kaberdey
Hacıömer (Gojege) Kaberdey 
PAZARCIK
Eskinarlı, Narlıçerkezler
Göynük
 
 KARS

   
  MERKEZ
Aydınalan (İslamsor)
SARIKAMIŞ
Taşlıgüney (Küçükislamsor)
Yenigazi Chechen    
 
 
KAYSERİ 
 
 
 MERKEZ
Kuşçu Hatukuay
PINARBAŞI
Akören, Akviran Hatukuay
Akpınar Kabardey
Alamescit Kabardey
Altıkesek Kabardey
Aşağıbeyçayır Kabardey
Aşağıborandere Kabardey, Abhaz, Chechen
Aşağıkaragöz Kabardey
Aygörmez Hatukuay
Beserek Hatukuay
Büyükgümüşgün Kabardey
Büyükkabaktepe Kabardey
Büyükpotuklu Abhaz
Çerkezkaraboğaz Kabardey
Çinliören, Çinliviran Hatukuay
Çukuryurt Abzegh, Shapsugh
Demirciören, Demirciviran Hatukuay
Devederesi Hatukuay
Dikilitaş Kabardey
Eğrisöğüt Asetin, Karachay
Eskiyassıpınar Kabardey
Gebelek Kabardey
Halitbeyören (Halitbeyviran) Kabardey
Hayriye Abhaz
Hilmiye, Domuzdere Kabardey
İnliören, İnliviran Hatukuay
Kaftangiyen Kabardey
Karahalka Kabardeyv
Karakuyu Kabardey
Kavak Hatukuay
Kaynar Hatukuay
Kazancık Kabardey
Kılıçmehmet Kabardey
Kırgeçit Kabardey
Kırkpınar Kabardey
Kurbağalık, Kurbalık Kabardey
Kuşçular, Çerkezkuşçu Hatukuay
Malak Hatukuay
Methiye Kabardey
Olukkaya, Pöhrenk Kabardey
Örenşehir, Viranşehir Kabardey, Abhaz
Panlı Abzegh
Pazarsu Kabardey
Saçayağı, Beyazköy Kabardey
Şerefiye Kabardey
Söğütlü, Çerkezsöğütlü Hatukuay
Tahtaköprü Kabardey
Taşoluk Kabardey
Tersakan Hatukuay
Üçpınar Kabardey
Uzunpınar Kabardey
Yağlıpınar Kabardey
Yahyabey Kabardey
Yeniyassıpınar Kabardey
Yukarıbeyçayırı Kabardey
Yukarıborandere Kabardey
Yukarıkaragöz Kabardey
Yukarıkızılçevlik Kabardey
Merkeney Aşağıkızılçevlik Kabardey 
SARIZ
Altınsöğüt
İncemağara
Karakoyunlu Kabardey
                YAHYALI
Burhaniye
Yedioluk Kabardey
 

KOCAELİ

KANDIRA
Karaağaç
KARAMÜRSEL
Aktoprak Abzegh
Fevziye Abzegh, Shapsugh
Karadere Abzegh
Mahmudiye, Karapınar
Örencik, Hamidiye Abzegh
Selimiye, Ayvalıca
Tevfikiye, Çavuşköy
MERKEZ
Acısu Abhaz
Balaban Abhaz, Gürcü
Hikmetiye, Büyükderbent Abhaz, Abzegh
Ketenciler Abzegh, Shapsugh
Maşukiye Abhaz, Wubıh,
Shapsugh, Gürcü
Uzuntarla Abzegh, Shapsugh
 

 KONYA
 
AKŞEHİR
Yeşilköy, Yılasyusuf
Yayla, Absarı 
 
BEYŞEHİR
Beyşehir Kasabası Chechen 
ILGIN
Boğazkent, Reşadiye, Yuvabalık
İhsaniye, Gaziler Abzegh
Olukpınar, Rüştüye, Delihasantolu
Orhaniye, Sivri Abzegh
Ormanözü, Şevketiye, Puhtu Shapsugh
Sebiller, Burhaniye Abzegh 
 KADINHANI
Eşme, Mecidiye Karachay
KARAMAN
Demiryurt
Eminler, Karadağ Abzegh
Gökçe Abzegh
Göztepe, Göktepe Abzegh
SARAYÖNÜ
Başhüyük, İmranhamidiye
Büyükzengi, Bakırpınar, Mesudiye
Ertuğrul, Çürüksu
Konar, Kirlikuyu
Yenicekaya   


KÜTAHYA

 ALTINTAŞ
Aykırıkçı Abhaz 
 GEDİZ
Yeniköy Abhaz 
   MERKEZ
Yenicekızılcaören AbAbhaza 
   SİMAV
Kiçir Abzeg
 
 
 
KIRŞEHİR 

AKCAKENT
Merkez Abzegh, Besleney    

 
 MALATYA
 
DARENDE
Çerkezören, Çerkezyazısı   
 

MANİSA
 

MERKEZ
Karaağaçlı Shapsugh
Yenimahmudiye, Çerkezmahmudiye Shapsugh, Abzegh
Gülbahçe, Çerkeztevfikye Abhaz 
 
SARUHANLI
Yeniosmaniye Shapsugh 
SALİHLİ
Kırveli Shapsugh, Abzegh
Süleymaniye (Tekkeşan) Shapsugh, 
SOMA
Çerkes Hamidiye 
bzegh
 
 
MARDİN


  KIZILTEPE
Kızıltepe Kasabası Chechen
MERKEZ
Aydıngün (Şaşkan) Chechen, İngush
Çöğürlü (Arinç) İngush
Kıyıbaşı (Arıncık) Chechen, İngush
Sunay Mahallesi İngush

 
 MERSİN
 
MERKEZ
Saadiye Kabardey  



MUĞLA 
 
KÖYCEĞİZ
Döğüşbelen  
 

MUŞ 

MERKEZ
Sunay Mahallesi Chechen
Çöğürlü (Arınç) Chechen, İngush 

 VARTO
Bağiçi İngush
Tepeköy İngush, Avar
Ulusırt (Çerkezaynan) İngush, Avar
 
 
 
NİĞDE 

ÇAMARDI
Orhaniye, Çerkezköyü Abzegh
Shapsugh, Kabardey, Asetin    

 
 
ORDU 

ÜNYE
Döşemedibi Wubıh
Meydan Kasabası (mahalle) Abaza  



SAKARYA 
 
 AKYAZI
Akbağlık, Akbalık Abhaz
Alaağaç, Mahmutsabit
Batakköy
Bedilkadirbey
BedilKazana
Bediltahirbey, Balballı
Beynevit, Yenikonak
Bıçkıdere
Buğdaylı
Harmanlı Abhaz
Hasanbey Abhaz
Kazancı
Kepekli
Kızılcıkormanı Abhaz
Kuzuluk Abhaz
Mesudiye, Tahirbey Abhaz
Pazarköy Abhaz, Abzegh
Salihli, Salihiye Abhaz, Wubıh
Taşburun Abzegh
Tektabanlı, Teketapanlı Abhaz
Yağcılar
Yeniormanköy, Osmanşevkiye Abhaz
Yongalık Abhaz 

GEYVE
Çınardibi Shapsugh
Doğançay Abhaz
İhsaniye
Köprübaşı Temguy 

HENDEK
Akçayır (Şabatbey) Abhaz
Aktefek Abhaz, Abzegh
Beyköy (Punabey) Abhaz
Beylice (Hacıbetbey) Abhaz
Çakallık Abhaz
Eskibıçkı (Bıçkıatik) Abhaz
Hendek, Zörbek Mahallesi Abhaz
Hüseyinşeyh Abhaz
Kalaylık (Kayalık) Abhaz
Karaçökek
Karadere (Çığdere) Abhaz
Kargalıhanbaba Abhaz, Besleney
Ortaköy (Punaortu) Abhaz
Sarıyer
Sivritepe Abhaz
Uzuncaorman Abhaz, Wubıh
Yarıca Abhaz
Soğuksu Abhaz
KARASU
Adatepe Abhaz
Caferiye (Melen) Abhaz
Karapınar Abhaz
Melen Abhaz
Sinanoğlu Abhaz 

MERKEZ
Acıelmalık Abzegh, Shapsugh
Adapazarı Abzegh
Adliye Shapsugh
Ahmediye Abhaz, Wubıh
Akarca, İcadiye Abzegh, Shapsugh
Alancuma Shapsugh
Çaybaşı, Fuadiye Shapsugh
Çaybaşıyeniköy, Açarkta Abhaz
Çaykışla Abhaz
Emirler Shapsugh
Harmantepe Abhaz
İkizce Shapsugh
Kayalarmenduhiye, Maan Yıkıta Abhaz
Kayalarreşitbeyşakrıl Yıkıta Abhaz
Kemaliye Abhaz
Koyunağılı Abhaz
Kurudil Shapsugh
Mağara Shapsugh
Maksudiye, Çerkezbeylik Kışlası Shapsugh
Orta Abhaz
Şükriye Abhaz
 
SAPANCA
Akçay Wubıh, Laz, Gürcü
Kırkpınar (Şadiye) Wubıh
Kurtköy Wubıh, Abhaz, Abzegh
Yanık Wubıh 
 

SAMSUN  


ALAÇAM
Alaçam Kasabası
Karlı Shapsugh, Wubıh, Mokh
Sarılık
Soğukçam (Bedeş, Yukarıbedeş)
Yenice Makh
Zeytinköy Wubıh, Mokh
BAFRA
Bafra Kasabası
Ballıca (Engiz) Abzegh, Shapsugh
Çamca
Çigara (Sigara)
Darboğaz Shapsugh
Dikencik
Gazibeyli Abzegh, Shapsugh
Hariz
İlyaslı
Kalaycılı
Karaburç (Karapurç)
Karıncak (Kağıncak)
Kaygusuz Mokh
Keresteci Mokh
Koşu
Kuşçular (Kurtçular)
Lengerli
Sarıköy
Türbe
ÇARŞAMBA
Aşağıçerkezler
Aşağıdikencik Shapsugh
Aşıklı
Beylerce (Tekfurmeydan) Shapsug
Bölmeçayır (Manamut) Abzegh
Çarşamba Kasabası
Çelikli (Gömen)
Çerçiler Shapsugh
Dikbıyık Abhaz, Abzegh
Durakbaşı (Alagir) Abzegh
Epçeli Abzegh
Gölçeşiz Abzegh
Hacılıçay Shapsugh
Hamzalı Abzegh, Shapsugh
İnelik
Irmaksırtı Abzegh
Karakulak
Karamustafalı Shapsugh
Kızılot Shapsugh
Köklük Shapsugh
Kurtahmetli Shapsugh
Melik Shapsugh
Ortluk Abhaz, Shapsugh
Paşayazı (Çaçil) Shapsugh
Sofalı (Seyfeli) Abzegh
Tepealtı Abhaz, Abzegh
Turgutlu Abzegh
Vakıfköprü (Vakıfköy) Shapsugh, Abzegh
Yukarıçerkezler 
HAVZA 
 Cevizlik (Hurdaz) Abhaz
Daşoluk Abzegh
Dündarlı (Dündardibi) Abzegh
Gelincik Abhaz
Gürün
Halbaba
İshakyeri
Karabük Shapsugh
Karameşe Abhaz
Kıroğlu Abzegh
Kocapınar (Hilyas) Abzegh
Mendühiye Mahallesi Abzegh
Meryemdere Abzegh, Besleney
Orhaniye Abzegh
Uluçal Abzegh
Yukarıyavucuk Abzegh
 
ASARCIK
Merkez Shapsugh
Biçincik Mahallesi Shapsugh
Sakızlık Shapsugh
Hisariye Shapsugh
Karamuk Shapsugh
Kıtlık Mahallesi Shapsugh
Meşelik Mahallesi Shapsugh
  
KAVAK
Yenitoptepe (Toptepe Muhacirleri) Wubıh, Abzegh
Bikçeğiz (Bekçivaz) Wubıh
Çakaltepe (Çakallı Muhacirleri) Wubıh
Çarıklıbaş Abhaz
Germiyan Wubıh
Hisariye Abzegh
Kapıhayat Wubıh
Karapınar (Karacapınar)
Karlı Wubıh
Kavak Kasabası
Sakızlık Abzegh
Sıralı Wubıh
  
LADİK
Ahmetsaray Abzegh
Arslantaş
Daldere (Kürtlü) Abzegh
Hasırcı Abzegh
Hızarbaşı Abzegh
Kızılsini Abzegh
Ladik Kasabası
Soğanlı Abzegh
   
TERME
Emiryusuf Abzegh
Hüseyinmescidi Abzegh, Shapsugh
İmanalisi Abzegh, Shapsugh
Karamahmut Abzegh, Shapsugh
Kumcuğaz (Kumcağız) Abzegh, Shapsugh
Ortasöğütlü (Ortagerfi) Abzegh, Shapsugh
Sancaklı Abzegh, Shapsugh
Terme Kasabası
Yenicami Abzegh, Shapsugh
 
VEZİRKÖPRÜ
Ağcaalan (Ağcaalan) Apsuwa
Ağcaalan (Eşboğ) Abzegh
Alanbaşı Abzegh
Aşağınarlı Abzegh
Bakla (Pakla) Abzegh
Başfakı (Başkafı) Abzegh
Bektaş Abzegh
Beşpınar (Çakal)
Çamlıkonak (Çersiyen)
Çeltek Abzegh
Döşemetaşı Abzegh
Doyran (Doyuran) Abzegh
Duruçay Kabardey
Düzce (Alçaklı) Shapsugh
Halilbaba Abzegh
İsakyeri (Ashakyeri) Abzegh
Kadıçayırı Abzegh
Kaplancık
Karabük Abzegh
Kavakpınarı (Merkeppınarı) Abzegh
Köprübaşı
Kületek Shapsugh
Ortaköy ((Köpekgöbek)
Tavşandağı Köyleri
Vezirköprü Kasabası
Yarbaşı Shapsugh



SİNOP 

 AYANCIK
Armutyazı Abzegh, Shapsugh
Ayancık Kasabası Abzegh, Shapsugh,
Wubıh, Abhaz
Büyükdüz Abzegh, Shapsugh,
Wubıh, Bjedugh
Gökçebel (Sakarabaşı) Abhaz
Ömerdüz Abzegh, Shapsugh
Yenice Abhaz
DURAĞAN
Durağan Kasabası
Gökdoğan (Çerkezler)
Ortaköy
ERFELEK
Dağyeri
İncemeydan Abhaz
İncirpınar Abzegh, Shapsugh
Soğuçalı (Soğucak) Abzegh, Shapsugh
Tekke (Karabağı) Abhaz
  GERZE
Acısu
Gerze Kasabası
Tilkilik
 MERKEZ
Avdan
Bektaşağa Abzegh, Shapsugh
Çobanlar
Dibekli
Erikli
Karapınar Abhaz
Kızılabalı
Kümesköy
Osmaniye
Şamlıoğlu (Şamcıoğlu)
Sarıdüz Abhaz
Sarıkum Abzegh, Shapsugh
Taşmanlı
Uzungürgen Abhaz
TÜRKELİ
Alagöz,Sırtıvan
Gökçealan, Cible Yovca Mah. Abzegh, Shapsugh
Helaldı, Emrelli Mahallesi Shapsugh, Abzegh
Kalasa, Direkli Abhaz
Kocaköy Shapsugh, Abzegh, Abhaz
Kuzköy, Kuzuköy Shapsugh, Abzegh  





  
SİVAS 
 
 
KANGAL
Aşağıhüyük,Aşağısıçanhüyük Kabardey
Çamurlu Kabardey
Tilkihüyük, Aşağıtilkihüyük Kabardey
Yukarıhüyük, Yukarısıçanhüyük Chechen
 
ŞARKIŞLA
Alaçayır Chechen
Bozkurt Chechen
Carabdal Chechen
Demirboğa Chechen
İlyashacı Chechen
Kahvepınar Chechen
Kazancık Chechen
Kızıldon
Sultan Abhaz
Tavladere, Tavlaköy Kabardey
Yassıpınar Kabardey
Yeniyapan
Zehni, Zeyni
 
YILDIZELİ
Belcik Asetin
Cicözü, Cizözü Abhaz
Çırçır Abhaz
Demirözü Kabardey
Eşmebaşı, Ağmı
Fındıcak Lezgi
Gündoğan, Bulamır
Halkaçayır Abhaz, Kumugh
Ilıca
Kabardey
Kiremitli Kabardey
Konaközü Asetin
Üyükyaylası Kabardey
Yolkaya, Çakraz
Sultaniye Avar
ZARA
Osmaniye
Yeniköy Asetin
GÜRÜN
Erdoğan (Maraşlı) Kabardey
Tokat :
REŞADİYE
Hasanseyh : abaza , türk
çakraz : abaza 
    
                         


TOKAT 

MERKEZ   
 
Alanyurt Abzegh
Altıntaş Abzegh
Batmantaş Kabardey
Besniye Besleney
Çamağızı, Cimcife Abzegh
Çamlıbel, Çiftlik Abzegh
Çerçi Tkal
Gülpınar Abzegh
Hanpınar Kabardey
Hasanbaba, Hasanağa Tkal
İhsaniye Kabardey
Ortaköy, Estiğin   
Uğrak, Eyrep Kabardey
Pınarlı, Kürtpınar Kabardey
Sevindik, Odaba Kabardey
Tekneli Shapsugh, Kabardey 
 

ALMUS   
Gömelönü (Çerkeztomara) Kabardey
Çilehane Karaçay

 

ARTOVA   
 
 
Alanyurt Kabardey, Abzegh
Alpudere, Altuderesi Abhaz, Abzegh, Daghıstan
Arabacımusa Shapsugh
Çırdak Abzegh
Doğanca Çerkezdanişment Kabardey
Ilıcak Abhaz, Kumugh
Kavunluk Kabardey
Taşpınar Kabardey
Yağcımusa Kabardey
CEYHAN   
Çiçekli (Hilmiye) Abzegh, Kabardey, Abhaz
 
 
 

 ERBAA   
 
 
Canbolat Abzegh
Fındıcak Ababaza
Gökbel Abzegh
Hacıali Abzegh
İverönü Abzegh
Kavalcık Abzegh
Kızılçubuk Abzegh, Kabardey
Kozlu Abzegh
Meydandüzü, Meydanözü Abzegh
Oğlakçı Abzegh
 
 

 
 
  NİKSAR   
 
 
Asar, Asarcık 
Camidere Abzegh
Hacılı Abzegh
Musapınar Kabardey
Şahnalan Kabardey
 
 

 
TURHAL
Arzupınar Kabardey
 
 
Yeniköy   
 
 
Bahçebaşı Kabardey, Abzegh, Daghıstan
Çayköy Shapsugh, Abzegh
Derbentçi, Derbent, Devrent Tkal
Gümüştop, Dazya Abzegh
Hacılar Abzegh
Hamade, Hamidiye Abzegh
Kaledere, Manastır Abzegh
Kayacık Abzegh
Kızkayası Abzegh, Kumugh, Tkal
Ataköy Kumugh, Nogay
Kuzalan Kabardey
Menteşe Abzegh, Kabardey
Ovalı,  Kalaycık, Kırımkeri Abzegh
Şenyurt Üçgözen Mahallesi Abhaz, Kabardey, Kumugh
Taşlık Kabardey, Asetin
ZİLE
Tatar Abzegh
Bağlarpınarı Abzegh
Çayıroluğu, Çayıroğlu Kabardey
Güzelbeyli, Silis Abzegh, Tkal
Hasanağa Shapsugh
Kazıklı Abzegh
Uğurluören, Zelhaddin, Zehledin   
Yeniderbent, Çerkezyeniderbent Avşar, Daghıstan 
 
 
 
YALOVA  

MERKEZ
Dereköy Abzegh
Güneyköy Daghıstan
Soğucak Abzegh
Fevziye Abzegh, Shapsugh
Esadiye Daghıstan
Karadere Abzegh
Çavuş (Tevfikiye) Abzegh
Örencik (Hamidiye) Abzegh, Shapsugh
Aktoprak Abzegh  
 
 
 
 YOZGAT 

AKDAĞMADENİ
Akçakışla
Boğazköy Shapsugh
Boyalık Shapsugh, Asetin
Çampınar (İhsanulhamit, Arpalık)
Kesikköprü Chechen
Sarıgüney (Bahşayış, Çevirme) Abhaz, Bjedugh, Kumugh
Umutlu (Babu) 

BOĞAZLIYAN
Poyrazlı Asetin
Yenikışla Abhaz 
                  

ÇEKEREK
Ağıllı Abhaz
Başpınar Kabardey
Çayırözü Abhaz
Solucanala (Solucaalan) Shapsugh 
 
AYDINCIK
Mamure Abhaz
Mercimekören Abhaz
Şakirboğazı (Çerkezbakırı) Abhaz
Fuadiye (Kendirlik) Abhaz
Kuşsaray Shapsugh 
                  
SARIKAYA
Arpalık Abzegh
Karabacak Asetin
Karaelli Shapsugh, Abzegh
Kargalık Shapsugh, Abzegh
Kayapınar Shapsugh, Kumugh, Asetin
SORGUN
Karalık (Karlık, Ayvalı, Çeçen) Abhaz, Chechen
Osmaniye Abhaz



ZONGULDAK
 
  BARTIN
Çakrazova Abhaz, Laz  
 



 
 
################ ADiGE HiKAYELERi (Ana Sayfa) ################

YAŞANMIŞ  ADİGE HİKAYELERİ     

=> Siyah tay
=> Goc
=> Sevginin gucu
=> Acemi avci
=> Selim-in hikayesi
=> Aglatan kafe

=> Gurbet gelini
=> Hac yolunda
=> Aci Hatiralar
=> Toraman
=> Çocuk



         Bu bölümde yayınlanan hikaye ve yayınların her türlü hakları sitemize ve yazarlarına aittir. İzinsiz ve kaynak belirtmeden kullanılamaz

################ ADiGE MASALLARi (Ana Sayfa) ################


ADİĞE MASALLARI

  => Kurt adam
 
  => Uzun kız

################ ANiLAR (Ana Sayfa) ################





=> Yitirilen degerlerimiz.
=> Koyde kis aylari 
=> Kaybolan akrabaliklar       
=> Harman zamanı                                                                    
=> ozlem 
=> Kaderin Boylesi                                                                    
=> Cocuk gozuyle                                                                    
=> Cakir Ahmet kisi                                                                    
=> Yasli cinarlarimiz 
=> Cok Gec Olmadan                                                                     
 => Hasret                                                                   



################ SoYKiRiM TANiKLARi (Ana Sayfa) ################
   


General ZASS
     Rus Kazak kadınları Çerkeslerle yapılan savaşlardan sonra savaş alanında dolaşarak Alman asıllı General Zass’ın iyi para ödediği Çerkes kafalarını kesiyorlardı. Zass, bu vahşi uygulamadan vazgeçmesi için üst makamları tarafından uyarılana kadar birçok kafayı kaynatıp temizledi ve Berlin’e gönderdi.
 
 
 Çar I.Petro (1722) :
“Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”
 
Rus General Tsitsianov (1804):
 “ Kanım kazanda gibi kaynıyor, asilerin kanıyla topraklarınızı sulamak arzusuyla bütün organlarım sarsılıyor... Size diyorum ki benim süngü, gülle ve kan nehri metodumla topraklarınızda akan nehirlerin suyu bulanık akmayacak, ailelerinizin kanıyla boyanmış olarak kıpkırmızı akacak.”
 
Grand Dük Michael:
“ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”
 
Prens Baryatinski (Çar Naibi):
“Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”
 
Kafkasya Orduları Kurmay Başkanı Milyutin:
“..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”
 
M.İ. Benyukov: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan):
“Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokimov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”
 Kont Yevdokimov’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıdan:
“Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)
 
Rus Tarihçi Sulujiyen:
“Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”
 
Rus Tarihçi Zaharyan:
“Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”
 
Rus Tarihçi Y.D. Felisin:
“Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."
 
Kont Lev Tolstoy:
“Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”
 
Muhaliflerden N.N. Rayevski:
” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”
 
Çar II. Alexander’nin Kont Yevdokimov’a kutlama mesajında :
“Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”
 
Jan Karol:
 “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”
 
Hakhurat Ş.Y.- Liçkov L.S. “Adıgeya isimli kitaplarında:
“Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”
 
Grand Dük Michael:
Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”
 
Y. Abramov Kafkas Dağlıları kitabında:
“O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”
 
Rus İ. Dzarov :
“ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”
 
Rus St.Petersburg Gazetesi:
“Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”
 
Prens Mihail'in Yevdokimov'a mektubu (1863):
“ Abzehlerin itaat ettiğini, Ubıhların yenildiğini bildiren raporunuza çok sevindim... Kafkaslar'ın kuzey yamacına cesur birlikleriniz boyun eğdirdi. Güneybatı yamacınında bize düşman vahşi halktan temizleneceği, şimdiye kadar girilemeyen Karadeniz'in doğu kıyısının da Rus nüfus yerleştirilerek gerçekten Rus olacağı zaman yakındır. Ümit ediyorum ki, bu an yakında gelecek ve itaat etmiş bütün Batı Kafkasya'yı imparatorun ayakları dibine sereceğiz.”
 
Dekabrist Lorer:
‘’Zass, karargahının yakınında, özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgarda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… Bir gün Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. Bizde o sırada misafiriydik. Generalin çalışma odasına girdiğimizde dayanılmaz, iğrenç bir kokuyla sarsıldım. Zass gülerek, yatağın altında kafaların konduğu sandıkların bulunduğunu söyleyerek şaşkınlığımızı giderdi ve camlaşmış gözleriyle korkunç şekilde bize bakan birkaç kafanın bulunduğu kocaman bir sandığı çekip çıkardı. ‘’ Onları neden burada tutuyorsunuz’’? diye sordum. ‘’ Onları kaynatıyorum, temizliyorum ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarıma gönderiyorum’’ diye karşılık verdi.
 
Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar Gazeteleri:
“Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”
 
Fransız Gazeteci A. Fonvill:
 “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”
 
Polonyalı Albay Teophil Lapinsky:
“Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. Barozzi’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir ''İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”
 
Rus Araştırmacı A.P.Berge:
“ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”
 
İngiliz Elçi Lord Napiyer:
“Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”
 
İngiliz Konsolos Gifford Palgrave:
“17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”
 
İngiliz Konsolos R.H.Lang:
“Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır.”
 
İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması :
“İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış, İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”
 
Lord Palmerston 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der:
”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”
 
Pinson:
“Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”
 
 A.P. Berje:
Novorosisk limanında 17.000 Çerkes’in çektiği eziyeti ve başlarına gelen afetleri hayatım boyunca unutmayacağım. Kış aylarına rastlayan bu dönemde onca insan burada bir aydan fazla bekletildiler. İnsan kalbine kılıç gibi saplanan bir çok olaya şahitlik ettim. Ruslar Çerkesler’e hayvanlara bile yapılmayacak şeyler yaptılar. Şu gördüğüm olayları kağıda gözyaşım damlamadan nasıl yazacağım?
 
Shutsejuko Tseyko’nun Çar II. Alexander’a cevabı:
( Çar II. Alexander, 1861’de Kafkasya’ya gelmiş. Çerkesler’e kayıtsız şartsız itaat etme ve dağlık bölgelerden inip bataklık düzlüklere yerleşme şartını koşmuştu.)
’’Belki Kafkasya Rus olacak ama Çerkesler damarlarında kan aktıkça Rus Çarının kölesi olmayacaklar, sağken vatanımızı teslim etmeyeceğiz. Ölüm köle hayatından iyidir. Atalarımızın savaşçı şanına leke sürdürmeyeceğiz; ''Ye tl’ın Ye tl’en - Ya kahraman ol ya öl.''
            
Kaynaklar:
Nart Dergisi , Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864, Sayı 24 - Mayıs, Haziran, 2001
Dumanish Avledin:
Çerkes Kültürü Üzerine Etüd, Kayseri Kafkas Derneği
 Atlas Dergisi,
Çerkesler, Kafkasya'daki Çerkesya, Anadolu'daki Kafkasya, Sayı 120 - Mart, 2003
 
http://www.circassianworld.com/raporlar.html

 
Radyo KAFKAS


 
################ MAKALE ve YORUMLAR (Ana Sayfa) ################

       İnsanlar fikirlerini yazı ve sözle dile getirebilmelidirler. Bu demokrasilerin olmazsa olmazıdır, yalnız bunu yaparken yasalara mutlaka uyulmalı ikinci kişileri rencide edecek kelamlardan sakınılmalıdır. Eleştirilerimiz hep yapıcı olmalıdır.

  => Nareye gidiyoruz
 
  => Eski dugunler
 
  => Birlik ve beraberlik
 
  => Fikralarda ki tehlike
 
  => Adigelerde silah
 
  => Adigabze
 
  => Anadilimiz
 
  => Xabzenin gücü
 
  => Bolunme
 
 => Adige oyunlari
 
  => Sevgi Kanali


################ SiirR DUNYASi (Ana Sayfa) ################
                                                                                  
 

ŞİİR HASRETTİR, ŞİİR SEVDADIR,

==> Kardas Siirleri-1-
==> Kardas siirleri-2-
==> Memleket siirleri
==> Ask siirleri
==> Asker siirleri
==> Doga siirleri
==> Karma siirler
==> Taslama siirleri
 
 


Bu sayfadaki şiirlerin tamamı SİTEMİZ 'e aiitir 
İZİNSİZ KULLANILAMAZ

Benim sana verebileceğim,
Pek bir şey yok aslında
Çay var içersen
Ben var seversen,
Yol var gidersen

Aşık veysel


################ ACil TELEFONLAR (Ana Sayfa) ################





ACIL TELEFONLAR

 

Yangın --------------------------------->110

Alo Trafik ------------------------------>154

Polis İmdat ---------------------------->155

Elektrik Arıza-------------------------> 186

GazArıza ------------------------------->187

Hızır Servis ---------------------------->112

Jandarma İmdat ---------------------> 156

Telefon Arıza -------------------------> 121

Alo Doktor ------------------------------>113

Alo Zabıta -----------------------------> 153

Tüketici Hattı -------------------------->175

Orman Yangını ------------------------>177

SağlıkDanışma ------------------------>184

Kablo Arıza ----------------------------->126

Uyandırma ----------------------------->135

Bilinmeyen Numaralar --------------->118

Cenaze Hizmetleri -------------------->188

Posta Kodu ---------------------------->119

Ruhsal Bunalım Danışma ------------>182

AloSahil Güvenlik --------------------->158

Turizm Polisi ----------------------> 0212 527 45 03

Telefon Borcu Tel -------------------->163

Uyandırma Tel -----------------------> 135

Fonotel Tel  -------------------------->141

Radyo-TV Arıza Tel ------------------> 125

İş ve işçi bulma Tel ----------------->180

Vergi Danışma Tel  ------------------>189

Su Arıza-Fatura Bilgileri Tel  ------->185

################ 11111111111111111 (Ana Sayfa) ################
################ yarısma 1111111111111111111ı (Ana Sayfa) ################ ################ 222222222222222222222 (Ana Sayfa) ################ ################ 3333333333333333 (Ana Sayfa) ################
################ 4444-siir-44444444 -SiiR 4444 (Ana Sayfa) ################ ################ 666666---karma -- 66666 (Ana Sayfa) ################ ################ 101010SOLDAKİ LİSTE (Ana Sayfa) ################ ################ HADRAM ADIǴE MEDYA (Ana Sayfa) ################ ################ ADiGEBZE SESLi KiTAPLAR (Ana Sayfa) ################


 KAYNAK ====>
Danef Sozluk

ADİĞE DİL DERNEĞİN'E
Bu değerli ve yararlı çalışması için
Tüm adiğeler adına teşekkür ediyoruz.



Kécerer: Şhafıj Diyan

Nešıw Nešıw

Aşıne hazret cıgı aşüı Aşıne hazret cıgı aşüı



Kécere: Sussana Ğućeĺı`

Şıwu Zako_1 Şıwu Zako_1

Şıwu Zako_2 Şıwu Zako_2

Şıwu Zako_3 Şıwu Zako_3

Şıwu Zako_4 Şıwu Zako_4

Şıwu Zako_5 Şıwu Zako_5

Şıwu Zako_6 Şıwu Zako_6

Şıwu Zako_7 Şıwu Zako_7

Şıwu Zako_8 Şıwu Zako_8

Şıwu Zako_9 Şıwu Zako_9

Şıwu Zako_10 Şıwu Zako_10

Şıwu Zako_11 Şıwu Zako_11

Şıwu Zako_12 Şıwu Zako_12

Şıwu Zako_13 Şıwu Zako_13

Şıwu Zako_14 Şıwu Zako_14

Şıwu Zako_15 Şıwu Zako_15

Şıwu Zako_16 Şıwu Zako_16

Şıwu Zako_17 Şıwu Zako_17

Şıwu Zako_18 Şıwu Zako_18

Şıwu Zako_19 Şıwu Zako_19

Şıwu Zako_20 Şıwu Zako_20

Şıwu Zako_21 Şıwu Zako_21

Şıwu Zako_22 Şıwu Zako_22

Şıwu Zako_23 Şıwu Zako_23

Şıwu Zako_24 Şıwu Zako_24

Şıwu Zako_25 Şıwu Zako_25

Şıwu Zako_26 Şıwu Zako_26

Şıwu Zako_27 Şıwu Zako_27

Şıwu Zako_28 Şıwu Zako_28

Şıwu Zako_29 Şıwu Zako_29

Şıwu Zako_30 Şıwu Zako_30

Şıwu Zako_31 Şıwu Zako_31

Şıwu Zako_32 Şıwu Zako_32

Şıwu Zako_33 Şıwu Zako_33

Şıwu Zako_34 Şıwu Zako_34

Abx Abx



Kécerer: Tut Tézade

Féjać Féjać

Z 133 Z 133

Çerkes Ali z3-z4 Çerkes Ali z3-z4

Çerkes Ali_1 Çerkes Ali_1

Çerkes Ali_2 Çerkes Ali_2

Çerkes Ali_3 Çerkes Ali_3

Çerkes Ali_4 Çerkes Ali_4

Çerkes Ali_5 Çerkes Ali_5

Çerkes Ali_6 Çerkes Ali_6

Çerkes Ali_7 Çerkes Ali_7

Çerkes Ali_8 Çerkes Ali_8

Çerkes Ali_9 Çerkes Ali_9

Çerkes Ali_10 Çerkes Ali_10

Çerkes Ali_11 Çerkes Ali_11

Çerkes Ali_12 Çerkes Ali_12

z13-14 z13-14

Çerkes Ali_13 Çerkes Ali_13

Çerkes Ali_14 Çerkes Ali_14

Çerkes Ali z1 - z2 Çerkes Ali z1 - z2

z15 z15

z16 z16

Çerkes Ali z3-z4 Çerkes Ali z3-z4

Çerkes Ali z3-z4 Çerkes Ali z3-z4

z17 z17

z18 z18

Çerkes Ali z7 Çerkes Ali z7

z19 z19

Çerkes Ali z8 Çerkes Ali z8

Çerkes Ali z9-z10 Çerkes Ali z9-z10

z20-23 z20-23

Çerkes Ali z11-z412 Çerkes Ali z11-z412

z24_25 z24_25

z26 z26

z27-28 z27-28

z29-34 z29-34

z 38-40 z 38-40

z42-44 z42-44

z45-46 z45-46

z47-48 z47-48

z50-51 z50-51

z 57-58 z 57-58

z 59-60 z 59-60

Z 61 Z 61

Z 62 Z 62

Z 63-64 Z 63-64

Z 65 Z 65

Z 66-57 Z 66-57

Z 68 Z 68

Z 69 Z 69

Z 70-73 Z 70-73

Z 74-75 Z 74-75

Z 76-77 Z 76-77

Z 78-80 Z 78-80

Z 81-82 Z 81-82

Z 83-85 Z 83-85

Z86 Z86

Z87-88 Z87-88

Z 89-91 Z 89-91

Z 92-94 Z 92-94

Z 95-99 Z 95-99

Z 100-102 Z 100-102

Z102-105 Z102-105

Z105-108 Z105-108

Z109-110 Z109-110

Z 111-114 Z 111-114

Z 115-117 Z 115-117

z 118-119 z 118-119

Z 120-122 Z 120-122

Z 123-124 Z 123-124

Z 126_128 Z 126_128

Z 140 Z 140

Z 146 Z 146

z 147_149 z 147_149

Z 150-151 Z 150-151

Abx Abx

Z 153 Z 153

Z 154 Z 154

z 138 z 138

z 139 z 139

z 137 z 137

Z 134-135 Z 134-135

z 136 z 136

Z 152 Z 152

Z 132 Z 132

z 130-131 z 130-131

Z 128-129 Z 128-129


 

z 155-157 z 155-157

 
Kécerer: Marina ĺ`eşın

Féjać Féjać

 
Kécerer: Larisa

Yewtux Asker Yewtux Asker

Nıwojımre- Ĺ`ııjımre Nıwojımre- Ĺ`ııjımre

Larissa Hatko Ahmed Larissa Hatko Ahmed

Pşısexer

Z 133 Z 133

Kamzegu Kamzegu

Çöáke Pĺıj Çöáke Pĺıj

Aydemirkan Aydemirkan

Çümpe Çümpe

Haćıba-bace-çetxer Haćıba-bace-çetxer

Hanśe Goáş Hanśe Goáş

Gulaśiy Gulaśiy

Ĺ`ııjı- Jıw Ĺ`ııjı- Jıw

Pşıse_2 Pşıse_2

Pşıse_1 Pşıse_1

Nartxer Nartxer

Raziyet Raziyet

Kécerer: Mırze Ramazan

kebar pşısexer 6 kebar pşısexer 6

Hocem yikebarxer 8 Hocem yikebarxer 8

Hocem yikebarxer 9 Hocem yikebarxer 9

Hocem yikebarxer 10 Hocem yikebarxer 10

Hocem yikebarxer 12 Hocem yikebarxer 12

Hocem yikebarxer 15 Hocem yikebarxer 15

Hocem yikebarxer 15_1 Hocem yikebarxer 15_1

Hocem yikebarxer 16_2 Hocem yikebarxer 16_2

Hocem yikebarxer 13 Hocem yikebarxer 13

Hocem yikebarxer 11 Hocem yikebarxer 11

Hocem yikebarxer 6 Hocem yikebarxer 6

Hocem yikebarxer 5 Hocem yikebarxer 5

kebar pşısexer 7 kebar pşısexer 7

kebar pşısexer 8 kebar pşısexer 8

kebar pşısexer 9 kebar pşısexer 9

kebar pşısexer 10 kebar pşısexer 10

kebar pşısexer 11 kebar pşısexer 11

Hocem yikebarxer 1 Hocem yikebarxer 1

Hocem yikebarxer 2 Hocem yikebarxer 2

Hocem yikebarxer 3 Hocem yikebarxer 3

Hocem yikebarxer 4 Hocem yikebarxer 4

Hocem yikebarxer 5 Hocem yikebarxer 5

Hocem yikebarxer 16_3 Hocem yikebarxer 16_3

Hocem yikebarxer 28 Hocem yikebarxer 28

Hocem yikebarxer 29 Hocem yikebarxer 29

Hoccem yikebarxer 31 Hoccem yikebarxer 31

Hocem yikebarxer 33 Hocem yikebarxer 33

Hocem yikebarxer 34 Hocem yikebarxer 34

Hocem yikebarxer 33 Hocem yikebarxer 33

Hocem yikebarxer 35 Hocem yikebarxer 35

Hocem yikebarxer 36 Hocem yikebarxer 36

Hocem yikebarxer 37 Hocem yikebarxer 37

Hocem yikebarxer 28 Hocem yikebarxer 28

Hocem yikebarxer 26 Hocem yikebarxer 26

Hocem yikebarxer 17 Hocem yikebarxer 17

Hocem yikebarxer 18 Hocem yikebarxer 18

Hocem yikebarxer 19 Hocem yikebarxer 19

Hocem yikebarxer 20 Hocem yikebarxer 20

Hocem yikebarxer 21 Hocem yikebarxer 21

Hocem yikebarxer 22 Hocem yikebarxer 22

Hocem yikebarxer 23 Hocem yikebarxer 23

Hocem yikebarxer 24 Hocem yikebarxer 24

Hocem yikebarxer 25 Hocem yikebarxer 25

Hocem yikebarxer 38 Hocem yikebarxer 38

kebar pşısexer 5 kebar pşısexer 5

Hocem yikebarxer 7 Hocem yikebarxer 7

Pşısexer-1 Pşısexer-1

Yaperıye Yaperıye

Psewuşham yapşıs-1 Psewuşham yapşıs-1

kebar pşısexer kebar pşısexer

kebar pşısexer 1 kebar pşısexer 1

kebar pşısexer 2 kebar pşısexer 2

kebar pşısexer 3 kebar pşısexer 3

kebar pşısexer 4 kebar pşısexer 4

Hocem yikebarxer 27 Hocem yikebarxer 27

Pşısexer-2 Pşısexer-2

Psewuşham yapşıs-2 Psewuşham yapşıs-2

Psewuşham yapşıs-3 Psewuşham yapşıs-3

Pşısexer-3 Pşısexer-3

Pşısexer-4 Pşısexer-4

Pşısexer-5 Pşısexer-5

Pşısexer-6 Pşısexer-6

Pşısexer_7 Pşısexer_7

Pşısexer_8 Pşısexer_8

Pşısexer-9 Pşısexer-9

Pşısexer-10 Pşısexer-10

Pşısexer-11 Pşısexer-11

Pşısexer-12 Pşısexer-12

Pşısexer-13 Pşısexer-13

Pşısexer-14 Pşısexer-14

Pşısexer-15 Pşısexer-15

Pşısexer-16 Pşısexer-16

Pşısexer-17 Pşısexer-17

Pşısexer-18 Pşısexer-18

Pşısexer-19 Pşısexer-19

Pşısexer-20 Pşısexer-20

Pşısexer-21 Pşısexer-21

Pşısexer-22 Pşısexer-22

Pşısexer-23 Pşısexer-23

Pşısexer-24 Pşısexer-24

Pşısexer-25 Pşısexer-25

Pşısexer-26 Pşısexer-26

Pşısexer-27 Pşısexer-27

Pşısexer-28 Pşısexer-28

Pşısexer-29 Pşısexer-29

Pşısexer-30 Pşısexer-30

Pşısexer-31 Pşısexer-31

Pşısexer-32 Pşısexer-32

Pşısexer-33 Pşısexer-33

Pşısexer-34 Pşısexer-34

Sabiyxer

Mırzexer Mırzexer

Jaćemko İslam Jaćemko İslam

Saret Cırakıye Yecaṕ Saret Cırakıye Yecaṕ

Ğış Cenet Décexere Ğış Cenet Décexere

Ğış Cennet Ğış Cennet

Kazbek Şewosiqu Kazbek Şewosiqu

Cırakiy Pşaşexer Cırakiy Pşaşexer

Kazbek Zawur Kazbek Zawur

Yemzeş Timur Yemzeş Timur

Sabiyxer Sabiyxer

Samirere Zawurre Samirere Zawurre

Benaqoxer Benaqoxer

Zawur Zawur

İslam Samiye İslam Samiye

Kécerer: Şewošıqu Fatim

Sawsırıko-1 Sawsırıko-1

wojbanıkoxer 1 wojbanıkoxer 1

Sabiy Šıquxer2 Sabiy Šıquxer2

Şapsığe Pşaşe_1 Şapsığe Pşaşe_1

Nart Bışećeć Nart Bışećeć

wojbanıkoxer 2 wojbanıkoxer 2

Şapsığe Pşaşe_2 Şapsığe Pşaşe_2

wojbanıkoxer 3 wojbanıkoxer 3

Şapsığe Pşaşe_3 Şapsığe Pşaşe_3

Wojbanıkoxer 4 Wojbanıkoxer 4

Şapsığe Pşaşe_4 Şapsığe Pşaşe_4

Wojbanıkoxer 5 Wojbanıkoxer 5

Şapsığe Pşaşe_5 Şapsığe Pşaşe_5

Wojbanıkoxer 6 Wojbanıkoxer 6

Şapsığe Pşaşe_6 Şapsığe Pşaşe_6

Şapsığe Pşaş_7 Şapsığe Pşaş_7

Wojbanıkoxer 7 Wojbanıkoxer 7

Şapsığe Pşaş_8 Şapsığe Pşaş_8

wojbanıkoxer 8 wojbanıkoxer 8

Şapsığe Pşaş_9 Şapsığe Pşaş_9

wojbanıkoxer 9 wojbanıkoxer 9

wojbanıkoxer 10 wojbanıkoxer 10

Tharko Tharko

wojbanıkoxer 11 wojbanıkoxer 11

wojbanıkoxer 12 wojbanıkoxer 12

wojbanıkoxer 13 wojbanıkoxer 13

wojbanıkoxer 14 wojbanıkoxer 14

wojbanıkoxer 15 wojbanıkoxer 15

wojbanıkoxer 16 wojbanıkoxer 16

wojbanıkoxer 17 wojbanıkoxer 17

wojbanıkoxer 18 wojbanıkoxer 18

wojbanıkoxer 19-20 wojbanıkoxer 19-20

wojbanıkoxer 21-22 wojbanıkoxer 21-22

wojbanıkoxer 23 wojbanıkoxer 23

wojbanıkoxer 24 wojbanıkoxer 24

wojbanıkoxer 25 wojbanıkoxer 25

Wojbanıkoxer 26 Wojbanıkoxer 26

wojbanıkoxer 27 wojbanıkoxer 27

wojbanıkoxer 28 wojbanıkoxer 28

wojbanıkoxer 29 wojbanıkoxer 29

wojbanıkoxer 30 wojbanıkoxer 30

wojbanıkoxer 31 wojbanıkoxer 31

wojbanıkoxer 32 wojbanıkoxer 32

Cedıgu Cedıgu

Nart Bışećeć Nart Bışećeć

Sawsırıko-2 Sawsırıko-2

Tığem Yiśıpe Tığem Yiśıpe

Adıǵexer Adıǵexer

Nart Kandıj Nart Kandıj

Sawsırıko-1 Sawsırıko-1

Txıdejxer Txıdejxer

Sabiy Šıquxer2 Sabiy Šıquxer2

Arğın Arğın

Nart şebatınıko Nart şebatınıko

Aşıkom Yicegu Aşıkom Yicegu

çıǵıxer çıǵıxer

Beçımırze Yişef Beçımırze Yişef

Kécerer: Haćemız Milan

Ĺe téğewuçü` Ĺe téğewuçü`

Jeneko Remız Jeneko Remız

Kécerer: Cençate Ruzan

Ḱube Şaban Ḱube Şaban

Tawrıhxer Tawrıhxer

Awĺekuşh Awĺekuşh

Hacımoár_4 Hacımoár_4

Miraç Miraç

Memlukuxer_1 Memlukuxer_1

Memlukuxer_2 Memlukuxer_2

Hacımoár_1 Hacımoár_1

Memlukuxer_3 Memlukuxer_3

Hacımoár_2 Hacımoár_2

Hacımoár_3 Hacımoár_3

Kécerer: Keğezej Sarét

S 1702 S 1702

S 2602 S 2602

S 0402 S 0402

S 1802 S 1802


 Devamı VAR
################ ViDEOLAR (Ana Sayfa) ################
 
 
################ SAYiLAR (20 lik sistem ) (Ana Sayfa) ################
Adiğe dilinde iki çeşit sayı sistemi vardır,
1-)
10 luk sistem
2-) 20 Lik sistem
Buradaki sayılar 20 lik sistem üzerinden yazılmıştır.
Bu sistemde sayıların yazılmasında 20 sayısı baz alınmıştır
40 = 2 YİRMİ
60 = 3 YİRMİ GİBİ

Sayılar pçağe ts'exer
1 zı
2 ṫu
3 şı
4 plı
5 tfı
6 hı
7 blı
8 yi
9 bğu
10 pşı
11 pşıkuz
12 pşıkut
13 pşıkuş
14 pşıkupl
15 pşıkutf
16 pşıkuhı
17 pşıkubl
18 pşıkuyi
19 pşıkubğu
20 toçı
21 toçıre zıre
22 toçıre ture
23 toçıre şıre
24 toçıre plıre
25 toçıre tfıre
26 toçıre hıre
27 toçıre blıre
28 toçıre yire
29 toçıre bğure
30 toçire pşire
31 toçire pşikuz're
32 toçire pşikut're
33 toçire pşikuş're
34 toçire pşikupl're
35 toçire pşikutf're
36 toçire pşikuhı're
37 toçire pşikubl're
38 toçire pşikuyi're
39 toçire pşikubğu're
40 toçit'u
41 toçit'ure zıre
42 toçit'ure ture
43 toçit'ure şıre
44 toçit'ure plıre
45 toçit'ure tfıre
46 toçit'ure hıre
47 toçit'ure blıre
48 toçit'ure yire
49 toçit'ure bğure
50 toçit'ure pşi're -şeniko
51 toçit'ure pşikuz're
52 toçit'ure pşikut're
53 toçit'ure pşikuş're
54 toçit'ure pşikupl're
55 toçit'ure pşikutf're
56 toçit'ure pşikuhı're
57 toçit'ure pşikubl're
58 toçit'ure pşikuyi're
59 toçit'ure pşikubğu're
60 toçiş
61 toçişre zıre
62 toçişre ture
63 toçişre şıre
64 toçişre plıre
65 toçişre tfıre
66 toçişre hıre
67 toçişre blıre
68 toçişre yire
69 toçişre bğure
70 toçişre pşire
71 toçişre pşikuz're
72 toçişre pşikut're
73 toçişre pşikuş're
74 toçişre pşikupl're
75 toçişre pşikutf're
76 toçişre pşikuhı're
77 toçişre pşikubl're
78 toçişre pşikuyi're
79 toçişre pşikubğu're
80 toçipl'
81 toçipl're zıre
82 toçipl're ture
83 toçipl're şıre
84 toçipl're plıre
85 toçipl're tfıre
86 toçipl're hıre
87 toçipl're blıre
88 toçipl're yire
89 toçipl're bğure
90 toçipl're pşire
91 toçipl're pşikuz're
92 toçipl're pşikut're
93 toçipl're pşikuş're
94 toçipl're pşikupl're
95 toçipl're pşikutf're
96 toçipl're pşikuhı're
97 toçipl're pşikubl're
98 toçipl're pşikuyire
99 toçipl're pşikubğre
100 şe
101 şere zıre
102 şere ture
103 şere şıre
104 şere plıre
105 şere tfıre
106 şere hıre
107 şere blıre
108 şere yire
109 şere bğure
110 şere pşire
################ SAYILAR ( 10 luk sistem ) (Ana Sayfa) ################
10 luk Sistem
0-   ziy
1-   zı
2-   ṫu
3-   şı
4-   pĺ'ı
5-   tfı
6-   xı
7-   bĺı
8-   yi
9-   bğu
10- pş'ı
11- pş'ı zı
12- pş'ı ṫu
13- pş'ı şı
14- pş'ı pĺ'ı
15- pş'ı tfı
16- pş'ı xı
17- pş'ı bĺı
18- pş'ı yi
19- pş'ı bğu
20- ṫuć
21- ṫuć

22- ṫuć ṫu
23- ṫuć şı
24- ṫuć
pĺ'ı
25- ṫuć tfı
26- ṫuć xı
27- ṫuć blı
28- ṫuć yi
29- ṫuć bğu
30- şıć
31- şıć zı
32- şıć ṫu
33- şıć şı
34- şıć
pĺ'ı
35- şıć tfı
36- şıć xı
37- şıć blı
38- şıć yi
39- şıć bğu
40- pĺı'ıć
41- pĺı'ıć zı
42- pĺı'ıć ṫu
43- pĺı'ıć şı

44- pĺı'ıć pĺ'ı
45- pĺı'ıć tfı
46- pĺı'ıć xı
47- pĺı'ıć blı
48- pĺı'ıć yi
49- pĺı'ıć bğu
50- tfıć 
51- tfıć zı

52- tfıć ṫu
53- tfıć şı 
54- tfıć 
pĺ'ı
55- tfıć tfı
56- tfıć xı
57- tfıć blı
58- tfıć yi
59- tfıć bğu
60- xıć
61- xıć zı

62- xıć ṫu
63- xıć şı
64- xıć
pĺ'ı
65- xıć tfı
66- xıć xı
67- xıć blı
68- xıć yi
69- xıć bğu
70- blıć
71- blıć zı

72-blıć ṫu
73-blıć şı
74-blıć pĺ'ı
75-blıć tfı
76-blıć xı
77-blıć blı
78-blıć yi
79-blıć bğu
80- yić
81- yić

82- yić ṫu
83- yić şı
84- yić pĺ'ı
85- yić tfı
86- yić xı
87- yić blı
88- yić yi
89- yić bğu
90- bğuć
91- bğuć

92- bğuć ṫu
93- bğuć şı
94- bğuć pĺ'ı
95- bğuć tfı
96- bğuć xı
97- bğuć blı
98- bğuć yi
99- bğuć bğu
100- şe
101- şe zı
102- şe ṫu
103- şe şı
104- şe
pĺ'ı
105- şe tfı
106- şe xı
107- şe blı
108- şe yi
109- şe bğu
110- şe pş'ı

210- ṫu şe pş'ı
1000- min


 
################ ADİGELERiN DUNYASi (Ana Sayfa) ################ ################ radyo (Ana Sayfa) ################
çiçek gifleri ile ilgili görsel sonucu

################ Murat Ozcan (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
 HABERLER sayfasına dön
Yorumlar
Mustafa Yener Allah mesut etsin
 
BeğenYanıtla1
TC Nazlı Kulaksız Özcan Amin.Teşekkür ediyorum.?
 
BeğenYanıtla
 
Cemil Mercan Allah mesut etsin ....
 
BeğenYanıtla1
TC Nazlı Kulaksız Özcan Amin.Teşekkür ediyorum.?
 
BeğenYanıtla
 
Şuayp Şevoşu Ömür boyu mutluluklar...
 
BeğenYanıtla1
 
 
Zürriyet Demir Mutluluklar dilerim.
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Server Kılınç Sağlık ve mutluluklar dilerim
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Arzu Batır Hayırlı olsun
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Kazım Urgan Mutluluklar dilerim.
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Bingul Teke O Hayırlı olsun abla Allah mesut etsin
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Kilinç Şükran Tebrikler. Mutluluklar dilerim?
 
BeğenYanıtla1
 
 
 
Dilek Kaya Allah mesut etsin .Ömür boyu mutluluklar dilerim.
 
BeğenYanıtla1
Lütfiye Özcan Yozgat Nikah sahidi Hadiye ablami.
 
BeğenYanıtla1
Lütfiye Özcan Yozgat Birbirlerine cok yakistilar. MASALLAH.
 
BeğenYanıtla1
Asiye Sarıbardak Mutlu mutluluklar dilerim.
 
BeğenYanıtla

HABERLER sayfasına dön
################ Yasar balik taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################


Ağlarca Köyünden Arif oğlu
Şhagumde Yaşar BALIK
3-AĞUSTOS-2016 Tarihinde 
Çarşamba günü vefat etmiştir.
Cenazesi 4--
AĞUSTOS -- 2016
Tarihinde PERŞEMBE günü
AĞLARCA KÖYÜNDE
İkindi namazından sonra toprağa verilecektir.

Değerli büyüğümüze Allahtan rahmet diler
Ailesi ve yakınlarına Başsağlığı dileriz.
www.aglarcali.tr.gg 



Yorumlar
Sami Göktepe Nur içinde yatsın inşallah
 
Aslı Aslan Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın 
 
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin.
 
Lütfiye Özcan Yozgat Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun insallah.
 
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin
 
Arzu Batır Allah rahmet eylesin
 
Server Kılınç Allah rahmet eylesin
 
Server Kılınç Allah rahmet eylesin
 
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin
 
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
 
Oktay Eryilmaz ALLAH rahmet etsin.
 
Saniye Akcan Dombaycı Ailesine başsağlığı diliyoruz mekanı cennet olsun.
 
Kazım Urgan Çok sevdiğim. Akrabam yaşar abi me allahtan rahmet diler yakınlarına baş sağlığı dilerim.
 
Fethi Atasun Allah rahmet eylesin
 
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ...
 
Tuğ Nezihe Allah,rahmet eylesin.
 
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin. ..
 
Cevriye Yüceer Balık Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Hizir Sofçu Allah rahmet etsin.
 
Naje İsa Özkan allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
 
Nurhayat Namruk Allah rahmet eylesin...
 
Emad Balker Allah rahmet versin
 
Metin Akcan Allah rahmet eylesin.
 
Sinan Agir · Cem Ertok ve 16 diğer kişi ile arkadaş
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
Vazba Kubilay Özel ALLAH rahmet eylesin .Başınız sağolsun .
 
Sabiha Esen Allah rahmet eylesin kabri cennet olsun iyi bir insandı
 
Orhan Ocak Adige mızıkası üzerine bir ustayı daha kaybettik.
 
Orhan Ocak
Yanıt yaz...
Dursun Ocak Allah rahmet eylesin
 
Mahmut Burhan Ataseven ALLAH RAHMET EYLESİN AYNI SÜLALEDEN OLMAMIZ HASEBİ İLE ÜZÜNTÜNÜZÜ KAT KAT PAYLAŞIYORUM GERİDE KALANLARA YÜCE ALLAH'TAN SABIR DİLİYORUM... DÜZCE ŞHAKUMDE'LERİNDEN MAHMUT ATASEVEN..
 
Nevin Yıldırım Başımız sağ olsun çok sevdiğim değerli bir abimizdi .Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
 
Necati Çetiner Allah rahmet eylesin.bassagligi dilerim.
 
Dilek Özdemir Saylan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun yakınlarına başsağlığı ve sabır dilerim
 
Güven Urgan Mekanı cennet olsun inşallah
 
Nurçin Topak Aksoy Allah rahmet eylesin:(
 
Refik Şimşek Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
 
################ Fadime Yener icin taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
HABERLER sayfasına dön

Fadime Yener icin taziye mesajlari 

 
Lütfiye Özcan Yozgat Rabbim gani gani rahmet eylesin. Ahireti cok guzel olsun. Nurlar icinde huzurla uyusun insallah. Esiene cocuklarina ve butun aileye sabirlar diliyorum.
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.Allah sevenlerine sabırlar ve sağlıklı ömürler versin.
Selime Ocak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.Allah geride kalanlarına sabır uzun ömürler versin
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesine ve sevenlerine baş sağlığı dilerim.
Vazba Kubilay Özel ALLAH Rahmet eylesin. Kederli ailesine başsağlığı diliyorum .
Gulhan Bulur Ah caniiim ogretmenler gununde olurmu boyle kotu surpriz Allah gani gani rahmet etsin mekanin cennet olsun insallah
Cemil Mercan Allah Rahmet Etsin. Mekanı cennet olsun. 
Yakınlarına bağ sağlığı dilerim.
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun Allah geride kalanlara sabır versin
Mürvet Aydoğdu Yırcı Allah rahmet ehlesin mekani cennet olsun basimiz sagolsun cok coooook üzgünüm
Ayhan Sarıbardak Allahu taala mekanını cennet eylesin tüm akrabalarına sabırlar versin
Ayfer Darzanoff Allah rahmet etsin mekani cennet olsun ailesine sabirliklar dilerim
Mete Pamuk Aaaaa. Başınız sağolsun. Allah rahmet eylesin. Zeki Abi; Allah sabır versin.
Sabiha Esen Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun çok gençti yakınlatına sadırlar dilerim
Ercan Balık Allah rahmet etsin...Mekanı cennet olsun.
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin, sevenlerine sabır dilerim
Melek Beyaz Çınar Allah rahmet eylesin. Mekanın cennet olsun teyzem....
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin.Kabri nur olsun inşallah?
Jan Ali Tleachah Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Refik Şimşek Allah rahmet eylesin öğretmenim mekanın cennet olsun
Hüseyin Karadayı Nur içinde yatsın Mekanı Cennet olsun
Leyla Eskşhr Allah rahmet eylesin,ailesine sabır versin.
Perihan Bidav Allah rahmet eylesin ailesinede Allah sabırlar versın
Gülçin Topak Ahh Hikmetim ah cennet mekanın olur inşallah
Sami Göktepe Allah rahmet eylesin..nur içinde yatsın
Yetiş Yrci Mekanı cennet olsun...
Bingul Teke O Allah rahmet eylesin.
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
Ozlem Aslan Cankurt Mekanı cennet olsun ?
Abdullah Urgan Allah rahmet eylesin tüm yakınlarına Allah sabır versin
Zülfiye Özcan Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun insallah
TC Cevher Yıldırım Ateş Mekanı cennet olsun çok severdim
Dilek Yağış Urgan Allah rahmet eylesin
Jane Elmas Doğan Özkan Allah rahmet eylesin....
Güven Urgan Mekanı cennet olsun inşallah
Oktay Eryilmaz Ruhu şad mekanı Cennet olsun.
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet eylesin:(
Aslı Aslan Mekanı cennet olsun 
Awulhh Nezihe Allah rahmet eylesin.
Timur Şahan Allah rahmet eylesin.
Nurçin Topak Aksoy Allah rahmet eylesin
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun.
Zürriyet Demir Allah rahmet eylesin.
Hacer Ertaş Koyuncu Mekânı cennet olsun
Melek Tambova Allah rahmet eylesin
Leyla Demirhan Allah rahmet eylesin nurda yatsin
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ailesine Allah sabır versin amin
Necati Çetiner Allah rahmet eylesin
Kguash Nefyn A.R.E.
Ailesine ve sevenlerine ve Çerkes Camiasına başsağlığı dileriz.
Nadir Karakaş Mekanı cennet olsun.
Sıla Esen Allah rahmet eylesin.
Necdet Topak allah rahmet eylesin
Kazım Urgan Hikmet kardeşime allahtan rahmet diler dost ve yakınlarına başsağlığı dilerim
Nasiye Urgan Gonen Güzel kardeşime,Allahtan rahmet dilerim.Nur içinde yatsın.
Hatice Okay Nurlar bahçesi mekanın olsun inşallah
Aydın Bayırlı Maan Allah rahmeti ve sefkati ile muamele eylesin..
Amar Çerkes Eskişehir alah rahmet eylesin
Sulet Barcho Тхьэм джэнэтыр къырет. ..
Mahmut Burhan Ataseven Allah mekanını cennet etsin acılı ailelesine de sabır versin.
Namruk Türesin Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun rabbim ailesine sabır versin
Ersin Kaya ALLAL rahmet eylesin. mekanı cennet olsun.
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
Bekir Bestas Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun İnşaallah.
Aysel Tanrısever Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
Yılmaz Yırcı Allah Rahmet eylesin Mekanı Cennet olsun
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin.mekanı cennet olsun.
İsmet Süder Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Sevil Taser Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Mehmet Gündoğdu allah rahmet eylesin.... mekanı cennet olsun.....
Nurhayat Namruk Allah Rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun inşallah..
Mesut Barut Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Rauf Buhan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Dilek Er Yılmaz allah rahmet eylesin. mekanı cennet olsun inşallah.
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Sedat Yaprak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Mehmet Ali Er Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
Şenol Balık Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Murat Balık Allah rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun İnşallah...
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Kalanlarada Sabirlar Versin
Fethi Atasun ALLAH rahmet eylesin mekanı cennet olsun
BeğenYanıtla
################ Şaban Balık'in taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################



 
TC Nazlı Kulaksız Özcan Allah mekanını cennet etsin. Sevenlerine sabır ve sağlıklı ömürler versin.
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin
Mahmut Burhan Ataseven Merhuma Allahtan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.
Ayfer Darzanoff Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
Gulhan Bulur Allah rahmet etsin
Recep Örs Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Saygı Esen Allah rahmet etsin.
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin mekanıcennet olsun
Murat Balık Allah rahmet eylesin...
Ayhan Sarıbardak Mekanı cennet olur inşallah Allah rahmet eylesin
Hikmet Canpolat Mevlam rahmet eylesin..
Adnan Biner Merhuma Allahtan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.
Necati Çetiner Allah rahmet eylesin kalanlarasabir ve saglik dilerim
Kazım Urgan Şaban ağAbeyime allahtAn rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun.
BeğenYanıtla120 saat
Namruk Türesin Allah rahmet eylesin sevdiklerine sabır versin
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ...
Bekir Bestas Allah rahmet eylesin
Esra Ermez Tanrıverdi Allah rahmet eylesin
Selime Ocak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmet. Eylesin
Nurhayat Namruk Allah Rahmet eylesin..Yakınlarının başı sağ olsun.
Sevil Taser Allah rahmet eylesin
Fahrettin Tetik Alah rahmet eylesin
Gulseren Yener Ocak Allah RAHMET EYLESİN
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin


 
HABERLER sayfasına dön 
################ M.Emin icin taziyeler (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################


Ağlarca Köyünden,

Erdoğan, Gürbüz, Abdullah,

Yücel, Suzan ve İlyas URGANIN

Babaları Neṫağho Mehmet Emin URGAN

27 - 01 - 2017 Cuma sabahı

Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.

Cenazesi 27 - 01 - 2017 tarihinde ikindi namazından sonra

Gökmeydan Camiinde kılınacak

İKİNDİ NAMAZINDAN SONRA

Eskişehir ASRİ MEZARLIKTA Defnedilecektir.

Merhuma rahmet, ailesine de baş sağlığı diliyoruz

www.aglarcali.tr.gg 
   

M. Emin URGAN İÇİN PAYLAŞIMLAR 
Yorumlar
Sedat Yaprak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin Kabri nur mekanı cennet olsun inşallah
Gulnaz Topak Güzel yürekli Mehmet emin amca Allah rahmat eylesin.Ruhun şad mekanın cennet olsun.
Cemile Dundar Allah rahmet eylesin
Orhan Ocak ----Ben Rahmetlinin 2 özelliğini hiç unutmayacağım. ......Birincisi - ) Çocuklarının okumasına çok önem verirdi çok geceler onlara matematik problemlerini çözmelerinde fasülyelerle yardımcı olduğunu gördüm. İkincisi - ) Bana göre güzel saz çalardı ...Daha Fazlasını Gör
Birgül Yılmazel Allah rahmet eylesin
Adnan Biner Allah rahmet eylesin. Yakınlarına başsağlığı ve sabır dilerim.
Lütfiye Özcan Yozgat Mekani cennet olsun insallah
Oğuz Çetiner Allah rahmet eylesin
Nurhayat Namruk Allah Rahmet eylesin....Mekanı cennet olsun..Yakınlarının başı sağolsun...
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin mekanıcennet olsun
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Aslı Aslan Mekanı cennet olsun nurlar içinde yatsın ?
Mehmet Ali Er Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Ailesine başsağlığı diliyorum
Dilek Demir Yilmaz Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Jane Elmas Doğan Özkan Allah rahmet eylesin...
Dilek Kaya Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Nadir Karakaş Allah C.C. gani gani rahmet eylesin.
Oktay Eryilmaz Ruhu şad mekanı Cennet olsun.
Saygı Esen Allah rahmet etsin.Mekanı cennet olsun.
Rauf Buhan ALLAH rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Ölmez Demir Tarhan Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet oldun.Çok sabırlı biriydi.Yakınlarına baş sağlığı diliyorum.
Nurullah Kurtul Ruhu şad olsun.geride kalanlarına sağlık ve uzun ömürler.
Hülya Namruk Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun...
TC Nurcihan Öner Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Allah yakınlarına sabır versin.
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin.Çok kıymetli biriydi.Mekanı cennet olsun?
Ozlem Aslan Cankurt Mekanı cennet olsun ?
Yılmaz Aydın Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.
Nurten Ozdikicier Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ruhu huzur bulsun amin yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum Allahtan
Zülfiye Özcan Allah rahmet eylesin
Nazlı Kulaksız Özcan Allah rahmet eylesin Mekanı cennet olsun sevenlerinin başı sağ olsun.
Mürvet Aydoğdu Yırcı Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun cok iyi bir insandi
Fethi Atasun ALLAH rahmet eylesin
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet eylesin yakınlarına Allah sabır versin
Nadir Beyaz Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun
Timur Şahan Allah rahmet eylesin.
Adnan Zor ALLAH RAHMETIYLE MUAMELE ETSİN MEKANI CENNET OLSUN GERİDE KALANLARINA SABIRLAR VERSİN AMİN
Çetinkaya Aydın Allah rahmet eylesin.
Leyla Demirhan Allah rahmet eylesin
Doğan Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olur insaallah
Sıla Esen Allah rahmet eylesin...
Namruk Türesin Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun rabbim ailesine sabır versin
Zürriyet Demir Allah rahmet eylesin. Basınız sağolsun.
Awulhh Nezihe Allah rahmet eylesin.
Bir bir gidiyor lar yerlerini dolduracak kimse yok.
Celal Kulaksiz Allah rahmet eylesin 
Geride kalan ailesinin be yakınlarının başı sağ olsun
Medine Aydoğdu Erdönmez Allah rahmet eylesin
Mehmet Gündoğdu allah rahmet eylesin... çocuklarına ve sevenlerine baş sağlığı dilerim....
Bekir Bestas Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun İnşaallah.Eşi dostu çocukları ve akrabalarının başları sağolsun.
Süleyman Akcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.Yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum...
Ayhan Sarıbardak Inna lillahi ve inna ileyhi raciun.Allah rahmet eylesin.Geride kalanlara allah sabır versin.
HABERLER sayfasına dön 

################ Kuheylan (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################


 
 
KÜHEYLAN İLE KÜÇÜK KIZ

              Köyde yaşadığımız yıllarda Dayım sık sık ziyaretimize gelirdi. At alıp sattığı için Pazar Pazar gezer bizim, taraflardaki nahiye pazarlarına geldiği zamanda mutlaka bizlere uğrardı, Her gelişinde bana mutlaka ufak tefek bir şeyler getirirdi , hoş beş yemek ve atların bakımı bittikten sonra dayım beni kucağına oturtur benim kucağıma da akordionu verirdi. Hiç üşenmez o kocaman parmaklarının üstüne benim ufacık parmaklarını bağlar bana akardion çalmasını öğretmeye çalışırdı.Dayım akordion tuşlarına okşar gibi dokunmaya başladığı andan itibaren o güzel nağmelere kendimi kendimi kaptırır hayallere dalar giderdim. Ama hayallerimde mutlaka güzel atlarda olurdu.
              Her seferin dede annemin sesiyle uyanırdım hayallerden dayımın çayın getirip yanına koyarken:
              --Aaaa Niyazi Miş feşige zimiwlevuj pşinave kufeşiştep ar şire şiçere pemçirem yegupşiserep. Derdi
              Böylelikle konu en sevdiğim yere gelirdi dayıma başlardım köyteki at haberlerini anlatmaya. Kimin atı daha iyi koşuyordu, kim atının kuyruğunu daha güzel örüyordu, kim yeni bir at almıştı vs yatasıya kadar uzar giderdi bu muhabbet.
              Yine dayımın köye uğradığı bir gün avluya giren at arabasının çanlarından dayımın geldiğini anlamış Hemen dışarıya fırlamıştım. Dayımla beraber atları önce yan kayışlarından başlayarak arabadan çözdük koşumlarını çıkardık. Sonra dayım atların birinin yularını elime sıkıştırarak:
              ---Hadi bakalım doğru suya dedi.
              Çok önemli bir iş yapmanın gururuyla büyük adam pozları takınarak atı arkamdan çeke çeke avludan çıktım ikinci atta arkamızdan geliyordu. Atları sulayıp geldiğimde dayım avluda bekliyordu. Elinde yularından tuttuğu yağız bir at vardı. Bu at dayım avluya girdiğinde arabanın arkasında bağlıydı.  At yerinde duramıyor ön ayağı ile toprağı eşeliyor başını havaya kaldırarak kesik kesik kişniyordu. Dayım bana:
             --Atları ahıra bağla da gel dedi.
             Benim için güzel bir şeylerin olacağını hissetmiştim onun için çok acele atları ahıra bağladım köşede yığılı yoncadan da önlerine birer kucak dökerek koşarak dışarı çıktım.
             Dayım elinde tuttuğu yuları elime tutuşturdu ardından da beni kucakladığı gibi atın sırtına oturttu yuları elime verdi ve bıraktı ardından da;
             --Şiğessağ wumşin diye ekledi.
             Heyecanım biraz yatıştıktan sonra topuklarımı hafifçe oynatınca at bazen yerinde sayarak, bazen yan yan bezende şaha kalkacakmış gibi yaparak yürümeye başladı. Boynunun sağ ve sol yanını hafifçe okşadığımda hiç itiraz etmeden istediğim yöne gidiyor yuları hafifçe çekincede duruyordu.
             O günden sonra ondan hiç ayrılmadım annem izin verse geceleri de ahırda onun yatacaktım. Adını jıbğa koyduğum bu atla su gibi akıp gidiyordu. Bir gün atımla avlunun dışına çıkarak köy de ve köyün kıyısında ki kırlarda dolaşmaya karar verdim. Dayım sıkı sıkı tembihlemişti: sakına sakın 6 ay olmadan atın üstünde olarak avludan dışarı çıkma diye. O zaman buna bir mana verememiş o nedenle de dinlememiştim. Önce avlunun borda kapısının bir kanadını açtıktan sonra atı ahırdan çıkardım binek taşına yanaştırıp bindim ve köyün meydanından geçerek harmanlık alanlara doğru yöneldim. Birdenbire ne olduysa oldu atı benim yönetimimi ret ederek köyün kuzeyinde ormanın içinde kaybolup giden yola düşerek ormanın içine daldı. İki tarafı sık ormanlarla çevrilmiş olan bu vadinin içindeki bu yolun nereye gittiğini bilmiyordum. Jıbğa nereye gittiğini biliyordu ki terettütsüz ve yumuşak bir dörtnalla gidiyordu. Bir ara kendimi aşağıya atayım dedim sonra da türlü sebeplerle vazgeçtim. Bu şekilde yaklaşık 2 saate yakın yol aldıktan sonra bir köye geldik köyün içinde de Sağa sola sapmadan demirden avlu kapısı olan iki katlın bir evin önüne geldi azıcık aralık olan kapıyı kafası ile aralayarak avluya girerek tam orta yerde durdu ve uzun uzun kişnedi.
             At daha kişnemesini bitirmeden evin kapsından bir kız çocuğu fırladı, koşarak geldi ve Jıbğa’nın boynuna sarıldı. Yukarıdan baktığım da ikiye ayrılarak örülmüş simsiyah saçlar ve beyaz zemin üzerine serpiştirilmiş mavili, kırmızılı ufak çiçek desenleri ile süslenmiş bir entarinin omuz kısımlarını görebiliyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum kızın;
              --Baba atım geri geldi. Diye bağırması ile kendime geldim gördüğüm tek şey simsiyah iki göz ve içlerinde ki kin ve düşmanlık parıltıları oldu.
             Kısa bir süre sonra evden orta yaşlı bir adam geldi dinç bir görünüşü olmasına rağmen saçları bembeyazdı. Beni attan indirdiğinde her tarafımın uyuştuğunu gördüm. Adamda bunu fark etmiş olacak ki beni kolumdan tutarak avluda yavaş yavaş gezdirmeye başladı. Her adım atışımda bir yerlerime bir şeyler batıyordu ama her adımımın sonunda da acılarım biraz acıyordu.
             Yürüyüşüme bakarak uyuşukluğumun geçtiğini gören adam elimi bırakmadan beni içeriye götürdü, hiç konuşmadan işaretle kurulu olan yer sofrasına oturttu. Sofrada 5 yaşlarında bir çocuk birde kadın vardı kadın o yörede kış yaz yakılan kuzinenin üzerinde dilimlenmiş ekmekleri yanmasın diye çevirdikten sonra çaylarımızı koydu, kızarmış ekmek dilimlerine de tereyağı sürdü, üzerine de bolca eliyle ufaladığı tuluk peynirinden döktü. 
             Yemek sırasında adam bana atın nasıl buraya döndüğünü anlattı. Bu tay rahvan diye isimlendirilen atlardanmış koşmadığı halde biniciyi sarsmadan seri adımlarla çok hızlı gidebilirmiş. Atla kızı Zehra arasında çok sıkı bir bağ varmış. Adam bunları normal bir şeyler anlatıyor gibi anlattıktan sonra bana dönerek;
             ---Niyazi Ağa’ya söylemiştim iyi sahip ol, ilk bulduğu fırsatta geri gelir demiş tim.
             Adam bu sözlerden sonra hiçbir şey demeden kalktı ve dışarı çıktı. Arkasından ben ve Zehra’da çıktık kızın her yüzüne bakışımda kin ve nefret dolu bir çift gözle karşılaşıyor ve ürperiyordum böyle bakışları hiçbir yerde görmemiştim. Atam atları arabaya koştuktan sonra bana dönerek;
             Hadi bakalım yeğenim seni bir hayli merak etmişlerdir dedi ve beni kaldırarak at arabasına bindirdi. Arabanın sandığının içine boydan boya minderler konmuştu doğrusu atın sırtında yapılan yolculuktan sonra bu lüks bir yolculuk olacaktı. Adam Jıbğayı da yularından arabanın arka söğesine bağladı. Tam dingilin sivri ucuna bir ayağını basmış ön söğeden tutunarak arabaya binecekken kız koşarak yanına gitti yalvarırcasına 
              ---Atet seri sikegon dedi. Akan yaşları yüzünün tamamını ıslatmış çenesi de hafif hafif titriyordu. 
             Babası biraz düşündü sonra kızını da koltuk altlarından tutarak arabaya bindirdi kendiside arkaya dolanarak tayın yularını çözdü boynundan çıkararak arabanın içine minderlerin altına soktu. Atı burada bırakacak diye çok korktum ama hareket ettikten sonra arabanın arkasından geldiğini görünce rahatladım. At yol boyunca arabanın arkasından hiç ayrılmadı ne zaman bir iki adım geri kalsa adımlarını hızlandırarak yetişiyor kıza burnunu sürtüyordu kızda her seferinde atın alnını veya yelesini okşuyordu. Onların bu hareketleri beni o kadar öfkelendiriyordu ki kızı arabadan ittirip atmamak için kendimi zor tutuyordum. Bazen geriye döndüğünde gözlerinde bir nem ve hüzün görüyordum ama nefret yoktu aksine bir gurur var gibiydi, sanki bana siz ne kadar para vererek alsanız da bizim bu sevgimizi bitiremeyeceksiniz der gibiydi.   
            Bu karmaşık düşüncelerle boğuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadan köye geldik. Evimizin önünde bir kalabalık birikmişti. Anlaşılan bir hayli merak edilmiştik. Kalabalığa olay anlatıldıktan sonra insanlar dağıldılar babamda misafirini bırakmadı arabaya kendisi binerek avluya aldı. Misafirle birlikte atların yan kayışlarını çözdüler dizginlerin de atların ağzına gelen kısımlarını da çıkararak atlara yem torbalarını taktılar. Jıbğayı da avludaki büyük ağacın altına bağladılar önüne de en sevdiği yem olan yoncalı kuru ottan koydular. Bu işleri bitiren iki adam konuşa konuşa evin önündeki terasa çıkarak üzerine kilim ve minderler serili olan sekiye oturdular. Bende sessizce arkalarından çıkarak konuşmalarını duyabileceğim bir mesafede bir yere çöktüm. Kız hiç eve doğru bile bakmadan ağacın altında ki atın yanına giderek orada hayvanlara tuz verdiğimiz yassı taşlardan birinin üstüne çökerek, büyük bir iştahla kuru otları yiyen tayı seyretmeye başladı.
            Muhabbet edildi çaylar içildi ve sonunda misafirlerimiz atlarını koşup arabaya bindiler, o zamana kadar devamlı hiç gözümü ayırmamacasına atla kızı gözlemiştim ve anlamıştım ki bu taydan bana hayır yoktu.
            Birden bire yerimden fırladım ağacın altında ki tayı çözdüm yavaşça arabanını yanına gelerek simsiyah gözleri kıvılcımlar çakan kızın eline atın yularını tutuşturdum ve hiç geriye bakmadan avludan çıktım ve akşama kadar eve dönmedim. Akşam eve geldiğimde babamın:
-Aferin oğlum tam bir delikanlı gibi davrandın. Demesi bana her şeyi unutturdu.
Birkaç yıl çevrede Atın üstünde rüzgar gibi dolaşan bir kızdan bahsettiler, sonraları onlar yurt dışına bizde şehre göç ettik. Bu olayda hatıralarımda tatlı bir anı olarak kaldı.

            Tahminim bir 15 yıl kadar sonraydı Ankara’da öğrenciydik ( 1967-1971 yılları arası ) Ankara Kafkas Derneğinin çok güzel çalışmaları vardı. Dil kursları, okuma yazma kursları, Ankara’da ki öğrencileri bir araya getirerek tanıştırma günleri bunların bazılarıydı. Arkadaşım Sedat’la Derneğin demirbaşı gibi olmuştuk tüm boş vakitlerimizi orada geçiriyorduk. 
          O gün yine dersten sonra Derneğin yolunu tutmuştuk. İkimizin de ayrı sebeplerden heyecanı son haddindeydi. Sedat o akşam komşu illerden ve yurt dışından gelen gençler için yapılacak eğlence ve düğünde hayalindeki kıza rastlayacağına inanıyordu. Bende yılın belirli zamanlarında açılan stanttan alacağım orijinal adige kamasını düşünüyordum. Bu stant da görevli arkadaşlar açtıkları reyonlarda çok güzel hediyelik eşyalar bulunduruyorlardı. Hatta bazen Kafkasya’ya gidiyor oradan çeşitli eşyalar getiriyorlardı. Bu gidişlerinde sıkı sıkıya tembihlemiştim bana gümüş kakmalı hakiki bir adige kaması getireceklerdi.
           Önce lokale uğradık Rahmi abinin o güzel çayından ikişer bardak içtikten sonra yukarıdaki hediyelik eşyaların satıldığı ikinci kata çıktık stantların önündeki kalabalığı görünce içimde hafif bir korku ve telaş karışımı bir his duydum. Stantlara yanaşınca da bu hissin sebebini anladım. Benim ısmarladığım kama anlatamayacağım derecede güzel iki elin elindeydi. Bakışlarımı hafifçe yukarı kaldırınca bir çift simsiyah gözle karşılaştım bir an göz göze geldik ben gittim nerelere gittiğimi bilmeden geçmişle gelecek arasında kayboldum sanki.
          Hayal meyal kadife yumuşaklığında bir ses duydum.
         - Bu güzel ve değerli kama sizin siparişinizmiş herhalde.
         Gayri ihtiyari:
          - Önemli değil beğendiyseniz sizin zimmetinizde daha değer kazanacaktır siz alabilirsiniz dedim daha doğrusu demek mecburiyetinde kaldım.
          - Kız da çok tatlı bir şekilde gülümseyerek teşekkür etti ve arkadaşları ile birlikte düğün salonunun bulunduğu üst kata çıkan merdivenlere doğru yürüdüler gittiler.
         - Ben şaşkındım, üzgündüm, kızgındım.
         - Sedat omzumdan tutarak bir şey diyecek oldu. Elimi tehditkâr bir tavırla sallayarak:
         - Sus sakın bir şey deme diyerek,
        Aşağıya lokale indim Sedat da arkamdan geldi. O komşu masalarda oturanlara, içeri girip çıkanlara laf yetiştirdi bende üst üste 5-6 bardak çay içtikten sonra kendime gelebildim.  

         Ben üst üste çaylarımı içerken yukarıda düğün salonundan akordion sesi gelmeye başlamıştı bile. Biraz oyalandıktan sonra bizde yukarı çıkarak düğüne katıldık. Düğünün katılımcısı çok ve değişik yerlerden olunca düğünde bir başka güzel oluyordu. Bu güzel görüntülere dalıp gitmiştim ki biri beni kolumdan tutarak ortaya çıkardı.  
           Akordionu Şeref çalıyordu başta bir hayli zamandır çalan çeçen birden kafeye dönüverdi müziğin kafeye dönmesi ile de pğeçhekler sustu sadece insanı alıp bir yerlere götüren o güzelim ağlayan kafenin duyuluyordu. 
           Kiminle oynayacağımı merak edip kızların tarafına baktım doğrusu bu güzelim havayı bir acemi ile oynamak istemezdim. Birden kızların arasından bir kız süzülür gibi karşıma geldi siyah saçlarının renginde topuklarına kadar inen güzel bir elbisesi vardı. Oyuna başladığımızda artık hiçbir şeyi ne görüyordum ne de duyuyordum sanki bulutların üstündeydik. 
            Başımı hafifçe kıza doğru çevirdiğimde beni allak bullak eden bir çift simsiyah gözle karşılaşıyor hemen gözlerimi kaçırıyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım bile kız çok zarif bir manevra ile kızların önüne çekilerek sadece başı ile selam verdiğinde ben hala kendimde değildim.
          Bundan sonra düğünde de duramadım önce aşağı kata oradan da kendimi temiz havaya dışarıya attım.
         Gecenin geç vakitlerinde düğünün sona ermiş herkes yavaş yavaş dağılıyordu. Bizde kapının önüne dikilmiş tanıdık arkadaşlarla şakalaşıyor gidenleri de uğurluyorduk. Birden karşımda bir arkadaşı ile beraber o kız belirdi. Elinde uzun ince bir hediye paketi vardı. Paketi bana uzatarak.
         - Her şey için çok teşekkür ederiz dedi ve başı ile hafifçe selam vererek daha benim şaşkınlığım geçmeden kapının önünde bekleyen bir arabaya binip gittiler.
Ben elimde paketle öylece kala kalmıştım. Sedat koluma girerek
           - Gel abi birkaç bardak çay içelim de kendine gelirsin diye içeri çekti.
           - İki bardak çay içesiye pakete öylece bakıp duruyordum. Nihayet yavaş hareketlerle paketi açtım içinden sapına küçücük bir gül iliştirilmiş vaziyette almak isteyip de alamadığım kama vardı. Birde not iliştirilmişti 
           -    ‘’ Bir kama hiçbir zaman bir küheylanın karşılığı olamaz ama sevgi ve saygılarımla birlikte kabul ederseniz beni mutlu edersiniz.’’
         Yazsını okur okumaz beynimde şimşekler çaktı Birden kendisine iade ettiğim taya sarılırken yaşlı ve minnet dolu olarak bakan o iri gözleri hatırladım. 
         05-TEMMUZ-2012 ESKİŞEHİR. 
(( NOT= Hikayeyi akıcı olarak anlatabilmek için 1. şahıs kullanılmıştır. )) 

     
            

 
################ liste (Bunun alt sayfası: "SAKLI SAYFALAR..........") ################
1 2 3 4 5
 7 9 10 
11 12 13  14  15
16  17  18  19  20
21 22  23 24  25 
26  27 28 29  30 
 31 32  33 34  35
36 37 43 44 45
46 47  48 49  50 
         


################ Sevginin Gucu. (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################


 
 



        SEVGİNİN GÜCÜ
         Mezişha Çile 80 hanelik bir köydü. Dağın yamacına, ormanın en sık olduğu bir yere yerleşmişti. Kafkasya’dan göç ettiklerinde, ovada düz arazilerde yer gösterilmiş ama onlar anavatanlarında ki yerleşim alanına benzediği için burayı tercih etmişlerdi. Geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı. Çiftçilik ise devletin büyük desteğiyle yeni yeni yerleşmeye başlamıştı. Yörenin en güzel balını üretirlerdi. Çok sayıda ailenin yılkısı (Yabani at sürüsü) vardı. Çevrenin koşumluk ve binek atı ihtiyacı bu yılkılardan karşılanırdı.
        Köyün kuzey batısındaki iki dağın arasındaki boğazdan çenderek denilen bir rüzgâr devamlı eserdi. Bu boğaza girip birkaç km yüründüğünde, ormanların arasında geniş düzlüklere ulaşılırdı. Köylünün koyak dediği bu düzlükler atların en önemli yaylım yeriydi.
        İlk yapılan evlerin tamamı ağaç tomruğundan yapılmıştı. Yeni yapılan evler ise taştan yapılmıştı. Evlerin tamamının çatıları düz örtü olup, çorağın bir çeşidi olan yağlı bir toprakla kaplıydı. Evlerin içleri dışları yöreden çıkarılan bir beyaz toprakla badana edilirdi.
        Evlerin hemen hemen hepsi doğuya bakardı. Önlerinde de boydan boya haşpak denen sundurmalar vardı. Bu sundurmanın rüzgâr alan bir köşesinde, tavana yakın bir yerde ağaç kafes şeklinde sütlükler olurdu.
Soğuk bir sonbahar akşamıydı. Akşama kadar yağmur yağmıştı. İnsanlar dam başlarına çıkmışlar kanğaç (yuvak) çekiyorlardı. Ağaçtan veya taştan yapılmış bu silindirler ileri geri çekilerek damlardaki çorak sıkıştırılarak suyu geçirmesi önleniyordu. Uzaklarda bir yerlerde şimşekler çakıyor, her şimşekten sonra etraf kör edici bir aydınlığa boğuluyordu.
İşte böyle puslu bir gecede yayıldı puslu haber.”Savaş çıkmış seferberlik ilan edilmişti.   
        Muhtarın  köye saldığı  iki genç ev ev dolaşarak, köyün  büyüklerine 
muhtarın toplantı haberini ilettiler. Bir saat sonra bütün büyükler odada toplanmışlardı. Başköşede her zaman ki gibi Martıjko Aziz yerini almıştı. Martıjko Aziz Kafkasya dan göç eden kafileden yaşayan birkaç kişiden biriydi. Az konuşur öz konuşurdu. Herkesin hazır olduğundan emin olan muhtar sıkıntılı bir tonla söze başladı.
         —Komşular hepinizin az çok haberi olmuştur, devletimiz bir hafta önce harbe girmiştir, bizden de gücümüz oranında asker istemektedir, ne diyorsunuz? Diye sordu. 
           Kısa bir sessizlikten sonra herkes kendisine göre bir şeyler söyledi. Kimisi hemen bir birlik hazırlanmasını, kimisi acele yapılmamasını gelişmelere göre tavır alınmasını, kimisi de ufak bir birlik gönderilmesini önerdi
          Sonlara doğru da Kanşawko Halit söz aldı. Kanşawko Halit çok gezen, çok bilen, her şeyden haberi olan biriydi. Bu özelliklerini bildiğinden, kendinden emin bir şekilde:
          —Komşular bu savaş uzun sürecek sonu olmayan bir savaş. Bu nedenle ben derim ki, acele yapmayalım devletin biz göçmenlere tanıdığı askerlikten muafiyet yıllarımız dolmadı bekleyelim düşman buralara gelirse bir çaresine bakarız dedi.
           Artık son söz Martıjko Azizindi, bütün gözler ona çevrilmişti.  Martıjko bir süre bekledi yerinden hafifce doğruldu, Kanşawko’nın dediklerine biraz içerlemiş hali vardı. Yaşından umulmayacak net bir sesle konuşmaya başladı:
           — Hepinizi dinledim, kimisinde akıl, kimisinde yürek, kimisinde haklılık payı var. Yalnız hatırlamamız ve hiç unutmamamız gereken şeylerde var. Rusya da düşman kapımıza gelsin bakarız dedik, düşman geldi, yerimizden yurdumuzdan olduk. Bulgaristan da gelsin bakarız dedik, yine yollara döküldük, Yoguslavya da aynı şey oldu. Artık yetti bu bayrak bizim bayrağımız, bu vatan bizim vatanımız. Mezarımızda burası olacak. Bu nedenle yapılması gerekeni değil iki katını yapmalıyız dedi ve sustu. 
         Konuşmadan çok yüzündeki acının, kinin, umudun karışımı ifade herkese kararını verdirmişti.  
           Hemen karar alındı.    
          Bir hafta içinde 68 kişilik bir liste hazırlandı. Liste hazırlanırken tek çocuk olanlar, hastalar, bakıma muhtaç kişisi olanlar bu listeye alınmadı. Birliğin şubeye teslim olasıya kadar Şagumde Yahya’nın komutasında olmasına karar verildi.
           Bu kararın ardından hummalı bir faaliyet başladı. Tğujular pişirildi, kuru etler paketlendi, azık torbalarına güzelce yerleştirildi. Erkeklerde silahlarını temizlediler, atların yelelerini ördüler, kuyruklarını bağladılar. Komşular, akrabalar ziyaret edildi, helâlık dilendi. Bu arada gideceklerin şerefine nisaşe ve eğlenceler de ihmal edilmedi. Nihayet ayrılık günü geldi çattı.                          
           Şhagumde Hamit gideceğini öğrendikten beri, çelişkili duygular içindeydi. Bir yanda, yeni yerler göreceği, yeni insanlar tanıyacağı için mutlu, savaşacağı için tedirgin, evinden, ailesinden, yedi aylık eşinden, doğacak çocuğundan daha görmeden ayrılacağı için ise üzgündü.
             O sabah erkenden kalktı atı Jibğa’ya safi arpadan oluşan yemini bolca verdi eğerini silahlarını kontrol etti. Bütün bunları yaparken köpeği Vüris arkasından dolaştı durdu. Fırsat buldukça ona sürtündü, arka ayaklarının üstünde dikilerek ön ayaklarını göğsüne dayadı, önünde yuvarlandı. Nihayet Hamit işlerini bitirdikten sonra, köpeğin önünde diz çöktü, boynunun altını okşadı sırtını sıvazladı. Köpek aradığı ilgiyi bulduğu için memnun kuyruğunu sallıyor, sanki olacakları tahmin etmişçesine, parlak gözleriyle sahibine bakıyordu.
             Hamit yavaşça doğrulurken başparmağını Vuris’e doğru sallayarak:  
             —Ben yokken buralar sana emanet ha dedi. 
          Köyün içinden gelen sesler çoğalmaya başlamıştı. Hamit doğrulduğunda annesi ile babası avluya inmişlerdi, karısı Dane ise kapının eşiğinde duruyordu. Yavaş adımlarla yaklaştı önce babasının elini öptü. Babası duygularını belli etmeyen bir sesle:
              —Güle güle gider, sağ ve salim dönersin inşallah. Dedi.
            Arkasına hiç bakmadan avlu kapısından çıkıp meydana doğru yürüdü. Hamit anasına sarıldı, kadın onu sıkıca bağrına bastı. Acısını belli etmeyen bir sesle:
          —Allaha emanet ol oğul diyebildi.
           Oğlunu zorlukla bırakan kadın da kocasına yetişmek için hızlı adımlarla uzaklaştı. Koca ihtiyarlar genç çifti vedalaşmaları için onları yalnız bırakmışlardı. İhtiyarlar uzaklaşınca Dane koşarcasına geldi kocasına sarıldı, narin bedeni sessiz hıçkırıklardan sarsılıyordu. Uzun süre öylece kaldılar. Hamit karısının omuzlarından tutarak kendinden ayırdı, sağ eliyle çenesini tutarak hafifçe kaldırdı ve gözlerinin içine bakarak:
         —A si Dane, a si gupse ağlama sana söz veriyorum, döneceğim. Kendine ve doğacak çocuğumuza iyi bak. Dedi.
Daha bir şeyler diyecekse de fırsat bulamadı. 
           Dış kapıdan arkadaşı Yusuf’un sesi geldi.
          —Hamit yatıyor musun daha.
          Yusuf’la çocukluk arkadaşıydılar. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Düğünlere beraber gider, ava beraber çıkarlardı. Şoha denilen at yarışlarında hep aynı takımda olurlardı. Dane’yi abzağh köyünden kaçırırken de yanında o vardı. Dünyada hiçbir şeye aldırmaz, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir şeyi de umursamazdı. Hamit onun sesini kapının önünde duyunca karısına son bir defa baktı, hiç bir şey diyemeden ayrıldı. Atının dizgininden tuttu yavaş adımlarla avludan çıktı. Atlar yedeklerinde yan yana köy meydanına doğru yürürlerken, Yusuf ellerini, kollarını da kullanarak bir şeyler anlatıyor ama Hamit hiç birini duymuyordu.
           Yarım saat sonra birlik hazır hale gelmişti. Köyün dışına kadar atları yedeklerinde çıktılar. Köyün çıkışında atlarına binerek uzaklaştılar. Arkalarından erkekler gururla, kadınlar acıyla, çocuklar da ne olduğunu anlamadan el salladılar.
         Üç günlük sıkı bir yürüyüşten sonra, birlik il merkezindeki şubeye ulaşarak teslim olmuştu. Bir günlük istirahattan sonrada trene bindirilerek geleceklerini bitirecek meçhule yola çıkarılmışlardı.
         Hamit talim alanında verilen moladan yararlanarak sırtını bir çadır direğine vererek oturmuştu. Atların trene bindirilmesi sırasında canı kadar sevdiği atı Jıbğa ayağını vagona dayanan dayamalara sıkıştırarak kırmıştı. Atı muayene eden alay veterineri atın vurulmasından başka çare olmadığını söyleyince dünya başına yıkılmıştı. Amcasının oğlu Halil’in atın kafasına sıktığı tek kurşunu ta yüreğinde hissetmişti. Atsız kalınca da süvari birliklerine nakledilen arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalmıştı. Herkesle teker teker vedalaşmıştı. Yusuf’la uzun süre sarılmışlar ayrılırken de:
         —Benden önce köye dönersen eşim, doğacak çocuğum sana emanet demişti.
         Deli bozuk oğlan da gülerek bir yıl sonra hep beraber köyde olacaklarını söylemişti. Hatta kendi atını da vurarak onun yanında kalmak istemiş ama zorla vazgeçirmişlerdi. Şimdi bir aydır buradaydı ne tanıdığı biri vardı ne de bir arkadaşı. Talim sırasında yırtınırcasına çalışıyor, bu süre içerisinde kafası biraz dağılıyordu. Günler günleri kovaladı ve üçüncü ayın sonunda hareket emri geldi. Önce Şam’a geldiler burada birkaç Arap şeyhi ile bazı çapulcuların isyanlarını bastırdılar. Çok geçmeden de Yemen’e sevk edildiler
          Hamit ne kadar zamandır burada olduğunu unutmuştu. Her gün yoğun bir İngiliz bombardımanına maruz kalıyorlardı. Bombardıman başladı mı kendilerini kumda kazdıkları siperlere gömüyorlardı. Arada bir de saldırılar oluyor bunlara karşı saldırıyla cevap veriliyordu. Rüzgâr çıktığı zaman ise bir felaketti, kazdıkları siperlerin yanı sıra ağızlarına, burunlarına da kum doluyordu. Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise bir felaketti. Gündüz yanan çöl havası, geceleri dondurucu bir soğuğa dönüşüyordu. Cephaneleri, yiyecekleri, suları kıttı. Şöyle bol suyla yıkanmayı öyle özlemişti ki. 
          Yine böyle netameli bir gündü: Sabahleyin onar mermi dağıtılmış, süngüler taktırılmıştı. Askerin arasında bir taarruz edileceği, bir geri çek ilineceği rivayetleri dolaşıyordu. Birden sessizliği top ve makineli sesleri bozdu. Daha ne olduğunu anlamadan, komutanları kolağası Ahmet siperden fırladı:
         —Haydi, aslanlarım gidiyoruz diyerek;İleri doğru koşmaya başladı. Hemen ardından bütün bölük, ne olduğunu, nereye gittiğini anlamadan besmele çekerek, siperden fırladı, kolağalarının peşinden koşmaya başladı.
         Hamit daha on adım atmadan ayağında bir yanma hissetti, aldırmadı koşmaya devam etti. Sağında solunda koşan arkadaşları birer birer yere yığılıyordu. Birden göğsünde de keskin bir bıçakla bıçaklanmış gibi bir acı hissetti. İki adım atmadan aynı ağrıyı omzunda ve baldırında da hissetti. Bir ara acı neyse de hiç olmazsa şu yanma olmasaydı diye düşündü. Önce dizlerinin üstüne çöktü sonrada yere yığıldı kaldı. Acılarda, top ve tüfek sesleri de silindi gitti. 
           Gözlerini açtığında kendini bir sessizliğin içinde buldu. Kavurucu bir rüzgârın desteklediği sıcak bunaltıyordu. Vücudunun her yanı zonkluyordu. Başını hafifçe kaldırdığında ayaklarının üstünde, sağında, solunda cesetler gördü. Anladı ki ölü sanılıp ölülerin arasına bırakılmıştı. Birisi üzerindeki cesedi çekerek yana yatırdı, cesedin ceplerini kurcaladı, hiçbir şey bulamadı. Başucundaki adam ayaklarına kadar gelen bir entari giymişti. Adam ona doğru dönüp yaşadığını görünce, nereden çıkardığını görmediğini bıçağı kaldırıp saplayacaktı ki arkadan gelen bir ses onu durdurdu. Sesin sahibi yaklaştı, eğildi, yaralarına baktı. Bu birincisinden epey yaşlı ve sakallıydı. Adam onu belinden tutarak kaldırdı sırtına vurdu ölülere basmamaya dikkat ederek yürüdü. Hamit’in gözleri karardı ve yeniden bayıldı.
         Mezişha köyünden askerlerin ayrılmasının üstünden tam yedi yıl geçmişti. Bu yedi yıl içerisinde elliden fazlasının ölüm haberi gelmişti. Kimisi Yemende, kimisi Sarıkamış ta kimisi de Çanakkale de şehit olmuşlardı. Her haberde köy yasa boğuluyor ağıtlar yükseliyordu. Ateşler düştükleri yürekleri ne kadar yaksa da zamanla insanlar normal yaşantılarına dönüyorlardı. Tarlalar ekiliyor, kışlık odunlar kesiliyor, evlilik çağına gelmiş çocukların düğünleri yapılıyordu. Geriye dönenlerden, şhagumde Rasim’in bir ayağı kalçasından kesilmişti. Yusuf’ta dönenler arasındaydı o uçarı,  şakacı hali gitmiş durgunlaşmış ve olgunlaşmıştı.
           Dane yedi yıl boyunca hiç ümidini kaybetmeden bekledi. Hamit’in ölüm haberi geldiğinde de inanmadı. Hamit kendisine söz vermişti dönecekti. Bu nedenle kendisini evlendirmek istemelerine hep karşı çıktı. Birde oğlu olmuştu, her şeyini ona adamıştı. 
          Yusuf arkadaşının ayrılırken dediği, “Ben dönesiye kadar Dane ve doğacak çocuğum sana emanet” sözlerini bir türlü unutamıyordu. Gözlerini her kapadığında arkadaşının hayali gözünün önüne geliyordu. Arkadaşı ölmüştü, bu durumda ne yapmalıydı. Günlerdir beynini çatlatırcasına bunu düşünüyordu. Sonunda kararını verdi. Dane ile evlenecekti.
           Bunu ailesine açtı, onlarda uygun gördüler. Bir akşam Hamit’in annesinin babasının ziyaretine giderek Allahın emriyle gelinlerini, oğullarına istediler. Onlarda münasip gördü. Abzağh köyünden Dane’nin ağabeylerini getirterek rızalarını aldılar. Durumu da hiçbir itiraza meydan vermeyecek şekilde Dane’ye bildirdiler. Dane yıkıldı, her tarafı uyuştu. Ağlamak istedi ağlayamadı. Sonunda bir hafta zaman istedi.
Bu konuşmaların olduğunun altıncı gecesiydi. Dane evde yalnızdı. Oğlu uyuyordu. Yüreği iyice daralmıştı. Dudaklarından, geçen yıl köye gelen seyyar destan okuyucunun söylediği türkünün nakaratları dökülmeye başladı.
          Mızıka çalındı, düğün mü sandın?
           Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?  
           Yemen’e gideni gelir mi sandın?
  Dön gel ağam, dön gel, dayanamiyrem,
  Uyku gaflet bastı uyanamiyrem,
  Ağamın öldüğüne inanamiyrem.
         Dane'nin gözyaşları yanaklarından süzülüyor, türkünün nağmeleri etrafa yayılırken onlar tek tek yere düşüyordu. Birden dışarıdan Vurisin sesi geldi. Yedi yıldır bir kere bile hav demeyen köpek ortalığı yıkıyordu. Dane yavaşça yerinden doğruldu, başörtüsüyle gözyaşlarını sildi. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Yavaşça evin kapısını açtı, Vuris dış kapıya gidiyor tırmalayıp geri geliyordu. Dane’yi ayakları elinde olmadan dış kapıya sürükledi kapının sürgüsüne uzanan eli titriyordu. Kapıyı yavaşça açtı: karanlıkta seçilmeyen bir karaltı vardı Vuris karaltının üzerine atlamış elini ayağını yalamaya  başlamıştı. 
        Adam duyulur duyulmaz bir sesle:
        —Dane, Vuris diyebildi kelimeler boğazına düğümlenmişti.
        Hamit dönmüştü.
        Haber köye fırtına hızıyla yayıldı. Bütün köylü şhagumdelerin evinde toplanırken, bir atlıda diğer taraftan köyü terk ediyordu. Buda arkadaşına derdini, düşündüklerini anlatamayacak olan Yusuf’tan başkası değildi.
 
             
  
ORHAN OCAK   17.Ekim.2007-ESKİŞEHİR

################ 1 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################ ################ 2 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################ ################ 3 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################ ################ 4 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################ ################ 5 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################ ################ 41 (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################
################ YASİN SÜRESİ (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################
/td>
################ Elmas Urgan taziye mesajları (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################

  
Elmas urgan için gelen taziye mesajları
Yorumlar
Metin Atalar Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun sizlere saglik ve mutlu gunler dilerim yeni haberim oldu tlf olmadıgından arıyamadım
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim arkadaşım.
Zeliha Vatansever Mekanı cennet olsun anneciğinin inşaallah, sanada sabır versin Rabbim kardeşim...
Nasiye Urgan Gonen Sağol Zeliha hanımcığım
Seda Kağıtcı Allah rahmet eylesin Nasiye hanım. Başınız sağolsun. Mekanı cennet olsun. Allah sizlere uzun ömürler ve sabırlar versin.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Sedacığım
Gülçin Biber Allah rahmet eylesin, nurlar icinde yatsin mekanı cennet olsun, Allah sizlere sağlıklı uzun ömürler versin...
Nasiye Urgan Gonen Sağol canım arkadaşım
Şükriye Urgan Karakaş Alah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Şükriyeciğim
Süleyman Akcan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Sabır ve başsağlığı diliyorum..
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim kardeşim
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. mekanı cennet olsun Nasiye ablacığım. Sizlere sabır versin.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim kardeşim
Zeynep Örnek Şimşek Nasiye hanım başın sağ olsun
Nasiye Urgan Gonen Teşekkürler Zeynep hanım
Sevil Özcanol Yansiler Nasiye'ciğim sevgili arkadaşım başınız sağolsun,Allah rahmet eylesin,sabırlar versin...
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim canım arkadaşım
Güzin Akdağ Vardarer Huzur icinde uyusun, mekani cennet olsun ins.ablacim..?
Nasiye Urgan Gonen Sağol Güzinciğim
H İbrahim Sarıkaya MEKANI CENNET OLSUN İNŞ..NURLAR İÇİNDE YATSIN.NE MUTLU GERİDE SİZLER GİBİ İYİ İNSANLAR EVLATLAR BIRAKMIŞ .RABBİM RAHMETİ İLE MUAMELE EYLESIN Ablam
Nasiye Urgan Gonen Amin değerli kardeşim Allah razı olsun
Avni Özgünde allah rahmet eylesin. başınız sağolsun..
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Avni bey
Avni Özgünde sizin annenizmi yoksa hasan beyiinmi
Cihan Yıldırım Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Cihan bey
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Sizlere başsağlığı diliyorum
Nasiye Urgan Gonen Sağolasın kardeşim
Burçin Çakıroğlu Danacı Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun tatlı teyzemizin??
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Burçin hanım herşey için çook teşekkür ederim
Gülçin Topak Nasiyecim güzel anneciğinin cennet mekanı olsun inşallah.Allahım sizlerede sabırlar sersin.
Nasiye Urgan Gonen Sağolasın Gülçinim
Objektif Eskisehir Başınız sağolsun. Allah yerinde dinlendirsin. Mekanı cennet olsun...
Nasiye Urgan Gonen Çok teşekkür ederim dostlar sağolsun
Gupse Yavuz Efe Nasiye Teyzecigim Basiniz sagolsun. Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Gupseciğim Allah sizlere uzun ömürler versin
Orhan Demir Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun. Başınız sağolsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Orhan bey dostlar sağolsun
Mehtap Özkaya Allah rahmet eylesin Rabbim merhametiyle muamele buyursun inşallah size de sabırlar ihsan eylesin Başınız sağolsun...
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Mehtap hanım
Fatma Koptagel Mekanın cennet olsun Halam. Nurlar içinde yat. Ablam sen öyle güçlü, sabırlı ve güzel yüreğe sahipsin ki iyiki varsın.
Nasiye Urgan Gonen Sağol canım kardeşim
Zuhre Yakarisik Yilmaz Başınız sagolsun Nasiyeciğim. Allah sabırlar versin. Mekanı cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Zühreciğim
Suzan Oymaağaç Başınız sağolsun Nasiye Hanımcım,Allah Rahmet eylesin, Mekanı Cennet Olsun, sabırlar diliyorum ? canım benim
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Suzan hanımcığım
Suzan Oymaağaç Çok üzüldüm, Rahmeti bol olsun canım benim
Yasemin Canbolat Başınız sağ olsun.Mekanı cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Yasemin hanım çok teşekkür ederim
Celal Topak Mekanı cennet olur inşallah.
Nasiye Urgan Gonen İnşallah kardeşim büyüklerimizi tek tek gönderdik Allah hepsine rahmet etsin inşallah
Zeynep Esra Ozyuksel Basin sagolsun ? Mekani cennet olsun. Allah cc sizlere sabir versin
Nasiye Urgan Gonen Sağol Esracığım
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Esracığım dostlar sağolsun
Aslıhan Iyigün Alp Başınız sağolsun halacım. ? Mekanı cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Sağol güzel kızım
Nevin Ölmez Yıldırım Nurlar içinde yat halacığım.Çok ekmeğini yedim sen benim idolümdün.Dik duruşunla tüm yeğenlerine örnek oldun.Mekanın cennet olsun.Nasiyeciğim allah sanada sabırlar versin.
Nasiye Urgan Gonen Annem herzaman güçlüydü hastalığında bile nur içinde yatsın
Nihal Ture Başınız sağolsun, Rabbim sabırlar versin...
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Nihal hanım
Kazım Urgan Elmas yengeme Allahtan rahmet dilerim.mekani cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkürler sevgili abim
Orhan Ocak Allah gani gani rahmet eylesin.
Nasiye Urgan Gonen Amin Orhan abim
Rukiye Polat Çok üzüldüm Nasiyeciğim?Allah rahmet eylesin,sizlere de sabırlar versin,Hayırlı uzun ömürler nasip etsin inşallah...
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Rukiye hanım sende çok güzel kalpli bir insansın
Kerime Bilik nasiyecim teyzem hurlar içinde yatsın başınız sağ olsun arkadaşım selamlar
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim canım arkadaşım
Neşe Yıldırım Gültekin Başınız sağolsun, Allah sabır versin...mekanı cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Çok teşekkür ederim Neşe hanım selamlar
Nezaket Gökoğlu Nasiyeciğim önce merhaba annenin ölümüne üzüldüm başınız sağ olsun allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Nezaketciğim uzun zamandır sana ulaşmaya çalıştım bir ara Avni beyden numaranı aldım ama o numaradanda ulaşamamıştım sana
Nasiye Urgan Gonen Özledim seni arkadaşım
Gürbüz Urgan Allah rahmet eylesin. Nurlar içinde yatsın.
Nasiye Urgan Gonen Amin kardeşim sağolasın
Nurgül Mermer Başınız sağolsun Nasiye hanım .ALLAH C C geride kalanlara sabır versin. ALLAH C C rahmet eylesin.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Nurgül hanım
Sıdıka Lale Akçay Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah Nasiye hanım...
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Laleciğim
Nermin Er Ünlüoğlu Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Nasiye Urgan Gonen Amin Nermin hanımcığım
Suzan Harmandar Haberimiz olmadı kusura bakmayın Allah rahmet wylesin başınız sağolsun
Nasiye Urgan Gonen Sağolun Suzan hanım biz de o üzüntüyle birçok kişiye haber veremedik dostlar sağolsun selamlar
Özgül Urgan Ertekin Başınız sağolsun allah rahmet eylesin
Nasiye Urgan Gonen Sağol Özgül ablacığım
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin abla.Allah kalanlara sağlıklı uzun ömürler versin.....
Nasiye Urgan Gonen Sağol kardeşim
Maryam Kaya ?ay nasiye başımız sağ olsun .
Nasiye Urgan Gonen Sağolun dostlar sağolsun
Maryam Kaya Sevinmiştim tam nasiye abla buldum diye acı haberi ğördüm
Maryam Kaya Allah mekanini cennet eylesin? çok üzüldü.
Fatma Yenice Canım arkadaşım hiçbir zaman anneni yalnız bırakmadın kendi ellerinlen son vazifeni yaptın elinden geleni yaptın için rahat olsun allahım yattığı yerde dinlendirsin allahım senin evlatlarında sana yapsın evlatlık görevini yaptin
Nasiye Urgan Gonen Sağol Fatmacığım ama alışmak çok zormuş Allah evlatlarımıza uzun ömürler versin,hayırlı insanlar olsunlar inşallah
Fatma Yenice Evet alışmak cok cok zor ama ölümde bizim icinallahim hayırlı ölümler nasip etsin inşallah ne mutlu sana
BeğenYanıtla1Dün, 00:32
Lütfiye Özcan Yozgat Allah mekanini cennet etsin,nurlarda yatsin halam insallah. Sizlerede Allahtan sabir ,kalanlara saglikli uzun omurler diliyorum ablacigim. Sevgiler,selamlar.
Nasiye Urgan Gonen Sağol kardeşim
BeğenYanıtla1Dün, 12:06
Jan Ali Tleachah Allah rahmet eylsin.mekani cennet olsun.
Nasiye Urgan Gonen Teşekkür ederim Jan hanım.Selamlar
BeğenYanıtla1Dün, 12:07
Ertuğrul Gönen Yengecigim, mekani cennet olsun insallah
Nasiye Urgan Gonen Sağol kardeşim
Kemal Topak Mekni çenet osun
Nasiye Urgan Gonen Sağol Kemal abim
BeğenYanıtla30 dk.




Vefat HABERLERi  SAYFASINA DÖN
################ Yasin-i ŞERİF (Bunun alt sayfası: "111111111111") ################
/td>
<===========Siyah bandı: TIKLA ve YASİN-İ ŞERİF DİNLE


Görüntünün olası içeriği: yazı
################ Kiymet icin taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################
/td>
<===========Siyah bantın üzerine Tıkla YASİNİ ŞERİF dinle


27- Mayıs - 2017 Cumartesi günü  
AĞLARCA KÖYÜNDEN
Orhan OCAK'IN  ABLASI Akın Akoğlanın anneleri
İstanbul'da vefat etmiştir.

Cenazesi YILDIRIM MAHALlESİ  
Barbaros Hayrettin Paşa Camisinde,
Kılınacak İkindi namazından sonra eve getirilecek.
Oradanda defnedileceği mezarlığa götürülecektir.
ALLAH MEKANINI CENNET ETSİN

Ev adresi = Kartaltepe Mahallesi Fatih Cad. NO / 162  KAT / 1 DAİRE / 1 
Yıldırım Mahallesi  - İSTANBUL

İrtibat TEL ---> 0543 464 96 95 ----- 0532 632 21 39


Yıllarca Çifteler Belediyesinde sonrada sıra ile  Çifteler VE Eskişehir Nüfus müdrlüklerinde  uzun yıllar çalışan ablama, tüm tanıyanlarının haklarını helal etmelerini rica ediyorum.

TAZİYE MESAJI GÖNDERENLER.

Yorumlar

Elmas Demir Yener ALLAH RAHMET EYLESİN
Yanıtla3 saat
Mete Pamuk Başınız sağolsun Orhan Abi. Allah rahmet eylesin.
Yanıtla5 saat
Gulhan Bulur Allah rahmet etsin sevenlerinin basi sagolsun
Yanıtla10 saat
TC Meral Bahce Baycora Başınız sağolsun. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Yanıtla11 saat
Melek Beyaz Çınar Allah rahmet eylesin.
Yanıtla13 saat
Mehmet Gündoğdu abi, başınız sağ olsun. merhumeye allahtan rahmet dilerim....
Yanıtla20 saat
Emine Yılmaz Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin
Yanıtla21 saat
Ayfer Darzanoff Allah rahmet eylasin basinz sagolsun
Sıla Esen Allah rahmet eylesin. Başınız sağolsun
Yanıtla21 saat
Cevriye Yüceer Balık Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun insallah
Yanıtla21 saat
TC Nurcihan Öner Başınız sağolsun. Allah rahmet eylesin
Yanıtla22 saat
Fehime Topak Yurtay Allah rahmet eylesin
Yanıtla23 saat
Hikmet Saribardak Başınız sağolsun. Sevdiklerine Sabır diliyorum.
Yanıtla23 saat
Mahmut Burhan Ataseven Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inş sabırlar diliyorum aileye
Yanıtla23 saat
Cevdet Sevoj Topak Allah rahmen eylesin nur icinde yatsin basinsagolsun abim
Yanıtla23 saat
Çetin Akdemir Allah rahmet eylesin .Mekanı cennet olsun
Zürriyet Demir Orhan Abi annem ve Ben baş sağlığı diliyoruz . Allah rahmet eylesin.
Naje İsa Özkan allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun .
Sadettin Aladağ Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah sabırlar dilerim aileye
Neriman Uçar Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Mekani Cennet Olsun Ablanizin Sizlerinde Basiniz Sagolsun Orhan Hocam
Kısmet Esen Yener Başınız Sağolsun. Allah rahmet eylesin.
Özge Urgan Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin
Tülay Yıldırım Göktepe Allah rahmet eylesin. Başınız sağ olsun.
Sabiha Esen Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Medine Aydoğdu Erdönmez Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Filiz Özel Esen Başınız sağolsun. Rabbim sabırlar versin. Mekanı cennet olsun.
Necdet Topak Allah rahmet eylesin
Fatma Koptagel Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah.
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin kabri nur mekanı cennet olsun inşallah Allah sabır versin
Cemile Ünal Dünyanın en iyi en güzel insanı idi mekanın cennet olur inşallah ruhun şad olsun ailesine allah sabır versin
Fahrettin Tetik Amca başınız sağolsun allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Melek Tambova Allah rahmet eylesin
Emine Tetik Başınız sağ olsun
İshak Başcı Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun.Başınız sağolsun Orhan Hocam..
Dilek Kaya Allah rahmet eylesin.Başınız sağolsun
Sefer Tetik Başınız sağ olsun Allah rahmet eylesin
Memduh Sen Başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Ülkan Uğurlu başınız sağolsun
Ayla Hala Korkmaz Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun. Basiniz sagolsun
Seyfettin Esen Allah rahmet eylesin. Basiniz sag olsun.
Hacer Ertaş Koyuncu Başınız sağolsun. Allah rahmet eylesin:((((
Şükrü Er Allah rahmet eylesin inşaallah. Başınız sağolsun.
TC Zübeyde Yalçın IŞIKLAR ICINDE UYUSUN MEKANI CENNET OLSUN SABIRLAR DILERIM..
TC Cevher Yıldırım Ateş Allah rahmet eylesin başınız sağolsun
Oktay Eryilmaz Ruhu şad mekanı cennet olsun. Sizlerinde başı sağolsun orhan hocam. .
Hana H Mirza bas,iniz sagololsin allah rahmet eylesin
Hana H Mirza bas,iniz sagololsin allah rahmet eylesin
Hasan Kallimci Mekânı Cennet olsun; Allah geride kalanlarına sağlık ve sabır versin.
Leyla Demirhan Allah rahmet eylesin basiniz sag olsun mekani cennet olsun
Orhan Dombaycı Allah rahmet eylesin.
Saygı Esen Allah rahmet etsin,mekanını cennet olsun.
Ahmet Bilginer Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Abdullah Urgan Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Zahide Yener Tufan Allah rahmet eylesin, başınız sagolsun, kalanlara Rabbim sağlıklı ömür versin.
Sulet Barcho Тхьэм джэнэтыр къырет. ..
Kazım Urgan Başınız sağolsun Orhan.mekani cennet olsun.
Gülhan Adige Allah rahmet eylesin..Mekani cennet olsun İnsaAllah..Basiniz sag olsun..
Sinem Belmerze Önür Allah mekanını cennet etsin inşallah teyzemin... başın sağolsun dayı...
Nejdet Demiral Merhumeye Allahtan rahmetler, geride kalanlara başta siz olmak üzere , Baş sağlığı diliyorum..
Adnan Zor ALLAH RAHMET EYLESİN MEKANI CENNET OLSUN GERİDE KALANLARA SABIR VERSİN
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin...
Huelya Balik Eser Basiniz sagolsun. Mekani cennet olsun
Tülay Değerli Erginsoy Allah rahmet eylesin.mekanı cennet olsun.
Özer Inal Allah rahmet eylesin başınız Sağolsun
Ş Kubilay Özel Vazba Allah rahmet eylesin. Basiniz sagolsun Orhan abi....
Dilek Yağış Urgan Basiniz sagolsun Allah rahnet eylesin...
Doğan Okay Allah rahmet eylesin mekânı cennet olur inşaallah
Refik Şimşek Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Yusuf Göktepe Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Thawkho Recep Seyhan Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun. Butun yakinlarina bassagligi diliyorum
Mest Seven ALLAH TAHMET EYLESIN MEKANI CENNET TOPRAGI BOL OSUN
Beytullah Selvi Allah rahmet eylesin başınız sağılsın
Nazire Özcanalp Allah rahmet eğlesin başınız sagolsun
Aynur Wenske Başınız sağolsun,Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
Nihal Çinar Allah rahmet eylesin başınız sağ osun
Ramazan Mirza Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun sözlerinde başınız sağ olsun
Raziye Gülleroğlu Hepşen Mekanı cennet olsun.Başınız sağ olsun.
Celal Kulaksiz Başınız sağ olsun 
Mekanı cennet olsun
Muhsin Urgan Allah Rahmet Eylesin,yakınlarının başı sağolsun.
Hakan Ermez Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun sabır diliyorum siz sevenlerine Orhan Abi
Şükrüye Yelbuz Başınız sağ olsun Allah rahmet eylesin
Fethi Atasun ALLAH rahmet eylesin mekanı cenne olsun
Muharrem Tetik Allah c.c rahmet etsin. Başınız sağ olsun. Bizden yana helal olsun.
Sedat Yaprak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. basiniz sağolsun
Atilla Mert Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun.Sevenlerine sabırlar temenni ediyorum.
Salih Özcan Arkadaşım , başın sağolsun, Allah mekanını cennet eylesin. Gerçekten çok üzüldüm. Hakkım yoktur, ama var ise de kat kat helal olsun.
Neziha Awulhh Yavuz Allah Rahmet eylesin. 
Sevenlerine de sabır versin.:(
Hüseyin Karadayı Mekanı Cennet olsun Başınız sağolsun
Hatice Okay Işıklı yollardan yürüyerek cennetteki sevenleri ile buluşur inşallah.Tüm aileye sabırlar dilerim.Birlikte güzel günlerimiz geçti
Emre Göz Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşAllah sabırlar diliyorum
Su Ay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun...
Mesut Barut Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Eyüp Kaya Başınız sağ olsun Allah rahmet eylesin
Abidin Topak Alllah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Havva Arıcı Başınız sağ olsun.Allah rahmet eylesin.
Bingul Teke O Allah rahmet eylesin, Başınız sağolsun..
Sadettin Tırpan Allah rahmet eylesin
İsmet Süder Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun
Nadir Beyaz ALLAH rahmet eylesin mekani cennet olsun
Perihan Bidav Allah rahmet eylesin basınız sag olsun
Mehmet Ali Er Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Şapsığ Nefin Guser Başınız sağolsun mekanı cennet olsun
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Sevenlerine sabırlar diliyorum mekanı cennet olsun.
Nuran Topak Uyar Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun geride kalanlara sağlıklı ömürler versin sabır versin
Gonul Tambi Allah rahmet eylesin insallah
Ilknur Tambova Basınız sağolsun. Allah rahmet eylesin
Cemile Dundar Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inş sabırlar diliyorum aileye
Mehmet Bağcecik Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah.
Fatmagül Sönmez Boran Başınız sağolsun abicim ...
Ömer Gülten Allah rahmet eylesin.Başınız sağ olsun
Gusef Namruk Ertok Başınız sağolsun Orhan Amca nur içinde yatsın...
Feridun Korkmaz Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin inşallah Orhan abi
Ahmet Hamdi Küskün Allah rahmet eylesin.
Fehmi Tetik Allah rahmet eğlesin mekanı cennet olsun.
Gülçin Topak Allah ahmet etsin,cennet mekanı olsun,geride kalanlara Allahım sağlık ve sabırlar versin.
Timur Şahan Başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin.
Uğur Balık Allah rahmet eylesin
Başınız sağolsun
Birgül Yılmazel Başınız sağolsun mekanı cennet olsun
Murat Balık Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun inşallah.
Zübeyde Özcan Gül Başınız sağolsun.allah rahmet eylesin
Lütfiye Özcan Yozgat Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun insallah.Rabbim geride kalanlara sabir ve saglikli uzun omurler versin.
Selime Ocak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşaAllah
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun ailesine Allah sabır versin başınız sağ olsun
Nazlı Kulaksız Özcan Başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Sevenlerine sabırlar ve sağlıklı ömürler diliyorum.
Nur içinde yatsın.
Çok üzüldüm.
Raşide Yağız Başınız sağolsun.allah rahmet eylesin
Fevziye Balık Kaya Başınız sağolsun abi Allah rahmet eylesin cekanı cennet olsun..
Yılmaz Aydın Başınız sağ olsun Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Muzaffer Kaptan Başınız sağolsun allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Necla Sönmez Allah rahmet eylesin baş sağlığı diliyorum
Batça Erdoğan ALLAH RAHMET EYLESIN
Nurhayat Namruk Başınız sağ olsun..Allah Rahmet eylesin..
Adnan Biner Merhumeye Allahtan rahmet, yakınlarına sabır dilerim.Mekanı cennet olsun.Başınız sağ olsun.
Celal Topak Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olur inşallah. Akraba ve ailesine başsağlığı diliyorum.
Hülya Topak Yurtay Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun
Hülya Namruk allah rahmet eylesin yattığı yerde dinlendirsin
Cansu Yener Ağuş Allah rahmet eylesin
Dilek Özdemir Saylan Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin
Nurhan Kandemir Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun Allah onu unutturacak baska aci göstefmessin
Uğur Pihava Başınız sağolsun Orhan hocam. Sabırlar dilerim.
Nebahat Sarucan Başınız sağolsun  Merhum'eye Allah dan rahmet, sizlere sabır dilerim.
Şemsettin Başaran<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<başınızsağolsun Allah rahmeteylesin.
Aydın Bayırlı Maan Allah rahmeti sefkati ile muamele eylesin.Gittigi yeri terk ettigi yerden hayirli kilsin insanlah.basiniz sagolsun...
Hatko Osman Yavuz Allah Rahmet eylesin.
Oğuz Çetiner Başınız sağolsun hocam mekanı CENNET olsun
Nurçin Topak Aksoy allah rahmet eylesin başın sağ olsun
Leyla Eskşhr Başınız sağolsun,Allah rahmet eylesin.
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin. mekanı cennet olsun
Nadir Karakaş Başınız sağolsun. Rabbim mekanını cennet eylesin.
Nasiye Urgan Gonen Başın sağolsun Orhan abi Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Sema Akcan Topak Allah rahmet eylesin.Başınız sağ olsun.
Emine Çeliktiraş Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun insaallah
Gülnaz Topak Başınız sağolsun Ruhu şad mekanı cennet olsun
Zülfiye Özcan Başınız sağolsun Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
Nejla Cinar Basiniz sagolsun.allah sabir versin
Mustafa Yener başınız sağolsın abim, Allah rahmet eylesin..
Meryem Kuş Açıkgöz Basiniz saolsun mekanin cennet ruhun sad olsun
Seyfettin Topak Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara sabir versin...
################ KOY RESiMLERi -2 (Ana Sayfa) ################
Bu sayfada ki resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
Bu sayfada ki resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.







































################ Zihni için taziye mesajlari (Bunun alt sayfası: "2222222222222") ################



 
Thawkho Recep Seyhan Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun yakinlarina bos sagligi ve sabir diliyorum
Yanıtla14 dk.
Zeynep Yağanıpha Mekanı cennet olsun
Yanıtla15 dk.
Mürvet Aydoğdu Yırcı Allah rahet eylesin mekani cennetolsun basimiz sagolsun
Yanıtla1 saat
Şevojf Topak Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Yanıtla2 saat
Fehmi Tetik Allah rahmet eylesin.
Yanıtla3 saat
Ogretmenim Eskisehir Allah Rahmet Eylesin Mekani Cennet Olsun
Yanıtla3 saat
Ercan Balık Allah rahmet etsin,mekanı cennet olsun.
Yanıtla3 saat
Nurçin Topak Aksoy mekanı cennet olsun
Yanıtla3 saat
Yılmaz Topak Allah rahmet eylesin
Yanıtla3 saat
Şuayp Şevoşu Allah rahmet eylesin....
Yanıtla
1
4 saat
Fehime Topak Yurtay Allah rahmet eylesin
Yanıtla5 saat
Kazım Urgan Allah rahmet etsin.yakinlarina başsağlığı dilerim.
Yanıtla6 saat
Aydın Aydoğdu Allahrahmet eylesin mekani cennet olsun
Yanıtla6 saat
Cevdet Sevoj Topak allah rahmet eylesin mekani cennet olsunbutun kuzenlerime bassagligi diliyorum
Yanıtla6 saat
Medine Aydoğdu Erdönmez Allah rahmet eylesin kabri nur mekanı cennet olsun
Yanıtla6 saat
Nuran Topak Uyar Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun geride kalanlara sabır versin inşallah
Yanıtla7 saat
Hatice Okay Tüm aile fertlerine başsağlığı diliyorum .Mekanı cennet olsun
Yanıtla7 saat
Fatma Koptagel Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah.
Yanıtla7 saat
Perihan Bidav Allah rahmet eylesin ruhu sad mekanı cennet olsun insallah ailesinede Allah sabırlar versin insallah
Yanıtla
1
8 saat
Şapsığ Nefin Guser Allah rahmet eylesin
Yanıtla8 saat
Refik Şimşek Allah rahmet eylesin yakınlarına başsağlığı dilerim
Yanıtla8 saat
Ayla Hala Korkmaz Allah rahmet eylesin mekani cennet olsun, ailesine sevdiklerine sabirlar versin.
Yanıtla9 saat
Gonul Tambi Allah rahmet eylesin
Yanıtla9 saat
Gulhan Bulur Coook degerli enistecigiim caniiim mekanin cennet olsun nurlar icinde yat insaallah
Yanıtla9 saat
Refiye Potaş Allah rahmet eylesin Allah geride kalanlara sabır versin Mekanı cennet olsun inşallah
Yanıtla9 saat
Güven Urgan Mekânı cennet olsun inşallah
Yanıtla9 saat
Seyfettin Esen Allah rahmet eylesin. Allah yattığı yerde dinlendirsin.
Yanıtla9 saat
Hasan Tahsin Tırpan Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Yanıtla9 saat
Nasiye Urgan Gonen Allah rahmet Mekanı cennet olsun
Yanıtla10 saat
Yılmaz Aydın Allah rahmet eylesin..Mekanı cennet olsun İnsaAllah..
Yanıtla10 saat
Saniye Akcan Dombaycı Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.
Yanıtla11 saat
Ahmet Hamdi Küskün Allah rahmet eylesin.
Yanıtla11 saat
Gülhan Adige Allah rahmet eylesin..Mekani cennet olsun İnsaAllah..
Yanıtla11 saat
Cevriye Yüceer Balık Allah rahmet eylesin
Yanıtla12 saat
Cemile Ünal Ruhu şad olsun ailesine baş sağlığı dilerim allah sabır versin
Yanıtla12 saat
Leyla Eskşhr Allah rahmet eylesin,mekanı cennet olsun.
Yanıtla12 saat
Hacer Ertaş Koyuncu Allah rahmet eylesin. Yakınlarının başı sağolsun.
Yanıtla12 saat
Sadettin Tırpan Allah rahmet eylesin
Yanıtla12 saat
Selime Ocak Allah rahmet eylesin.Mekanı Cennet olsun inşaAllah
Yanıtla13 saat
Ayhan Sarıbardak Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Yanıtla13 saat
İsmet Süder Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Yanıtla13 saat
Emine Çeliktiraş Guzel yurekli guzel insan sevgili enistem rabbim mekanini cennet etsin bizlerde emegin coktu nur icinde yat tum ailesine sevenlerine bas sagligi diliyorum
Yanıtla
1
13 saat
Tuncer Okay Allah rahmet eylesin yakınlarına Allah sabır versin başınız sağ olsun
Yanıtla13 saat
Abdullah Urgan Allah rahmet eylesin. Yakınlarına Allah, sabr- ı Cemil versin inşallah
Yanıtla13 saat
Muhsin Urgan Allah Rahmet Eylesin.Ailesinin,dost ve akrabalarının başı sağolsun.
Yanıtla14 saat
Leyla Demirhan Allah rahmet eylesin
Yanıtla14 saat
Hülya Topak Yurtay Çok kıymetli biriydi.Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.
Yanıtla14 saat
Mahmut Burhan Ataseven Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun İNŞİALLAH
Yanıtla14 saat
Ölmez Demir Tarhan Allah rahmet eylesin
Yanıtla14 saat
Mest Seven ALLAH RAHMET EYLESIN TOPTAGI BOL OLSUN AILESINE BAS SAGLIGI DILIYORUM
Yanıtla
1
14 saat
Nazlı Kulaksız Özcan Allah, rahmet eylesin. Mekanını cennet olsun. .Yakınlarına ve tüm sevenlerine sağlık ve sabırlar diliyorum.
Yanıtla
1
14 saat
Nursel Doğan Mekanı cennet olsun
Yanıtla15 saat
Orhan Dombaycı Allah rahmet eylesin.Mekanı cennet olsun.Ailesine,sevenlerine sabır ve başsağlığı diliyorum.
Yanıtla15 saat
Fethi Atasun ALLAH rahmet eylesin
Yanıtla
1
15 saat
Oktay Eryilmaz ALLAH rahmet etsin .Mekanı Cennet olsun.
Yanıtla
1
15 saat
Akın Akoğlan Allah rahmet eylesin.mekanı cennet olsun
Yanıtla
1
15 saat
Hatko Osman Yavuz Allah rahmet eylesin.
Yanıtla
1
15 saat
Mustafa Yener Allah rahmet eylesin. Ailesine başsağlığı diliyorum
Yanıtla
1
15 saat
Ayse Piskin Allah rahmet eylesin.
Yanıtla15 saat
Nurhayat Namruk Geçen sene annem haftasına Ziya dayım senesinede Zihni dayımı kaybettik.Acımız çok büyük...Kardeşler birbirlerini çok seviyorlarmış...Rabbim hepsinin mekanını cennet eylesin...Bizlerede bol sabırlar versin...
Yanıtla
1
15 saat
Hülya Namruk Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun güzel dayım..
Yanıtla
1
15 saat
Emre Göz Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşAllah
Yanıtla
1
16 saat
Kilinç Şükran Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun
Yanıtla
1
16 saat
Celal Topak Allah rahmet eğlesin. Dost ve akrabalarına sabırlar dilerim.
Yanıtla
1
16 saat
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol